Tanzîmât’tan
sonraki yeni edebiyat dönemi şâir ve edebiyatçılarından, gazeteci, muharrir,
tarihçi. Dil, edebiyat, edebiyat târihi çalışmaları, tenkid ve tercüme
sahalarında şöhret kazanmıştır. Asıl adı Ömer’dir. Babası, Saraçhânebaşı’nda
saraçlık yapan Ahmed Ağa’nın oğlu Ali Bey’dir. Ömer, ailesinin üçüncü çocuğu
olarak 1850 yılında doğdu.
Tahsîline
Fevziye mektebinde başladı, ilk önce Kur’ân-ı kerîmi ezberleyerek, kardeşi ile
birlikte din bilgilerini öğrendi. 1858 yılında İstanbul’a ticâret için gelen
dayısı kalaycı Ahmed Ağa’nın daveti üzerine, annesiyle birlikte Varna’ya
giderek bir süre orada kaldı. İstanbul’a dönüşlerinden bir müddet sonra henüz
çocuk yaşta iken babası vefât edince, yeniden dayısının isteği üzerine Varna’ya
gittiler.
Ömer,
İstanbul’da başladığı tahsîlini, Varna’da, önce hattat ve müderris olan
Müftîzâde Abdülhalîm Efendi’den; Arabça, sülüs ve nesih dersleri alarak sürdürdü.
Hattatlıkta icazet aldı. Hocasının verdiği Hulûsî mahlası ile bâzı yazılar,
hattâ bir Mushaf-ı şerîf yazdı.
Varna’da
da rüşdiye mektebi açılıp, hocası Abdülhalîm muallimliğine getirilince, o da
muallim-i sânîliğe (ikinci muallim) getirildi (1867). Bu târihten sonra kendi
kendini yetiştirmek için gece-gündüz çalışan Ömer, Celiloğlu Halîl Efendi’den
Arabça; Hoca Hâfız Mahmûd Efendi’den de Farsça dersleri aldı. Arab ve Fars
edebiyatı ile ilgilendi; bu arada hocasıyla birlikte Gülistan’ı okudu. Aynı günlerde
Giridî Azîz Efendi’nin Muhayyelât’ındaki Kıssa-i Naci Billâh ve Şahide
hikâyesindeki Naci’yi çok beğenip, bu ismi kendisine mahlas olarak aldı.
Böylece bir yandan bütün gayret ve çalışmalarıyla adım adım edebiyatın içine
girerken, çevresindekilerin de dikkatini çekiyor, diğer yandan da Varna’ya yeni
gelen Kavalalı Hüseyin Efendi’den aruz ve telhîs, Varna’daki hükümet tercümanı
Komyeno Efendi’den de Fransızca dersleri alıyordu.
Yayınlanan
ilk yazıları, 1874’de Rusçuk’ta çıkan Tuna gazetesine gönderdiği okumanın
faydalarını anlatan fıkralarıdır. Bu gazetede yayınlanan mektuplarından birisi,
İstanbul’da Basiret gazetesi tarafından iktibas edilip yayınlandı. Kalem
redifli manzumesi ise, Tuna okuyucularına parasız olarak dağıtıldı. Bağdâdlı
Ruhî ve Ziya Paşa’ya nazire olarak kaleme aldığı Terkîb-i bend’i yine aynı
günlerde küçük bir risale olarak yayınlandı.
Naci,
Varna rüşdiyesinin teftişi sırasında tanıştığı ve Varna, mutasarrıflığından
Tulçi’ye tâyin edilen Süleymâniyeli Kürt Saîd Paşa’nın husûsî kâtipliğini kabul
ederek muallimlikten ayrıldı (1876). Tülçi’ye gittikten az sonra, Doksanüç
harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının çıkması üzerine, Sa’îd Paşa
ile Tırnova, Osmanpazarı ve Varna yoluyla İstanbul’a geldi.
Sa’îd
Paşa bir süre sonra Yenişehir Feneri’ne tâyin edilince, Naci’yi de yanında
götürdü. Burada vazîfeli olduğu cinayet mahkemesi kâtipliğinden sıkıldı ve
istifa etti. Bu istifadan sonra İstanbul’a döndü. Bu sırada Siirt
mutasarrıflığı yapan Sa’îd Paşa’nın İstanbul’a dönmesi sonunda Anadolu
müfettişliğine getirilmesiyle Naci de onunla birlikte seyahat etmeye başladı.
Haleb ve Diyarbakır üzerinden Erzurum’a kadar uzanan ve Trabzon’da biten bu
dokuz aylık seyahat esnasında, Nusaybin’de Bir Vadi ve Dicle
gibi meşhûr şiirlerini yazdı. Böylece şöhretinin ilk basamaklarına çıktı.
1881’de
Sa’îd Paşa’nın Cezâyir-i Bahr-i Sefîd vâliliğine tâyini üzerine, onunla beraber
Sakız’a gitti. Buraya geldiğinde başlayan kuvvetli bir zelzelenin Naci üzerinde
büyük te’siri oldu. Bundan aldığı ilhamla; Feryâd, Mehtâb, Sakız’da Bir Harabede, Bir Sevdâzede,
Kebister ve Serzeniş şiirlerini kaleme aldı.
Sakız’da
kaldığı bu yıllarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevîsi’ni çok okudu ve
etkilendi. Hayâtın manasızlığını, basitliğini anlayıp bu duygularını; “Nedir o
nevha şu viranenin civarında” mısrâlarıyla başlayan şiirinde dile getirdi. Bu
arada İstanbul’da yayınlanan Tercümân-ı hakikat gazetesinin sahibi Ahmed
Midhat Efendi ile yazışmaya başladı. Sakız’da bulunduğu sürece bâzan imzasız,
bâzan da Ahmed Mes’ûd, Bir Hâne-berdûş, Bir Firkatzede ve Naci müstear
isimleriyle şiirler gönderip gazetede yayınlattı. Bu şiirlerle de edebî
hüviyetinin tam anlamıyla teşekkül ettiğini isbât etti.
Mayıs
1882’de Sa’îd Paşa hâriciye nâzırlığına tâyin edilince, onunla birlikte
İstanbul’a döndü. Hâriciye mektûbî kalemi halîfeliğine getirildi. Bir müddet
sonra da istifa etti. Aynı günlerde Berlin sefaretine elçi olarak tâyin edilen
Sa’îd Paşa’nın beraber gitme teklifini kabul etmedi. Ahmed Midhad Efendi’nin
dâvetine uyup, Tercümân-ı
hakikat gazetesinin edebî sütununu idare etmeye başladı (1883).
Bu
gazetede bâzan Naci, bâzan Mes’üd-ı Harabâtî imzasıyla şiirler, gazeller ve
başka yazılar neşretti. Aynı imza ile kendi gazellerine de nazireler söyledi.
Fransızca’dan manzum, mensur kuvvetli tercümeler yaptı. Bir müddet sonra Midhat
Efendi’nin kızıyla evlenerek ona dâmâd oldu (1884). Naci’nin o yıllarda çok
okunan bu gazetede neşrettiği gazeller; dil, teknik ve ahenk bakımından
kuvvetli manzumelerdi. Bunlar, öteden beri hasret çektikleri ve bir türlü
kopamadıklan dîvân şiirinin bu kadar kuvvetle canlanması karşısında büyük
heyecan duyanları harekete geçirdi. Gazetenin bu sütununa sayısız nazîreler ve
tahmisler yazılmaya başladı ve hâdise dîvân şiirine doğru adetâ yeni bir akım
hâlini aldı.
Bu
durum, dîvân şiirini iyi kötü her tarafıyla yıkmak isteyenlerin harekete
geçmelerine ve yeni edebiyatın alemdarı bildikleri Recâizâde Ekrem’in kanatları
altında birleşip Naci’ye karşı cephe almalarına sebeb oldu. Naci ise, kendi
temiz ahlâkından, tam bir ihlâsla inandığı İslâm terbiyesinden ve Türk şiirinin
kendi mazisine bağlı kalması lüzumuna verdiği ehemmiyetten aldığı cesaretle
kendine has bir yenilik içinde dîvân edebiyatını korumaya devam etti. Bunun
üzerine yeni edebiyatçıların da tahrikiyle Ahmed Midhat Efendi’nin kaleme
aldığı ihtar mahiyetindeki bir yazı üzerine Tercümân-ı hakikat’dan ayrıldı
(Ağustos 1885).
Bir
müddet Saadet
ve Mürüvvet gazetelerinde
çalışan Naci; Şeyh Vasfi, Necib Nâdir ve Abdülkerîm Sâbit’in çıkardığı İmdâd-ül-midâd
mecmuasının kurucuları arasında yer aldı. Selânikli Tevfik’le de Teâvün-i aklâm’ı
çıkardı (1886).
Bu
târihlerde Mekteb-i sultanî’de ve Mülkiye mektebinde edebiyat dersleri de
okutuyor, talebelere düzgün bir lisan öğrettiği gibi, Türkçe’nin inceliklerini
tanıtıyordu. Daha sonra Mekteb-i hukuk’da ders almış ve kudretli muallimliğine
burada devam etmişti.
1887’de
tek başına Mecmûa-i
muallim’i çıkaran Naci, 1890’da da Mürüvvet gazetesinde baş makaleler
yazdı. 1891’de Osmanlı Devleti’nin kurucusu Ertuğrul Gâzi’nin hayâtını
menkıbevî bir şekilde destanlaştıran bir manzumesi dolayısiyle, devrin pâdişâhı
İkinci Abdülhamîd Han tarafından, Târih-nüvis-i selâtîn-i âl-i Osman ünvânıyla
taltif edildi. Rütbe ve nişan verilerek saraya alınıp maaş bağlandı. Böylece
geçim sıkıntısından kurtulan Nâci, resmî görevinden ayrılarak bütün vaktini
Osmanlı târihini yazmaya ayırdı. Hayâtının son günlerinde Fâtih’de mütevazı bir
evde oturan Naci, geçirdiği kalp krizi sonucu 1893’de vefât etti.
Cenaze
masrafları İkinci Abdülhamîd Han’ın emriyle hazîne-i hassadan (saray hazînesi)
karşılanarak, Ayasofya’da kılınan cenaze namazından sonra Dîvânyolu’nda sultan
İkinci Mahmûd Türbesi hazîresine defnedildi.
Manzûm-mensûr,
te’lif ve tercüme irili ufaklı elliye yakın eserin sahibi olan Muallim Naci’nin
eserlerini; şiir, tenkîd, dil ve edebiyat târihi, okul kitapları olmak üzere
bir kaç grupta toplamak mümkündür.
Şiir:
1- Terkîb-i
Bend-i Muallim Naci (1874), 2- Âteşpâre (1883-88) 3- Şerâre (1884), 4- Fürûzân
(1886), 5- Sünbüle
(1890), 6- Mir’ât-ı
Bedâyî: Mesnevî-i Muallim Naci adıyla da bilinen bu risale, elli
dört beyti sultan İkinci Abdülhamîd Han’a medhiye olmak üzere doksan beytten
ibaret bir mesnevîdir (1896). 7- Yâdigâr-ı Naci: Gazete ve dergilerden toplanarak
bir araya getirilen şiirleri.
Manzum
destan denemeleri: 1- Mûsâ bin Ebî’I-Gâzân yâhud Hamiyyet (1882), 2- Ertuğrul Bey Gâzi:
Yüz yetmiş altı beyttir. 3- Hazîne-i fünûn.
Dil,
edebî tenkid ve lügat: 1- Yazmış bulundum (1884), 2- Muallim (1886), 3- Demdeme
(1887), 4- Müdâfaanâme
(1886) 5- Istılâhât-ı
edebiye: Yazı kaideleri ile edebiyat terimlerini, devrinde en iyi
açıklayan kitaplardan biri (1889), 6- Lügat-i Naci: Fetva kelimesine kadarını yazmıştır
(1890). 7- Esâmî:
İslâm dünyâsında tanınmış kadın-erkek sekiz yüz elli kişi hakkında kısa
bilgiler verir (1891).
Mektep
kitapları: 1- Tâlîm-i
kıraat (1885), 2- Mekteb-i edeb (1885), 3- Vezâif-i ebeveyn (1887).
Tercüme:
1- Hürde-i
fürûş (1885), 2- Muammâ-yı ilâhî: Fahreddîn-i Râzî’nin Mefâtih-ül-gayb
adlı eserinden faydalanarak hazırlanmıştır (1885). 3- Sânihât-ül-Arab (1886), 4- Sâib’de söz
(1886), 5- Emsâl-i
Ali: Hazret-i Ali’nin sözleri ve tercümeleri (1887), 6- Hikem-ür-Rufâî:
Seyyid Ahmed Rufai’nin tasavvufî konularda söylediği bâzı sözlerin tercümesi
(1887), 7-Hulâsat-ül-ihlâs:
İhlâs sûresinin tefsiri (1887). 8- Sânihât-ül-Acem (1887), 9- Ubaydiye (1888), 10- Nümûne-i Suhan
(1891), 11- İnşâ
ve İnşâd (1891).
Tiyatro:
Heder;
trajedidir.
Diğerleri:
1- İ’câz-ı
Kur’ân: Kur’ân-ı kerîmin mucize olduğunu, yine Kur’ân-ı kerîmden
aldığı bâzı âyetlerle isbatlayan risale (1884). 2- Medrese hâtıraları (1886), 3- Yâdigâr-ı Avnî
(1886), 4- Nevâdir-ül-Ekâbir
(1887), 5- Mehmed
Muzaffer Mecmuası (1889), 6- Sünbüle Ömer’in çocukluğu: Sekiz yaşına kadarki
hayât hikâyesidir (1890).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) XIX. Asır Türk
Edebiyatı Târihi (A. H. Tanpınar); sh. 596
2) Resimli Türk
Edebiyatı Târihi (N. S. Banarlı); cild-2, sh. 982
3) Rehber
Ansiklopedisi; cild-12, sh. 214
4) Büyük Türk
Klasikleri (Ötüken); cild-8, sh. 392
5) Yakın Çağ Târih
Kültür ve Edebîyâtı Üzerine Araştırmalar II, (Prof. Dr. Kaya Bilgegil)
6) Türk
Edebiyatından Seçme Parçalar (Cevdet Kudret); sh. 234
7) İslâm Meşhurları
Ansiklopedisi; cild-2, sh. 1318