Osmanlı
Devleti’nin kuruluşunda; yiğitliği, cömertliği ve gazâ yollarında gösterdiği
başarılarıyla ün yapan Rumeli fâtihi, mücâhid Osmanlı şehzâdesi. 1316 (H. 716)
senesinde Bursa’da doğdu. Orhan Gâzi’nin büyük oğludur. Annesi ise Yarhisar
tekfurunun kızı Nilüfer (Holofira) Hâtûn idi.
Süleymân
Paşa, iyi bir tahsîl ve terbiye gördü. İznik ve İzmit’in fetihlerine katılarak
askerî tecrübelerini artırdı. Olgunluk yaşına bastığında, yiğitliğini takdîr
eden pederi Orhan Gâzi, onu Kocaeli’ye vâli yaptı. Göynük ve Mudurnu yöresi
kendisine tımar olarak tahsîs edildiğinde, bir süre bu bölge Süleymân Paşa ili
adıyla anılmıştır. Karesi ilinin fethinde önemli rol oynayan velîaht-şehzâde
Süleymân Paşa bu beyliğin meşhur kumandanlarından Gâzi Fâzıl, Ece Halil,
Evranos ve Hacı İlbeyi gibi beyleri maiyyetine alarak, Bizans ve Balkanlardaki
gelişmeleri dikkatle takibe başladı.
1346’da
Sırp kralı İstefan Duşan’ın Selânik’i kuşatması üzerine, Bizans imparatoru
üçüncü Kantakuzen’in isteği ve babası Orhan Gâzi’nin emri ürerine 10 bin
kişilik bir kuvvetle ilk defa Rumeli’ye geçen Süleymân Paşa, Bizans
donanmasının da yardımı ile Selanik’i kurtardı. Bundan sonra Bizans
İmparatorluğu için başlayan Kantakuzen-Yuannis mücâdelesinde Kantakuzen
tarafını tutan Osmanlı kuvvetleri, Süleymân Paşa idaresinde bir kaç defa daha
Rumeli’ye geçtiler. 1353 yılında Kantakuzen anlaşma mukabili olarak Süleymân
Paşa’ya üs olarak kullanabilmesi için Çimbe kalesini verdi. Daha sonra büyük
bir donanma ile Gelibolu kalesi ve Çimbe yöresi Süleymân Paşa tarafından feth
edildi. İşte Osmanlıların Rumeli’deki hakîkî yerleşmeleri bu târihte
başlamaktadır.
Bu
arada Orta Anadolu şehirlerine hâkim Emir Eratna’nın ölümü dolayısıyla, ortaya
çıkan karışıklıktan faydalanmak isteyen Sultan Orhan Gâzi, oğlu Süleymân Paşa
kumandasında bir orduyu doğu hududunda kuvvetli bir nokta olan Ankara üzerine
gönderdi. Nitekim Süleymân Paşa 1354’de gelerek şehri kolayca fethetti. Ankara
kalesinin fethi önemli bir hâdise olup, Osmanlıları Sakarya ile Kızılırmak
arasındaki topraklara hâkim kılmıştır. Bundan sonra tekrar Rumeli üzerine
sevkedilen Süleymân Paşa’nın faaliyetleri sonucu Balkanlarda fetih ve yerleşme
başladı.
Bu
arada Gelibolu ve çevresi şiddetli bir deprem sonucu büyük hasar gördü. Bu
fırsatı değerlendiren Süleymân Paşa, yanında Gâzi Fâzıl ve Halil Ece gibi
kumandanlar da olduğu hâlde başta yıkılan kaleleri kolaylıkla ele geçirdi.
Bundan sonra Gelibolu yarımadasının en dar yeri olan Eksamilye berzahını aşarak
Doğu Trakya’ya ayak bastı. Malkara ile Keşan’ı aldı. Ardından Çorlu’yu fethedip
İstanbul Edirne yolunu kesti. Bu fütûhat esnasında Osmanlıların şehir ve köyler
halkına İslâm’ın güzel adaleti ile muamele etmeleri ve ihsânlarda bulunmaları,
fetihleri kolaylaştırdı. Süleymân Paşa ayrıca fethettiği bölgelere Biga’dan
Türk ahâli getirterek iskân etti. Böylece bölge halkının müslüman ahâli ile
tanışarak İslâmiyet’in yayılmasını sağladı.
Diğer
taraftan Gelibolu yarımadasının Türklerce fethi Bizans’ı karıştırdı. Bu
fütûhata sebeb olarak gösterilen Kantakuzen iktidarı paleologlara bırakarak bir
manastıra çekildi. Kantakuzen bu arada rakibi paleologlara Türk fütûhatına
karşı durmanın imkânsız olduğunu da belirtti. Nitekim bu sırada Balkan
devletlerinin birbirleri ile çarpışmaları, Süleymân Paşa’nın faaliyetlerini kolaylaştırıyordu.
1358’den
itibaren yanına kardeşi şehzâde Murâd’ı da alan Süleymân Paşa, Ferecik ve
Dimetoka’yı da fethederek Meriç’i aştığı gibi, İstanbul surlarına kadar akınlar
yaptırdı. Süleymân Paşa buraları da Türkleştirmek için Anadolu’daki Osmanlı arazisinden
(Karesi taraflarından) bir kısım yörük nakledip yerleştirdi. Buna mukabil elde
edilen yerlerin askeri sınıftan olan Rumlarını da, isyân çıkarma ihtimâli
üzerine Anadolu’ya yâni Balıkesir ve havalisine geçirdi.
Süleymân
Paşa, hayâtının en faal devresinde Bolayır ile Seydikavağı arasında avlanırken
atının sürçmesi sonucu düşerek vefât etti (1359). Ölümünde 43 yaşında bulunan
şehzâdenin cenazesi, Bolayır’a getirilip kendi yaptırdığı imâretin bahçesine
defnedildi.
Süleymân Paşa’nın Rumeli’de
giriştiği fütûhat, küffâr diyarında görülmedik bir te’sir bıraktı. Macar,
Bulgar, Eflak ve Sırp kralları bu bahadırın ortaya çıkmasıyla korkuya düşerek
yeni yeni ordular toplamaya başlamışlardı. Bunlar Bizans İmparatoru’na gönderdikleri
haberde; “Şimdiye dek Rum ülkesi, düşmanın saldırılarından korunabilmekte iken,
İslâm ordularının baskısı iyice gelişmiş ve kale ile hisarları ele geçirmede,
kiliseleri, putları yıkmada gayretleri günden güne artmış, güçleri çoğalmıştır.
Karşı çıkmakta gevşeklik gösterirsek cümlemizin yok olmasına, onların
devletlerinin yücelmesine yol açılmış olur. Henüz ayakları yere iyice basmadan,
bu diyarda dayanakları sağlamlaşmadan ve atalarımızdan kalan devletlerin
bayraklarını, kılıçları paralamadan, ayaklarını ülkemizden kesmek için, gayret
sarfetmek başlıca mes’elemizdir” demişlerdir.
Şanlı şehzâde, düşmanın saldırı
haberlerini alınca, emrinde din yolunda savaşanlara, din kardaşlığında
bulunanlara şu güzel sözlerde ve vasiyetlerde bulundu:
“Şu gördüğümüz olağan üstü işler,
yaptığımız akıl almaz girişimler, şimdiye dek zaferleri rehber edinen ordumuzun
yeni ülkeler açmasına sebeb olmuştur. Bu fetihler, gerçekte Allahü teâlânın
yardımı ve cenâb-ı Peygamberin mucizesinden başka bir şey değildir. Yoksa, bu
kısa zamanda, bu kadar az bir askerle böyle bir destek ve yardım olmasa, bu
kadar çok iş görmek kolay şey değildir. Meydana gelen fetihler, İ’lâ-yı
kelimetullah için gerçekleşmiştir. Sağlam inançlara sahip kişiler, cihâd
yolunda gayret edip, baş koymak yolunu seçmek zorundadırlar. Hele şimdi, sonu
kötü olan düşmanın toptan harekete geçmesi, asker toplaması bunu gerektirir.
İslam ehline lâyık ve uygun olan budur ki, “Ne kadar az bir topluluk Allah’ın
izniyle, çok kalabalık bir birliği yenilgiye uğratmıştır” buyruğuna inanarak
din yolunda savaşırken, kullarının efendisi olan Allah’ın yardımına güvenerek,
yaradılışı kötü küffar ile cenge çıkmalı, sapıklığında inatçı düşman üzerine
atılmalı, yılmadan ürkmeden direnmelidir. Hayat, herkese giydirilen emânet bir
elbisedir. Bununla akıllı kişiler öğünmekten ar eyler. Size gerek olan, iyi
anılar bırakmaktır. Her kişinin nefesleri sayılı, sonu da bilinmektedir.
Yaşamaktan sonra ölüm gerçek iken, cihânı yaradan da, “Hayat ve ölümü yarattı”
buyurmakla buna işarette bulunmuştur. Böylece herkesin, ölümün her an hazır ve
ruhları derleyen meleğin de ensesinde beklediğini bilmesi gerekir. Eğer
vâdedilen ölüm günüm gelib çatar ve devletli yıldızım yokluk akşamında
kaybolur, talihin amansız kılıcı ömür bağımı keserse, sakının ki, din
düşmanlarından yüz döndürmeyesiz ve sonu kötü kâfirlerin önünden kaçmayasız.
İslâm’ın sancakları din yolunda savaşanların gayretiyle durmuş ve İslâm
ülkeleri bir düzene konmuş iken Allah’ın desteğinden ümid kesmek, apaçık
akılsızlık eseri olur. Başbuğumuzun yokluğu yenilgiyi gerektirmez. Gerçek
serdârımız iyilerin efendisi, hayra koşanların başbuğu olan Hazrettir. Keremli
pâdişâhların görünmesine sebeb ve hazret-i Muhammed’in dinini kuvvetlendiren
O’dur. Yüce Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun. Şimdi benim vasiyetim ve
sizlere söyleyeceğim son tavsiyeler bunlardır ki, sonu kötü olan bu kalabalık,
toptan hazırlandığına göre, onlarla savaşın, Allahü teâlânın emri olduğunu
kesinlikle bilesiz. Safları boşaltıp kaçmanın en büyük günahlardan ve utançlardan
olduğuna inanmış ve sapkınlar ordusunu yenmeye azmetmiş olasız. Sapkınlarla
savaşta tokuşta korkaklık etmek, en büyük vebal ve kusurdur. Dindarlığın
gereği, Allah’ın desteğine güvenerek kılıç kullanmaktır. Rabbimizin desteği yâr
olunca, karşımıza çıkan tepelenesice topluluğun sonu felâket olmak gerekir.
Safları düzenlemek, önünüze çıkan belâları göğüslemek, benim varlığıma bağlı
değildir. Doğru yolları gösteren Hazrete sığınarak, Peygamberlerin efendisi
olan zâtın rûhâniyetine bağlanarak, hasımlarımıza karşı direnmede sabır ve
tahammül idesiz.”
İşte yirmi üç yıl boyunca kâfirlerle
cihâd eden ve Rumeli’yi Türklere ikinci vatan yapan şanlı şehzâde Süleymân
Paşa, her seferinden önce böyle güzel sözlerle yanındaki gâzilerin gönüllerini
alır ve onları şecâata getirirdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tâc-üt-tevârih (Hoca Sâdeddin Efendi);
cild-1, sh. 88, 92
2) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-1, sh.
156-158
3) Âşıkpaşazâde; sh. 48
4) Neşri Târihi; cild-1, sh. 172, 186