ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
Evliyânın
büyüklerinden ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Abdülkâdir olup nisbeti
Sıddîkî ve Bağdadî'dir. Hazret-iEbû Bekr-i Sıddîk'ın soyundan olduğu için
Sıddîkî denilmiştir. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. Nisbetinden Bağdad'lı
olduğu anlaşılmaktadır. Devrinin büyük âlimlerinin ders ve sohbetlerinde
bulunarak yetişti. Zamânındaki âlim ve velîlerin önde gelenlerinden oldu.
Fazîletler sahibi, âlim, ârif, âbid ve velî bir zât idi. İnsanlara İslamiyeti
doğru şekilde öğretmek için çırpınırdı. Keşf ve kerâmet sahibi idi. Kudüs'e
yerleşti.
Bir gün
talebesi Seyyid Muhammed bin Îsâ ile Dâvûd aleyhisselâmın makâmını ziyârete
gitti. Ziyâretten sonra, talebelerine Dâvûd aleyhisselâmın rûhâniyeti ile
buluştuğunu bildirip, vasıflarını anlattı. Bunun üzerine; "Acaba nasıl oluyor?"
diye talebelerin kalbinde bir şüphe uyandı. Daha sonra Me'nenullah kabristanına
gitti. Orada İbn-i Battâl, Ebû Abdullah Kureyşî, İbn-i Arslân ve Şeyh Birmâvî
gibi âlim ve velî zâtların kabirlerini ziyâret etti. Abdülkâdir Sıddîkî her
ziyâretten sonra, o kabirde bulunan zât ile görüştüğünü söylüyor ve sıfatlarını
sayıyordu. Talebelerin şüphesi git-gide arttı. Nerede ise, böyle şey mi olur
diye hocalarını yalanlama durumuna düşeceklerdi. Abdülkâdir Sıddîkî, o sırada
talebelerden birinin babasının kabri başına geldi. O zâtı daha önce hiç
görmediği gibi, o kabrin talebenin babasına âid olduğunu bilmiyordu. Kabrin
başında Kur'ân-ı kerîm okuduktan sonra talebesine dönerek; "Bu kabirde, âlim,
âmil, şerefli bir zât vardır. Seni görmekle, senin gelmen ve Kur'ân-ı kerîm
okuman sebebi ile çok sevindi, mesrûr oldu. Rûhâniyeti ile buluştum. Sıfatı
şöyle şöyledir. Fazîletleri de şöyle şöyledir. Bu zât senin babandır. Niçin bana
daha önceden haber vermedin?" dedi. Bu kerâmet karşısında talebe hocası
hakkındaki itirazlarına tövbe etti ve hocasına olan muhabbet ve bağlılığı
gittikçe arttı.
Talebesi
Seyyid Muhamed bin Îsâ içinden çıkılmaz bir mesele ile karşılaşınca, Abdülkâdir
Sıddîkî hazretlerine sual ederdi. O da başını eğer, bir müddet düşündükten
sonra; "Ümid olunur ki bu suâlin cevâbı şöyledir." diyerek talebesinin kalbini
rahatlatırdı. "Efendim! Madem ki bu suâlin cevâbı böyledir. O halde niçin kat'î,
kesin olarak değil de, ümid olur ki diye tahminli bir ifâde kullanıyorsunuz?"
diye sorunca talebesine; "Çok biliyorum durumuna düşmemek, böbürlenmemek için
öyle söylüyorum." cevâbını verdi.
Bir gün
Abülkâdir Sıddîkî, talebesi Seyyid Muhammed bin Îsâ'ya; "Bana amcamın oğlu
Seyyid Mustafa Sıddîkî'yi çağır." dedi. Seyyid Mustafa gelince, orada bulunan
bir sandığın anahtarını ona vererek buyurdu ki; "Ey amcamoğlu! Allahü teâlâ
bilir ama benim âhirete gitme vaktim yaklaştı. Vefâtımdan sonra beni en güzel
şekilde techiz et. Seyyid Îsâ'nın (talebenin babası) yanına defnet. Çünkü onun
rûhâniyeti şu anda burada bulunuyor ve benim kabrimin onun kabrine yakın
olacağını haber veriyor. Vefâtım bu günün akşamında olacaktır." dedi. Bildirdiği
gibi o gün akşam vefât etti. Vefât tarihi 1735 (H.1148)'dir. Amcasının oğlu da
vasiyetlerini aynen yerine getirdi.
Abdülkâdir
Sıddîkî hazretlerinin Şeyh Abdülganî Nablüsî'nin kasîdesine şerhi, vahdet-i
vücûd hakkında bir risâlesi ve başka risâleleri vardır.
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.5, s.289
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.603
3) Silk-üd-Dürer; c.3, s.61
4) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.97
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.261
|