ABDULLAH BİN ZEYD
Tâbiîn devri
velîlerinden. İsmi, Abdullah bin Zeyd bin Amr el-Cevmî, künyesi Ebû Kilâbe'dir.
Basra'da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 722 (H.104) senesinde Şam'da vefât
etti.
Abdullah bin
Zeyd, Eshâb-ı kirâmdan Sâbit bin Kays, Enes bin Mâlik ve Tâbiînden büyük âlim
Katâde'den (r.anhüm) ders alıp ilimde yükseldi. Hadîs-i şerîf ilminde sika,
sağlam, güvenilir bir zât oldu. Bir hadîs-i şerîfi öğrenmek için uzun süre
seyâhat ederdi. Bu hâlini şöyle anlatır:
Hiç bir işim
olmadığı halde Medîne'de, sırf bir hadîs-i şerîfi daha önce duymuş olan bir
şahıstan dinlemek için üç gün kaldım.
Hadîs-i
şerîflerin toplanıp, yazılması için uğraşırdı. Vefâtından evvel, kitaplarının
Tâbiînin büyüklerinden, fıkıh âlimi ve evliyâdan Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî'ye
verilmesini vasiyet etti. Bir deve yüküne yakın kitâbı Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî'ye
verildi.
Abdullah bin
Zeyd devamlı helâl kazanmayı teşvik ederdi. Bir gün Eyyûb-i Sahtiyânî'ye;
"Çarşıya git, iş ara. Zirâ en büyük huzûr insanlara muhtâc olmamaktır." buyurdu.
Başka birine de; "Seni, geçimini temin ederken görmek, câmi köşesinde görmemden
daha sevimlidir." buyurdu. Döküntü hurma satan ve sohbetine devâm eden bir
talebesi vardı. Ona; "Ben, senin sohbet meclisinden faydalandığını
zannediyordum. Fakat şu bir hakikattir; Allahü teâlâ kötü olan her şeyden
bereketini almıştır." buyurdu.
Çok sıcak
bir günde bir kâfile ile hacca gidiyordu. Susuzluğu çok şiddetli idi. Ellerini
açıp; "Yâ Rabbî! Sen hararetimi ve susuzluğumu giderirsin." diye duâ edince,
başı üzerinde bir bulut belirip üzerine yağmur yağdı. Elbisesi ıslandı ve
susuzluğu gitti. Lâkin kâfilede bundan başkasına bir damla yağmur düşmedi.
Abdullah bin
Zeyd hazretlerinin hikmetle dolu pekçok nasîhat ve sözleri vardır. Bir gün; "Hem
dünyâ, hem de âhirette yaşayan kimseye ne saâdet!" buyurunca; Âhirette nasıl
yaşandığı kendisinden soruldu, cevâbında; "Böyle bir insan dünyâda Allahü
teâlâyı hatırından çıkarmadı, dâimâ O'na yalvardı ve bu sâyede âhirette O'nun
rahmetine mazhar oldu." buyurdu.
"Kimlerden
uzak duralım?" diye soruldu. Cevâben; "Arzu ve istekleri peşinden koşanlarla
berâber oturup kalkmayınız. Onlarla konuşmayınız. Çünkü, sizi kendi
sapıklıklarına düşürmelerinden zihninizi karıştırmalarından korkuyorum."
buyurdu.
Bir tanıdığı
arkadaşından şikâyet etmişti. "Sana, din kardeşinden istemediğin bir şey
ulaşırsa, onun için bir özür ara. Bir mâzeret bulamazsan, kendi kendine, belki
benim bilmediğim bir durum vardır, de." buyurdu.
Bid'at yâni
dinde sonradan ortaya çıkarılan ve dindenmiş gibi olan hurâfelere ve bid'at
sâhiblerine çok kızar ve şöyle derdi:
"Bid'at ehli
ile oturmayınız. Onlarla sohbet etmeyiniz. Zîrâ sizi dalâlete düşürebilirler
veya bilmediğiniz kötülüklere bulaştırabilirler. Bir kimse bir bid'at ortaya
çıkarırsa onunla harb ederim."
İlim
sâhipleri sorulduğunda:
"Âlimler üç
kısımdır. Bir kısmı, ilmi ile amel eder, insanlar da onun ilmiyle amel ederler.
Diğer bir kısmı, ilmi ile amel eder, fakat insanlar onun ilmiyle amel etmez.
Başka bir kısmı da ilmiyle kendisi amel etmediği gibi insanlar da amel etmez."
buyurdu.
Kendisine
münâfıkların âhiretteki hâlleri nasıldır? denildi. Buyurdu ki:
"Kıyâmet
günü Arş-ı a'lâ tarafından bir münâdî Yûnus sûresi 62. âyet ile meâlen;
"Ey
Allah'ın sevgili kulları! Sizin için bir korku yoktur. Siz mahzûn da
edilmezsiniz." nidâ eder. Bu nidâdan sonra herkes başını yukarı kaldırır ve;
inandık îmân ettik, derler. Ancak, münâfıkların başları hiç yukarı kalkmaz ve
eğik kalır."
Bir
defâsında da; "Allahü teâlâya şükre sebeb olan dünyâlık insana zarar vermez."
buyurdu.
"Bir sözü
anlamayacak kimseye söyleme! Çünkü o söz, ona zararlı olup, fayda vermez."
Abdullah bin
Zeyd hazretleri namazlardan sonra "Allahümme innî es'elüke't-tayyibât ve
terk-el-münkerât ve hubbe'l-mesâkîn ve en tetûbe aleyye ve izâ eradte Lî ibâdike
fitneten en teveffenî gayre meftûnin." duâsını okurdu.
Bir talebesi
nasîhat istediğinde rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfleri bildirdi.
"Üç şey
vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imânın tadını bulur. Birincisi, bir
kimseye Allah ve Resûlü, başkalarından daha sevgili olmak. İkincisi, bir kimse
sevdiğini Allah için sevmek. Üçüncüsü, bir kimseyi Allah küfürden kurtardıktan
sonra tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmek."
"İşlerin en
hayırlısı, çok aşırı veya eksik olmayıp, orta mertebede olanıdır."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.282
2) El-A'lâm; c.4, s.88
3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.5, s.224
4) Tezkiretü'l-Huffâz; c.1, s.94
5) Sünen-i Dârimî; c.2, s.470
6) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; c.2, s.104
7) Tehzîb-i İbn-i Asâkir; c.7, s.426
|