Orta
Avrupa’nın kapısı olan Viya’nanın, Osmanlı Devleti tarafından kuşatılması.
Birincisi 1529’da Kânûnî Sultan Süleymân Han, ikincisi de, 1683’de Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa tarafından yapıldı.
Mohaç’ta
Macaristan ordusunu tamamen imha edip bölgeyi Osmanlı Devleti sınırları içine
katan Kânûnî Sultan Süleymân Han, savaştan sonra Budapeşte’ye gelip
Macaristan’ın yeni statüsünü tesbit etmişti. Buna göre Macaristan, Osmanlı
Devleti’ne bağlı bir krallık olarak bilinen ve Mohaç muhârebesine katılmayan
Transilvanya (Erdel) voyvodası Zapolya’ya verilecekti. Nitekim Kânûnî Sultan
Süleymân Han 16 Ekim 1526’da Macaristan tacını Zapolya’ya veren târihî
fermanını imzaladı ve Budapeşte’de Macaristan tahtına geçirdi. Kuzeydoğu
Macaristan’da Tokay şehrinde toplanan Macar diet (asiller) meclisi Zapolya’yı
kral tanıdı. Macar krallığının Bohenya tacına bağlı olan ve Osmanlı ordularının
girmediği Bohenya, Moravya, Slovakya ve Silezya gibi ülkeler ise, Mohaç’ta
öldürülen Macar kralı Layoş’un karısı ve İspanya-Almanya imparatoru
Charles-Ouint’in kardeşi olan Avusturya arşidükü Ferdinand’da kaldı. Kânûnî
Sultan Süleymân İstanbul’a döndükten sonra harekete geçen Ferdinand,
Bratislava’da Osmanlılara karşı olan asillerden teşekkül ettirilmiş bir diet
meclisi toplayarak kendini Macaristan ve Bohenya kralı ilân ettirdi. Ağabeyi
İspanya Almanya imparatoru Charles-Quint’in de desteğini alarak iyice güçlenen
Ferdinand, Tokay meydan muhârebesinde Zapolya’yı yenerek Budapeşte’yi (Budin)
almış ve Macaristan’ın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Bunun üzerine Zapolya,
Kânûnî Sultan Süteymân Han’dan yardım istedi.
Kânûnî
Sultan Süleymân Han, Mohaç zaferi ve kılıç hakkıyla zaptettiği geniş Macaristan
ülkelerinin Alman asıllı bir hükümdarın eline geçmesine müsâde edemezdi. Bu,
Osmanlı Devleti için vahim neticeler doğurabilirdi.
Kânûnî
Sultan Süleymân Han sefer hazırlıklarıyla meşgulken, Macaristan’dan fethedilen
arazinin geri verilmesi karşılığında barış yapmak isteğiyle Ferdinand’ın elçileri
geldi. Fakat Almanları, Budin ve Macaristan’dan çıkarıp atmak, Ferdinand’a
gözdağı vermek, bulunabilirse, Alman ordusunu yakalayıp yok etmek arzusunda
olan Kânûnî Sultan Süleymân Han, o zamanın âdetleri gereği elçileri tevkif
ettirdi. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra serbest bırakıp savaş için yola
çıktığını söyleyip Ferdinad’a gönderdi.
10
Mayıs 1529’da İstanbul’dan hareket eden Süleymân Han, 20 Haziran’da Sofya’ya ve
18 Ağustos’da Mohaç ovasına ulaştı. Zapolya da 6.000 Macar askeri ile orduya
katıldı ve burada Pâdişâh’ın elini öpmekle şereflendi. Eylül’de Budin’i kuşatan
sultan Süleymân Han, teslim teklifinin reddedilmesi üzerine şiddetli bir
muhasara savaşına başladı. 8 Eylül’de kale kapılarından biri ele geçirilip
umûmî hücum başlatılınca, ümit kalmadığını anlayan müdâfîler, hayatlarına
dokunulmamak şartıyla kaleyi teslim ettiler. Kısa zamanda gösterilen bu
muvaffakiyet karşısında, Osmanlı hâkimiyetine daha fazla karşı duramayacağını
anlayan Boğdan voyvodası beşinci Petro Raveş de ordugâha gelerek bir tâbiiyyet
andlaşması imzaladı. Elbasan sancakbeyi Hasan Bey’i Budin’de muhafız bırakan
Kânûnî, 12 Eylül’de Macar taht şehrinden ayrılıp Viyana üzerine yürüdü. Bu
arada Ferdinand’ın adamları tarafından kaçırılmak üzereyken İzvornik sancakbeyi
Sultanzâde Bâli Bey’in ele geçirdiği meşhur Macar tacı, yeniçeri sekbanbaşısı
tarafından Zapolya’ya giydirildi. Kânûnî Sultan Süleymân Han, 22 Eylül’de
Almanya sınırını geçti. Ertesi gün Bâli Bey’in kardeşi Semendire sancakbeyi
Sultanzâde Mehmed Bey, Alman öncü kuvvetlerinin büyük bir kısmını Viyana’nın on
beş kilometre güneydoğusundaki Bruck kasabası yakınlarında imha etti. Esir
edilen Alman kuvvetleri komutanı Christophe Vori Zedlitz ve altı general
Sultan’a gönderildi. 27 Eylül’de Viyana önlerine gelen ordu-yı hümâyûn,
hıristiyanlığın en büyük devleti olan Alman İmparatorluğu’nun başkentini
muhasaraya başladı.
Kânûnî
Sultan Süleymân Han, 120.000 kişilik bir orduyla Budin’den ayrılıp Viyana
üzerine yürüdüğü haberi duyulunca, sâdece Almanya’da değil, bütün Avrupa’da
müthiş bir telaş ve korku başlamış, Türklerin gelişi karşısında, o sırada had
safhada olan mezhep mücâdeleleri bile bir tarafa bırakılarak, Viyana’ya yardım
kampanyası açılmış ve Avrupa’nın her yerinden muhtelif milletlere mensup yardım
kuvveti akın akın gelmeye başlamış, hattâ muhâsaradan biraz evyel bu
kuvvetlerin büyük bir kısmı kaleye yerleşmişti. Osmanlı ordusunun haşmetinden
büyük bir korkuya kapılan Ferdinand, alelacele şehri terkederek kaçmış, yerine
ihtiyar ve tecrübeli bir asker olan Kont Nicolos Von Salm’i kale Komutanı
otarak bırakmıştı. Müdâfaa hazırlıklarına başlayan Kont Salm de, Türk ordusu
gelmeden Viyana yakınlarındaki mahalleleri tamamen yakıp yıkmış, birinci
istihkâm hattından yirmi adım içerde ikinci bir istihkâm inşâ etmiş, Tuna sahillerine
kazıklar diktirerek müdâfaa için gerekli tedbirleri almıştı. Osmanlı
humbaracılarının yakıcı te’sirlerinden korunmak için evlerin ahşap çatılarını
yıktırmış, top güllelerinin te’sirini azaltmak için de, sokakların
kaldırımlarını söktürmüştü. Ayrıca iki ay yetecek kadar erzakı te’min edip,
şehirdeki sivil halkı dışarı çıkarmıştı.
Kânûnî
Sultan Süleymân Han, Viyana’ya gelirken hiç bir zaman kaleyi alma gayesini
gütmemiş, istediği zaman bunu gerçekleştirebileceğini göstererek göz dağı
vermek istemişti. Üstelik yeni fethedilmiş olan Macaristan’da İslâm idaresi tam
yerleşmeden Viyana’nın da alınıp askerin çok geniş bir alana yayılması,
stratejik bakımdan hatalı olurdu. Kışın yaklaşması kale çevresinin yoğun
yağmurlar sebebiyle bataklık hâline gelmiş olduğuna aldırmadan kaleyi
kuşatmıştı.
Kaleyi
muhasaraya başlayan Kânûnî Sultan Süleymân Han, on yedi gün boyunca döverek,
şehrin surlarını iyice tahrip etmişti. Bu sırada bir Osmanlı güllesinin
isâbetiyle kale komutanı Kont Salm de öldürülmüştü. Çevreden aldığı
istihbaratlar sonunda Viyana’ya yüzelli kilometre uzaktaki Linz’de Alman
ordusunun da Osmanlı ordusunun karşısına çıkmayacağı anlaşılınca,
Charles-Quint’e verilen cezanın yeterli olduğuna kanâat getiren Kânûnî Sultan
Süleymân Han, orduya muhasarayı kaldırma emrini verirken, çeşitli beyler
kumandasındaki akıncı kuvvetlerini akına göndererek, Avusturya, Güney Almanya
(Bavyera), Muravya, Bohenya, Slovakya, Silezya (şimdiki Çekoslovakya) ve
Slovesya gibi Alman İmparatorluğu’na bağlı ülkeleri baştan başa çiğnetti. 16
Ekim’de Viyana önlerinden hareket eden ordu-yı hümâyûn, 25 Ekim’de Budin’e 16
Aralık’ta da İstanbul’a döndü.
Macaristan,
Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından fethedildiği zaman; halkının ekserisi
Macar olan bir mikdâr arazi, Avusturya arşidükü Ferdinand’ın elinde kalmıştı.
Orta Macar arazisi denilen bu bölge; Osmanlı idaresindeki Macar arazisinin batı
tarafından başlayıp, kuzeybatıdan Erdel sınırına kadar bir şerit gibi uzanan bu
toprak parçasının Tuna’nın dirsek yaptığı hizadan Tisa suyuna kadar dayanan
yerlerden İbaretti.
Avusturyalılar
bu araziyi kendi menfâatlerine uygun bir idâri teşkilâta bağlamışlar, ayrıca,
Erdel sınırı yakınındaki Kaşav şehrini bölge için bir nevî merkez hâline
getirmişlerdi. Bölgede iyice yerleştikten sonra ağır vergilerle Macar halkını
ezen Avusturyalılar, mezheb ayrılığını bahane ederek katolik olmayanlara zulme
başlamışlardı. Bu baskılara karşı halkı teşkilâtlandıran Macar liderleri ise,
tek tek öldürülüyordu. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa zamanında Avusturya’ya karşı
ayaklanan Macar lideri Tököly İmre, Osmanlı Devleti himayesine girmek istemiş,
fakat devlet Lehistan mes’elesiyle meşgul olduğundan, Avusturya ile sürmekte
olan barışı bozmayıp Tököly İmre’nin isteğini reddetmişti.
Tököly
İmre, Avusturyalılara karşı tek başına mücâdeleye girişti ve kalabalık
Avusturya orduları karşısında dört-beş yıl uğraştı. Avusturya İmparatoru’nun
1681’de umûmî af îlân etmesi üzerine, yanındakilerin bir çoğunun kendinden
ayrılması neticesinde zor duruma düşen Tököly İmre, kurtuluşu Osmanlı
Devleti’ne sığınmakta buldu, İstanbul’a gönderdiği elçileriyle, Osmanlı
himayesine girmek için müracaat etti. Bu sırada Avusturya’nın tabiî düşmanı
olan Fransa kralı on dördüncü Lui de Tököly’e yardımcı oluyor, mâlî destekte
bulunuyor, hattâ Macar milliyetçileri ile Erdel ve Eflak voyvodalan arasındaki
gizli ittifaklara yardım ediyordu. Osmanlı hükümeti için de asıl gaye
Avusturya’nın zayıf düşmesi idi ve siyâsî durum da buna müsait görünüyordu.
Devrin sadrâzamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bu vaziyeti değerlendirerek,
Tököly’nin müracaatını ve Orta Macaristan’ın himayesini kabul etti. Osmanlı
Devleti, Orta Macaristan’daki bâzı kaleleri zaptedip, Tököly İmre’ye verdiği
gibi, onu resmen Macar kralı olarak tanıdı.
Fransa,
Macarlar ve Osmanlı Devleti tarafından kıskaca alındığını anlayan Avusturya
İmparatoru Leopold, İstanbul’a elçi göndererek mevcud barışın süresini uzatmak
istediyse de, Osmanlı hükümeti, Yanıkkale’nin iadesi, savaş hazırlıklarının
tazmin edilmesi ve Orta Macaristan milliyetçilerinin serbest bırakılması
şartlarında ısrar ettiği için, andlaşmaya varılamadı.
Sefer
hazırlıklarını bitirdikten sonra, 1683 Nisan ayı başlarında dördüncü Mehmed
Han’ın komutasında Edirne’den hareket eden ordu-yı hümâyûn, 3 Nisan’da
Belgrad’ın karşısındaki Zemûn sahrasına geldi. Pâdişâh buradan ileri geçmeyip,
kumandayı Yanıkkale ve Komran kalelerinin fethi vazifesiyle Kara Mustafa
Paşa’ya devretti.
Kumandayı
aldıktan bir müddet sonra, 27 Haziran’da İstolni-Belgrad’da bir harb meclisi
toplayan Mustafa Paşa, bu toplantıda Viyana üzerine yürünmesi fikrini ortaya
attı. Kırım hanı Murâd Giray ve Budin beylerbeyi Uzun İbrâhim Paşa’nın aksi
fikir beyân etmelerine rağmen, diğer komutanlar Mustafa Paşa’nın fikrini tasvib
ettiler. Çünkü Yanıkkale ve Komran alınınca sâdece bu kaleler fethedilmiş
olacak, Viyana düşürülürse, Avusturya’nın payitahtı ele geçirilmiş olacağından,
bütün Avusturya itaat altına alınabilecekti.
Toplanan
mecliste Viyana üzerine yürünmesi karârı alınınca, Kara Mustafa Paşa, ordunun
Viyana’ya doğru gidişini dördüncü Mehmed Han’a bir telhisle bildirdi. Telhisi
götüren İsmâil Ağa, Belgrad’a gelerek huzura kabul olunup arızayı takdîm
edince, vezîriâzamın kendisine danışmadan Viyana’yı muhasaraya karar verdiğine
hayret eden Sultan; “Kasdımız, Yanık ve Komran kaleleri idi. Beç (Viyana)
kalesi dilde yoktu. Paşa ne acip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi
Hak teâlâ âsân getüre. Lâkin mukaddem (önceden) bildirseydi rıza vermezdim”
diye teessüflerini bildirip, bu emr-i vâkii istemiyerek kabûl etti.
Kara
Mustafa Paşa ise, 14 Temmuz 1683’de Viyana önlerine varıp kaleyi kuşattı.
Düşmanın kaleye yardıma gelebileceği yol üzerine Kırım hanı Murâd Giray’ı
gönderip, Viyana’ya gelebilecek yardımları önlemekle, Eğri beylerbeyi Abaza
Hüseyin Paşa’yı ise, altı bin askere serasker yapıp Tököly İmre ile birleşerek
Kuzey Macaristan’da faaliyette bulunmakla görevlendirdi. Hüseyin Paşa, Pojon
taraflarında Leh kralı Jean Sabiesky kumandasındaki büyük müttefik ordusuyla
karşılaştı. Tököly imre kendisine yardım etmeyince, tek başına düşmanı
engellemeye kalkışan Hüseyin Paşa ve kuvvetleri düşmana ağır zâyiât
verdirmelerine rağmen, tamamen şehîd oldular. Buradan Viyana üzerine gelen
düşman ordusu, Kırım hanının ihanet edip düşmana engel olmaması sebebiyle hiç
bir mukavemetle karşılaşmadan Viyana yakınlarına kadar geldi. Kırım hanı,
düşmanı arkadan çevirme imkânı varken bunu da yapmayıp bütün kuvvetleriyle kale
önlerindeki ordugâha geldi. 12 Eylül Pazar günü, bölgeye yakın Alman Dağı
gerisinden yürüyen düşmanla, Osmanlı ordusu kuvvetleri komutanı Kara Mehmed
Paşa arasında muhârebe başlayınca, vezîriâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kale
kuşatmasının devamı için 30.000 kişilik askeri bırakıp maiyyeti ve kapıkulu
askeriyle bölgeye geldi. Orduyu harb düzenine getirerek Budin vâlisi İbrâhim
Paşa’yı sağ kola, Kırım hanı Murâd Giray’ı ise sol kol komutanlığına getirdi.
Kendisi de merkezde kalacaktı.
Muhârebe
başladıktan kısa bir süre sonra düşmanın ağır top ateşi karşısında tutunamayan
İbrâhim Paşa, kısa zamanda bozulunca, düşman, ordunun içine yol buldu. Sol
kanatta ise Osmanlı askeri bütün şiddetiyle çarpışırken, Kırım hanı tatar
kuvvetleriyle kaçmaya başlayınca onlar da sarsıldı. Bu durumda, iki taraftan
çenbere alınmaya başlanan Kara Mustafa Paşa’nın merkez kolunda panik başladı.
Durumu sezen Leh kralı Sobiesky bütün gücüyle sancak-ı şerif üzerine yürüdüyse
de serdâr-ı ekrem Kara Mustafa Paşa yerinden kımıldamayıp beş-altı saat
mücâdele etti. Kale etrafındaki askeri de savaşa sokup, maiyyetiyle beraber
kıyasıya çarpışmaya başladığı sırada, yanında bulunan silâhdâr ağası Osman
Ağa’nın; “Efendim, lutf ve kerem et. İş işten geçti. Senin vücûdun askerin
ruhudur. Feda olmakla asker felâkete uğrar, buyrun gidelim” diye yalvarması
üzerine sancak-ı şerifi alıp, Yanıkkale taraflarına çekildi. Burada, savaşta
ilk bozulup kaçanları yakalatıp gerekli cezâlara çarptırdı. Dağılmış olan ordu
efradını topladı. Sonra Budin’e gelip, tehlikede kalan çeşitli kalelere takviye
kuvvetler sevketti. Yeni Budin beylerbeyi Kara Mehmed Paşa’yı 30.000 kişi
üzerine serdâr tâyin edip düşman üzerine gönderdi.
Sevk
ve idare kabiliyeti yüksek, soğukkanlı bir komutan olan Kara Mustafa Paşa,
Viyana önlerindeki muvaffakiyetsizlikten dolayı üzgün olmakla beraber, fena
durumu düzeltmeye çalıştı. Aldığı tedbirlerle perişanlığı önleyerek kısa
zamanda ordudaki disiplini sağladı. Viyana önlerindeki mağlûbiyet, dördüncü
Mehmed Han’ın Kara Mustafa Paşa’ya karşı beslediği itimâdı sarsmadı. Hattâ ona
kılıç ve kaftan göndererek gönlünü aldı. Fakat bir süre sonra Kara Mustafa
Paşa’nın muhalifleri Pâdişâh’ın çevresinde hummalı faaliyetlere giriştiler ve
kısa zamanda Pâdişâh’ı, Viyana hezimetinin yegâne müsebbibinin Kara Mustafa
Paşa olduğuna inandırdılar. Böylece devrinde, hezimetin kayıplarını telâfi
edebilecek tek şahıs olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad’da îdâm edildi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Rehber
Ansiklopedisi; cild-18, sh. 48
2) Osmanlı Târihi; cild-2, sh. 329
3) Osmanlı İmparatorluğu Târihi; cild-6, sh.
75. cild-10, sh. 49