Ticâret
yolları üzerinde kervanların konakladığı ve her türlü ihtiyâçlarının ücretsiz
karşılandığı, devlet veya hayırsever kişiler tarafından yapılmış muhkem
binalar. İslâmiyet’in ilk dönemlerinde askerî maksatla ve sınır emniyetini
korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticarî maksatla kullanılmaya
başlandı. Kervanların konakladığı yer olan bu binalara, kervansaray adı
verildi. Türklerin müslüman olmasından sonra İslâm toprakları üzerinde ortaya
çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamanında en gelişmiş şeklini aldı.
Anadolu’daki çeşitli ticâret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı.
Selçuklular
devrinde Anadolu’da kurulan bu yol güzergâhları, Osmanlılar zamanında değişti
ve sınırlarının genişlemesi netîcesi, Anadolu’da ticâret ileri derecede önemini
kaybetti. Bunun üzerine, bu yollar da nisbeten ıssızlaştı. Meselâ Osmanlı
Devleti’ne başşehir olan İstanbul’u Suriye ve Irak’a bağlayan yol, Konya-Adana
istikâmetini tâkib ettiği için, Antalya’dan Sivas’a veya Elbistan’dan Kayseri
ve Sivas’a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tâli yol durumuna
düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini
kaybetti. Fakat yeni yol güzergâhlarının ortaya çıkması üzerine, Osmanlılar da
kervansaray yapımına devam ettiler. Hac farizasını îfâ etmek için giden
hacıların her türlü ihtiyâçlarını karşılamak üzere, İstanbul’u, Suriye
üzerinden Mekke ve Medine’ye bağlayan yol üzerinde kervansaraylar kurdular.
Osmanlı kervansarayları her yerde mahallî şartlara uygun ve aynı zamanda çok
san’atlı inşâ edilmiş mükemmel mîmârî eserler oldu.
Kervansaraylarda
yatakhâne ve aşhâneler, erzak anbarları, ticarî eşya depoları, yolcuların
hayvanları için ahırlar, samanlıklar, namaz kılmak için mescidler,
kütüphâneler, misafirlerin yıkanması için hamamlar, şadırvanlar, hastahâneler
ve eczâhâneler, yolcuların ayakkabılarını tamir etmek ve fakir yolculara
yenisini yapmak için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu
teşkîlât ve te’sisleri idare edecek gelir ve gider hesaplarını yapacak dîvân
(büro) ve me’murları vardı. Kervansaraylara inip konaklayan tüccar ve
yolcuların; zengin-fakir, müslüman gayr-i müslim farkı gözetmeksizin her türlü
ihtiyâçları ücretsiz görülürdü.
On
beşinci asrın ilk yarısında Osmanlı topraklarına gelen Fransız elçisi
Bertranden de
Yine
bir Fransız sefiri olan Ricaut da, on yedinci asırdaki Türk han ve
kervansarayları hakkında; “Osmanlı Türkleri bu çeşit yapılarda fevkalâde
ihtişam göstermişler, devletlerin eyâletlerini böyle hanlarla doldurmuşlardır”
demektedir.
Kervansaraylara
büyük ehemmiyet veren Osmanlı sultanları, bunların düzenli işletilmesi için,
hüküm ve yasaknâmeler ihtiva eden Kervansaray kanunnâmeleri yayınlamışlardır.
Mimar
Sinân’ın bizzat yaptığı kervansaraylar şunlardır: 1- Kânûnî’nin Süleymâniye
tabhânesinin arkasındaki kervansarayı, 2- Rüstem Paşa’nın Kapalıçarşı’daki
Cebeciler Kervansarayı, 3- Rüstem Paşa’nın Galata’daki şimdi Kurşunlu adıyla
anılan kervansarayı, 4- Ali Paşa’nın Bitpazarı’ndaki kervansarayı, 5- Vefâ’da
Pertevpaşa Kervansarayı.
On
yedinci asırda İstanbul’da 12, Üsküdar’da 11 kervansaray olduğunu Evliyâ Çelebi
kaydetmektedir.
İzmit-Gebze’de
Çoban Mustafa Paşa Kervansarayı, Afyon-Sincanlı’da Sinân Paşa Kervansarayı,
Eskişehir Kurşunlu Kervansarayı, Bilecik-Bozüyük’te Kâsım Paşa Kervansarayı,
Diyarbakır Hüsrev Paşa Kervansarayı (Deliller hanı), İzmir-Çeşme’de
Kervansaray, İstanbul-Silivri’de Pîrî Mehmed Paşa Kervansarayı,
Edirne-İpsala’da Hüsrev Paşa Kervansarayı, Antakya-Belen’de Kânûnî Sultan
Süleymân Kervansarayı, Konya-Ereğli’de Rüstem Paşa Kervansarayı, Tekirdağ
(Rodoscuk) Rüstem Paşa Kervansarayı, Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı, Erzurum
Rüstem Paşa Kervansarayı, Edirne-Babaeski’de Ali Paşa Kervansarayı,
Büyükçekmece’de Kânûnî Sultan Süleymân Kervansarayı, Edirne Ali Paşa
Kervansarayı, Bursa Ali Paşa Kervansarayı, Kırklareli-Lüleburgaz’da Sokullu
Mehmed Paşa Kervansarayı, Konya-Karapınar’da sultan İkinci Selîm Han
Kervansarayı, Edirne-Havsa’da Kasımpaşa Kervansarayı, Bitlis el-Aman
Kervansarayı, Antakya-Payas’ta sultan İkinci Selîm Kervansarayı, Diyarbakır
Hasan Paşa Kervansarayı, İzmit Pertev Paşa Kervansarayı, Konya-Ilgın’da Lala
Mustafa Paşa Kervansarayı, Üsküdar Atîk Vâlide Kervansarayı ve Manisa Kurşunlu
Kervansarayı meşhur Osmanlı kervansaraylarından bâzılarıdır.
Kânûnî,
vakfiyesinde kendi kervansarayları için; “Ve Ziyâfethâne-i bîadîl ve ceygâh-ı
misâfirîn ve İbn-is-sebîl” (benzeri olmayan ziyafetleri ile müsâfir ve
yolcuların barınağı denmektedir.
İslâm
dîninin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği ehemmiyet sonucu ortaya
çıkan kervansarayların, bir benzeri ortaçağ Avrupasında olmadığı gibi akla bile
gelmemişti. İslâm târihinin önceki devirlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da bu
güzel ve fâideli eserler, uzun bir zaman halkın hizmetinde kullanıldılar.
Evliya Çelebi; kervansaraylardaki
usûl ve âdabı şu şekilde anlatmaktadır: “Bir bâb-ı azîm (büyük bir kapı) içre
kal’a-misâl karşu karşuya 150 ocak hân-ı kebîrdir (büyük handır). Haremli,
develikli, ahurlı olup sâdece ahuru üç binden ziyâde hayvan alur. Kapuda dâima
dîdebânları (gözcüleri) nigehbânlık (gözcülük) ederler. Ba’del’aşâ
(yatsıdan sonra) kapuda mehterhâne çalınup, kapu sedd olunur (kapanır).
Dîdebânlar, vakıfdan kandiller yakup dibinde yaturlar. Eğer nısfülleylede (gece
yarısı) taşradan müsâfir gelirse, kapuyı açup içeri alırlar; mahazer (hazır
olan) taam (yemek) getirirler. Amma (Ancak) cihân yıkılsa içeriden taşra bir
âdem bırakmazlar, şart-ı vâkıf (vakfedenin şartı) böyledir. Tâ cümle (bütün)
müsâfirîn (misafirler) kalktıkda yine mehterhâne döğülüp herkes malından
haberdâr olur. Hancılar, dellâllar gibi; “Ey ümmet-i Muhammed! Malınız,
canınız, atınız, eşyanız tamam mıdır?” diye recâ edüp nida ederler. Müsâfirîn
cümlesi; “Tamamdır! Hak teâlâ, sâhib-i hayrata (hayır sahibine) rahmet eyleye”
didiklerinde, bevvâblar (kapıcılar) vakt-i şâfii (uygun vakitte) iki
dervâzeleri (kapıları) güşâde edüp (açıp) yine kapu dibinde; “Gafil gitmen,
bisât (yaygı, örtü) gaip etmen, herkesi refik (yol arkadaşı) etmen, yürün,
Allah âsân (kolay) getire” diyü duâ ve nasihat ederler. Herkes bir canibe
(tarafa) revân olur. Bu hanın garbında vüzerâ ve vükelâ, âyân ve kibar için
haremli, dîvânhâneli, yüz elli hücreli, hamamlı, kilerli, matbahlı bir sarây-ı
azîm (büyük bir saray) vardır ki, medhinde lisan kasîrdir (kısadır, âcizdir).”
Kânûnî Sultan Süleymân nâmına
yazılan Kanunnâmede kervansaraylar hakkında konulan hükümler, Evliyâ Çelebi’nin
ifâdesini te’yid etmektedir: “Kervansaraycılar emin ve mûtemed kimseler olup,
her sabah kervansaray halkına icazet vermeden kervansarayda konan halktan istifsar
edüp (sorup) kimsenin rızkı sirkat ve nehb (hırsızlık ve yağma) olmadığı malûm
ve muhakkak oldukdan sonra kârbânsaray (kervansaray) kapusın açıvere. Ve
kârbânsaraycı bu mânâyı eyidüp destur vermiş olup sonra kârbânsaray halkında
kimesne rızkın ve esvabın (elbiselerin) uğrılandı (çalındı) diye mesmû olmaya
(işitmeye). Ve eğer kârbânsaraycı ol mânâyı eyitmeden halka destur vermiş olup,
olgice kârbânsarayda konan halkın nesnesi uğrılanmış olup, ki muhakkak ola,
kârbânsaraycıdan çün gadr oldu (nasıl söze uyulmadı) uğrılanın esvabın
kıymetini kârbânsaraycıya tazmin itdüreler.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) XVIII. Yüzyıl Osmanlı Kurumları ve Osmanlı
Toplum Yaşantısı; sh. 90
2) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-2, sh. 245
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-10, sh. 64
4) Büyük Türkiye Târihi
5) Mimarbaşı Koca Sinân, Yaşadığı Çağ ve
Eserleri; sh. 369
6) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-3, sh. 52
7) Selçuklular ve İslâmiyet (Osman Turan,
İstanbul-1980); sh. 161
8) Netâyic-ül-vukûât; cild-2, sh. 105
9) Seyahatname (Evliya Çelebi); cild-3, sh.
300