Babası.................... : Ertuğrul Gâzi
Annesi.................... : Hayme Hâtûn
Doğumu.................. : 1258
Vefâtı...................... : 1326
Tahta Geçişi............ : ?
Saltanat Müddeti..... : ?
Osmanlı
pâdişâhlarının birincisi. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul
Gâzi’nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’te doğdu. İslâm terbiyesi ile
yetiştirildi. İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, devrin örf ve âdetince
mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. Babasının silâh arkadaşları ve
kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi.
Onların gazâlarını dinleyip, yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren
gazâlara katılıp, zaferler kazanarak, kumandanlık vasıflarını geliştirip
kuvvetlendirdi.
Bizans’ın
hakimiyetindeki batı Anadolu cihâd diyarı olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle
pek çok kumandan, mücâhid derviş ve herbiri gönül sultânı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi,
Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül
sultanlarından ve ahîlerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebâlî’nin sohbetlerini
hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebâlî hazretlerinin dergâhında
misafir olduğu bir gün acâib bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebâlî’nin
koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi
göbeğinden bir ağacın bitip, âlemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup,
nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla
sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün
hocasına anlattı. Şeyh Edebâlî ona; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin
evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himayesinde olacak, kızım Mâl
Hâtûn da sana eş olacak” deyip rüyasını” tâbir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh
Edebâlî’nin kızı Mâl Hâtûn ile evlendi. Bu izdivaçtan Orhan Gâzi doğdu. Orhan
Gâzi’nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gâzi de vefât etti (1281). Bâzı kaynaklarda
Edebâlî’nin kızının adı Bâlâ Hâtûn olarak geçmekte ve Mâl Hâtun’un Ömer Bey’in
kızı olduğu yazılmaktadır. Ertuğrul Gâzi, cesareti, zekâsı,
cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve güzel ahlâkı ile, kardeşleri arasında en
üstünü olan Osman Gâzi’yi kendisinden sonra kayıboyu beyliğine aday
göstermişti. Osman Gâzi, babasının vefâtından sonra, bey seçilip, idareyi ele
aldı.
Osman Gâzi, bey olduğu zaman Türkiye
Selçuklu Devleti’nin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç
yaylağı arazisine hâkim idiler. Osman Bey Kayıların başına geçince, hudut
komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok
Bilecik tekfuru ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır
eşyaları Bilecik tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler
vermek geleneği vardı. Emânetin teslîmi ve alınması, silâhsız kimseler ve
kadınlar tarafından yapılırdı. Aşiretin yaylağa çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl
tekfuru yollarını keserek onlara zarar veriyor, bu yüzden de sık sık çarpışmalar
oluyordu. Osman Bey’in nüfuzunun hızla arttığını gören İnegöl tekfuru Nikola,
komşularından tedbir alınmasını istedi. İnegöl tekfurunun Bizanslılara ittifak
teklifi, Bilecik tekfuru tarafından Osman Gâzi’ye haber verildi. Tekfur
Nikola’nın, Ermenibeli’nde (Pazarköy) kuvvet topladığı tesbit edilince, Osman
Gâzi, Kayı aşireti ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca,
Abdurrahmân Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp, Turgut Alp ile istişare etti. Bu
istişarenin sonunda İnegöl’ün fethine karar verildi. 1284’de Pazarköy’de
meydana gelen muhârebede, Osman Gâzi’nin yeğeni Bay Hoca şehîd düştü. Osmanlı
târihinin ilk muhârebesi olarak kabul edilen Pazarköy çarpışmasında Osman Bey
pek muvaffak olamadı. Bir süre sonra Kolca kalesi feth edildi. Bunu hazmedemiyen
İnegöl tekfuru ile Karacahisar tekfuru birleşti. 1288 yılında Domaniç yakınında
Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar mağlûb oldu. Bu muhârebede
Osman Gâzi’nin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batu) şehîd oldu.
Osman Gâzi’nin Ekizce muvaffakiyeti,
Türkiye Selçuklu sultânı ikinci Gıyâseddîn Mes’ûd Şâh tarafından
mükâfatlandırıldı. Bir fermanla, beylik alâmetleri olarak; tabl, alem, tuğ
göndererek, İnönü ve Eskişehir’i de Osman Gâzi’ye verdi. Mîrî vergiden muaf tutuldu.
Selçuklu Sultânı’nın hediyeleri alınıp fermanı okunduktan sonra, Osman Gâzi
akınlarına daha da hız verdi. İznik’e akın tertiplendi ise de, kale alınamadı.
Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular.
Bunlara karşı sefer düzenleyen Osman Gâzi, Karacahisar’ı aldıktan sonra, Kuzey
Sakarya vadisine yöneldi. Mudurnu taraflarında aşiret reisi olan Samsa Çavuş’un
yardımı ile Taraklı ve Göynük civarını ele geçirdi.
Teşkilâtlanmaya ağırlık veren Osman
Gâzi’nin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da
telaşlandırdı. Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâzi’yi muhârebe meydanında öldürüp
yenemeyeceklerini anlayınca, hîle ile öldürmek istediler. Bilecik tekfuru da
Osman Gâziye karşı ittifak içine girdi. Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenecek
olan Bilecik tekfurunun düğününe Osman Gâzi’yi davet edip, öldürmeyi
plânladılar. Bu sû-i kasd tertîbi, Osman Gâzi’ye dostu Harmankaya beyi Köse
Mihal tarafından haber verildi. Osman Gâzi, bu durum karşısında bâzı tedbirler
aldı. Düğün hediyesi olarak Bilecik tekfuruna bir sürü kuzu gönderdi. Düğün sonrası yaylağa
çıkacağını bildirerek eskiden olduğu gibi değerli eşyalarının kadınlar
vasıtasıyla kaleye alınmasını ve düğünün açık bir yerde yapılmasını istedi.
Bilecik tekfuru, Osman Gâzi’nin bu tekliflerini kabul ederek, düğün yeri olarak
Çakırpınar kabul edildi. Osman Gâzi, aşîretin eşyası yerine, atlara silâh
yükletip, kırk kadar Gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi. Kadın kılığında
kaleye giren yiğitler, sâdece nöbetçilerin kaldığı kaleyi kolayca ele
geçirdiler. Bu durumu öğrenen tekfurlar ile meydana gelen çarpışmada, Osman
Gâzi düğüne katılanların çoğunu öldürdü ve bir kısmını esir aldı. Gelini ele
geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı. Ertesi gün Yarhisar
kalesini kuşatıp, ele geçirdi. Osman Gâzi’nin kumandanlarından Turgut Alp ve
Gâziler de İnegöl’ü feth ettiler.
Osman
Gâzi, Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ
ettiler. İlhanlı hükümdarı Gâzân Han, Türkiye Selçuklu sultânı Alâeddîn Şâh’ı
İran’a götürdü. Bütün Türkiye Selçuklu Devleti’nin toprakları, İlhanlıların
eline geçti. Moğol zulmünden hicret eden bir çok Türkiye Selçuklu emîri ve
maiyyeti, Osman Gâzi’nin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Osman Gâzi
1281 yılından beri arazisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine
katılanlarla devamlı güçleniyordu.
Türkiye
Selçuklu Sultanlığı’nın fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanarak,
Türk beyleri istiklâllerini îlân ediyordu. Nitekim Osman Gâzi de 1299’da
istiklâlini îlân ederek devlet teşkilâtının müesseselerini kurmaya başladı. Her
kaleye subaşı, dizdar ve kâdı tâyin etti. Köyler tımar olarak sipahilere
dağıtıldı. Osman Gâzi adına Karacahisar’dâ Cuma hutbesi, Eskişehir’de de bayram
hutbesi okundu. Hocası ve kayınpederi Edebâlî’nin talebelerinden Dursun
Fakih’i, Karacahisar’a kâdı ve hatîb tâyin etti. Fetva ve hüküm işlerini ona
bıraktı. 1301’de Yurdhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzi,
Yenişehir’i merkez yaptı. Yeni merkezde; idarî, iktisâdı ve sosyal müesseseler
inşâ ettirip, evler, dükkanlar, hanlar, çarşı ve hamamlar yaptırdı. Bilecik’i
de kayınpederi Edebâlî’ye verdi. Hanımını ve annesini de Bilecik’te bıraktı.
Oğlu Alâeddîn Paşa’yı yanına alarak, Orhan Bey’e Sultanönü (Karahisar), Gündüz
Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, Hasan Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl
bölgelerinin idaresini verdi.
Böylece
dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen kayı aşîreti,
1299’da Osman Gâzi’nin adına izafeten, Osmanlı hânedânı ve devletini kurdu.
Osman Gâzi, İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü, teşkîlât ve müesseselerini
safha safha yerleştirip, mükemmelleştirdi. Teşkilât ve müessesesini kurarken
İslâm dîninin farzlarından olan cihâd emrini hiç ihmâl etmedi. Devamlı
genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı Devleti’nin meydana getirdiği tehlikeyi,
huduttaki tekfurlarla hâlledemiyeceğini anlayan Bizans kayseri ikinci
Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine
sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleri ile Osman Gâzi,
İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar kalesi mevkiinde karşılaştı. 1301
Temmuz’unda yapılan muhârebeyi Osman Gâzi kazandı. Bu zaferden bir sene sonra
Koyunhisar kafesi fethedildi. 1303’de Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık
kalesi feth edilip, İznik şehrinin kuzeyindeki Katırlı dağı eteğine kale
yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasında yüz asker bırakılarak, İznik ablukaya
alındı. 1306’da Bursa tekfurunun idaresindeki müttefik Bizans tekfurlarına
karşı sefer düzenlendi. Osman Gâzi, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini
Dinboz’da mağlub etti. Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline
geçti. Aynı sene Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî andlaşma
imzaladılar. Andlaşmaya göre; mültecî Kite tekfuru Osmanlılara iade edilecek,
Osman Gâzi’nin neslinden hiç kimse de Ulubat köprüsünü geçmeyecekti. Andlaşmayı
Osmanlılar hiç bozmadı. Âl-i Osman neslinden hiç kimse o köprüden geçmedi. Hep
kayıkla geçtiler. Osman Gâzi’nin, topraklarını devamlı genişletmesi,
Bizanslıları telâşa düşürdü. Kayser, İlhanlılar ile akrabalık kurarak, Osmanlı
taarruzlarından kurtulmak istedi ve kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gâzân Han’a
nişanladı. Onun ölümüyle de, Olcayto Han’a nişanlayıp, Osmanlı hakimiyetindeki
arazilerin geri alınmasını ümid etti. Osman Gâzi, Bizans kayserinin ittifak
arayışı sırasında da gazâlarını sürdürdü. 1307’de İznik’i kuşatıp, Yalova’ya
akın düzenleyerek denize ulaştt. 1308’de Marmara denizindeki İmralı adası
fethedilip, deniz üssüne sâhib olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve
irtibatı kontrol altına alındı. İznik civarındaki Koçhisar fethedildi.
Osman Gâzi’nin Bizans hududunda te’sis
ettiği âdil idare, tekfurların zulmünden, sergilerin ağırlığından bıkan
hıristiyan ahâliden başka, Rum kumandanların da takdîrini kazandı. Rumlar,
Osman Gâzi’nin idaresine geçmeye başladılar. Nitekim 1313’de Harmankaya tekfuru
Köse Mihâl, Osman Gâzi’nin maiyyetine girip, müslüman oldu. Köse Mihâl, Gâzi
adını alarak, muhârebelere katıldı ve pek çok hizmeti geçti,
Marmara sahilinden Karadeniz istikâmetine
akınlara devam eden Osmanlılar, 1313’de Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke
(Osmaneli), Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar
kalelerini feth ettiler. Bursa, Osmanlı arazisi ortasında kalınca, şehir
ablukaya alınıp Kaplıca ve Uludağ istikâmetinde iki kale yapıldı. Kaplıca
istikametindekinin kumandanlığına Osman Gâzi’nin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ
tarafındakine de Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri
verildi.
Bizans’a
karşı devam eden seferler sırasında, Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip,
Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı aşîreti’nin Osmanlı’ya düşmanca hareketleri, Osman
Gâzi’nin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan
muhârebede, Çavdaroğlu esir edilip, aşiretin saldırganları cezalandırıldı. 1317
yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz
istikametindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci
kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldı. Akça Koca, Sakarya
nehrinin batısında İznik kalesine kadar olan mevkiyi fethetti. Buralara adına
izafeten Kocaeli denildi.
Osman Gâzi’nin gençliğinden beri Rum ve
düşman tecâvüzlerine karşı askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken
idâri ve siyâsî faaliyetleri, onu altmış yaşından îtîbâren iyice yormaya
başladı. Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti. Gazâ akınlarında
yetişip, yiğitliği, cesareti, bilgisi ve İslâm dînine sadâkati ile düşmanlarını
korkutan, müslümanların takdirini kazanan oğlunun idare tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih
hareketlerinde, siyâsî hâdiselerde Orhan Gâzi’yi vazifelendirdi. Osman Gâzi,
oğlu Orhan’ı 1321’de Mudanya, Kara Timurtaş Bey’i de Gemlik seferine gönderdi.
Mudanya’nın fethi ile Bursa’nın ablukası daha da kuvvetlendirildi. On sekiz ay
devam ile Osmanlı akınında Bizans topraklarından pek çok ganimet alındı. Bizans
iktisadî buhrana uğratıldı. Akınlara devam edilerek 1323’de Akyazı, Ayanköy,
1324’de Karamürsel, 1325’de Orhaneli denilen Atranos fethedildi. Ayrıca Bolu, Kandıra,
Ermenipazarı ve Devehisar’ı ele geçirildi. Fethedilen bölgelerin tamâmı imâr
olunarak, sahipsiz evler Gâzilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri
kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlara İslâm dîninin gayr-i
müslimler ile alâkalı hukuku tatbik edilerek, vergilendirildi.
Uzun kuşatma ve abluka neticesinde Bursa,
1326’da teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Osman Gâzi’nin hastalığı, Bursa’nın
fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî’nin ve arkasından hanımının
vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Bey’e
yaptığı vasiyetnamesi, Osman Gâzi’nin İslâmiyet’e olan sevgi ve saygısını, Türk
milletinin rahat ve huzurunu ne kadar çok düşündüğünü ve insan haklarına olan
gönülden bağlılığını açıkça göstermektedir. Osmanlı sultanları, bu
vasiyetnameye candan sarılıp, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası
yaptılar. Osman Gâzİ, 1326 senesi Ağustos ayında Söğüt’de vefât etti. Vasiyeti
üzerine Bursa’daki Gümüşlü Küntbet’e defnedildi. Osman Gâzi’nin Bursa fethinden
kısa bir müddet önce vefât ettiği de rivayet edilmiştir. Osman Gâzi’nin, Orhan
Bey’den başka; Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey
adlarında oğulları ve Fâtımâ Hâtûn adında bir kızı vardı, ölümünden sonra
devletin başına oğlu Orhan Bey geçti.
Osman Gâzi, sâlih bir müslüman olup, İslâm
ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle,
Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlûb edip, zaferler kazanan üstün
bir kumandandı. Dört yüz çadırla, dünyânın en uzun ömürlü hânedânını ve en
büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi, kurduğu hânedânla üç kıt’a yedi
iklim, her çeşit ırk, din, dil, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı
bünyesinde, Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve
İslâm âlimlerince öğütlenen manevî hizmetlerin mirasçısı ve idarecilik vasfının
on dördüncü asırdan yirminci asra kadar nesilden nesile intikâlcisidir. Osmanlı
Devleti, dînî mes’elelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince
kaza merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar vasıtasıyla gördü. Osman Gâzi
zamanında askerî teşkîlât aşiret kuvvetlerine dayanıyordu.
Tarihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet
hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir:
Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri
Osmanlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmî mefkurelerinin dâhiyane terkîbi,
siyâsî istikrar ve sosyal adaletleri sayesinde üç kıt’anın ortasında ve Akdeniz
havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem dâvasının en kudretli temsilcileri
olmuşlardır.
Osmanlı Hânedânı, dünyâda hiç bir aileye
nasîb olmayan büyük ve dahî pâdişâhları bir biri ardından yetiştirmekle, bu
devlete yalnız en büyük hayatiyeti bahşetmedi, onu millî, İslâmî ve insanî
ideâller çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihân hâkimiyeti düşüncesinin
de en sağlam teşkilâtı hâline getirdi. İslâm dîninin, beşeriyeti saadete,
adalete ve insanlığa eriştirmek
için
îlân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkuresi, Eshâb-ı kiramdan sonra en
ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır.
Osmanlı
sultanları ilmi ve ilim adamlarını memleketlere sâhib olmaktan üstün tuttular.
Kemâl sahibi ilim erbabını dâima takdir edip onlara rağbet gösterdiler.
Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği
hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler. İşlerinde âlimlerle istişare
eylediler, Devlet nizamlarının hazırlanıp, düzenlenmesini ve teftişini onlara
havâte edip, idâri mes’ûliyetlere onları da dâhil ettiler. Bunun için Osmanlı
Devleti’nde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi. Bu yüzden korkutmaya
dayanmaktan çok, adaleti yerleştiren kânunlar yapıldı.
Osmanlı
Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir ahenk, halk
kitleleri arasında hiç bir fark ve tezada müsâade etmemekle, dünyâ târihinde
milletler arası en kudretli ve cihânşümul bir siyâsî varlık teşkil etti.
Osmanlı Devleti ve sultanlarının dâvaları da kendi tâbirleri ile “Nizâm-ı âlem”
üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, bu millî,
İslâmı ve insanî esaslara bağlı bulunan bir cihân hâkimiyeti düşüncesine
dayanıyordu. Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini
bulmuş ve müstesna bir kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni
devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehdîdlerine ve ne de içeride
çeşitli ırk, din, mezhep mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz
bulunuyordu. Osmanlı cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz millî
şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını İslâm dîni ve onun cihâd ruhundan
alıyordu. Şeyh ve evliyânın himmetleri ile yükselen gazâ ruhu, küçük Söğüt
kasabasından Bursa’ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli’ne yayılıyordu. Bu
arada Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve cihâd ruhunun yükselişinde tasavvuf da
büyük kudret kaynağı idi. Gerçekten de Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve
yükselişinde tasavvuf tarîkatleri, şeyhler, velîler ve dervişler birinci
derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve haleflerinin etrafı din adamları ve
evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almıştır.
Nitekim
Osman Gâzi, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî’ye intisâb ederek
her hususda onunla istişarede bulunurdu. Kendisinden sonra gelecek Osmanlı
sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın
gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Bu vasiyete
lâyıkıyla uyan Osmanlı sultanları, fethettikleri yerleri medrese, zaviye,
imâret, dârülkurrâ ve türbeler ile kutsîleştîrmişler, buralarda yetişen
âlimlerle dünyâya İslâmiyet’i yaymışlar ve asırlarca maddî ve mânevi güç ve
emeklerini bu uğurda harcamışlardır.
Osman Gâzi’nin fethettiği
Karacahisar’da pazar kurulmaya başladı. Germiyan vilâyetinden bir kimse gelip
Osman Gâzî’nin huzuruna vardı. “Bu pazarın bacını bana satın!” dedi. Osman
Gâzi; “Bac da ne ki?” diye sorunca, o şahıs; “Pazara yük getiren herkesten akçe
almaya denir” dedi. Osman Gâzi: “Bu pazara gelenlerden alacağın mı var ki,
onlardan akçe alacaksın?” diye sorunca, o adam; “Bu, eskiden beri âdettir, her
vilâyette yapılmaktadır, her yükten pâdişâh için akçe alırlar” dedi. Osman Gâzi
hiddetlendi. Bugüne kadar, böyle birşeyin ille de alınması îcâbettiğini, ne bir
din kitabında okumuş, ne de bir âlimin sohbetinde duymuştum. Bu, Hak teâlânın
buyruğu mu, Peygamber sözü mü, yoksa her ilin pâdişâhı kendisi mi uydurmuştur?”
diye suâl edince, o şâhıs; “Evvelden beri sultan töresidir” dedi. Osman Gâzi,
Allahü teâlânın ve Resulünün emri olmayan bir şey hususundaki bu gayretkeşliğe
iyiden hiddetlendi, adama; “Yürü, artık buralarda görünme, yoksa sana zararım
dokunur. Malını kendi eli, kendi alın teri ile kazanmış kimsenin bana ne borcu
var ki, havadan akçe versin?” deyip adamı gönderdi. Yanındaki dostları onun bu
sözlerini işitince; “Size bir şey vermeleri gerekmezse de, pazarı bekleyenlerin
emekleri zayi olmasın diye birşey vermeleri iyi olur” demeleri üzerine, Osman
Gâzi; “Madem ki böyle dersiniz, bir yükü satan kimse iki akçe versin. Satmayan
hiçbir şey vermesin ve de; her kime bir tımar verirsem, sebebsiz yere kimse
tımarı ondan almasın. O kişi ölünce, oğluna versinler. Eğer çocuk küçük olursa,
hizmetkârları, çocuk sefere yarayışlı hâle gelinceye kadar sefere gitsinler.
Eğer bu kânunu her kim bozarsa, yahut benim neslime başka bir kânun öğretirse,
Allahü teâlâ onu dünyâ ve âhirette zelil eylesin” dedi.
“Oğul! Din işlerini her şeyden evvel
ele alıp, yürütmek gayret ve esâsını dâima gözönünde bulundur ve bu esâsı sakın
gevşekliğe uğratma. Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve
devletin kuvvetlenmesine sebeb olur.
Din gayretine sâhib olmayan,
sefâhete düşkün olan, tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zîrâ,
yaradanından korkmayan bir kimse, yarattıklarından da çekinmez.
Zulümden ve hangisi olursa olsun
bid’atden, yâni İslâmiyet’e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve
bid’ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni
yıkılışa sürüklemesinler.
Allahü teâlânın rızâsı için, devlet
hizmetinde ömrünü tüketen sâdık devlet adamlarını dâima gözet. Böyle kıymetli
kimselerin vefâtından sonra, aile efradını koru, ihtiyâcı olanların da
ihtiyâçlarını karşıla, tebeandan hiç kimsenin malına mülküne dokunma. Hak
sahiplerine haklarını ver, lâyık olanlara ihsân ve ikrâmlarda bulun ve
ailelerini de gözet. Özellikle, devletin ruhu mesabesinde olan ve en büyük
dayanağı bulunan asker taifesini güzelce idare edip rahatlarını te’min eyle.
Devletin
bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakîki âlimleri ve fazilet sahiplerini, edip
ve yazarları, san’at erbabını gözetip koru. Onlara hürmet, ikrâm ve ihsânda
bulun. Bir ülkede, olgun bir âlimin, bir arifin, bir velînin bulunduğunu
duyarsan, uygun ve lâyık bir usûl ve ifâde ile onu memlekete getirt. Onlara her
türlü imkânı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince âlim ve
arifler, bilginler, memleketinde çoğalsın. Din ve devlet işleri nizâma oturup
ilerlesin.
Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakîkî âlim ve ariflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim
hâlimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misâli, hiç lâyık olmadığım hâlde buraya geldim ve Allahü teâlânın nice nice ihsânlarına ve inayetlerine
kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizâmı uygula. Muhammed aleyhisselamın dînini, bu yüce dînin mensuplarını ve itaat eden diğer tebeanı himaye eyle!
Allahü teâlânın hakkını ve kullarının hakkını gözet. Dînimizin tâyin ettiği beytülmâldeki gelirin ile kanâat eyle! Devletin zarurî ihtiyâçları dışında
sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tenbih eyle. Dâima adalet ve insaf üzerine bulun. Zulme
meydan verme. Herhangi bir işe başlıyacağın zaman Allahü teâlânın yardımına sığın! Tebeanı, düşmanların ve zâlimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç
kimseye muamelede bulunma. Dâima halkını hoşnud edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönlünü kazanmağı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet
bil! Tebeanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle.”
Âkıbet-i kâr budur herkese, bâd-ı
fena pir ve civana ese Azmi-bekâ eylersem ben bu dem, devlet-i ikbal ile ol
muhterem! Çünkü, senin gibi halef koymuşum, rihlet edersem bu cihândan ne gam,
Lîk vasiyyet ederim gûş kıl! Gayri gam-ı denî ferâmûş kıl. Dilerim ey sâhib-i
ikbâl-câh! İtmeyesin cânib-i zulme nigâh! Adl ile bu âlemi âbâd kıl! Resm-i cihâd
ile beni şâd kıl! Râh-ı cihâd içre edip fütûhat, memleket-i Rûm’da kıl adl-ü
dâd! Eyle riâyet ulemâya temâm. Tâ ki bula, emr-i şerî’at nizâm! Her nerede
işidesin ehl-i ilm, göster ona rağbet-ü ikbâl ü hilm! Asker ve mal ile gurur
eyleme! Şer’i şerif ehlini dûr eyleme! Şer’dir mâyeşi şâhi ve bes! Şera muhalif
işe etme heves! Matlabımız dîn-i Hudâdır bizim! Mesleğimiz râh-ı Hudâdır bizim.
Yoksa kuru mihnet ve gavga değil, şâh-ı cihân olmaya dâva değil! Nusret-i din
oldu çû maksad bana, maksadıma kasd yaraşır sana. Âleme in’âmını âm ide gör.
Memleket emrini temâm ide gör! Hıfz-ı re’âyâ çalış rûzü şeb! Tâ ki karîn ola
sana lutf-i Rab!
Vasiyetnamenin özü şöyledir:
“Allahü teâlânın emirlerine muhalif
bir iş eylemeyesin! Bilmediğini şerî’at ulemâsından sorup anlayasın. İyice
bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itaat edenleri hoş tutasın! Askerine
in’âmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma!
Âlemi adaletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et!
Ulemâya ri’âyet eyle ki, şerî’at işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli
duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip,
şerî’at ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksadımız
Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik dâvası değildir.
Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini
noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!”
1281........ :
Osman Gâzi’nin aşiret beyliğine geçmesi.
1284........ :
Ermenibeli savaşının kazanılması.
1285........ :
Kuluca Hisar’ın fethedilmesi.
1286........ :
Bizans tekfurlarının kuvvetlerine karşı İkizce zaferinin kazanılması.
1288........ :
Karacahisar’ın fethi.
1289........ :
Türkiye Selçuklu sultânı İkinci Gıyâseddîn Mes’ûd Şâh tarafından, Osman Gâzi’ye
Eskişehir ve İnönü bölgelerinin verilmesi.
1298........ :
Bilecik ve Yarhisar kalelerinin fethi.
1299........ :
Osman Gâzi’nin bağımsızlığını ilân etmesi.
1300........ :
Koyunhisar ve Yenişehir kalelerinin feth edilmesi, Yenişehir’in devlet merkezi
yapılması ve Koyunhisar zaferinin kazanılması.
1302........ :
Köprühisar’ın feth edilmesi.
1303........ :
İznik kuşatması, Marmaracık kalesinin feth edilmesi.
1306........ :
Dinboz zaferi sonucunda Kestel, Kite ve Ulubat kalelerinin fethi, ilk askeri
andlaşmanın imzalanması.
1308........ :
İmralı adasının feth edilmesi ile Osmanlıların Marmara adasına dayanmaları.
Koçhisar’ın feth edilmesi.
1313........ :
Harmankaya tekfuru Köse Mihâl’in müslüman olup, kalesi ve taraf............... darları ile birlikte
Osmanlılara katılması. Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke, Hisarcık, Tekfur-Pınarı,
Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerinin feth edilmesi.
1314........ :
Bursa muhasarasının başlatılması.
1316........ :
Orhan Gâzi’nin büyük oğlu şehzâde Süleymân Bey’in doğumu.
1317........ :
Karatekin, Ebesuyu, Karacabey, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kaleleri ile
Kocaeli diyarının fethi.
1320........ :
Osman Gâzi’nin hastalığı ile yerine Orhan Gâzi’yi tâyini.
1321........ :
Mudanya’nın feth edilmesi ve Gemlik zaferi.
1323........ :
Akyazı ve Ayanköy’ün feth edilmesi
1324........ :
Karamürsel’in fethi.
1325........ :
Orhaneli’nin fethi.
1326........ :
Bursa’nın feth edilmesi. Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devhisarı kalelerinin
alınması. Şeyh Edebâlî’nin vefâtı. Osman Gâzi’nin vefâtı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tâc-üt-tevârih;
2) Âşıkpaşazâde Târihi
3) Neşrî Târihi
4) Ed-devlet-ül-Osmâniyye (Seyyid Ahmed bin
Zeynî Dahlân, İstanbul-1986); cild-2, sh. 110
5) Münşeât-ı selâtin (Feridun Bey); cild-1,
sh. 64
6) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3127
7) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ. H. Danişmend);
cild-1, sh. 2
8) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 40
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1056
10)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 375
11) Büyük Türkiye
Târihi (Y. Öztuna); cild-2, sh. 251
12) Osmanlı Devleti
Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 103
13) Osmanlı
İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-2, sh. 28
14) Rehber
Ansiklopedisi; cild-13, sh. 262