Medrese
veya câmide talebeye ders okutan hoca. Arapça bir kelime olup tedris
mastarından ism-i faildir. Müderrisler devrin mektep ve medreselerinde
tahsîlini tamamlayıp, icazet (diploma), mülâzemet (bekleme süresi) ve berât
aldıktan sonra müderrislik makamına tâyin edilirlerdi. Müderris tâbiri onuncu
yüzyıldan sonra yaygınlaştı. Medreselerde ders veren müderrise Dersiam da
denirdi.
Kur’ân-ı
kerîmin öğretilmesi, İslâm eğitimi ve öğretimi bakımından ilk sırayı teşkil
eder. Kur’ân-ı kerîmi ilk öğreten Peygamber efendimiz olduğuna göre, İslâm
târihinde ilk muallim ve müderris de, Allahü teâlânın âlemlere hidâyet rehberi
olarak gönderdiği bu son Peygamberdir.
Din
ilimlerinin eğitim ve öğretimi dört halîfe ve sonraki devirlerde de bütün
canlılığıyla devam etti. Âlimler, sâlihler ve velîler, câmilerde ve onların
etrafında teşekkül eden müesseselerde (medrese, dâr-ül-hadîs, dâr-ül-kurrâ,
dâr-üt-tıb) ders okuttular.
Müslüman
Türk devletleri (Karahanlılar, Selçuklular, Türkiye Selçukluları ve bilhassa
Osmanlılar) din ve fen bilgilerinin tahsil edildiği müesseselere ve buralarda
ders okutan müderrislerin seçimine büyük önem verdiler.
Osmanlı
Devleti’nin kurucusu Osman Gâzi ve diğer Osmanlı sultanları, devletin idarî ve
askerî sahada muvaffak olabilmesi için; îmân, ilim, fen ve teknikte ileri bir
seviyede olmanın lüzumunu kavradıklarından, günün imkânları nisbetinde askerî
teşkîlâtlar, medreseler, câmiler, zâviyeler gibi ilmî teşkîlâtlar kurup
geliştirmeye başladılar. Buralarda yetişen âlimler devlet teşkilâtının kurulmasında
ve dolayısıyla İslâm medeniyetinin yayılmasında büyük hizmetlerde bulundular.
Osmanlı
Devleti’nin ilk yıllarındaki âlimler ve müderrisler daha ziyâde Türkiye
Selçukluları ve civar Türk beyliklerinde yetişerek Osmanlı beyliğine intikâl
etmişlerdi. Devletin genişleyip büyümesiyle ilim adamları yetişmeye başladı.
Gün geldi, Osmanlı medreselerinde yetişen Kâdızâde-i Rûmî ve başka bâzı âlimler
ders vermek üzere başka İslâm memleketlerine gittiler. Bu hususta Fransız
tarihçisi Lamartin, sultan birinci Murâd Han devrinden bahsederken: “Sultan
birinci Murâd Han devrinde yetişen matematikçiler, fen âlimleri ve şâirler,
Bursa’da doğup gelişen ilim ve edebiyatı İran’a, Orta Asya’ya kadar
götürüyorlardı. Bursa kâdılarından birinin oğlu olan Kâdızâde-i Rûmî, Semerkand’a
geometri öğretmeye gittiğinde, dersleri o kadar ilgi çekici oluyordu ki, ders
verdiği saatlerde bütün şehrin kürsileri boşalıyor, hattâ müderrisler bile
gelip talebesi oluyorlardı. Yine Bursalı âlimlerden Cemâleddîn Efendi, Arap
lügatini ezbere biliyordu ve vazîfesi, sultan Murâd’ın medreselerinde dil
öğretmekti.”
Osmanlı
Devleti’nin kuruluş ve gelişme yıllarında hizmet veren ilk müderris ve ilim
adamlarından bâzıları şunlardır: Dursun Fakîh, Karacahisar’da Osman Gâzi adına
ilk Cuma hutbesini okuyan zât olup, ilk Osmanlı kâdısı (hâkimi) idi. Dâvûd-ı
Kayseri, Orhan Gâzi’nin İznik’te manastırdan çevrilen ilk medreseye ilk tâyin
ettiği müderristi. Şeyh Tâcüddîn Kürdî, Dâvûd-ı Kayserî’nin yerine müderris
tâyin oldu. Alâüddîn-i Esved, İznik Medresesi’nin bir diğer müderrisi idi.
Sinânüddîn el-Fakîh, Orhan Gâzi zamanında Bursa’ya ilk tâyin edilen zât idi.
Kara Halîl (Çandarlı), Kâdızâde-i Rûmî’nin babası Koca Efendi ve Kâdızâde-i
Rûmî, Osmanlı Devleti’nin ilk müderrisleri idi (Bkz. Kâdızâde-i Rûmî). Molla Fenârî’yi
(r. aleyh) yetiştiren Şeyh Cemâleddîn Aksarâyî de, Murâd-ı Hüdâvendigâr devri
âlimlerinden olup, Aksaray Zincirli Medresesi müderrisi idi. İbn-i Melek
İzzüddîn Abdüllatîf, Tire Medresesi’nde müderris idi. Yıldırım Bâyezîd bu
bölgeyi kendisine bağlayınca ona iltifat edip, aynı vazîfede bıraktı. İlk
Osmanlı şeyhülislâmı Molla Şemseddîn Fenârî Bursa kâdılığında bulunmuş ve elli
yıl kadar da tâlim ve tedrisle (müderrislikle) meşgul olmuştur. Yüzden fazla
eseri olup, özellikle mantık kitabı asırlarca medreselerde ders kitabı olarak
okutulmuştur.
Osmanlılarda
tek dershaneli medreselerde bir, Sahn-ı semân ve Süleymâniye medreseleri gibi
birden fazla dershanesi olan medreselerin her dershanesi için birer müderris
bulunurdu.
Medreselerde
bütün talebenin ortak ders yapabileceği umûmî ve büyük bir dershane ve onun
etrafında dizilen odalar vardı. Her talebenin ayrı odası olurdu. Müderrisler
umûmî mevzuları ortadaki büyük dershanede anlatır; daha sonra her talebe
odasına çekilir ve müderrisi ile başbaşa kendi sahasında çalışırdı. Müderrisler
okuttukları derslerden herhangi bir konu üzerinde talebelerine münazara
yaptırırlar, sonunda iki taraf arasında hâkem olup görüşlerini söylerlerdi.
Dânişmendler arasından seçilen muîdler (yardımcılar, doçent veya asistanlar)
hem müderrisin dersini tekrarlar hem de dânişmendlerîn disiplini ile meşgul
olurlardı. Sahn-ı semân muîdleri, ayrıca tetimme medreselerinde talebelere ders
verirlerdi.
Muîdler
ellili medreselerden aşağı seviyelerdeki medreselere tâyin ile getirilirlerdi.
Dânişmendler arasında muîd olabilecek vasıfta bulunanların seçimi müderrisler
tarafından yapılmakta olup, en az iki sene muîdlikte kalınmakta idi. Muîdlik,
Osmanlılarda 1908 İnkılâbından sonra Sultanîlerde de aynı vazîfeyi görmek için
ihdas edilmişse de sonradan kaldırılmıştır.
Danişmendliğin
son kademelerinde muîdlikten sonra sıkı bir imtihandan geçen talebelere
icazetname ve temessük denilen diploma verilirdi. Bunlarda umûmîyetle talebenin
okuduğu dersler ve hocalar yazılır, sonra da icazetnameyi veren hocanın adı
kaydedilir ve onun da hocalarının silsilesi sayılarak meşhur bir âlime kadar
uzanırdı.
Henüz
muîdliğe çıkamamış talebelerin de bir hocanın dersini bitirdikten sonra diğer
bir hocaya (müderrise) devam edebilmeleri için ellerinde temessük (o dersi
bitirdiğine dâir belge) bulunması şarttı.
Osmanlı
medrese teşkilâtında Hâriç ve Dâhil medreselerindeki dersleri gören talebe,
Fâtih ve Süleymâniye medreseleri seviyelerinde tedristen sonra me’zun olur ve
Anadolu’da vazife alacaksa, Anadolu kazaskerinin; Rumeli’de vazîfe alacaksa
Rumeli kazaskerinin muayyen günlerdeki meclislerine devam ederek, matlab
denilen deftere (rûznâmeye) mülâzim kaydedilir.
Sırası
geldiğinde en aşağı derecedeki Hâşiye-i Tecrîd (yirmili) medreselerinden birine
günlük 20 akçe ile tâyin edilerek müderrisliğe geçerdi. Böylece mülâzemetten
sonraki normal muameleye göre yirmili bir medreseye tâyin olan müderris, sıra
ile Terakkî ederek, otuzlu, kırklı, ellili, altmışlı ve daha yüksek payelere
çıkabilirdi. Osmanlı medreselerinin yirmili, otuzlu, kırklı, ellili vb.
isimlerle anılması, müderrislerin aldığı yevmiyelere göre idi (Bkz.
Medreseler).
Müderrislerin
medreselerde kalış müddetleri on yedinci yüzyıla kadar üç yıl olarak
görülmektedir. Bu zamandan sonra bütün ilmiye sınıfı ile beraber müderrislerin
de daha az zamanda terakkî ederek paye kazandıkları anlaşılmaktadır. Bir
müderris, bulunduğu seviyeden üst payedeki bir medreseye terakkî ederken, şâyet
boş (münhal) bir medrese mevcut ve başka istekli de yoksa, hemen tâyin
edilirdi. Birden fazla istekli bulunması hâlinde aralarında imtihan yapılırdı.
Rumeli ve Anadolu kazaskerleri huzurunda ve genellikle Zeyrek, Ayasofya ve Vefâ
câmilerinde yapılan imtihanlar sözlü ve yazılı olmak üzere iki şekilde olurdu.
Yazılı imtihan için müderrislere bir mes’ele üzerinde risale (tez)
yazdırılırdı. Mülakatta ise, hem hazırladığı risaleden ve hem de muteber bir
fıkıh kitabı olan Hidâye’nin bölümlerinden okutulup sorulur, kim üstün gelirse,
münhal medrese ona tevcih edilirdi. İmtihanda muvaffak olamayanlar başka bir
yerin açılmasını ve ikinci bir imtihanı beklerdi.
Bütün
müderrislerin tâyinleri önceleri kazaskerlerin pâdişâha arz etmeleriyle
yapılırdı. On altıncı asır ortalarından itibaren Hâşiye-i Tecrîd, miftah ve
kırklı medreselerin müderrislerinin kazaskerler ve daha yukarı medreselerin
müderrislerinin tâyinleri, şeyhülislâmın sadrâzam vasıtasıyla inhası üzerine
olmuştur.
Hiç
bir müderris vakıf şartlarına aykırı olarak medreseye tâyin edilemezdi. Ayrıca
vakfiyede müderrise yevmiye olarak kaç akçe tesbit edilmişse ondan aşağı
yevmiye verilemezdi. Ancak medresenin payesi yükseltilerek müderrise daha
yüksek bir yevmiye verilebilirdi. Bu durumda yükselen yevmiye, vakfın geliri
müsâidse ondan, değilse başka vakıfların fazlalıklarından veya devlet hazînesinden
verilirdi.
Müderrislerin
azledilmeleri, haklılığı kabul edilen sebeblere dayanılarak, tâyini arzeden
makamın teklifi ve tâyin eden makamın tasdiki ile olurdu. Müderrislerin meşru
özür olmaksızın zaviyeyi terketmek, âmirlere karşı çirkin davranmak ve edebe
uymayan sözler söylemek, muîdlik ve mülâzimliği bir ticâret metâı hâline
getirmek gibi hâlleri azil sebebi sayılıyordu. Müderrisler, almakta oldukları
son akçe üzerinden tekaüde (emekli) ayrılırlardı.
Osmanlı
Devleti’nde başta pâdişâh ve devlet adamları, ilim sahiplerine (âlimlere,
sâlihlere, velîlere) karşı büyük bir saygı ve hürmet duyuyordu. Çünkü âlimler
Kur’ân-ı kerîmde ve Hadîs-i şerîflerde medh ü sena edilmişlerdi. Bu saygı ve
anlayış devam ettiği müddetçe, devlet ve millet gelişip güçlendi, yükselmeye
devam etti. İlim adamları da âlimliğin şeref ve haysiyetini ayağa düşürecek
hareketlerden sakındılar ve devlet adamlarına gereğinden fazla ve yersiz
iltifatlarda bulunmadılar. Ancak vazifeleri îcâbı ihtiyâç kadar onlarla
birlikte oldular. Diğer zamanlarda onlardan uzak durmayı ve ilimle meşgul
olmayı tercih ettiler.
Medrese
ve müderrisler, insanı dünyânın esîri yapmadan onun fâtihi ve sahibi yapma
vazîfesini gördüler. Osmanlıda bu temeller üzerinde din ve devlet adamlarının
en mükemmel bir şekilde yetiştirilmesi ana gaye oldu. Ferdî kabiliyete göre
ferdî öğretim yapmayı hedef alan plân ve programlardan daha mükemmel bir metod
geliştirerek tatbik etti. Bugünkü modern pedegojinin de tavsiye ettiği bir
tarzda, sınıf geçme yerine ders geçme yolunun seçilerek, me’zuniyeti yıllara
değil, kabiliyet ve çalışkanlığa bağladı. Dolayısıyla medreselerde okuma süresi
hoca (müderris) ve talebelerinin gayretine bağlı olarak uzayıp kısaldı. Zekî ve
çalışkan bir talebe, tahsilini çabuk tamamlayıp kısa zamanda me’zun olmuş,
ancak devlet me’muru olabilmesi için, belli bir yaş aranmıştır. Medreselerde
umûmî derslerin yapıldığı sınıflarda talebe sayısı yirmiyi geçmemiştir. Bu
durum, derslerin tekrarlarla karşılıklı soru ve cevaplarla daha iyi anlaşılma
imkânını hazırlamış ve talebeye ufuklar açmıştır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Târih-i Cevdet;
cild-1, sh. 110
2) Osmanlı
Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı; sh. 55
3) Osmanlı Medreseleri; sh. 26
4) İlk Osmanlı Medreseleri; sh. 17
5) Târih-ut-terbiyyet-il-islâmiyye (A. Çelebi, Beyrut-1954)
7) Rehber Ansiklopedisi; cild-12, sh. 354
8) Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri; cild-2,
sh. 598
9) Fâtih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayâtı; sh. 80
v.d.