ABDÜLKUDDÛS
Hindistan
evliyâsından. Babasının ismi Abdullah'tır. Nesebi İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
hazretlerine dayanır. Doğum yeri ve târihi belli değildir. 1538 (H.944)
senesinde Hindistan'ın Kenkûh şehrinde vefât etti. Kabri bu şehirdedir.
Zamânın
âlimlerinden ilim öğrendi. Şeyh Muhammed bin Ârif bin Ahmed Abdülhak
Radulevî'nin sohbetlerinde bulundu ve talebesi olmakla şereflendi. Aynı zamanda
Mahdum Şeyh Muhammed'den, Sühreverdî ve Çeştî büyüklerinden olan Kâsım
Evdehî'den icâzet, diploma aldı. Abdülkuddûs, nefsinin isteklerini yapmamaya
çalışmakta meşhûr olup, kerâmetleri ile tanınmıştı. Sıdk ve ihlâsla huzûruna
gelen dileğine kavuşur, kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâdan olurdu.
Abdülkuddûs nafakasını temin için zirâatle, çiftçilikle meşgûl olurdu. Fakat
kalbi dâimâ Allahü teâlâ ile berâber idi.
Abdülkuddûs
hazretlerinin çok çocuğu oldu. Oğullarının hepsi âlim ve mânevî ilimlerde
mütehassıs idiler. Oğulları Delhi'de tahsil ederlerken, babalarını çok görmek
isterlerdi. Babalarına; "Büyük bir işimiz var, huzûrunuza kabul edilmek
istiyoruz." diye yazarlardı. Şeyh Abdülkuddûs hazretleri ise; "Onların bizim
yanımıza gelmesi, ilim öğrenmelerine gevşeklik ve durgunluk verir, bizim onların
yanına gitmemiz lâzım." buyurur ve ihtiyarlığına rağmen, kudretsiz hallerinde
Dehli'ye giderlerdi.
Şeyh
Abdülkuddûs birçok talebe yetiştirdi. Pekçok halîfesi vardı. İmâm-ı Rabbânî
hazretlerinin babası Abdülehad hazretleri, Abdülkuddûs'un talebelerindendi.
Halîfelerinin meşhûrları, büyük velî Şeyh Burev ve Şeyh Abdülgafur A'zampûrî
idi.
Şeyh
Abdülkuddûs hocasının hocası büyük velî Alâeddîn Sâbir hazretlerinin kabrini
ziyâret ve üzerine türbe yaptırmak için Kalyar'a gitti. O zamâna kadar Alâeddîn
Sâbir'in kabri Allahü teâlânın izni ile bir kılıç tarafından korunuyordu. Kılıç
kimseyi kabre yanaştırmıyordu. Abdülkuddûs; "Kılıç, eğer bu fakire saldırırsan,
başım burada kalır, ancak vücudum muhakkak, Mahdum Alâeddîn Sâbir'in ayaklarına
erişecektir." dedi. Sonra Alâeddîn Sâbir hazretlerine; "Efendim! Eğer benim
gelmeme izin verdiyseniz, neden bu celâl kılıcı beni gelmekten engelliyor?" diye
münâcatta bulundu. O anda Allahü teâlânın izni ile Alâeddîn Sâbir ona; "Sağ
kolunun örtüsünü indir ve sol ayağını örtüsüyle sar. Bu kılıç sana saldırsa da
bir zarar vermeyecektir. Senin el ve ayak örtülerinden biraz kesebilir. Daha
sonra yere düşecektir. Onu al ve bana getir." dedi. Abdülkuddûs hazretleri
söylenildiği gibi yaptı. Kılıç ayak örtülerinden küçük kısımlar kesdikten sonra
yere düştü. Abdülkuddûs kılıcı alarak kabr-i şerîfin başına koydu ve orada bir
şükür namazı kıldı. Alâeddîn Sâbir hazretlerinin rûhâniyeti ile görüştü.
Alâeddîn Sâbir; "Siz benim yolumda olduğunuz için, buraya gelmenize izin verdim.
Yoksa kimse buraya kıyâmete kadar giremezdi." buyurunca, Abdülkuddûs; "Ey
Efendim! Celâl yerine cemâl sıfatınızı gösterirseniz, insanlar sizi ziyâret
ederek sizden istifâde edeceklerdir." diye yalvardı. Bunun üzerine Alâeddîn
Sâbir; "Bunu arzu etmememize rağmen, bu isteğe uyarak, beni ziyâret edenlere
mânevî faydalar sağlayacağım." buyurdu. Böylece Abdülkuddûs iki asır sonra
milyonlarca mânevî yardıma muhtaç insanın Kalyar'ı ziyâret etmesine sebeb oldu.
Daha sonra Kalyar'dan ayrılan Abdülkuddûs, her ayın beşinde hocasını ziyâret
ederek mânevî ihsânlarından faydalanırdı. Alâeddîn Sâbir hazretlerini kabûl
etmeyen Kalyar halkı Allahü teâlânın gazâbına uğramıştı. Bu yüzden bölgeye kimse
giremiyordu. (Bkz. Alâeddîn Sâbir).
Şeyh
Abdülkuddûs hazretleri, Pâni-püt beldesine bağlı Çehazpur'da iken meşgûliyeti
esnâsında, birbiri ardınca; "Ey köy halkı, çabuk evlerinizden çıkınız.
Eşyâlarınızı, hayvanlarınızı da çıkarın ki, yangın bütün köyü yakacaktır!" diye
birkaç defa yüksek sesle bağırdı. Halk onu tanıdığı için, boşuna söz
söylemeyeceğini bilirlerdi. Hemen emrolunanı yaptılar. Çoluk-çocuklarını,
eşyâlarını ve hayvanlarını çıkardılar. Bir saat geçmeden, yangın zuhûr etti ve
bütün köyü yaktı. Şeyh Abdülkuddûs'un sözünü tutmayanlar, ziyan ettiler. Çok
pişmanlık duydular, sonunda tövbe edip ona bağlandılar.
Abdülkuddûs
hazretlerinin birçok kıymetli eseri vardır. En meşhûru
Envâr-ül-Uyûn'dur. Yedi
bölüm üzere tertîb edilmiştir. Birinci bölümde hocası Abdülhak Radulevî'nin
menkıbelerini yazmıştır ve buyurur ki: "Her ne kadar ben Mahdûm Şeyh Muhammed'in
talebesi isem de, onun ceddi olan Şeyh Ahmed'den daha çok feyz aldım."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
VAKTİN KIYMETİNİ BİL!
Şeyh
Abdülkuddûs oğluna yazdığı bir mektubunda şöyle nasîhat etti:
"Vaktin
kıymetini bil! Gece ve gündüz ilim öğrenmeye çalış! Her zaman abdestli bulun!
Beş vakit namazı sünnetleri ile ve ta'dîl-i erkân ile, huzûr ve huşû ile, Allahü
teâlâyı görür şekilde ve Peygamberimizin bildirdiği gibi kılmağa çalış! Bunları
yapınca, dünyâda ve âhirette sayısız nîmetlere kavuşursun. İlim öğrenmek, ibâdet
yapmak içindir. Kıyâmet günü, işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye
sorulmayacaktır. İş ve ibâdet de, ihlâs elde etmek içindir. Her şeyi Allahü
teâlânın rızâsı için yapmak olan ihlâs da, hakîkî mâbûd ve kayıtsız şartsız var
olan Allahü teâlâyı sevmek içindir."
KAYNAKLAR
1) Ahbâr-ul-Ahyâr; s.227
2) Siyer-ül-Aktâb; s.227
3) Zübdet-ül-Makâmât; s.96
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.607
5) Îzâh-ül-Meknûn; c.1, s.145
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.974
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.179
8) Sefînet-ül-Evliyâ; s.101
9) Hezînet-ül-Asfiyâ; c.1, s.416
|