Kânûnî
Sultan Süleymân Han’ın 29 Ağustos 1526 târihinde Mohaç ovasında haçlılara karşı
kazandığı zafer.
Osmanlı
Türkleri; Rumeli’ye ayak bastıkları târihten îtibâren, bir buçuk asırdan fazla
bir devirde, karşılarında ya hasım veya hasma yardımcı olarak hep Macarları
görmüşlerdi. 1521 yılında sefere çıkan Kânûni Sultan Süleymân Han, Belgrad’ı
fethederek Macarlara ağır bir darbe indirdi. Kânûnî’nin daha sonra Mısır isyânı
ile uğraşmasını fırsat bilen Macar kralı Layoş, Osmanlıları Avrupa’dan atmak
için yeni ittifaklar aramaya başladı. Bir taraftan şiî Safevî Devleti ile
anlaşmak isterken, diğer yandan Alman imparatoru Şarlken ile dostluk te’sis
etti. Osmanlı hakimiyetindeki Eflak ve Boğdan prensliklerini de kışkırtmaya
başladı. Bu durum üzerine Macarlara kesin bir darbe vurmak isteyen Kânûnî
Sultan Süleymân Han, Rumeli’deki ordu kumandanı ve devlet adamlarına gönderdiği
fermanda ilkbahara Sofya’da toplanmalarını bildirdi. Anadolu beylerbeyi Behram
Paşa ile Bosna sancakbeyi, Kırım hanı Saadet Giray ve diğer kumandan ve devlet
adamlarının da sefere hazırlanmalarını istedi. 1526 baharında bütün
hazırlıklarını tamamlayan Kânûnî Sultan Süleymân Han, önce hazret-i Ebû Eyyûb
el-Ensârî’nin, Şeyh Vefâ’nın, dedesi sultan Bâyezid Han’ın ve babası Yavuz
Sultan Selim Han’ın türbelerini ziyaret etti. Bunların rûhâniyetlerinden yardım
ve duâ istirham eyleyip, onları cenâb-ı Hakk’a vesile yaparak zaferin müyesser
olması için Allahü teâlâya yalvardı.
1526
yılı Nisan ayının 23’ünde yola çıkan ordu, Edirne-Filibe-Sofya-Niş üzerinden
Belgrad yolunu tâkib etti. Sofya’da, Anadolu askerinin de katılması ile Osmanlı
ordusunun kadrosu tamamlandı. Sofya’dan îtibâren sadrâzam İbrâhim Paşa
kumandasında öncü kuvvetleri çıkarıldı.
Bu
sırada Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın üzerlerine yürüyeceğini haber alan Macar
kralı bir taraftan savaş hazırlıklarına başlamış, öte yandan Avrupa’nın bütün
devletlerine başvurarak yardım etmelerini istemişti. Bu arada Osmanlıların
hedefinin Budin olduğunu bilen Macar meclisi, kralı bizzat ordunun başında
görevlendirdi.
Petervaradin
ve Ösek kalelerinin alınmasından sonra Osmanlı ordusu Tuna’yı tâkib ederek yola
devam etmek için gemiler üzerine kurulan köprüden Drava nehrini geçerken, Macar
öncü kuvvetlerinin saldırısına uğradı. Fakat Osmanlı topçusunun zamanında ateş
açması üzerine bu baskın püskürtüldü. Alınan esirler konuşturularak, Macar
ordusunun Zigetvar’ın doğusundaki Mohaç ovasında bulunduğu öğrenildi.
Osmanlı
ordusu hem ağır yürüyor hem de harp tertibatı alıyordu. Sağ kolda vezîriâzam ve
Rumeli beylerbeyi İbrâhim Paşa, sol kolda Anadolu beylerbeyi Behram Paşa,
merkezde pâdişâh, yeniçeri ağası ve kapıkulu askerleri her seferdeki gibi
yerlerini almışlardı.
Macar
süvarileri birbirlerine zincirlerle bağlı ve atları da talimli olduğundan,
hücum edecekleri cepheleri alt-üst edebilirlerdi. Hele 40-50 bin kişilik bir
süvârî kuvvetinin önünde durulamıyacagını tecrübeli akıncılar iyi biliyorlardı.
Fakat bunların hücumlarının ancak, önlerinden kaçıp, sür’atle gerilerinden ve
yanlarından vurmakla önlenebileceğini öğrenmişlerdi.
Mohaç
sahrasında toplanan harp meclisinde Semendre beyi Yahyâ Paşazade Bâli Bey’in bu
tarzdaki îkâz ve tavsiyesi üzerine ordu yeni bir harp nizâmı aldı. Evvelâ
ordunun ağırlıkları geride bırakıldı. Savaşta ise, ordunun iki kanadını açarak
Macar süvârî kitlesinin içeri alınıp topların önüne çekilerek geriden ve yandan
vurulması kararlaştırıldı. Yeniçeriler bu defa geriye alındı. Bunların önlerine
zincirle birbirlerine bağlı toplar yerleştirildi. Kapıkulu süvarisi ile Bosna
beyi Hüsrev Bey’in deli (akıncı) kuvveti ihtiyatta kalıp ihtiyâç olmadıkça harbe
iştirak etmiyeceklerdi. Bu toplantıdan sonra komutanlar, emrindeki kuvvetleri
harp meydanına yerleştirerek düzene soktular.
Muhârebe
öncesi Osmanlı ordusunun mevcudu iki yüz elli bin, Macarlarınki ise iki yüz bin
civarında idi. Macar kralı, kumandası altındaki Macarlardan başka, Alman, Leh,
Çek, İtalyan ve İspanyollardan mürekkep yetmiş bin kişilik zırhlı şövalyelere
de çok güvenmekte idi.
Her
zamankinin aksine Osmanlı askeri hemen hücuma geçmeyip, yerlerinde kımıldamadan
beklediler. Bu durum düşman komutanlarını şaşırttı. İkindi vaktine kadar
bekleyen birleşik haçlı kuvvetleri, daha fazla sabredemeyerek hücuma geçti.
Macarların gelişini, İngiliz yazarı Fair Fax Dovvney şöyle anlatmaktadır:
“...
Macar süvârî alayları, başlarında krallık bayrağına sarılmış kral Louis olduğu
hâlde, hücuma kalktılar. Zırhlı gömlekli şövalyeler, sanki bir cirit oyununda
yarış yerinde geçit yapıyorlarmış gibi, savaş meydanına girdiler... Fevkalâde
iyi işlenmiş olan zırhları, her bir atlıyı, müteharrik bir çelik kale hâline getirmişti.
Gökte top top olmuş bulutlar, bayrakların, flamaların parlak renklerini
sönükleştiremiyor, çelikten göğüs siperlerinin ve at koşumlarının
parıltısındaki parlaklığı kararlamıyordu. Bunların karşısında ise gösterişten
uzak, sultanlarına tam itaatli, şehid olmayı büyük bir arzu ile bekleyen,
yalçın kayalar gibi sert, dudaklarında duâlar eksik olmayan Osmanlı ordusu
vardı.
Macarlar
önce tırıs, sonra dört nala saldırdılar. Sanki çelikten bir çığ, gümbürdiyerek
yuvarlandı da, toprak bunun altında sarsıldı. Çatal bayraklar rüzgârla
şakırdarken, mızraklar düşmana doğru sivrilmişti. Binlerce at nalının yere
vurmasından hâsıl olan korkunç bir uğultunun dalga dalga yayılması ile keskin
savaş naraları yükseldi. Ehl-i Sâlib’in ruhu kıyam etmiş, ortalığı sarsıyordu.”
Böylece
Macarlar bu son Osmanlı plânına vâkıf olmadıkları için, altmış bin kişilik
zırhlı süvarileriyle eski Osmanlı plânı zanniyle asıl merkeze hücum ile işi
hâlledeceklerini ümit etmişlerdi. Osmanlılar ise Macarları merkeze çekmek
suretiyle imha etmek istiyorlardı. Macar kumandanlarından Piyer Pereney ile
Papaz Pol Tomori bütün kuvvetleriyle vezîriâzam kumandasındaki Rumeli askeri
üzerine hücum ettiler. Osmanlı merkez kuvvetleri plân mucibince geri çekilip
düşmanı içeriye aldılar. Anadolu kuvvetlerinin yandan tazyiki ile Macar
kuvvetleri daha içeri alınıp, topların önüne getiriliyordu. Bâli Bey kuvvetleri
ise, sür’atle düşmanın arkasını çevirerek Macar süvarilerini ikiye ayırdılar.
Bundan başka Macarların bizzat kral Layoş kumandasındaki ikinci kolu Anadolu
kuvvetleri üzerine yâni Pâdişâh’ın bulunduğu ordugâhın kalbine doğru hücum
ettiler. Kendisini muvaffak olmuş gören düşman iyice içeri girdi. Bu arada
Pâdişâh’ı esir veya öldürmeye yemin eden Markzali ismindeki şövalyenin
kumandasındaki kırk kişilik fedaî müfreze tarafından Pâdişâh’ın üzerine ok
yağdırıldığı, hattâ zırhına bir kaç isabet olduğu hâlde sultan Süleymân
yerinden kımıldamıyordu. Hattâ Markzali ve iki arkadaşı Pâdişâh’ın yanına kadar
gelmeye muvaffak oldu. Kânûnî kılıcını çekerek, bu namlı üç Macar şövalyesini
öldürdü.
Macarların
kral kumandasındaki kuvvetleri de içeriye alınıp topların önüne çekildikten,
gerileri de akıncı ve deli kuvvetleri tarafından çevrildikten sonra, üç yüz top
birden ateşe başladı. Kendisini muzaffer olmuş sanan Macar ordusu karma karışık
bir hâle geldi. Panik başladı. Beraberlikleri kaybolan Macar tümenleri küçük
müfrezeler şeklinde kendi başlarına çarpışmaya başladılar. Kânûnî, umûmî
kumandaya tamamen hâkimdi. Bir taraftan Bâli Bey, diğer taraftan Hüsrev Bey, Kânûnî’nin
emri gereğince iki taraftan kıskacı kapatıyorlardı. Bu andan îtibâren yarım
saat içerisinde ortada Macar ordusu diye bir şey kalmadı. Osmanlı kılıcından
kurtulabilenler gece karanlığında bilmeyerek bataklığa saplanıp boğuldular.
Bizzat kral ikinci Layoş da kendini kurtaramadı ve atıyla beraber bataklığa
sürüklenip boğuldu.
Bir
Fransız tarihçisi Mohaç muhârebesini anlatırken; “Târihte hiç bir savaş
gösterilemez ki, Mohaç’da olduğu gibi, bir tek muhârebe bütün bir milletin
istikbâlini asırlar boyunca ortadan kaldırsın!..” demektedir. Gerçekten de
Mohaç zaferinin neticesi pek mühim olmuş, 637 yıllık büyük Macar krallığı târih
ve siyâsî coğrafyadan silinmiştir. Zaferin diğer bir parlak cephesi ise, Türk
zayiatının pek az olmasıdır. Osmanlı târihlerine göre Türk şehîdleri çok az
idi. Yaralılar ise bir kaç bini geçmiyordu. Buna mukabil düşmandan kaçıp
kurtulabilenler hemen hemen hiç yoktu.
Cihân
târihinin en kesin imha muhârebelerinden olan Mohaç zaferinin kazanılması,
birinci derecede başkumandan olarak Kânûnî Sultan Süleymân’a, ikinci olarak
Bâli Bey’e aitti. 31 Ağustos’ta yâni muhârebeden iki gün sonra, Mohaç
sahrasında Türk ordusu muazzam bir geçit resmi yapmış ve muzaffer
başkumandanını selâmlamıştır. Ertesi gün 1 Eylül’de Pâdişâh, akıncılar başta olmak
üzere, orduya Macaristan’ın ve başkent Budin’in fethini emretmiş, halkın esir
alınmasını ve yağmayı menetmiştir. Nitekim Mohaç savaşı ile Orta Avrupa’nın
açılan kapısından giren Osmanlı ordusu, 3 Eylül sabah namazından sonra,
Tuna’nın batı kıyısından kuzeye doğru hareket etmek suretiyle, Macaristan’ın
fethine giriştiler.
J. Michelet adlı Fransız yazarı,
Mohaç seferine giden ordudaki disiplini ve mükemmelliğini, hayranlıkla şöyle
belirtiyor: “... Başta Yavuz Sultan Selîm Han ve Kanunî Sultan Süleymân Han
olmak üzere bir çok pâdişâh devrinde, Türkler, hıristiyanlara harpte itidal ve
zaferde yumuşaklık göstermeyi öğretmişlerdi. 1526’da 200.000 kişi, ekilmiş
tarlalara ayak basmadan ve bir tek ot koparmadan, yaya olarak ülkeyi bir baştan
öbür başa kat etmiştir.”
Kânûnî Sultân Süleymân, gece geç
vakitlere kadar namaz kılıp, secdede göz yaşı dökerek Allahü teâlâya yalvardı.
Askerinin muzaffer olması için Yâsîn-i şerifler okuyarak, âlim ve evliyâyı
cenâh-ı Hakk’a vesile eyledi. 29 Ağustos 1526 sabahı, namazdan sonra birlikte
yerlerini aldılar. Pâdişâh zırhlı elbisesini giymiş ve bir ak ata binmişti.
Başında bir tolga ve tolganın üzerinde de üç sorguç görülüyordu. Savaş kıyafeti
ile orduyu son bir defa teftiş etti. Dalgalanan şanlı sancak altında, ellerini
gök yüzüne açarak yaşlı gözlerle;
“Yâ Rabbî! Kudret ve kuvvet senden!
İmdât ve himaye senden! Ümmet-i Muhammed’e yardım et” diye duâ etti.
Bütün mücâhidler, Pâdişâh’ın bu
duâsına “Âmîn!..” dediler. Sonra mücâhid Gâzilerine dönerek; “Ey şu mübarek
sancak-ı şerîf (sevgili Peygamberimizin sancağı) altında toplanan
müslümanlar!.. Ey yeniçeriler, azaplar, sipahiler!.. Humbaracılar, çarhacılar,
akıncı beylerim!.. Erlerim, erenlerim, askerlerim! Cümle âlem bilir ki,
müslümanlar, yalnız ve sâdece Allah rızâsını kazanmak için cenk ederler. İşte
biz buralara kadar, İslâm dîninin yayılmasını engelemek isteyen fitnecilerle
savaşmaya geldik. Ölürsek şehîd, kalırsak gâzi... Gayri göreyim sizi...”
deyince, gâzileri coşkun bir yiğitlik dalgası ve alev alev yakan bir îmân
rüzgârı sardı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Târih-i Peçevî; cild-1, sh. 113
2) Mohaç Meydan Muhârebesi (Geza Perjes, çev.
Şerif Baştav, Ankara-1988)
3) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh.
324
4) Îzâhlı Osmanlı
Târihi Kronolojisi; cild-2, sh. 115
5) Büyük Türkiye
Târihi; cild-3, sh. 353
6) Rehber
Ansiklopedisi; cild-12, sh. 178
7) Kânûnî ile 46
Yıl; sh. 29
8)
Münşeât-us-selâtîn; cild-1, sh. 569