Kânûnî
Sultan Süleymân Han zamanında yaşıyan evliyânın büyüklerinden. 1490 (H. 895)
senesinde Bursa’da doğdu. İsmi Muhammed olup, babası Manyaslı Mehmed
Efendi’dir. Üftâde lakabıyla meşhur oldu. Bursa’nın çeşitli câmilerinde müezzin
ve imâm olarak vazife yaptı.
Mehmed
Efendi, oğlu Muhammed Üftâde’yi, daha küçük yaşta iken, ipek satan bir tüccarın
yanına çatışmaya verdi. Fakat bir hafta gibi kısa bir süre içinde, ustası ve
babası vefât edince, çocuk yaşta ailesinin geçim yükünü omuzuna aldı. Hem
çalışıp, annesi ile kardeşlerinin kimseye muhtâc olmadan geçinmelerini
sağlıyor, hem de boş zamanlarında Bursa’daki medreselere gidip gelerek, zahirî
ilimleri öğrenmeye gayret ediyordu. Seneler sonra, zahirî ilimleri öğrenerek,
Bursa Ulu Câmii’nde müezzinlik yapmaya başladı. Daha sonra Doğan Bey Câmii’nde
imâm oldu.
Bir
gün rüyada Seyyid Emir Buhârî hazretlerini gördü. “Bizim câmide vâz ve nasihat
eyle” emri üzerine, sabahleyin Emir Buhârî Câmii’nde vâz ve nasihate başladı.
Vakitlerini hep ibâdetle geçiren tasavvuf büyüklerinin yolunda bulunmayı ve bir
velînin yanında yetişmeyi çok isteyen Muhammed Üftâde, bir gün Karacabeyli
Hızır Dede isminde bir velînin Bursa’ya geldiğini ve Ulu Câmi’nin yanında
ikâmet ettiğini öğrendi. Huzuruna vararak, talebesi olmak istediğini bildirdi.
Hızır Dede onu talebeliğe kabûl ederek, yetiştirmeye başladı. Muhammed Üftâde
hocası Hızır Dede’nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla çalıştı. Onun
vefâtından sonra da, Şeyh-i ekber Muhyiddîn Arabî hazretlerinin rûhâniyetinden
istifâde ederek kalb gözü açıldı, kemâle gelip olgunlaştı. Her nefes alıp
vermesinde Allahü teâlâya hamd eder, cenâb-ı Hakk’ı, bir an olsun hatırından
çıkarmazdı. Lüzumsuz hiç konuşmaz, konuştuğu zaman da hikmetler saçar,
dinleyenlerin her biri, kabiliyeti kadar istifâde ederdi. Onun bu konuşmalarını
talebesi Aziz Mahmûd Hüdâî Vâkı’ât adlı eserinde topladı.
Osmanlı
sultânı üçüncü Murâd Hân ile Üftâde, bir gün sohbet ediyorlardı. Bir ara
Üftâde, görünüşte lüzumsuz bir takım el kol hareketleri yapmaya başladı.
Mübarek yüzünün rengi, hâlden hâle giriyordu. Sonra eliyle bir yer sıvarmış
gibi yapmaya başladı. Pâdişâh aniden yapılan bu hareketlere önce bir mânâ
veremedi. Sonra Üftâde’nin elinin siyâhlaştığını görünce; “Efendi hazretleri!
Niçin böyle hareketler yapmaya başladınız! Elinizin siyahlaşmasına sebeb
nedir?” diye sordu. O da; “Sultânım! Tebeanızdan bir balıkçı tayfası
Karadeniz’in sularında balık tutuyorlardı. Tekneleri su alacak şekilde delindi.
Bizden yardım istediler. Biz de imdâdlarına yetişerek, teknelerinin deliğini tamir
ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdülillah müslümanların boğulmaktan
kurtulmasına vesile olduk” buyurdu.
Bir
gün Üftâde, talebeleriyle kıra çıkmıştı. Talebeler hocalarına takdim etmek
üzere, çiçeklerden demet yaparak huzura getirdiler. Herkesin çiçeğini kabul
eden Üftâde, Azîz Mahmûd Hüdâî’nin getirdiği kırık saplı bir çiçeği görünce;
“Evlâdım! Bütün arkadaşların demet demet çiçek getirdikleri hâlde sen niçin
kırık saplı bir çiçek getirdin?” diye sordu. Hüdâî de; “Efendim, zât-ı âlinize
ne takdim etsem azdır. Fakat hangi çiçeği koparmak için eğilsem, o çiçeğin;
“Allah! Allah!” diye zikrettiğini duydum. Ancak, bu gördüğünüz sapı kınlmış
çiçeğin zikredemediğini görünce, onu size getirdim. Kusurumu bağışlamanızı
istirham ederim” dedi. Bu cevap, Üftâde hazretlerinin çok hoşuna gitti ve Azîz
Mahmûd Hüdâî’ye hayır duâlarda bulundu.
Muhammed
Üftâde hazretleri, 1581 (H. 989) senesinde Bursa’da hastalandı. Talebelerini
başına toplayıp, son nasihatlerini yaptıktan sonra, Kelîme-i şehâdet getirerek
vefât etti. Sağlığında kendi yaptırdığı câminin bahçesine defnedildi.
Üftâde’nin
Hutbe mecmuası
ve Dîvân’ı
olmak üzere iki eseri vardır. Üftâde hazretlerinin yazdığı ve halk arasında
meşhur olan bir şiiri:
Hakk’a âşık olanlar,
Zikrullah’tan kaçar mı?
Ârif cevherlerini
Boş yerlere saçar mı?
Gelsin mârifet olan,
Yoktur sözümde yalan,
Emmâreye kul olan,
Hayr ü şerri seçer mi?
Gerçek bu söz yârenler,
Gördüm demez görenler.
Kerâmete erenler,
Gizli sırrın açar mı?
Üftâde yanıp tüter,
Bülbüller gibi öter,
Dervişlere taş atan,
İmân ile göçer mi?
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Menâkıb-ı Üftâde (Selîmağa Kütüphânesi,
Hüdâyî bölümü No. 982)
2) Şakâyik-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî); sh. 357
3) Osmanlı Müellifleri; cild-1, sh. 22
4) Kitabı Silsile-i İsmâil Hakkı; sh. 79
5) Sefînet-ül-evliyâ; cild-2, sh. 362
6) Yâdigâr-ı Şemsî; sh. 27
7) Vâkı’ât
8) Lemezât; Vr. 187 b
9) Kâmûsül-a’lâm; cild-2, sh. 999
10) Güldestei
riyâz-i irfan; sh. 109
11) Tam İlmihâl
Seâdet-i Ebediyye; sh. 1033
12) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; cild-15, sh. 12