Tanzîmât
devri Osmanlı sadrâzam ve devlet adamlarından. Babası şâir Keçecizâde Mehmed
İzzet Efendi, annesi Hibetullah Hanım olup, 1814 yılında İstanbul’da doğdu.
Çocuk yaşta ilim tahsiline yöneldi. Daha sonra sultan İkinci Mahmûd Han’ın
Galata Sarayı’nda kurduğu Mekteb-i tıbbiye-i şâhâne-i askeriyyeye girdi.
Mektebde bütün dersler Fransızca verildiğinden, bu dili mükemmel olarak
öğrendi. Yirmi iki yaşında hekim yüzbaşı rütbesiyle Tıbbiyeyi bitirdikten
sonra, kapdân-ı derya Çengeloğlu Tâhir Paşa’nın maiyyetinde alay tabîbi olarak
Trablusgarb’a gitti. Bir müddet tabîblik yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp,
Tophane ve Bahriye askerlerine doktorluk yaptı. Paris ve Londra elçiliklerinde
bulunduğu sırada İskoç masonlarının te’sirinde kalarak masonluğu benimseyen
Mustafa Reşîd Paşa’nın dikkatini çeken Mehmed Fuâd, onun teşvikiyle, doktorluk
mesleğini terk ederek, siyâsî hayâta atıldı. 1837’de Bâb-ı âlî tercüme
kaleminde vazife aldı. Bir müddet sonra hâcegânlık rütbesi verildi. 1838’de
Umûr-i Nâfia meclisi ikinci kâtipliğine, 1839’da Bâb-ı âlî mütercim-i
evvelliğine tâyin olundu. 1840 yılında Londra sefâreti başkâtipliğine
getirildi. Burada kaldığı sırada Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına yönelik
Avrupâî fikirlerin te’sirinde kaldı ve üç yıl kadar sonra İstanbul’a döndü.
Burada tanıştığı Londra elçisi Âlî Paşa ile dost oldu.
1843’de
Madrid, bir yıl sonra da Lizbon muvakkat (geçici) elçiliklerine tâyin edildi.
1845’de Safvet Efendi’nin (Paşa) hâriciye kitabetine nakledilmesi sırasında
Dîvân-ı hümâyûn tercümanlığına getirildi. 1846’da rütbe-i ûlâ, sınıf-ı sânî
rütbesi verildi. Te’sirinde kaldığı hâmisi Mustafa Reşîd Paşa’nın birinci
sadrâzamlığında, 1847’de rütbe-i ûlâ, sınıf-ı evvel rütbesi verilerek Dîvân-ı
hümâyûn âmedciliğine tâyin dildi.
Macarların,
Avusturya Devleti’ne karşı bağımsızlık faaliyetlerine girişmeleri neticesinde
Eflak, Romen birliği fikriyle kaynamaya başlamıştı. Voyvoda Bibeşko da 1848
yılında Kânûn-i esâsî’yi istemeyerek de olsa kabul ettikten dörd gün sonra
kaçmak zorunda kaldı. Bu hareket Boğdan’a da sıçrayınca buranın voyvodası
Mihâil Sturdza vazîfeden çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu karışıklık
esnasında bir ara duruma hâkim olan milliyetçiler, muhtemel bir Rus nüfuzuna
karşı, Bâb-i âlî’ye temayül gösterince, Fuâd Paşa 1849’da fevkalâde yetkilerle
Bükreş’e komiser olarak gönderildi. Aynı sene içinde Avusturya ve Rusya
orduları önünden kaçan Leh ve Macarlar, Osmanlı sınırını geçerek sığınma hakkı
istediler. Böylece Osmanlı târihinde; “Mül-tecîler mes’elesi” denilen ve uzun
süre devam eden problemlerden biri başladı. Rusya ve Avusturya, mültecilerinin
iadesini istedi. Bu esnada sadrâzam olan Reşîd Paşa, İngiliz ve Fransızların
teşvîki ile bu isteği reddetti. Zîrâ İngiliz ve Fransızlar Osmanlı Devleti’ni
Ruslarla meşgul ederek sömürgelerinde rahat hareket etmek istiyorlardı. Bunun
için Reşîd Paşa’ya destek vâdediyorlardı. Ayrıca İngiltere de donanmasını
Çanakkale boğazına gönderdi. Fuâd Efendi ise, Bükreş’ten Bâb-ı âlî’ye
gönderdiği raporda mültecilerden 36 subayın teslimini tektif etti. Fakat Reşîd
Paşa kabul etmedi. Avrupa basınında Osmanlı Devleti’nin bu hareketini tasvîb
eden yazılar çıkıyordu. Fuâd Efendi’nin teklifini reddeden Reşîd Paşa, Viyana
büyükelçisi Kostaki Bey’i Avusturya imparatoruna; fevkalâde murahhas büyükelçi
ünvânı verilen Fuâd Paşayı da, mülteciler mes’elesinin halli için, pâdişâh
adına Rus çarına elçi olarak vazifelendirdi. Fuâd Bey Petersburg’a giderek Rus
çarı Nikola ile başbaşa görüştü. Bu durum Avrupa basınında yazılınca Fuâd
Efendi meşhur oldu. Aynı sene içinde bâlâ rütbesiyle sadâret müsteşarlığına
getirildi. 1850’de İstanbul’a geldi. İmtiyaz nişanı verijerek Encümen-i dânişin
teşkilinde dahilî âzâlığa tâyin edildi. Bursa’ya dinlenmeye gittiklerinde,
Cevdet Paşa ile birlikte Kayâid-i Osmaniye kitabını yazdı. Aynı sene
İstanbul’da İngiliz sefiri olan Lord Rading, Mustafa Reşîd Paşa ve adamlarının
da desteğiyle Galata civarında İskoç locasına bağlı bir mason locası kurdurdu.
Bunu fırsat bilen Fransızlar da derhal harekete geçerek Beyoğlu’nda bir mason
locası kurdular. Fuâd Paşa ve Alî Paşa bu Fransız mason locasına girdiler. Fuâd
Paşa, 1852 senesinde me’mûriyet-i mahsûsa ile Mısır’a Kavalalılar arasında
çıkan miras mes’elesini hâlletmek üzere gönderildi. Gayr-i müslimlerle
müslümanları eşit sayan, Mustafa Reşîd Paşa ve adamlarınca hazırlanarak ilân
ettirilen Tanzîmât fermanını da beraberinde götürdü. Tanzîmât fermanının halkın
önünde açıkça okunmasının, Mısır’da karışıklığa sebeb olacağını düşünen Abbâs
Hilmi Paşa, fermanı, vilâyet dâiresinde bulunan me’mûr ve ileri gelenlerin
huzurunda okuttu. Fuâd Efendi, fermanı okunmuş kabul etti ve Abbâs Hilmi
Paşa’ya, Bâb-ı âlî’ye hitaben bağlılığını bildiren bir mektup yazdırıp,
hazîneye konmak üzere kırk bin altın ve Mısır’ın senelik vergisini 80 bin
altına çıkararak İstanbul’a döndü ve bu mektubu, büyük bir hediye gibi, Mustafa
Reşîd Paşa’ya takdim etti. Mısır’dan elde ettiği bu gelirlere karşılık da Abbâs
Hilmi Paşa’ya hayât boyu Mısır vâliliği imtiyazı verdi. Verilen bu imtiyaz neredeyse
Mısır’ın istiklâli demekti. Böylece Mısır’ın Osmanlı Devleti’nin elinden
çıkmasına zemin hazırlanıyordu. Abbâs Hilmi Paşa’nın vazîfeden alınmasını
isteyen Mustafa Reşîd Paşa, asıl maksadına kavuşamayınca, Cevdet Paşa’nın
bildirdiğine göre Abbâs Paşa’dan bin altın hediye alan Fuâd Efendi’ye kırılıp,
gün geçtikçe araları açıldı. Mustafa Reşîd Paşa’ya karşı olan Âlî Paşa ile
beraber hareket eden Fuâd Efendi, Mustafa Reşîd Paşa’ya karşı cephe meydana
getirmeye çalıştı. Serasker Rüşdî Paşa’nın da Fuâd ve Âlî Paşa tarafında yer
almasıyla, Mustafa Reşîd Paşa tarafı iktidar kavgasında zayıf kaldı.
Fuâd
Efendi, 1852’de Mısır’dan dönünce, hâriciye nezâretine tâyin olundu. Bu
vazifesi esnâsında Kudüs’te makâmât-ı mukaddese mes’elesi ortaya çıktı. Bu
mes’elenin esas noktası şöyle idi: Kudüs müslümanlarca olduğu gibi,
hıristiyanlarca da mukaddes idi. Burayı ziyaret eden hıristiyan, hıristiyan
hacısı kabul edilirdi. Buradaki dînî âyinleri Yavuz Sultan Selîm’den itibaren
pâdişâhın tâyin ettiği bir hıristiyan din adamı idare ederdi. Bu din adamı daha
ziyâde Ortodoks olurdu. Zîrâ Osmanlı Devleti Ortodoksların yanında yer alarak,
katolik ve protestan Avrupa’ya karşı onları kullanırdı. Böylece muhtemel bir
Avrupa birliğinin önüne geçilirdi.
Dördüncü
Murâd devrinde, haçlı seferlerinden beri katolik rahiplerin hizmet ettikleri
bâzı kiliselerden, bu hizmetler alınarak pâdişâhın sözlü bir emri ile
Ortodokslara verildi. 19. asırda imparator olan üçüncü Napoleon, Fransa’nın
emperyalist prestijini artırmak için katoliklerin hâmiliğini iddia etmeye
başladı. Bu arada İngiltere de Protestanların Kudüs’de temsil edilmediğini
iddia ederek, Reşîd Paşa vasıtasıyla burada bir kilise yaptırdılar. Fuâd Efendi
de Fransızlara bâzı vâdlerde bulundu. Îsâ aleyhisselâmın doğduğu Beyt-ül-lahm
mağarasında katoliklere bir dolap yaptırma izni verdi ve Beyt-ül-lahm
kilisesine âit kapı anahtarının latinlere verileceğinden bahsetti. Hâlbuki
önceden, Rus çarına gönderilen bir nâme-i hümâyûnda mevcûd statünün muhafaza
edileceği bildirilmişti. Fuâd Efendi’nin bu hareketi, Ortodoksların hâmiliğini
iddia eden Ruslarla Osmanlı devleti arasındaki münâsebetleri gergin bir safhaya
getirdi. Rus çarı, daha önce Bâb-ı âlî’nin kendisine yaptığı gibi, Rus prensi
Mençikofu fevkalâde elçi olarak İstanbul’a gönderdi.
Rus prensi Mençikof’un usûle aykırı
şekilde hâriciye nâzırını ziyaret etmeden sadrâzamı ziyaret etmesi, Fuâd
Paşa’nın 1853’de hâriciye nâzırlığından istifa etmesine yol açtı.
Fuâd
Paşa’nın Makâmât-ı mukaddese mes’elesinde Fransa tarafını tutması Rus savaşının
sebeblerinden biri oldu ve neticede Kırım savaşı çıktı.
Osmanlı
Devleti’nin Kırım harbiyle meşgul olduğu sırada Yunanlılar isyân ettiler. Bir
sene açıkta kalan Fuâd Paşa bir ordu kumandanına verilen selâhiyetlerle
donatılarak hâdiseleri bastırmak için 1854’de Yanya ve Tırhala’yâ gönderildi.
Bu vazifeyi kanlı bir şekilde yerine getirdi ve yeni kurulan Meclis-i âlî-i
tanzîmât’a âzâ tâyin edildi. Âlî Paşa’nın ikinci defa sadrâzam olması üzerine,
1855’de Fuâd Efendi vezirlik rütbesiyle ikinci defa hâriciye nâzırlığına
getirildi. Böylece Paşa oldu. 1856’da Âlî Paşa’nın sadâretten azl edilip, Mustafa
Reşîd Paşa’nın sadârete getirilmesi üzerine, Fuâd Paşada hâriciye nâzırlığından
istifa etti. Mustafa Reşîd Paşa, Âlî ve Fuâd paşalara yeni hükümette vazîfe
vermek istediyse de kabul etmediler. Mecâlis-i âliyyeye me’mûr edilen Fuâd
Paşa, 1857’de Meclis-i âlî-i tanzîmât reisliğine getirildi. 1858’de Âlî
Paşa’nın tekrar sadârete getirilmesi üzerine, üçüncü defa hâriciye nâzırlığına
tâyin edildi. Aynı yıl içinde Eflâk ve Boğdan’ın yeni idaresini kararlaştırmak
için toplanan Paris kongresine murahhas olarak katıldı.
1856’da
îlân edilen Islâhat fermanına tepki olarak ortaya çıkan Şam’daki müslümanlarla
hıristiyanların kavgası üzerine; katolikle’rin hâmiliğini iddia eden Fransa,
hıristiyanları korumak bahanesiyle Suriye üzerine asker sevk etti. Bunun
üzerine Fuâd Paşa, 1860’da Suriye’ye fevkalâde me’mur ve murahhas tâyin edildi.
Dış politikada Fransız tarafdârı olan Fuâd Paşa, Fransız askerinin müdâhalesine
meydan vermemek için şiddetli tedbirlere başvurdu. Fransa’ya yaranmak için
Arabistan ordusu müşiri ve Şam vâlisi olup bu vak’anın zuhur edeceğini
defalarca Bâb-ı âlî’ye bildiren, fakat kulak arkası edilip, iki ay görevden el
çektirilen ve askerinin bir kısmı da başka yere nakledilip, adetâ
cezalandırılmak istenen Müşir Ahmed Paşa’yı vazîfeden uzaklaştırarak, maiyyetindeki
61 sivil ve 111 askeri ile birlikte kurşuna dizdirdi. Bir çok kimseyi sürgün ve
habsettirdi.
Hıristiyan
ahâli Tanzîmât
ve Islâhat fermanlarına göre kânun önünde eşit oldukları hâlde,
onlara hafif cezalar verdi. Hattâ hazîneden Mârûnîlere 750.000 altın dağıttı.
Burada bulunduğu sırada Ziya Paşa’nın; “Âlî Paşa, Fuâd Paşa’yı emin sanıp,
göndermiş ve orada yedi-sekiz yüz bin kese para çalacağı besbelli hatırına
gelmemiş idi” dediği gibi mâlî yolsuzlukta bulundu. Fuâd Paşa’nın daha sonra
iki oğlunun birden ölmesi ve iki konağının arka arkaya yanması, burada döktüğü
müslüman kanının bedeli olduğu İstanbul’da, halk arasında konuşuldu.
Fuâd
Paşa Suriye’de iken Abdülmecîd Han vefât edip yerine Abdülazîz Han pâdişâh
oldu. 1861’de Meclis-i Vâlâ-yı ahkâm-ı adliyye ile Meclis-i âlî-i tanzîmât
1861’de birleştirilerek reisliğine Fuâd Paşa tâyin edildi. Aynı sene içinde
dördüncü defa hâriciye nezâretine, kısa bir müddet sonra da sadâret makamına
getirildi. Daha önceki devirlerde bozulmaya başlayan mâlî durum, onun zamanında
gittikçe kötüleşti. Rumeli’nde artan milliyetçilik hareketlerinde pasif kaldığı
için 14 ay kadar yapabildiği sadâretten 1862 yılı sonlarında istifa etti.
Arkadaşları Âlî Paşa, Kâmil ve Rüşdî paşalar da sultan Abdülazîz Han’ı müşkil
durumda bırakıp istediklerini yaptırmak maksadıyla topluca istifa ettiler.
Fakat fikirlerinde ısrarlı olamayan, koltuk ve makam hırsından başka bir şey
düşünmeyen bu paşalar kısa bir müddet sonra pâdişâhın teklif ettiği vazifeleri
kabul etmek zorunda kaldılar. Bu sırada Fuâd Paşa Meclis-i vâlâ reisliğini
kabul etti. Sultan Abdülazîz Han’ın 1863’deki Mısır ziyaretine katıldı. Bu
sırada Meclis-i vâlâ reisliğinden seraskerliğe nakledildi. Bu göreve bir
sivilin getirilmesi hiç görülmediğinden, Osmanlı târihinde bir istisna teşkîl
etti. Sultan Abdülazîz Han’ın Mısır seyahatinde yanından ayrılmayarak
yakınlığını kazandı.
İstanbul’a
dönünce de Osmanlı târihinde ilk olarak yâver-i ekrem ünvânını aldı. Aradan bir
ay geçmeden de seraskerlik uhdesinde kalmak üzere ikinci defa sadrâzam oldu.
1866 yılına kadar bu vazifede kaldı. Sadâceti esnâsında Âlî Paşa ile beraber
Mısır vâlisi İsmâil Paşa’ya yeni imtiyazlar ve selâhiyetler vererek, vâlilik
ünvânını hidivliğe çevirdi. İsmâil Paşa, İstanbul’a Fuâd ve Âlî paşalara külçe
külçe altın göndererek bu imtiyazları elde ettiği gibi her istediğini yaptırdı.
Hidivliğin sâdece İsmâil Paşa’nın evlâdına tahsisi için ferman çıkarttıran Fuâd
Paşa, hidivliğe vâris olması gereken Mustafa Fâzıl ve Halîm paşaların
kırılmalarına sebeb oldu. Avrupa’ya giderek meşrutiyetçi fikirleri savunan Yeni
Osmanlılarla (Jön Türkler) münâsebet kuran ve onları destekleyen Mustafa Fâzıl
Paşa; Fuâd Paşa ile diğer tanzîmâtçılar aleyhinde neşriyat yaptı. Böylece
hükümete ve Pâdişâh’a karşı çıkmasına, senelerce devletin başının ağrımasına
sebeb oldular.
Fuâd
Paşa, 1866 yılında sadâretten ve seraskerlikten ayrıldı. Bir buçuk ay kadar
açıkda kaldıktan sonra, Rüşdî Paşa’nın istifası üzerine sadrâzam olan Âlî
Paşa’nın ısrarı ile 1867 yılında beşinci defa hâriciye nezâretine tâyin olundu.
Sultan Abdülazîz Han’ın Avrupa seyahatine hâriciye nâzırı olarak katıldı.
Dönüşte sadâret kâim-i makâmlığı vazifesi de verildi. Seyahatten dönüşte
Yakacık’a giderek Yûsuf Kâmil Paşa’nın köşkünde istirahat etti. O sırada
Bâyezîd’de inşâ ettirmekte olduğu konağın, mâliye dâiresi olarak kullanılması
üzerine, kâim-i makâmlıktan ve hâriciye nezâretinden istifa etti. Daha önceden
tutulmuş olduğu romatizmanın kalb hastalığına çevirmesi üzerine, doktorların
tavsiyesiyle Fransa’nın Nice (Nis) şehrine gitti. 1868’de orada öldü. Cenazesi
Paris sefaretinde bulunan Tahsin Efendi tarafından yıkandı ve kefenlendi.
Fransa’da
şatafatlı bir cenaze merasimi yapılarak, cenazesi bir Fransız gemisiyle
İstanbul’a getirildi. İstanbul’da da büyük bir cenaze merasimi yapılarak Üçler
Câmii civarındaki türbesine defnedildi.
Cevdet
Paşa Mârûzat’da;
“Fuâd Paşa’nın cenazesi Derseâdet’e (İstanbul) getirilip müheyya olan türbesine
götürülürken, sanki bir alafranga alay gibi herkes gülüyordu. Lâkin o sırada
“Allah taksiratını affetsin” diyenler çok idi. Rahmet ile yâd edenler de var
idi” diyerek onun; ölümü esnasında müslümanların sevindiklerini ifâde etmiştir.
Bir
muhalif şâir de şu kıt’ayı söyledi:
Şer’in ahkâmını fesh etmeği etdikçe
murâd
Gadab-ı Hak ile makhûr olur elbette Fuâd
Âteş-i zulm ile yandıkça hemân kalb-i ibâd
Tutuşup yandı bu şeb hâne-i berbâd-ı Fuâd.
Mustafa
Reşîd Paşa’nın yetiştirmesi olan Fuâd Paşa Fransız politikası tarafdârı idi.
Sadrâzamlığı sırasında pâdişâhın emirlerine karşı geldiği için vazifeden alınmıştı.
Volterci fikirlere sâhib olup İslâmî meziyetlerden uzaktı. Sadrâzam ve serasker
iken bir Ramazan günü Bâyezîd Câmii’ne namaz kılmaya gitmişti. Cemâatin
kalabalık olması sebebiyle avluda kalmıştı. Namaza duracağı vakit geride duran
yaverlerine namaz kılmalarını söyledi. Onların; “Abdestimiz yok” demeleri
üzerine de; dînî konulardaki gevşeklik ve kayıtsızlığını ortaya koyarak “Kimin
abdesti var ki” diyerek imâma uydu. Cemâatle namaz kıldı.
Kaht-ı
rical devrinde iş yaptırmak mecburiyetinde kalan pâdişâh tarafından çeşitli
madalya nişan ve makamlar verilen Fuâd Paşa, nâmûs ve iffet konusunda da
kayıtsızdı. Bu hususta Cevdet Paşa Mârûzât’da şunları bildiriyor: “Fuâd Paşa, o
mertebe kayıdsız idi ki familyasının (ailesinin) kayıtsızlığını bildiği hâlde
iğmaz-ı âyn eyler (göz yumar) idi. Çünkü zevcesi hanım efendinin pederi Ahmed
Efendi, Nusayri taifesinden olup, Nusayrîlerde ise hamiyyet ve ırz dâiyeleri
(mefhumu) olmadığından; hanımının kayıtsızlığı pederinden mevrûs (mîrâs)
idi...”
“Avrupa
kültürüyle yetişmiş olan Fuâd Paşa, daha çok Fransa’nın politikası
doğrultusunda hareket ederdi: Bir defasında Fransız sefîrine; “Siz suflörlük
ediniz, fakat sahneyi ve rollerin ibrasını; bize bırakın” demiştir. Başka bir
zamanda da; “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan diğeri aşağıdan
gelir. Bizde aşağıdân gelen bir kuvvet olmadığı için yandan bir kuvvet
kullanmaya muhtacız ki o da sefaretlerdir” dediği o zamanki İbret
gazetesinde iddia edilmiştir.
Gayet
açık sözlü ve hazır cevaplı bir kimse idi. Bir gün diplomatlar toplantısında
Avrupa devletlerinin kuvvet ve kudretinden bahs olunduğu sırada Fuâd Paşa; “En
kuvvetli devlet Osmanlı Devleti’dir. Siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya
çalışıyoruz yine yıkamıyoruz” demişti.
Fuâd
Paşa ileriyi görmeden, acele iş yapar, gayesine ulaşmak için en kısa yoldan
yürürdü. Gideceği yolu önceden tesbit etmediği ve pürüzlerini ayıklamadığı için
ayağı kaydığı olurdu. En son söyleyeceğini en önce söylediği için de
çevresindekilerin düşmanlığını kazanırdı. Sultan Abdülazîz Han bir gün kendisiyle
Âlî ve Mütercim Rüşdî paşalar arasında ne fark olduğunu sorunca; “Üçümüz bir
ırmak kenarına indiğimiz zaman, karşı tarafa geçmek için bir köprü kurulsa ben
hemen atılır yürür geçerim; Âlî Paşa köprünün sağlam olup olmadığını yoklar ve
geçit arar. Rüşdî Paşa’ya gelince, o, bir alay asker geçmeyince köprüye ayak
bile basmaz” diyerek kendi aceleci kişiliğini ortaya koymuştur.
Londra’da Yeni Osmanlılar cemiyeti
tarafından haftada bir yayınlanan Hürriyet gazetesinin 10 Zilkade 1285 (22
Şubat 1869) tarihli 35. sayısında Fuâd Paşa’nın vefâtı şu şekilde verilmiştir:
Hâriciye nâzırı Fuâd Paşa mübtelâ
olduğu illet-i füâdıyeden (kalb hastalığından) dolayı mevsim-i şitâyı (kış
mevsimini) İtalya’da geçirmek üzere bir-iki mâhdan (aydan) beri Nis şehrinde
bast-ı firâş-ı ikâmet etmekte (yatmakta) iken; “Her nerede olursanız olunuz,
ölüm size ulaşır velev ki muhkem kalede olunuz”
mealindeki Nisa sûresi 78. âyet-i kerîmesinin hükm-i ezelîsi îcâbınca geçen
şehr-i şevvalin (şevval ayının) yirmi dokuzuncu Perşembe günü tekmîl-i enfâs-ı
ma’dûde-i hayât (hayâtın sayılı nefeslerini tamam) eylemiştir.
O aralık Nis’te bulunan bir zâtın
tarafımıza yazdığı tafsilâta nazaran müteveffâ-yı müşârün ileyh (kendisine
işaret olunan meyyit yâni Fuâd Paşa) Nis’e azimet iderken (gelirken), Roma’ya
uğrayıp Papa hazretleriyle görüşmüş mu’tâd üzere (âdet üzere) duâsını almış
olduğundan, bu kere vefâtı vukuunda Nis şehri patriği müşârün ileyhin (Fuâd
Paşa’nın) katolik âyini üzere defnolunmasını ve kendisi ma’rûf ve mu’teber ve
husûsiyle Papa’nın enfâs-ı müteberrikasına (mübarek nefeslerine) mazhar olduğundan,
kilisece mu’tâd olan usül-i ihtirâmiyyenin hakkında tamamen icrası teşebbüsüne
kıyam idüp İstanbul’dan tedâvî içün beraber gelmiş olan Horasancızâde akdemce
(önceden) bâzı bahane ile savuşub gitdiği ve yanında bulunanların içinde söz
anlar kimse bulunmadığı cihetle patriğin bu hareketine karşı cevâb verilmeyerek
fakat Paris sefiri Cemîl Paşa’nın vürûduna (gelmesine) kadar tehirine
(beklenilmesine) karar verilmiş, sefir müşârün ileyhe (sefire) serîan (acele)
telgraf yazılıb ânın vürûdunda,
(gelmesinde) müteveffa’nın (Fuâd
Paşa’nın) İstanbul’da defnolunmak üzere vasiyyet-i mahsûsası (husûsi vasiyeti)
olup, nâ’şı oraya nakl olunacağından, kilise âyininin buraca icrasına lüzum
olmadığı ma’zereti serd olunmuş (ileri sürülmüş) ise de patrikin ziyâde’siyle ısrarı
ve bu işte devletçe politikaya binüp şayet Fransa Devleti’nin kızgınlığını
müeddî olur (sebeb olur) telâşı ile fakat (sâdece) meyyitin üzerine yatağında
usûl-i mu’tâdenin (âdet olan usûllerin) icrâsıyla iktifa olunması suretine
patrîkin muvafakati istihsâl edilmiş (alınmış) müteveffânın (Fuâd Paşa’nın)
hâl-i intizârında (vefât ânında) dahi yanında İslâmdan kimse bulunmayıp ve
kendisi takarrüb-i hatimesini (son nefesinin yaklaştığını) bilemeyip Fransızca
söyleşerek teslîm-i ruh eylemiştir.
Müşârün ileyhin (Fuâd
Paşa’nın) i’tikâdı hakkında acâyib acâyib rivayetler var idi. Hele millet-i
İslâmiyye ve Ümmet-i Osmâniyye anın yüzünden pek çok rahnelere (zararlara)
uğradı. Mamafih biz yine; “Ölülerinizi hayırla zikrediniz” tenbih-i
celîline (hadîs-i şerifine) ittibâ ederek (uyarak) fetânet-i zâtiyye ve
nezâket-i muamele gibi hasenatını ihtar ve “Huda mazhar-ı gufran eyleye”
duâsını tekrar ile beraber hitâm-ı hayâtına (hayâtının son bulmasına) müteallik
olarak bâlâda (yukarıda) ihbar olunan (haber verilen) vukuatın zuhura
(olayların meydana) gelmesinden dolayı beyân-ı teessüf ederiz (üzüntülerimizi
belirtiriz).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Son Sadrâzamlar; cild-1, sh. 149
2) Mâruzât; sh. 2 v.d.
3) Târih Musâhebeleri;
4) Rehber Ansiklopedisi; cild-6, sh. 91
5) Târih Konuşmaları; sh. 68
6) Tezâkir
7) Keçecizâde Fuâd Paşa (Y. Öztuna,
Ankara-1988)
8) Ricâl-i mühimme-i Siyâsiyye; sh. 143
9) Muharrerât-ı nâdire; sh. 74
10) Târih-i Lütfî; cild-8, sh. 138
11) Vesâyik-ut-târihiyye
ve siyâsiyye; sh. 68