Osmanlı
sadrâzamlarından. Tanzîmât hareketinin mîmârı olarak bilinir. Koca Reşîd Paşa
diye meşhur olmuştur. 13 Mart 1800’de İstanbul’da doğdu. Babası, ikinci Bâyezîd
evkafı rûznâmecisi Mustafa Efendi’dir. İlk okuma yazmayı babasından öğrendi.
Daha sonra medrese tahsiline devam etti. Fakat babasının 1810 yılında vefât
etmesi üzerine tahsilini tamamlayamadığı gibi, devrin ilim dili olan Arapça ve
Farsça’yı da tam olarak öğrenemedi. Eniştesi Ispartalı Seyyid Ali Paşa’nın
himayesinde büyüdü ve bir müddet sonra onun mühürdârlığına tâyin edilerek, ilk
me’mûriyetine başladı. 1821 Ekim’inde, Rum isyânını bastırmak için, Mora
seraskerliğine tâyin edilen eniştesîyle birlikte, sefere iştirak etti. Seyyid
Ali Paşa’nın Mora seraskerliğinden azledilmesini müteakip, İstanbul’a geldi. Bu
sırada Mısır’ın dîvân efendisi İbrâhim Efendi’nin kızı Emine Şerîfe Hanım’la
evlendi ve kayınpederinin konağına yerleşti. Bu evliliğinden ilk oğlu Mehmed
Cemil doğdu. Bir-iki yıl geçtikten sonra eniştesi ölünce, Emine Şerife Hanım’ı
boşayarak, zenginliğine kapıldığı eniştesinin câriyelerinden olan Âdile
Hanım’la evlenerek, onun Kabataş’daki konağına yerleşti. İkinci evliliğinden de
Ali Gâlib, Ahmed Celâl, Mazhar ve Salih adında dört oğlu dünyâya geldi. İşsiz
bir hâlde olan Mustafa Reşîd, Bâb-ı âlî kalemlerinden birinde vazife almak istedi
ve Bâb-ı âlî mektûbî kalemine me’mûr olarak girdi. 1827’de Osmanlı-Rus harbi
esnasında, sefere me’mur edilen sadrâzam Selîm Mehmed Paşa, onu ordu
kâtipliğine getirerek, beraberinde götürdü. Sefer dönüşü Pertev Efendi’nin
tavsiyesiyle, sultan İkinci Mahmûd Han’ın iltifatına mazhâr olup, Fransızca
öğrenmesi tavsiye olundu. Maaşı 1500 kuruşa çıkarıldığı gibi, âmedî odası
hulefâlığına tâyin edildi. 1829’da Girid adası ianesine teşvik me’mûriyetiyle
Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya gönderilen Pertev Paşa ile birlikte
Mısır’a gitti. Mısır dönüşünü müteakip, 1831’de âmedî vekili, 1832’de asaleten
âmedî tâyin olundu ve yabancı sefirlerle irtibatını artırdı. 1832’de Mısır
vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyânı sonunda, Mısır kuvvetlerinin
Kütahya’ya kadar ilerlemesi üzerine, mes’ele’yi görüşme yoluyla halletmekle
vazifelendirildi. Pâdişâh’ın; Mısır, Girid ve Cidde eyâletlerine ilâveten,
Kudüs ve Nablus sancaklarının da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya verilmesiyle
ilgili bir fermanını alarak Tophane müşîri Halîl Rifat Paşa’yla birlikte
Mısır’a gitti. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yla yapılan görüşmelerden netice
alınamayınca, Bâb-ı âlînin talimatı gereğince, Halîl Rifat Paşa Mısır’da kaldı.
Mustafa Reşîd Bey ise, İstanbul’a döndü. İstanbul’a dönüşünden bir kaç gün
sonra Mart 1833’de Kütahya’ya kadar ilerlemiş olan İbrâhim Paşa’yla görüşmek
üzere gönderildi. Bu yolculukta, Reşîd Bey’in memleket mes’elelerini ve
memleketin geleceğini danıştığı Fransız maslahatgüzarı da vardı. İbrâhim Paşa
ile yaptığı görüşmeler sonucu andlaşma sağlandı.
Andlaşma
neticesinde, Reşîd Bey’in, Şam ve Haleb eyâletlerinden başka Fransız
maslahatgüzarının te’sirinde kalarak, Adana muhassıllığını da İbrâhim Paşa’ya
vermesi sultan İkinci Mahmûd Han’ın hiddetine sebeb oldu. Fakat bâzı dostlarının
teşebbüsleri neticesinde affedildi.
Bu sırada Osmanlı Devleti ile Avrupa
devletlerinin münâsebetlerini tanzim, devlet hakkında Avrupa’da meydana
getirilen menfi hükümleri müsbet yöne çevirmek ve Mısır mes’elesini hâlletmek
için dâimi sefaretler (elçilikler) ihdas edildi. Mustafa Reşîd Bey de 1834
senesi Temmuz’undan fevkalâde orta elçilikle Paris’e gönderildi. Paris’de
bulunduğu sırada Fransızca öğrendi. 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal
edilmiş olan Cezâyir-i Garb Eyâleti’nin Osmanlı Devleti’ne iadesi mes’elesinde
başarı elde edemedi. Reşîd Bey, iyi bir tahsil görmediği, İslâm bilgilerinden
ve millî meziyetlerden mahrum olduğu için kısa zamanda Avrupai fikirlerin
te’sirinde kaldı. 1835 Mart’ı sonlarında elçilik tercümanı Ruheddîn Efendi’yi
Paris’te maslahatgüzar bırakarak, İstanbul’a döndü.
İstanbul’a gelişinden üç ay kadar sonra,
büyükelçilikte tekrar Paris’e gönderilen Mustafa Reşîd Bey, Eylül 1836’da
Londra büyükelçiliğine nakledildi ve hâriciye müsteşarlığı payesi verildi.
Londra’da sefirliği sırasında İskoç mason teşkilâtının kurnaz üyesi Lord
Statford Redklif Rading ile dostluk kurup, mason locasına girdi.
Mustafa
Reşîd Bey, hâriciye nâzırı Ahmed Hulûsî Paşa’nın 1837’de vefâtı üzerine,
batılıların baskısı ile müşir rütbesi verilerek hâriciye nâzırlığına tâyin
edildi. Hâriciye nâzırlığı sırasında, sultan İkinci Mahmûd Han’a, Avrupa’da
gördüklerini ve İskoç mason locası ileri gelenlerinden İngiliz sefiri Lord
Rading’in kendisine dikte ettirdiklerini anlatarak, devlet idaresinde Avrupai
tarzda ıslâhatlar yapılması gerektiği telkinlerinde bulundu. Batılıların,
Osmanlı Devleti’ne, bilhassa müslüman ve hıristiyan tebea arasında eşitlik
gözetilmediği için düşman olduğunu, müslim ve gayr-i müslim ayrılığının
kaldırılması gerektiğini, bu hususlarla ilgili yapacağı ıslâhatı, bir hatt-ı
hümâyûnla ilân etmesini teklif etti. Hazırladığı lâyihada bu ıslâhatın
esaslarını Pâdişâh’a arzetti. Ancak Reşîd Bey’in anlattıklarının İngiliz
isteklerinin aynısı olduğunu bilen ikinci Mahmûd Han, bunu reddetti.
Mustafa
Reşîd Paşa, hâriciye nâzırlığını bilfiil idare ettiği bu dönemde, İngilizlerle,
Osmanlı Devletini iktisadî bakımdan çökertecek Baltalimanı andlaşmasını
imzaladı (1838). Aslında İngiltere son on yıldır, böyle bir andlaşmayı
yapabilmek için uğraşıyordu. Çünkü on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru sanayi
inkılâbıyla Avrupa’da daha fazla hammaddeye ihtiyâç duyulmaya başlanmıştı. Bu
sebeple Osmanlı Devleti, 1826’dan itibaren hammaddenin dışarıya çıkmasına mâni
olarak, esnafımızın işsiz kalmasını önlemek istedi. Böylece bir nevi himaye
sistemi olan yed-i
vâhid usûlünü uygulamaya koydu. Bu uygulama, İngiliz elçisi başta
olmak üzere İstanbul’daki yabancı elçilerin şikâyetlerine sebeb olmuştu. Bu
andlaşmanın imzalanmasıyla, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında ihtilâf
konusu teşkil eden hususlar, İngiltere’nin lehine çözülmüş oldu. Andlaşma
yürürlüğe girdikten sonra; ötedenberi Osmanlı Devleti’nde uygulanmakta olan
tekeller kaldırılıp, Osmanlı hazînesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum
edildiği gibi, iç ticâret Osmanlı vatandaşlarına münhasır olmaktan çıkarılarak
istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına verildi. Ayrıca andlaşmaya,
andlaşma şartlarını isteyen bütün devletlere de istisnasız uygulanacağı hükmü
eklendi. Avusturya başbakanının; “İşte Osmanlı şimdi bitti” diye ifâde ettiği
Baltalimanı andlaşması, esnaf ve tüccarlarımızı uşaklığa; devletimizi de borç
bataklığına sürükledi (Bkz. Baltalimanı Andlaşmaları).
Mustafa Reşîd Paşa, 1838 Ağustos’unda
hâriciye nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere Londra büyükelçiliğine tâyin
olunarak, İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bu görevde iken, İngiltere’nin İstanbul
elçisi bulunan Lord Ponsoby tarafından, Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa
aleyhine Osmanlı-İngiliz ittifakı yapılması için çalışmaya teşvik edildi.
Aslında Reşîd Paşa gerek dış politika ve gerekse iç politikada Osmanlının
selâmetini, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin işlerine müşterek olarak
müdâhale etmesinde görüyordu. Ayrıca o, kendinin ve reformlarının, Osmanlı
Devleti’ndeki başarısının Mehmed Ali Paşa’nın başarısızlığı nisbetinde
olacağını biliyordu. Zîrâ Mehmed Alî Paşa, Mısır’da başarılı reformlar yapmış,
batıya yanaşmadan da güçlü bir idarenin kurulabileceğini göstermişti. Reşîd
Paşa ise, imparatorluktaki batılılaşmanın sembolü durumundaydı. Mehmed Ali Paşa
mağlûb edilmediği takdirde, Suriye’ye de hâkim olacak, devlet içindeki te’sir
ve nüfuzu artacaktı. Bu durumun ise kendi siyâsî hayâtının sonunu getireceğini
düşünen Reşîd Paşa, büyük tâvizler verme pahasına da olsa Mısır mes’elesine
Avrupa devletlerinin müdâhalesini sağlamak istedi. Ancak Reşîd Paşa’nın kendi
siyâsî çıkarları için devlet aleyhine İngilizlere tâvizler vermesi, sultan
Mahmûd Han’ın onu İstanbul’a çağırtmasına ve îdâmına irâde çıkarmasına sebeb
oldu. Fakat İstanbul’daki dostları vasıtasıyla, Paris’e geldiğinde îdâmı
haberini öğrenip gelmekten vazgeçen Reşîd Paşa, sultan İkinci Mahmûd Han’ın
vefâtı üzerine tahta çıkan yeni pâdişâh Abdülmecîd Han’ın cülûsunu tebrik etmek
üzere Ağustos 1839 başında İstanbul’a geldi. Osmanlı Devleti o sırada en
buhranlı dönemlerinden birini yaşıyordu. İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmaları
neticesinde muhtariyet isteğiyle tekrar baş kaldıran Mısır vâlisinin ordusu,
Osmanlı ordusunu Nizip’de mağlûb etmiş, yeni sadrâzam Hüsrev Paşa’ya karşı olan
kaptân-ı derya Ahmed Fevzi Paşa, donanmayı İskenderiye’ye götürüp, Mısır
vâlisine teslim etmişti. Böylece Osmanlı Devleti’nin kara ordusu Mısır
kuvvetleri karşısında bozguna uğrarken, donanması da yok olmuştu.
Şüphesiz Osmanlı Devleti’nin içerisine
düştüğü bu zor duruma sevinenlerin başında Reşîd Paşa geliyordu. Çünkü o, bu
sayede hem İngilizlerin Osmanlı ülkesinde uygulatmak istedikleri reform ve
ıslâhatları onların yardımına te’min gibi bir bahaneyle yürürlüğe koyabilecek,
hem de alacağı yardım ile düşmanı olan Mehmed Ali Paşa’ya galip gelecekti.
Nitekim Reşîd Paşa İngiltere’de esaslarını tesbit ettiği reformları
Avrupalıların ve bilhassa İngilizlerin yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle 16
yaşındaki genç pâdişâh sultan Abdülmecîd’e kabul ettirerek Gülhâne hatt-ı
hümâyûnu adı ile meşhur olan Tanzîmât fermanını yayınlattı (Bkz. Tanzîmât).
Gülhâne
meydanında Reşîd Paşa’nın îlân ettiği bu ferman, din kardeşliği yerine başka
kardeşliklerin teşekkülüne yol açtı. İslâm’ın güzel ahlâkı yerine, batının kötü
âdetlerini getirdi. İstanbul’da ve sonra Selânik’de İngiliz, Fransız mason
locaları açıldı. Buralarda aldatılanların tatlı, yaldızlı sözleri ve bol
vâdleri ile milletin aklı ve idrâki uyuşturuldu. Böylece Osmanlılara batının
ilk zehirli hançeri saplandı. Koca Osmanlı Devleti’nin içerden yıkılması,
parçalanması plânlarının birinci ve en te’sirli adımı atıldı. Genç pâdişâh
sultan Abdülmecîd Han da bu mason oyununun iç yüzünü anlayamadı.
Bundan
sonra mason oyununun ikinci perdesi açıldı. 15 Temmuz 1840’da İngiltere, Rusya,
Avusturya ve Purusya arasında Londra andlaşması imza edildi. Buna göre Mehmed
Ali Paşa; Girid, Adana, Suriye, Hicaz ve Lübnan bölgesini derhâl boşaltacak,
ordusunu ve donanmasını dağıtacak ve yalnız Mısır vâliliği ile iktifa edecekti.
Şayet on gün içerisinde bu şartları kabul etmezse, adı geçen devletler müdâhalede
bulunacaktı. Reşîd Paşa, Londra andlaşmasının ültimatomlarını tebliğ etmek
üzere müsteşarı Sâdık Bey’i, Kâhire’ye yolladı. Mehmed Ali Paşa ise, Sâdık
Bey’e; Pâdişâh’ın herhangi bir fermanına karşı boynunun kıldan ince olduğunu
söyliyerek, yabancı devletlerin bu gibi tehdidlerinin Osmanlı Devleti’nin
işlerine müdâhale olacağını, kendisinin bizzat Pâdişâh’la görüşmeye hazır
olduğunu belirtip ültimatomları reddetti. Zâten Sâdık Bey’e, Mehmed Ali Paşa
ile ültimatomları kabul etmeyecek bir şekilde konuşmasını telkin eden Reşîd
Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın andlaşma tekliflerini dikkate bile almadan dört
devletten Londra andlaşmasının hükümlerine uymalarını istedi. Nitekim harekete
geçen müttefik kuvvetler, 13 Kasım’da Haleb’e ve 29 Aralık’da Şam’a girdiler.
Mısır kuvvetleri bozularak geri çekildi. Bu andan îtibâren târihî İngiliz
siyâseti bir defa daha tekerrür etti. Londra andlaşmasına göre, Mısır ve
Suriye’nin de Osmanlılara bırakılması îcâb ederken, bu bölgede güçsüz ve
merkezden uzak bir yönetimin bulunması İngiliz menfaatine daha uygun görüldü ve
bu eyâletler Mehmed Ali Paşa’ya verildi. Ciddî bir ordu ve donanmadan mahrum
bulunan Osmanlı Devleti, bu emr-i vâkîyi kabul etmek zorunda kaldı. Mustafa
Reşîd Paşa, 24 Mayıs 1841’de Mısır’ın statüsüyle ilgili fermanı sultan
Abdülmecîd’e yayınlattı.
Bu arada Mustafa Reşîd Paşa ile Mehmed Ali
Paşa arasında yeni ihtilâfların ortaya çıkması üzerine tekrar yabancı
devletlerin müdâhalesine meydan vermek istemeyen Pâdişâh, Reşîd Paşa’yı
hâriciye nâzırlığından azletti ve Temmuz 1841’de Paris elçiliğine gönderdi.
Paris’te bulunduğu sırada sağlık durumunun
iyi olmadığından şikâyet eden Mustafa Reşîd Paşa, İstanbul’a dönmek istediyse
de, evvelâ bu isteği kabul edilmedi. Fakat ısrârı üzerine İstanbul’a dönmesine
müsâade edildi. Viyana yoluyla dönerken Avusturya başbakanı prens Metternich’le
görüştü. Paris’ten İstanbul’a döndüğü sırada, Edirne vâliliğine tâyin edildiyse
de gitmedi. İki yıl kadar me’mûriyetten uzak kalıp, bir hayli borçlandıktan
sonra, araya aracılar koyması ile 1843 yılı sonlarında tekrar Paris elçiliğine
gönderildi. 1844 senesi sonlarında ikinci defa hâriciye nâzırlığına getirildi.
Bir müddet bu görevde kalan Reşîd Paşa,
mason localarının yoğun baskı ve faaliyeti sonucu 28 Eylül 1846’da Rauf
Paşa’nın yerine sadrâzamlığa getirildi. Mustafa Reşîd Paşa, iş başına gelir
gelmez İskoç mason teşkîlâtı üyesi Lord Rading ile el ele verip büyük
vilâyetlerde mason locaları açtırmaya devam etti. Böylece, Osmanlı Devleti’nin
parçalanması, yıkılması için açılan casusluk ve hıyanet ocakları çalışmaya
başladı. Mason localarının Osmanlı Devleti’ne zararı, celâlî eşkıyasının
zararını geçti.
Gençler; din câhili, İslâm düşmanı
olarak yetiştirilmeye başlandı. Londra’dan alınan plânlarla idarî, ziraî,
askerî değişiklikler yapıldı. Bunlara ilericilik, garblılaşma diyerek göz
boyadılar. Öte yandan da İslâm ahlâkını, ecdâd sevgisini, millî birliği
parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri masonları iş başına getirdiler. Bu
senelerde Avrupa’da fizik, kimya üzerinde dev adımlar atılıyor, yeni buluşlar,
ilerlemeler oluyor, büyük fabrikalar, teknik üniversiteler kuruluyordu.
Osmanlılarda ise, bunların hiç biri yapılmadı. Hattâ Mustafa Reşîd Paşa, Fâtih
devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, matematik derslerini,
büsbütün kaldırdı. “Din adamlarına fen bilgisi lâzım değildir” diyerek,
kültürlü, bilgili âlimlerin yetişmesine mâni oldu. Mustafa Reşîd Paşa bir yıl
yedi ay devam eden bu vazîfeden, dîne olan bağlılığının zayıf ve aşırı
alafranga tarafdârı olmasından dolayı, 27 Nisan 1848’de sultan Abdülmecîd Han
tarafından azledildi. Fakat üç buçuk ay sonra tekrar sadrâzamlığa getirildi. Üç
buçuk yıl süren bu sadâreti sırasında Fransız akademisi örnek alınarak kurulan
Encümen-i Dâniş açıldı. Bu sadâretten de 26 Ocak 1852’de azledilerek Meclis-i
vâlâ reisliğine getirildi. Mustafa Reşîd Paşa, sadâretten uzaklaştırılmasının
üzerinden kırk gün geçtikten sonra üçüncü defa sadrâzamlığa getirildi. Beş ay
kadar süren bu sadâretten de Dâmâd Fethi Paşa ile aralarında meydana gelen
ihtilâf üzerine azledildi. Yerine Alî Paşa getirildi. Bundan sonra Mustafa
Reşîd Paşa ile onun yetiştirmesi olan Alî Paşa’nın arası açıldığı gibi, yüksek
devlet me’murları da Reşîd Paşa ve Âlî Paşa tarafdârı diye iki ye ayrıldı.
Reşîd Paşa ile Alî Paşa şahsî hırslar
yüzünden birbirleriyle çekişip dururken, İngiltere boş durmayarak, Osmanlı
Devleti’nde iktidar mevkiindeki batı hayranı bu devlet adamlarından
istifâdeyle, Hindistan’daki büyük İslâm devleti Gürgâniye’yi parçalamak ve
Asya’daki müslümanları başsız bırakmak istiyordu. Bu arada kendisine engel
olacağından çekindiği Osmanlı Devleti’ni başka mes’elelerle meşgul etmek için
sıcak denizlere inme hayaliyle yanıp tutuşan Rusya’yı, devamlı tahrik ederek
bir Osmanlı-Rus harbi çıkarmaya çalışıyordu. Sadrâzam Mustafa Reşîd Paşa’yı
kandıran İngilizler, onun Rusya’ya karşı düşmanca tavır takınmasını sağladılar.
Netîcede İngiltere’nin tahrikleri sonucu Rusya, Eflâk ve Boğdan’ı işgal edince,
4 Ekim 1853’de Rusya’ya harb îlân edildi. 23 Ekim 1853’de Kırım savaşı olarak
bilinen harb fiilen başlamış oldu.
Yaklaşık üç yıl devam eden ve 30 Mart
1856’da Paris andlaşması ile sona eren Kırım savaşı, Osmanlı Devleti’nin toprak
kaybına sebeb olmamasına rağmen, siyâsî olarak aleyhine oldu. Devlet iktisâden
çöktü (Bkz. Kırım Seferleri). Osmanlı Devleti’ni Rusya ile meşgul eden İngiltere, az bir
kuvvetle Osmanlı Devleti yanında savaşa girip asıl maksadını gizledi ve büyük
devletlerin dikkatini o yöne çekerek Hindistan’daki Gürgâniye İslâm Devleti’ni
yıktı. Topraklarını işgal ederek, Hindistan hazînelerine sâhib oldu ve
ticâretini geliştirdi. Ayrıca Osmanlı’yı kullanarak Rusların sıcak denizlere
inmesini de önledi.
Öte yandan savaş esnasında maddî bakımdan
büyük bir sıkıntı içerisine düşen Osmanlı Devleti, Yine Mustafa Reşîd Paşa’nın
dördüncü sadâreti zamanında ilk defa dış borçlanmaya girdi. Bundan sonra dış
borçlanmanın sonu gelmeyecek ve 20 yıl geçmeden Türk mâliyesi iflâsın eşiğine
adım atacaktır.
Mustafa
Reşîd Paşa, Meclis-i vâlâ reisi Yûsuf Kâmil Paşa ile arasının açılması sonucu 4
Mayıs 1855’de sadrâzamlıktan azledilerek yerine, tekrar Alî Paşa getirildi.
Sadâretten ayrıldıktan sonra bir müddet yalısında oturdu. Halefi ve
yetiştirmesi olan sadrâzam Alî Paşa’nın yaptığı her icrâatı şiddetle tenkîd
etmeye başladı. Araları iyice açıldı. Kendi hazırladığı Tanzîmât fermânıyla,
müslim ve gayr-i müslimlerin eşit haklara sâhib olmasını sağladığı hâlde,
sâdece iktidar hırsı sebebiyle Alî Paşa’nın hazırladığı hıristiyanlara daha
fazla imtiyazlar tanıyan Islâhat fermanına şiddetle karşı çıktı.
Sultan Abdülmecîd Han, kaht-ı rical (adam
kıtlığı) yüzünden, İngiliz elçisinin de tavassut ve teşvîkiyle 1 Kasım 1856’da
Mustafa Reşîd Paşa’yı beşinci defa sadrâzamlığa getirdi. Alî Paşa’nın
sadâretten ayrılmasını hazmedemeyen Fransa hükümeti, Boğdan seçimlerine fesad
karıştırıldığını iddia ederek, iptalini istedi. Rusya, Prusya ve Sardunya’nın
da desteğini alan Fransa, bu iddiayı kabul etmeyen Osmanlı Devleti’yle siyâsî
münâsebetlerini kesmeye kalkıştı. Fransa ve İngiltere hâriciyelerinin
birbirleriyle temas ederek seçimin feshini kararlaştırmaları üzerine, sultan
Abdülmecîd Han sadrâzamı azlederek işin önünü almak istedi. Dokuz aydan biraz
fazla sürmüş olan beşinci sadâretten 6 Ağustos 1857’de azledilen Mustafa Reşîd
Paşa, Meclis-i tanzîmât reisliğine naklolunduysa da bir ay içinde oradan da
alındı ve bir müddet vazîfeden uzak kaldı. 22 Ekim 1857’de altıncı ve son defa
sadârete getirildi. Mustafa Reşîd Paşa çok sevdiği iktidar makamına altıncı ve
son defa gelişinden yaklaşık iki ay kadar sonra hastalandı. Bir müddet Bâb-ı
âlî’ye gidemedi. 7 Ocak 1858 Perşembe günü hamamda iken kalb sektesinden öldü.
Bâyezîd’de okçular caddesindeki türbeye defnedildi.
Hepsi
sultan Abdülmecîd Hân zamanında, altı sadâret müddetinin toplamı altı sene
sekiz ay on dokuz gün olan Mustafa Reşîd Paşa, Tanzîmât fermanı olarak da bilinen Gülhâne hatt-ı
hümâyûnu’nu hazırlayıp îlân ettirmekle; Osmanlı Devleti’nin temeline
dinamit koymaktan, kaht-ı rical (adam kıtlığı) devrinin açılmasına ve Osmanlı-
Devleti’nin boynuna “Hasta adam” yaftasının takılmasına sebeb olmaktan hiç
çekinmemiştir.
Netîce
itibariyle, Reşîd Paşa, iyi bir eğitim görmemiş, millî ve manevî değerlerden
yoksun olarak yetişmiştir. Osmanlı Devleti’nin idarecilerinin en önemli
özelliklerinden biri, önce devlete sadâkat vasfıdır. Reşîd Paşa bu vasıfdan
yoksundu. Masonlukda yüksek derece sahibi olması, bu mahrumiyetine eklenince,
devlet için zararı telâfi edilemiyecek sonuçlar meydana getirdi. Nitekim Reşîd
Paşa’dan sonra, onun yetiştirmeleri ve ardından da İttihâd ve Terakkî
mensupları, devletin kısa zamanda yıkılmasını sağlamışlardır. Bugünkü sosyal hastalıkların
çoğunda, onun açtığı yıkım hareketinin payı büyüktür.
Batılıların
Reşîd Paşa hakkında düşünceleri şu şekilde idi: Fransız elçisi Pontois,
Paşa’yı; “Reşîd Paşa’da kendini gösterme ve yükselme merakı aşırıdır. Bu yönü
biraz övülür ve pohpohlanırsa, büyük tâviz elde etmek için küçük şeyler üzerine
tâvizler verilirse, ondan her şey elde edilebilir” diye tarif etmektedir.
Goizot ise; “Mustafa Reşîd Paşa’da ülkesinde yapmak istediği işlerin başarısı
için, çok lüzumlu olan vasıflardan biri eksiktir. Türkiye’de güçlü bir
ıslahatçı olmak için Türklük vasfı lâzımdır. Onda ise bu vasıf çok az idi.
Gençliğinden itibaren, Türkiye’nin Avrupa ile münâsebetleri konusuyla
ilgilenmiştir. O daha çok Avrupalı bir diplomata benziyordu” diye
vasıflandırıyordu.
Azınlıklara daha fazla hak ve
hürriyetler verme tarafdârı olan Mustafa Reşîd Paşa, bunun sağlanması için
Avrupa devletlerini Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaya çağırıyor ve;
“... Türkiye için en büyük iş, reâyâ mes’elesidir. Eğer reâyâya verilmesi
gereken hak ve hürriyetlerden bahsetsem, ülkemde bana kötü bir müslüman gözü
ile bakılır. Hâlbuki İslâmlığın kurtuluşu reâyânın hür ve mes’ûd olmasına
bağlıdır. Bu konuda yüksek sesle konuşmak Avrupa devletlerine düşer.
İmparatorlukta (Osmanlı Devleti’nde), hıristiyanlar üzerindeki baskı için
sesinizi çıkaramaz mısınız? Ödeyemedikleri harac için zavallılar horlanmakta ve
ezilmektedir. Bu uygulamalar sizin âdil bir vergi dağılımı istemenizi
gerektiriyor. Reâyâ, harac yüzünden isyân etmektedir. Reâyâ düzenli vergi
istemektedir. Vergi sistemi hıristiyanlar için yerleşirse, müslümanlara da bunu
kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır. Böylece İmparatorluğun
(Osmanlı Devleti’nin) yenileşmesi için ilk mesafe alınmış olacaktır...” diyordu.
(Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi,
Turgue, Documents et Memoires, volume-44)
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mustafa Reşîd Paşa ve Tanzîmât (R. Kaynar)
2) Osmanlı-İngiliz İktisâdi Münâsebetleri (M.
Kütükoğlu); cild-1, sh. 82, 83, 87, 90, 107
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-14, sh. 299
4) Eshâb-ı Kiram; sh. 193
5) Osmanlı Târihi (K. Z. Karal); cild-5, sh.
238-241
6) Tezâkir (Cevdet Paşa); cild-1, sh. 7
7) Lûtfi Efendi Târihi; cild-5, sh. 112
8) Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası;
(R. Önsoy); sh. 15, 30-31
9) Mustafa Reşîd Paşa ve Dönemi Semineri