Babası.................... : Kânûni Sultan Süleymân Han
Annesi.................... : Hürrem Haseki Sultan
Doğumu.................. : 28 Mayıs 1524
Vefâtı..................... : 15 Aralık 1574
Tahta Geçişi............ : 30 Eylül 1566
Saltanat Müddeti..... : 8 sene 2 ay 15 gün
Halîfelik Sırası......... : 76
Osmanlı
sultanlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş altıncısı. Kânûnî
Sultan Süleymân Han’ın oğlu olup, 28 Mayıs 1524 senesinde Hürrem Haseki
Sultan’dan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet
idaresi ve teşkilâtını iyice öğrenmek için Anadolu’nun çeşitli yerlerinde
sancakbeyliği yaptı. Vâlilik yıllarında tahsiline devamla bilgi ve kültürünü
ziyadesiyle arttırdı. Tasavvuf ehli olup ilim ve sohbet meclislerinde çok
bulunurdu.
Sultan
Süleymân Han, Macaristan seferine çıkıp Zigetvar kalesinin fethi öncesinde
vefât edince, Pâdışâh’ın ölümünü gizli tutan vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa,
veliaht Selîm’e haber göndererek saltanata davet etti. Selîm Han bu haberi
aldığında, Kütahya sancakbeyliğinde bulunuyordu. Sür’atle harekete geçen Selîm
Han, yanında hocası Birgili Atâullah Efendi, lalası Tütünsüz Hüseyin Paşa ve
müsabihi (sohbet arkadaşı) Celâl Bey olduğu hâlde İstanbul’a gelip 30 Eylül
1566’da tahta cülûs etti. Seferde bulunanlar dışında İstanbul’daki devlet
erkânı ile şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi, ikinci Selîm Han’a bî’at ettiler.
Ertesi gün Eyyûb Sultan, Fâtih Sultan Mehmed Han, İkinci Bâyezîd Han ve Yavuz
Sultan Selîm Han türbelerini ziyaret eden Selîm Han, fakîrlere her türbede
30.000 akçe sadaka dağıttı.
Selîm
Han İstanbul’da fazla beklemedi. Ordu seferde olduğundan, 3 Ekim 1566’da
Belgrad’a gitmek için yola çıktı. İstanbul surlarını çıktığı sırada Fransa ve
Venedik elçilerinin kendisini tebrik ile tazimlerini arzetmek üzere
beklediklerini görüp, alelacele bunlarla görüştükten sonra yoluna devamla 17
Ekim’de Belgrad’a ulaştı. Eşrâfdan Bayram Bey’in evinde misafir oldu. Sokullu
Mehmed Paşa’ya haber gönderip, seferden dönen orduyu beklemeye başladı.
Ordu
Belgrad’a geldikten sonra, 26 Ekim’de Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın cenaze
namazı kılındı. Selîm Han askere cülûs bahşişi verdikten sonra, 5 Aralık’da
İstanbul’a döndü. Bâzı tâyinlerde bulunup vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa’yı
görevde bıraktı. Bir müddet İstanbul’da kalan Selîm Han, 22 Haziran 1567’de
Edirne’ye geçti. Burada çeşitli devletlerin elçilerini kabûl etti. Bu
elçilerden özellikle zamanın kudretli devletleri sayılan ve çok değerli
hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlı
Devleti, Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele
hâlinde bulunmuş ve her iki devlet de Osmanlı Devleti’nin askerî kuvvet ve
kudreti karşısında kaybolup ezilmişdi. Şimdi ise yeni bir hükümdar tahta
geçiyordu. İki devletin en büyük endişesi ve merakı, yeni hükümdarın güdeceği
siyâsetti. Dedesi Yavuz Selîm Han gibi, bir doğu siyâseti tâkib ederek İran
üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı yüklenecekti? Her iki devlet
de en azından yeni Sultan’ın siyâseti belli oluncaya kadar Türk ordularını
kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için, Osmanlı Devleti’yle derhâl bir sulh
akdine büyük ehemmiyet vermekte idiler. Selîm Han, uzun görüşmelerden sonra,
Avusturya ile sekiz yıllığına andlaşma imzaladı (17 Şubat 1567). Buna göre
Kânûnî’nin Zigetvar seferinde fethettiği yerler Osmanlı Devleti’nde kalacak,
Avusturya imparatoru her sene Osmanlı Devleti’ne 30.000 Macar altını vergi
verecekti. Ayrıca iki devlet de birbirlerinin haklarına riâyet edecekler ve
sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı. Bu arada iki devlet arasında
çıkması muhtemel hudud anlaşmazlıkları, Osmanlı Devleti’nin Budin,
Avusturya’nın da Macaristan vâlisi arasında görüşülüp halledilecekti. Avusturya
ile muahede imzalayan Selîm Han, bir kaç gün sonra da İran elçisi Şahkulu
Han’ın, Kânûni Sultan Süleymân Han devrinde imzalanan Amasya sulhunun
yenilenmesi ricalarını kabul etti (Bkz. Amasya Andlaşması).
Bu
günlerde zeydî imâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanmasıyla Yemen mes’elesi ortaya
çıktı. Dîvân bu mes’eleyi hâlletmek için İstanbul’da bulunan eski Yemen vâlisi
Mahmûd Paşa’nın fikrini sordu. O da geniş ve dağlık bir araziye sâhib olan
Yemen’in tek merkezden idare edilmesinin zor, olduğunu söyleyince, dîvân,
ülkeyi daha iyi idare edilebilmesi için Yemen ve San’a diye iki eyâlete ayırdı.
Merkezi Zebîd olan Yemen eyâleti Tihâme denen Kızıldeniz sahillerini; San’a
eyâleti ise Cebel denen dağlık iç bölgeyi ihtiva ediyordu. Aden ve Hadramûd da
San’a’ya bağlıydı. Bu durum; bölgede bulunan Osmanlı kuvvetini böldüğünden,
kısa zamanda ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti. Topal Mutahhar
sahile kadar inip Muhâ’yı aldı. Osmanlı kuvvetleri Zebîd’de zorlukla
tutundular. İmâm Mutahhar, Zebîd’i de sıkıştırmaya başlayınca, kuvvetlerinin
azlığını gözönüne alan Hasan Paşa İstanbul’dan acele yardım istemek zorunda
kaldı.
Yemen
mes’elesini tekrar görüşen Dîvân-ı hümâyûn, 16 Aralık 1567’de ülkeyi çok iyi
bilen Özdemiroğlu Osman Paşa’yı San’a beylerbeyliğine gönderdiği gibi, Mısır
beylerbeyi Koca Sinân Paşa’yı da, bölgeye serdâr tâyin etti. Özdemiroğlu Osman
Paşa, dört bin civarındaki askeriyle beraber emrine verilen Hind kaptanı
Kurdoğlu Hayreddîn Hızır Reis’in on yedi parçalık filosuyla Süveyş’den Cidde’ye
gelerek süvârîsini indirdi ve karadan Yemen’e sevk etti. Kendisi de filo ve
piyade askeriyle Hudeyde limanından Yemen’e çıktı. 10 ay önce zeydîlerin eline
geçen Taaz’ı kurtardıktan sonra, müstahkem bir mevki olan Kâhire’yi kuşattı.
Fakat Topal Mutahhar çok kalabalık bir kuvvetle gelip Osman Paşa’yı kuşattı.
Osman Paşa, çok tehlikeli bir durumdayken, daha önce Mısır’dan yola çıkmış olan
serdâr Koca Sinân Paşa yetişti ve düşman büyük bir mağlûbiyete uğratıldı (Bkz.
Özdemiroğlu Osman Paşa). Bundan sonra harekâta Sinân Paşa devam edip Yemen’in
büyük bir kısmını âsîlerden temizledi. Kurdoğlu Hızır Reis de 15 Mayıs 1569’da
Aden’i aldı. 26 Temmuz’da da San’a’nın kurtarılmasıyla Yemen harekâtını sona
erdirdi. Bölgeyi çok iyi tanıyan Behrâm Paşa’yı Yemen beylerbeyliğine getiren
Sinân Paşa, İstanbul’a döndü.
Yemen
mes’elesi çıktığı yıllarda; Büyük okyanus ile Hind okyanusu arasında bulunan
Sumatra, Malaka yarımadası ve bir takım küçük adalara hâkim olan müslüman Açe
sultanlığından bir elçi gelmişti. Uzun yıllardan beri Hind denizinde faaliyette
bulunan Portekizliler çok zengin tabiî kaynaklara sâhib olan bu adalara göz
dikmişler ve Açe Müslüman Sultanlığı’nın istiklâlini tehdîd etmeye
başlamışlardı. Açe sultânı Alâüddîn Şâh, devrin cihân devleti ve bütün
müslümanların hâmisi durumunda olan Osmanlı Devleti’nden top, topçu, silâh ve
askerî mütehassıslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu. Fakat bu
sırada Yemen isyânı çıktığından yardım geciktirilmişti. Selîm Hân, 1569’da bu
uzak sefer için Kızıldeniz kaptanı Kurdoğlu Hayreddîn Hızır Reis’i me’mûr etti.
Bu değerli amiral, zeydîlerin eline geçen Aden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik
bir filoyla hareket etti. Beraberinde muhtelif usta, bir çok top, asker, silâh,
mühimmat ve yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe sultânına teslîm etti. Gelen
Türkler buraya yerleştiler. Bunların kurduğu donanma ile Açeliler mühim
fütûhatta bulundular. Açeliler, Türk topraklarını ve bayraklarını zamanımıza
kadar kutsal bir hâtıra olarak sakladılar. Bu suretle Osmanlı Devleti’nin
te’sir alanı Uzakdoğu’ya, Güneydoğu Asya’ya, Endonezya’ya dayandı. Kânûnî
Sultan Süleymân Han’ın saltanatı zamanında Rus tahtına geçen dördüncü İvan, çar
ünvânını aldıktan sonra genişleme siyâseti gütmüş ve bir müslüman-Türk devleti
olan Astırhan Hanlığı’nı ortadan kaldırmıştı. Daha sonra büyük bir orduyla
harekâtına devam edip Hazar kıyılarındaki dağınık ve kuvvetten düşmüş diğer
Türk-Moğol hanlıklarını da istilâ edip, Hazar kıyılarını ele geçirmişti. Kanunî
Sultan Süleymân Han bu ülkeleri kurtarmak için sefer açmak istemişse de
Avusturya savaşı buna mâni olmuştu. Kânûnî Sultan Süleymân Han’dan sonra ikinci
Selîm Han ve Sokullu Mehmed Paşa da Osmanlı Devleti’nin kuzey hududları
yakınlarında cereyan eden hâdiseleri dikkatle tâkib etmekte iken, Harezm hânı
Hacı Mehmed Bey’in yardım talebini ihtiva eden bir mektubu geldi. Mektupda,
İran’ın, Türkistan-Anadolu yolunu keserek, Türkistan hacılarına yol verilmediği
ve Türkistan’daki Rus mezâlimi anlatılıyordu. Dîvânda yapılan istişare
toplantıları sonunda, Astırhan seferinin açılmasına karar verildi. Sultan Selîm
Han, Hazar gölüne dökülen Volga nehri ile Azak denizine dökülen Don nehrinin
birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açılarak Kara Deniz’le Hazar
denizinin arasında bağlantı sağlanmasını ve Astırhan’ın kurtarılmasını emretti.
Böylece Rusların bölgedeki hâkimiyeti kırılacak, eski bir müslüman-Türk yurdu
olan Astırhan kurtarılacaktı. İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar denizi
vasıtasıyla askere kısa zamanda zahîre ve harp malzemesi yetiştirmek mümkün
olacaktı. 1569 sonlarına doğru kanalın açılmasına başlanıp Astırhan
kuşatıldıysa da bir süre sonra kış mevsiminin gelmesi sebebiyle çalışmalar
durdu. Ertesi yıl da İran ile Rusya’nın Kırım hânını kandırmaları yüzünden,
tekrar işbaşı yapılamadığından netîce alınamadı (Bkz. Astırhan Seferi).
1569
Haziran ayında İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik
korsanları 90 müslümanı esir etti ve Mısır deftardârının bulunduğu büyük bir
nakliye gemisini de ele geçirip defterdârı katletti. Gemide bulunan büyük
ölçüde kıymetli eşyayı da Venedik hâkimiyeti altındaki Kıbrıs’a götürüp
sattılar. İki ay sonra yine aynı bölgede bir filo ile gelip bir kaç Nil
gemisine saldırdılar. Top sesleri üzerine yedi kadırgasıyla duruma müdâhale
eden İskenderiye beyi, Kaçan Venedik gemilerinden birini yakaladı ve durumu
İstanbul’a rapor etti. Buna çok hiddetlenen Selîm Han, derhâl Venedik’e bir
elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti’ne terkini istedi. Bu isteğin Venedik
tarafından reddi üzerine sefer hazırlıklarına başlandı.
Aslında
Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti’nce fethini mecburî kılan bir çok sebep vardı.
Osmanlı Devleti’ni, hâkimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine
ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına karşılık; Kıbrıs
üzerinden bu ülkelere her türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve
ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak Kıbrıs’ın büyük deniz gücüne sâhib Venedik
Cumhûriyeti’nin elinde bulunması bu imkanı ortadan kaldırmakta idi. Ayrıca
Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacıları taşıyan yolcu
gemileri, Akdeniz’de hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor,
Venedik de, bu korsanları himaye ediyordu.
İkinci
Selîm Han hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa
Paşa’yı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’de donanma İstanbul’dan ayrıldı. Lala
Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen,
şiddetli çarpışmalar sonunda 8 Eylül 1570’de Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de de
Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini tamamladı. Böylece Osmanlı idaresinde
asırlar boyu sürecek bir huzur, sükûn ve refah devrine geçti (Bkz. Kıbrıs).
Osmanlı
askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında Venedik bütün Avrupa devletlerinden yardım
istedi. Bunun üzerine papa beşinci Piyer yoğun bir faaliyet içine girerek, yeni
bir haçlı ittifakı sağlamaya çalıştı. Nitekim Papa’nın faaliyetleri neticesinde
İspanya kralı ikinci Filip ve Malta şövalyeleri ile Venedik arasında bir
ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz Savola ve Ferrara gibi küçük
hıristiyan devletçikleri de katıldı. İspanyol kralı Filip’in kardeşi Don
Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana gelen haçlı donanması, 1570 Eylül’ünde
Meis adası önüne geldi ise de fırtınaya tutularak Kıbrıs’a gidemedi. Bu arada
Lefkoşe’nin Osmanlıların eline geçtiğini haber almaları üzerine, Girid-suda
limanına döndüler ve muhârebeyi gelecek seneye bıraktılar.
1571
Ağustosunda Kıbrıs’ın fethini tamamlayan Osmanlı donanması, müttefik
donanmasının Akdeniz’de tehlikeli bir şekilde dolaşmasını engellemek için
harekete geçti. Müttefik donanmasının Girid adası civarında olduğu haber
alınarak o tarafa gidildi ise de düşmana rastlanılamadı. Buradan hareketle
Korfu, Kefalonya adalarını vuran donanma, İnebahtı (Lepanto) körfezine girip
demirledi. 6 Ekim 1571’de müttefik donanması İnebahtı önlerinde görüldü.
Toplanan harb meclisinde Kılıç Ali Paşa’nın şiddetli muhalefetine rağmen
kapdân-ı derya Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlığını
göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı. 7 Ekim’de
başlayan muhârebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Sâdece
sağ kanadı komuta eden Kılıç Ali Paşa düşmanın sol kanadındaki Malta
donanmasını yok edip kayıp vermeden bölgeden çekildi (Bkz. İnebahtı
Muhârebesi).
Bu
başarı hıristiyanlara hiç bir kâr getirmedi. Hıristiyanlar kazandıkları bu
zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgulken, bizzat Selîm Han’ın emriyle hummalı
bir çalışma içine giren Osmanlı tersaneleri, 1571-72 kışı içinde İnebahtı’da
kaybettiğinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi. Müezzinzâdenin eliyle
kaptan-ı deryalığa getirilen Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de büyük bir
donanmayla İstanbul’dan ayrıldı. İnebahtı’da galip gelmelerine rağmen,
donanmaları çok yıpranmış ve bir hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler,
kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvalarını toplamak niyetinde iken bu
müthiş Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla
karşılandı. Müttefik donanması, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya cesaret
edemedi. İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış istedi. 7 Mart
1573’de imzaladığı andlaşma ile Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti’ne âid olduğunu kabul
etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka harac 1.500 dukaya
çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs seferinin tazmînâtı olarak üç senede ödenmek üzere üç
yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti.
Kıbrıs’ın
fethinden sonra Kırım hanına bir mikdâr asker ve top gönderen Selîm Han,
1569’da Astırhan seferi başarısızlığını telâfî etmek ve daha fazla
genişlememeleri için gözdağı vermek üzere Rusya içlerine bir sefer
düzenlenmesini emretti. Nitekim 1571 baharında harekete geçen Devlet Giray Han,
120.000 kişilik süvariden meydana gelen ordusu ile Rusya üzerine yürüdü. Çok
sür’atli hareket eden Devlet Giray, yaptığı muhârebelerde Rus ordularını on
binlerce zâyiât verdirerek dağıttı ve Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kırım’a
dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı. Ertesi
yıl tekrar sefere çıkan Devlet Giray Han, Oka nehrine kadar uzandı. Bu
başarıları üzerine İkinci Selîm Han, murassa kılıcı, hil’at ve nâme-i hümâyûn
göndererek Devlet Giray’ı tebrik etti. Çar, Osmanlı Devleti’ne bağlı Kırım
Hanlığı’yla, yılda 60.000 altın vergi vermeyi kabul ederek barış yaptı.
1574
yılında Boğdan voyvodası Loan cel Cumplit, dîvân-ı hümâyûnun yıllık Boğdan
vergisini 80.000 altından 120.000 altına çıkarması üzerine isyân etti.
Lehistan’dan da yardım gören âsî voyvoda, topladığı büyük kuvvetle sürpriz
taarruzlar yaparak Tuna’nın batı kıyısındaki İbrâil, Dİnyester’in güney
kıyısındaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri ele
geçirdi. Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiş olan Eflak
voyvodasını yendi. Bunun üzerine Selîm Han, üçüncü vezir Ahmed Paşa ve Kırım
Hanı Adil Giray’ı isyânı bastırmakla görevlendirdi. Kısa zamanda bölgeye giden
Ahmed Paşa ve Âdil Giray Han, Tuna’nın güneyinde üç gün süren kanlı muhârebeler
sonunda, âsîleri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imha ettiler (9
Haziran 1574). Âsî voyvoda da yakalanarak cezalandırıldı ve yerine Petru Şiopul
tâyin edildi.
İkinci
Selîm Han’ın ilgilendiği işlerden biri de Tunus mes’elesiydi. İspanya’nın
Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi bu devletle harb hâlinin devam etmesine
sebeb oluyordu. İlk önce 1534’de Barbaros Hayreddîn Paşa tarafından fethedilen
Tunus, yaklaşık on bir ay Osmanlı Devleti elinde bulunmasına rağmen, Hafsî
hânedânından Mevlây Hasan ve İspanyol kralı Charles Ouint’in ortak hareket
etmeleri sonucu elden çıkmıştı. İkinci Selîm Han tahta geçtikten bir süre sonra
Osmanlı donanması Kıbrıs seferine çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç
(Kılıç) Ali Paşa da Tunus üzerine yürüdü. Kıbrıs’a yardım için donanma
hazırlamakla meşgul olan İspanya burayla ilgilenemeyince, Ali Paşa, 30.000
kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî sultânı Mevlây Hamîd’i yenip, Tunus’u
ikinci defa fethetti. Fakat kendi yanında fazla bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu
arada Kıbrıs seferine katılma emri de aldığından İspanyolların elindeki
Halk-ul-vâd kalesini alamadı. Kılıç Ali Paşa, Tunus’a Ramazan Bey’i bırakarak
donanmasıyla birlikte Kıbrıs seferine katıldı.
İnebahtı
seferi sonrasında yeni bir donanmayla Akdeniz’de gövde gösterisi yapan Kılıç
Ali Paşa, uzun süre aramasına rağmen karşısına düşman donanması çıkmadığı için
İstanbul’a döndü. Kapdân-ı deryanın bölgeden uzaklaştığını gören İspanya kralı
Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü. Direndiği takdirde İspanyolların
sivil halka karşı katliâma girişeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a
çekildi ve bu suretle Tunus bir kere daha İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim
1573). Don Juan, Tunus hükümdarlığını kendi tarafdârı Mevlây Muhammed’e verip
bir mikdâr da asker bırakıp İspanya’ya döndü.
Cezâyir
ve Trablusgarb Osmanlı Devleti’nin elinde olduğu hâlde, ikisinin ortasında
bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol hâkimiyeti
altında halka zulm eden kukla bir hükümet elinde olması, Akdeniz’de hâkimiyeti
elinde bulunduran Türk donanması için tehlikeydi. Bu sebeple ikinci Selîm Han,
Tunus işinin kökünden halledilmesi için emir verdi. Kapdân-ı derya Kılıç Ali
Paşa, yanında kara ordusu serdârı Koca Sinân Paşa olduğu hâlde Tunus’a hareket
etti (15 Mayıs 1574). Navarin üzerinden Sicilya sularına geçen donanma, Messina
havalisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. İki yüz ellinin üzerinde
harp gemisi ve kırk-elli bin civarında askerden mürekkeb olan muhteşem Osmanlı
donanması, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-vâd kalesi yakınına
çıkarma yaptı. Koca Sinân Paşa kendisi Halk-ul-vâd’ı kuşatırken, Trablusgarb
beylerbeyi Mustafa Paşa ile eski Tunus beylerbeyi Haydar Paşa’yı Tunus gölü ile
şehir arasında bulunan Bastiyon kalesini fethe me’mûr etti.
Tunus’un
yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiç bir suretle
zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-vâd, Osmanlı ordusuna ancak otuz üç gün
mukavemet etti. 24 Ağustos’da kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutanı
Don Pietro Cerrera esir edilerek İstanbul’a gönderildi. Kale fethedildikten
sonra, İspanyolların bu bölgeye bir daha yerleşip müdâfaaya elverişli bir
mevkîye sâhib olmalarının önüne geçilmesi için kalenin yıkılmasına karar
verildi. Gerekli yerlerine lağımlar açıldıktan sonra patlatılarak yerle bir
edildi.
Buradan
Bastion kalesine geçen Koca Sinân Paşa, bu kaleye yüklendi. Mustafa ve Haydar
paşalar karşısında zorlukla mukavemet eden kale, serdârın da gelip kale
kuşatmasına katılması üzerine, 13 Eylül’de teslim olmak zorunda kaldı.
İspanyolların elinde yalnız Tunus gölü içinde bulunan küçük bir adadaki kale
kalmıştı. Serdâr Koca Sinân Paşa ve Kılıç Ali Paşa bu kalenin kumandanının
teslim olduğu takdirde serbestçe çekilip gitmesine müsâde edince, kale teslim
oldu ve Tunus tamamen ele geçti. Tunus, aynen Cezâyir ve Trablusgarp gibi bir
eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edildi. Böylece
Tunus’da üç asırdan fazla sürecek olan Osmanlı idaresi başladı.
Tunus
mes’elesinin halledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı Devleti ile
Almanya arasında Zigetvar seferinden sonra 17 Şubat 1568’de akdedilen muahede,
4 Aralık 1574’de yenilenerek, sekiz sene uzatıldı. Bu muahedenin akabinde
rahatsızlanan ikinci Selîm Han, 15 Aralık 1574’de vefât etti. Mîmâr Sinân’a
Ayasofya Câmii avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi.
İkinci
Selîm Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı. Avcılık
ve yay çekmede fevkalâde maharetli olup, zamanında ondan daha kuvvetli yay
çeken yoktu. Babası Kânûnî Sultan Süleymân devrinde bir çok savaşlara
katılmakla beraber, tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı. Çünkü devrindeki
seferler umumiyetle büyük deniz seferleri olup bu seferlere de pâdişâhın
kumanda etmesi âdet değildi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed
Paşa’yı hükümet işlerinde tamamen serbest bırakmakla beraber, lüzumlu gördüğü
bir kaç mes’elede duruma müdâhale etmiştir. Alimlere büyük hürmet göstermiş,
çok sevdiği büyük âlim Ebüssü’ûd Efendi’yi vefâtına kadar meşihat
(şeyhülislâmlık) makamında tutmuştur. Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da
verilmesi âdetini ilk defa İkinci Selîm Han çıkarmıştır.
İkinci
Selîm, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın bütün şehzâdeleri gibi çok iyi tahsîl
görmüştü. Dîvân sahibi değerli bir şâirdi. Selîm ve Selîmî mahlaslarıyla
yazdığı şiirler çok beğenilmektedir. Yahyâ Kemâl’in; “Bir beyti bir de câmi-i
mâ’mûru var” diye övdüğü,
Biz bülbül-i muhrik dem-i şekvâyı
firâkiz,
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden.
beyti,
bütün Türk şiirinin en güzel beytlerinden biri sayılmaktadır.
İkinci
Selîm aynı zamanda îmârcı bir pâdisâhdır. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve
dünyâ san’atının şaheseri sayılan Edirne Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir.
Tamire muhtaç olan Ayasofya Câmii’ni yaptırdığı istinâd duvarlarıyla tahkim
ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladığı gibi, iki minare eklemiş, yanına
iki de medrese yaptırarak külliye hâline getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i
mükerremenin su yollarının tamiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbeler ile
tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii, Aziz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim
bir mevkıye yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır.
30 Eylül 1566 : İkinci Selîm Han’ın İstanbul’da tahta çıkması.
3 Ekim 1566 :
Selim Han’ın Belgrad’a hareketi.
26 Ekim 1566 : Belgrad’da Kanunî Sultan Süleymân Han’ın cenaze namazının
kılınması.
17 Şubat 1567 : Avusturya ile sekiz yıllık barış andlaşmasının imzalanması
ve Edirne Selîmiye Câmii’nin inşâatına başlanması.
16 Aralık 1567 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın San’a
beylerbeyliğine tâyini.
15 Mayıs 1569 : Zeydilerin eline geçen Aden’in geri alınması.
26 Temmuz 1569 : San’a’nın da alınmasıyla Yemen harekâtının
sona ermesi.
4 Ağustos 1569 : Astırhan seferi
15 Mayıs 1570 : Osmanlı donanmasının Kıbrıs’ın fethi için İstanbul’dan
ayrılması.
2 Temmuz 1570 :
Kıbrıs’da Limasol koyuna asker çıkarılması üzerine Leftari kalesinin teslim
olması.
9 Temmuz 1570 :
Girne’nin teslim olması.
8 Eylül 1570 :
Lefkoşe’nin fethi.
1 Ağustos 1571 :
Magosa’nın alınmasıyla Kıbrıs fethinin tamamlanması.
7 Ekim 1571 :
İnebahtı bozgunu.
13 Haziran 1572 : Kapdân-ı derya Kılıç Ali Paşa’nın Akdeniz
seferi.
7 Mart 1573 :
Venedikle barış andlaşmasının imzalanması.
15 Mayıs 1574 : Osmanlı donanmasının Tunus seferine hareketi.
9 Haziran 1574 :
Boğdan zaferi.
23 Ağustos 1574 : Büyük âlim şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendinin
vefâtı.
24 Ağustos 1574 : Halk-ul-vâd kalesinin fethi.
13 Eylül 1574 : Bastion kalesinin teslim olması.
4 Aralık 1574 :
Almanya ile 1568’de yapılan sulh muahedesinin sekiz yıl uzatılması.
15 Aralık 1574 : Selîm Han’ın vefâtı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Târih-i Solakzâde; sh. 590
2) Tevârih-i Âli-i Osman; sh. 316
3) Târihi Selânikî; sh. 64, 74
4) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-3,
kısım-1, sh. 1 v.d.
5) Osmanlı Târihi Kronolojisi (İ. H.
Danişmend) cild-2, sh. 361
6) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-4,
sh. 263
7) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman);
cild-7, sh. 171