|
ABDÜLEHAD
Hindistan
evliyâsından. İsmi, Abdülehad bin Zeynelâbidîn'dir. Hazret-i Ömer'in
neslindendir. 1520 (H.927) senesinde doğdu. 1598 (H.1007) senesinde Serhend'de
vefât etti. Kabri şehrin dışında kuzey tarafındadır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri,
Abdülehad'ın yedi oğlundan dördüncüsüdür.
Abdülehad
genç yaşta Hindistan'ın büyük âlimi Abdulkuddûs'un ilim meclisinde ve
sohbetlerinde bulunup, tasavvufta mânevî dereceler kazandı. Devamlı hizmet ve
sohbetinde kalmayı arzu ettiğini bildirince Abdülkuddûs hazretleri ona; "Önce
lâzım olan din bilgilerini öğren. İlim deryâsında balık gibi yüz, bir sâhilden
diğer sâhile geç, sonra yine bize gel. Bu yola bel bağla ki, ilimsiz vilâyet,
velîlik; tuzu az yemeğe benzer." buyurdu.
Abdülehad bu
sözleri dinledikten sonra, hocası Abdülkuddûs'ün yaşlı olduğunu, dönüşünde vefât
etmiş olabileceğini ve bir daha da ona kavuşamayacağını düşünerek; "Korkarım ki,
sonra, bu azîz ve yüksek sohbeti bulamam." dedi. Bunun üzerine; "Eğer beni
bulamazsan, oğlum Rükneddîn'in sohbetine devâm et ve arayacağını onda ara."
buyurdu. "Sabredeyim, bakalım yüksek keremleri ne gösterir." sözü gereğice,
zâhirî ilimleri tahsîl için oradan ayrıldı. Daha tahsîli bitmeden, hocası
Abdülkuddûs hazretleri vefât etti. Tahsîlini tamamladıktan sonra, hocası
Abdülkuddûs'ün işâreti üzerine, Şeyh Rükneddîn'in yanına gitti. O da babasının
işâretine uyarak, Abdülehad'a büyük bir alâka gösterip tasavvufta yetiştirdi.
Kâdiriyye ve Çeştiyye tarîkatlarından icâzet, diploma verdi.
Abdülehad
hazretleri, hocası Abdülkuddûs'ün en başta gelen talebelerinden Şeyh Celâl
Tehânîserî'nin sohbetlerine de devâm etti. Onun meclisinde iken, Kâdirî
tarîkatının o zaman en büyük âlimi olan Şâh Kemâl ile görüşüp sohbette bulundu.
Bu görüşmeleri senelerce devâm etti ve bu sohbetlerden çok faydalar elde etti.
Şâh Kemâl ile görüşmesi ve tanışması Şeyh Celâl Tehânîserî'nin bir sohbeti
sırasında olmuştu. Birgün Şâh Kemâl Şeyh Celâl Tehânîserî'nin sohbetine
gelmişti.Abdülehad, Şâh Kemâl'in üstün hâllerini görünce, onunla tanışıp dost
olmak istedi. Sohbetten sonra dışarı çıkınca görüşüp tanıştı. Abdülehad'a;
"Benim ismim Kemâl'dir. Pâil'de otururum, evim oradadır. Eğer sohbetimizin
sırrını anlamak isterseniz, oraya buyurun da sohbet edelim." dedi. Pâil, Serhend
şehrine bağlı, yirmi-yirmi beş kilometre mesâfede bir kasaba idi.
Şâh Kemâl,
Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin tarîkatı silsilesinden olan Şeyh Fudayl'a
talebe olmuş, tasavvufda yüksek hâller sâhibi bir zât idi. Tasavvuf hâlleriyle
kendinden geçmiş bir vaziyette, tenhâ yerlerde ve sahrâlarda dolaşırdı. Suya,
yemeğe, yatmaya ve konuşmaya ihtiyâcı olunca, bulunduğu ıssız ve kurak
sahrâlardan ansızın bir şehir görünür, orada bulunanlar Şâh Kemâl'e hürmet ve
ikrâm göstererek, arzu ettiği şeyleri istemeden getirir, ziyâfetler verirlerdi.
Şâh Kemâl getirilen yemeklerden yer, sularından içer, gece de yanlarında
kalırdı. Sabahleyin ortalık aydınlanmaya başlayınca, o görünen şehir ve insanlar
gözden kaybolur, yine sahrâda yalnız kalırdı.
İmâm-ı
Rabbânî hazretleri, babası Abdülehad'ın, hocası Şâh Kemâl'den şöyle bahsettiğini
nakletmiştir:
"Şeyh
tasavvufun ince meselelerini anlatmak istediğinde, dinleyenlerin ilimdeki
seviyelerine göre konuşur, sırları çözebilecekleri derecede anlatırdı."
İmâm-ı
Rabbânî de Şeyh Kemâl hakkında; "Keşf, gözüm açıldığı zaman, Gavs-ı Sekaleyn
Abdülkâdir-i Geylânî'den sonra, Kâdirî tarîkatı büyükleri arasında Şeyh Kemâl
gibisini az gördüm." buyurmuştur.
Abdülehad
Serhend'e gelince, oradan Şâh Kemâl'in bulunduğu Pâil kasabasına gitti. Orada
Şâh Kemâl ile sohbetler yapıp aralarında muhabbet ve dostluk meydana geldi. Şâh
Kemâl de çoluk-çocuğuyla Pâil'den Serhend'e gelir, günlerce kalıp Abdülehad ile
sohbet ederlerdi. Abdülehad Şâh Kemâl'in sohbetlerinde sayısız faydalar elde
edip, şaşılacak hallere ve kerâmetlere şâhid oldu. Şâh Kemâl 1573 (H.981)
senesinde, seksen yaşında vefât edince Serhend'in Kihtel kasabasında defn
edildi.
Abdülehad,
ilim ve mârifette yükselmek için yaptığı seyahatler sırasında, pekçok ilim ve
mârifet sâhibinin sohbetinde bulundu. Sonra memleketine dönüp, vefâtına kadar
Serhend'de kaldı. Ömrü insanlara faydalı olmakla geçti. Geceleri tâat ve
ibâdetle geçirir, Allah için ağlar, gözyaşı dökerdi. Çok talebesi ve sevenleri
vardı. Tevâzûsundan dolayı kendini hiç kimseden farklı görmez ve hiç birinin
kendisine hizmet etmesini kabûl etmezdi. Ekseriyâ, evinin ihtiyaçlarını pazardan
kendisi taşır, kimsenin taşımasına müsâade etmezdi. Ömrünü Resûl-i ekreme öyle
bir bağlılık ile geçirdi ki, bir sünneti bile terk etmezdi. Sünnet olan tâatları
ve duâları yapar, tasavvuf ehlinin, azîmetle, en iyi olduğu bildirilenle amel
etmesi husûsuna da dikkat ederdi.
Gündüzleri,
kendisinden ilim öğrenmek isteyen talebelere ders verirdi. Bu hususta yazılmış
olan uzun ve zor kitapları, en ince noktalarına kadar gâyet güzel açıklayıp îzâh
ederdi. Her ilimde, bilhassa fıkıh ve usûl ilminde eşsiz bir âlimdi. Zamânın
âlimleri ve büyükleri onu kendilerine hoca ve üstâd kabûl ederek çok istifâde
ederlerdi. Şöyle nakledilmiştir ki; Abdülehad hazretleri usûl ilminde meşhûr bir
eser olan
Usûl-i Pezdevî'nin
derin mânâlarındaki incelikleri açık bir şekilde anlatırdı.
Okuyarak,
çalışarak elde edilen bilgilerle, mânevî bilgileri birleştirmişti.
Te'arrûf, Avârif-ül-Me'ârif
ve
Füsûs-ül-Hıkem
ve bunlar gibi evliyânın büyükleri tarafından yazılmış olan kitapları okur ve
çok güzel îzâh ederdi. Pekçok şevk ve zevk sâhibi, onun yanında bu kitapların
okunmasından ve dinlemekten haz alırdı. Uzaktan yakından sohbetine gelerek,
okunan kitapları ve Abdülehad'ın yaptığı îzâhları dinlerlerdi. Onun anlatışının
ve sohbetinin bereketiyle maksatlarına kavuşurlardı. Şeyh-i Ekber Muhyiddîn
Arabî'nin bildirdiği ince mânâları anlamakta eşsiz idi. Allahü teâlânın ihsânı
ile, yaratılışının yüksekliğinden ve çok yüksek maksatlı olmasından, dînin
emirlerine tam uyar, İslâmiyete uymayan hâllere ve sözlere değer vermezdi.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Pederim ve üstâdım, sebeb-i hayâtım ve saâdetim;
abdestte, tahârette ve namazda, pek ziyâde dikkat gösterir, edeplere riâyet
ederdi. Ben bunları babamdan görerek öğrendim. Herbir edebe, bütün incelikleri
ile riâyeti kitablardan öğrenmek kolay değildir." buyurmuştur.
Bir gün,
sâdık dostlarından birisi Abdülehad'ın odasına girmişti. İçeri girer girmez,
Abdülehad hazretlerini, uzuvları kopmuş ve kesilmiş, yere uzanmış bir hâlde
gördü. İçeri giren kimse, bu işi yapan, ya hırsız yâhut da düşmandır diye
düşündü. Sonra korkarak ve bağırarak, büyük bir üzüntü ile dışarı çıktı. Bir
başkasına bu durumu bildirdi. Hemen ikisi birden odaya girdiler. Bir de baktılar
ki, Abdülehad hazretleri, rahat ve sağlam bir şekilde murâkabe eder bir hâlde
oturuyor. Ağlayarak ayaklarına kapandılar. Onlara; "Ben hayatta kaldığım
müddetçe bu sırrı kimseye söylemeyin!" buyurdu. Bu hâlin sebebini sorduklarında
da; "Öyle bir şey idi ki, onu anlatacak söz bulamam." buyurdular. Fakat hâli ile
sanki Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin şu beytlerini terennüm ediyordu.
Düşmanız
kendimize, o yâr bizi çekiyor
Gark
olmuşuz denize, bizi dalga çekiyor.
Onun
âşıklarına, Azrâil'in yolu yok,
Dostun
âşıklarını, sevdâ aşkı çekiyor.
Susamışlar
fîgân eder,
Gizlice
yüz can verir, dildâr-i peydâ çekiyor.
Yeter,
âşıkların katlinin sırrını söylersem,
Münkirleri
kızdırıp, inkârını çekiyor.
Abdülehad,
evliyânın meşhûrlarından olan ve oğlu İmâm-ı Rabbânî'nin hocası Bâki-billah
hazretleri ile görüşmeyi çok arzu ettiği hâlde, görüşemeden vefât etmişti. Bunu,
İmâm-ı Rabbânî hazretleri şöyle anlatmıştır:
Babamın bu
büyük arzûsunu vefâtından sonra, Muhammed Bâki-billah hazretlerine arzettim.
"Biz de onları görmeyi çok isterdik. Serhend'e gitseydik onlardan bir şey
öğrenirdik." buyurdu.
İmâm-ı
Rabbânî hazretleri yine şöyle anlatmıştır:
Babamın
bana; "Ehl-i beytin sevgisinin, îmân ve hüsn-i hâtimeye yâni son nefeste îmân
ile gitmeye büyük tesiri olur." dediğini hatırlayınca, can verme anlarında bunu
kendisine sordum. "Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun, o muhabbetle ve
sevgiyle doluyum, nîmet deryâsında yüzüyorum." buyurdu. Beyt:
İlâhi!
Fâtıma evlâdı hürmetine,
Son sözüm
kelime-i tevhîd eyle.
Abdülehad
hazretleri buyurdu ki:
"Kalbime,
Allahü teâlânın yardımı ile öyle geliyor ki, namazın sonunda teşehhüdde,
Ettehiyyâtü'nün okunmasının emredilmesi namazın müminlerin mîrâcı olduğunu
hatırlatmaktır. O hâlde lâyıkdır ki, müminlerin mîrâcında da, Peygamber
efendimize mîrâcında hâsıl olan yüksek hâllerden ve eşsiz şereflerden bir şeyler
bulunsun. Allahü teâlâ lütfederek, bize de Resûlünün kâsesinden bir yudum ihsân
etti. Ettehiyyâtü'den sonra, Peygamber efendimize salevât okunmasının
emredilmesi, müminlerin mîrâcının Resûlullah'a uyup, tâbi olmakla hâsıl
olacağını gösteriyor. Yine bu salevâtlar, Peygamber efendimize uymakla
şereflenmenin ve bereketli hidâyetlerine kavuşan müminlere verilen nîmetin
hakkının edâsı, şükrüdür. Ayrıca, Peygamber efendimizin ümmetine, mîrâc ile
şereflenmeyi bahşettiğini bildiren bir tenbih ve uyarmadır.
Yine şunu
işâret etmektedir ki, ümmetin en yükseklerinden birkaçı, o en yüksek mertebeye
çıkarlarken, Resûlullah efendimize tâbi olmak, uymak dâiresinden dışarı
çıkamazlar. Onların sonu Resûlullah'ın başlangıcına yetişemez ve hepsinin başı,
Resûlullah'ın ayaklarının altındadır.
Tasavvufa
dâir bir kitap gördüm. Onda şöyle yazılı idi:
"Yemeklerde
îtidâle, orta hale dikkat etmek, normali muhâfaza etmek, matlûba, sevgiliye
kavuşmaya kâfidir. Bu husûsa riâyet edince, zikre ve fikre ihtiyaç yoktur"
Abdülehad'ın
yedi oğlu vardı. İmâm-ı Rabbânî dördüncü oğludur. En büyük oğlu Şeyh Şâh
Muhammed'i kendisi yetiştirip tasavvufta yükseltmiştir. İmâm-ı Rabbânî
hazretleri bu kardeşi için babasının şöyle dediğini nakleder:
Babam birçok
defâ buyurdu ki: "Şâh Muhammed, sözde ve hâlde olgun bir talebedir." Bu oğlu
kendisi hayatta iken vefât etti.
İmâm-ı
Rabbânî hazretleri şöyle anlatmıştır:
Bu kardeşim
vefât ederken baş ucunda idim. Âniden tebessüm etti. Sebebini sordum; "Hakîkât-ı
Muhammedî bana zâhir oldu, göründü, onu seyrediyorum!" dedi.
Abdülehad
hazretleri, din bilgilerinde kıymetli kitaplar yazmıştır. Bunlardan bazıları
şunlardır: 1)
Künûz-ül-Hakâyık, 2) Mi'râc-ı Nebî, 3) Risâle-iEsrâr-üt-Teşehhüd.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
İFFET VE İSMET CEVHERİ
Abdülehad
hazretleri zâhirî ve bâtınî ilimleri elde etmek için birçok beldeleri gezdi. Bir
memlekette fazla kalmaz, başka yere giderdi. Böylece pekçok şehir ve beldelerde
bulunmuştu. Hindistan'ın meşhûr kasabalarından Skendere'de de ilim yaymak için
bir müddet kaldı. Yüzünde nûr, alnında mârifet eserleri parlıyordu.
Bir gün,
Skendere'nin asil âilelerinden sâliha bir hanım, firâsetiyle Abdülehad'ın
mübârek, kıymetli bir kimse olduğunu anlayıp, ona haber göndererek; "Kendi
kucağımda terbiye edip büyüttüğüm bir kız kardeşim vardır. İffet ve ismet
cevheridir. İsterim ki size nikâh eyleyeyim. Ümit ederim ki bu teklifimi kabûl
edersiniz." ricâsında bulundu. Abdülehad önce, evet diyemedi, özür diledi. Sonra
Allahü teâlâya duâ edip, bu hususta hayırlı olan şeyi nasîb etmesini istedi.
Sonra o kızla evlenmeyi kabûl etti ve onunla nikâhlandı. Bundan sonra bir müddet
Skendere'de kaldı. Hâlis niyetle, Allah rızâsı için yapılan bu evlilikten İmâm-ı
Rabbânî gibi büyük bir zât dünyâya geldi.
KAYNAKLAR
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.971
2) Mektûbât (İmâm-ı Rabbânî); c.1, 226. mektûb, c.2, 44.
mektûb
3) Zübdet-ül-Makâmât; s.91,104
4) Umdet-ül-Makâmât; s.116
5) Hadarât-ül-Kuds; s.28 |
|