On
dokuzuncu yüzyılda Mısır’da, idarenin Kavalalılar hânedânına geçmesini sağlayan
paşa. 1769 senesinde Kavala’da doğdu. Babası, Kavala kasabasının bekçibaşısı
olan İbrâhim Ağa’dır. Babasının 17 çocuğu olmuş, fakat içlerinden yalnız Mehmed
Ali yaşamıştı. Bu sebeple babasından büyük bir şefkat ve muhabbet gördü. Fakat
küçük yaşında babasını kaybetti. Babasının ölümünden sonra Kavala mütesellimi
olan, amcası Tosun Ağa’nın himayesine girdi. Bir müddet sonra, amcasının ölümü
üzerine himayeye muhtâc oldu ve iş hayâtına atıldı, önce postacılık sonra da
simsarlık yaptı. 18 yaşına geldiği zaman askerlik hizmetine girdi. Mısır’ı,
Napolyon Bonapart’ın kuvvetlerinden kurtarmak için, Kavala’dan gönderilen seçme
erlerin başında Kâhire’ye geldi. Okur yazar olmamakla beraber çalışkan, cesur,
kabiliyetli olduğu için kendini az zamanda gösterdi ve serçeşmelik ünvânıyla
Kâhire’de başıbozuk erlerin komutanı oldu. Bundan sonra Fransız işgaline karşı
Napolyon’un kuvvetleriyle çarpıştı. Fransızlarla yapılan muhârebelerde ve
bilhassa Ebû Kayr muhârebesinde fevkalâde cesaret gösterip, şöhret kazandı,
itibârı devamlı arttı.
Napolyon’un
Mısır’dan kovulmasından sonra, sultan üçüncü Selîm bölgedeki Osmanlı idaresini
zayıf gördüğünden kuvvetlendirmek istedi. Ancak bu iş için de, her şeyden önce
kendilerini Mısır’ın gerçek sahibi sayan Kölemen beylerini ortadan kaldırmak
gerekiyordu. Bunun için serdâr-ı ekrem Yûsuf Ziya Paşa’nın dönüşünde Hüsrev
Paşa Kahire vâliliğine tâyin edilerek kuvvetli bir idare kurmaya me’mur edildi.
Hüsrev Paşa, Mısır’ın olduğu kadar kendi İktidarını da korumak için düzenli
asker hazırlamaya koyuldu. Bu iş ilerledikçe başıbozuk askere ihtiyaç azaldı.
Hüsrev Paşa, başıbozukları Kâhire’den uzaklaştırmaya başlayınca, bunlar
verilmemiş maaşlarını bahane ederek ayaklandılar. Hüsrev Paşa Mısır’dan kaçtı.
Ancak serçeşme Mehmed Ali Bey, Mısır’daki bu ayaklanmayı önlemeye muvaffak
oldu. Sükûneti sağlaması ve başıbozuk kuvvetleri emri altına almasındaki
başarıları İstanbul’a arz edildi. Bu arada Mısır vâliliği Hurşid Paşa’ya
verildi. Hurşid Paşa, Mısır’da fevkalâde bir güce sâhib bulunduğunu gördüğü
Kavalalı Mehmed Ali’yi Kâhire’den uzaklaştırmak için vezirlik rütbesiyle Cidde
vâliliğine tâyin ettirdi. Mısır’dan çıkmak istemeyen Mehmed Ali ise, Hurşit
Paşa’ya karşı ayaklanma tertipledi.
Sultan
üçüncü Selîm Han ise, Mısır’da kuvvetli bir idarenin ancak muktedir bir
şahsiyet olan Mehmed Ali tarafından sağlanacağını kestirdiğinden ve bu sırada
Vehhâbîlerin mukaddes beldelerdeki tahribatını onun sayesinde önleyebileceğini
düşündüğünden onu Mısır vâliliğine tâyin etti (8 Temmuz 1805).
Mısır’a
vâli olmak kolay, fakat vâli olarak iş görmek güçtü. Bir çok vâliler Mısır’da
bir kaç aydan fazla vâlilik edememişlerdi. Mehmed Ali Paşa Kahire vâliliğine
getirildiği vakit, kendisinden önceki vâliler gibi güç durumda kaldı. Niyeti
Mısır’da kuvvetli bir idare kurmaktı. Fakat Mısır’daki Kölemen beyleri ile
İngilizler böyle bir idarenin kurulmasına tarafdâr değildiler. Nitekim 1807’de
İstanbul önünden çekilmek zorunda kalan İngiliz kuvvetleri, başarısızlıklarını
örtmek için Mısır’ın zabtına giriştiler. Önce İskenderiye civarına asker
çıkararak şehri işgal ettiler. Bu sırada Osmanlı Devleti Rusya ile harp hâlinde
bulunduğundan, Mısır’a yardım edebilecek bir durumda değildi. Fakat Mehmed Ali
Paşa kurduğu düzenli ve disiplinli ordusu ile İngiliz kuvvetlerini Reşid’de
kat’î bir mağlûbiyete uğratarak, 14 Eylül 1808’de geri çekilmek zorunda
bıraktı. Bu başarısı üzerine o târihe kadar donanma tarafından idare edilen
Mısır’ın sahil kısmı da Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldı. Bu arada Mehmed Ali Paşa
Mısır’da iş görmek için Kölemen beylerinin ortadan kaldırılması gerektiğini
anlamış bulunuyordu. Çünkü bunlar zor durumda kaldıklarında İngiliz veya
Fransız kuvvetlerini ülkelerine çağırmaktan çekinmiyorlardı. Mehmed Ali Paşa
1811’de şereflerine verdiği bir ziyafet sonunda bir çoğunu öldürttü ve Mısır’da
tam bir hâkimiyet te’sis etti.
Bu
sırada mukaddes beldeler olan Mekke, Medîne ve Hicaz yöresinde vehhâbîler büyük
bir dert teşkil etmeye başlamışlardı. Vehhâbîlik daha sultan üçüncü Ahmed’in
son zamanlarında, Muhammed bin Abdülvehhâb isminde bir zat tarafından İbn-i
Teymiyye’nin ehl-i sünnete uymayan bozuk fikirlerini ortaya koyan kitaplarından
etkilenerek kurulmuştu. Necd’in bir bölümünü elinde tutan İbn-i Abdülvehhâb
1766 yılına kadar hüküm sürmüş ve etrafına fakir, câhil ve adetâ vahşî
bedevilerden müteşekkil büyük bir kitle toplamıştır. Onun 1766’da ölümü üzerine
yerine oğlu Abdülazîz İbn-i Suûd geçti. İlk olarak bunun zamanında 1791 (B.
1205)’de vehhâbîler ile Mekkeliler arasında ihtilâf oldu. Abdülazîz ibni Suûd
1803 başlarında Hicaz’ı yağmalamaya başladı ve bir ay kadar süren bir
muhasaradan sonra Tâif şehrini aldı. Ahâliyi kılıçtan geçirdi. 30 Nisan’da
Mekke’yi, aldı. Bu senelerde Osmanlı Devleti, haricî düşmanlarla muhârebe
hâlinde bulunduğundan, vehhâbîlik mes’elesi ile ilgilenemedi.
Ancak
1811 senesinde vehhâbîlerin müslümanlara yaptıkları işkence ve hakaretler
dayanılamıyacak hâl aldığından, sultan İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed
Ali Paşa’ya ferman gönderip eşkıyayı terbiye etmesini emreyledi.
Bu
emir üzerine Mehmed Aii Paşa, oğlu Tosun Paşa’nın kumandasındaki bir kolorduyu
1811 yılında isyânı bastırmak üzere Mısır’dan yola çıkardı. Tosun Paşa
Medîne’nin iskelesi olan Yenbû şehrini geri aldı. Cüdeyde yolu ile Medine’ye
giderken Safra vadisi ile Cüdeyde boğazı arasındaki muhârebede bozguna uğradı.
Bunu duyan Mehmed Ali Paşa çok üzüldü. Bir kolordu ile kendisi yola çıktı. 1812
senesinin Ağustos ayında Safra ve Cüdeyde boğazlarını geçti. Mekke emîri Şerîf
Gâlib Efendi ile görüşen ve onun fikirlerinden de istifâde eden Mehmet Ali
Paşa, para ile bir çok köyleri harbsiz ele geçirdi. Yine Şerîf Gâlib’in
gönderdiği gizli plânlarla Kasım 1812’de Medîne’yi de kansız olarak ele geçiren
Mehmed Ali Paşa, Mısır’a döndü. Bir fırkayı da cidde yolundan Mekke üzerine
gönderdi. Bu fırka 1813 senesi başlarında Cidde’ye gelerek Mekke’ye yürüdü ve
şehre girdi. Osmanlı ordusunun Mekke üzerine yürüdüğü haberi yayılınca,
vehhâbîlerin ileri gelenleri dağlara kaçtılar.
Daha
sonra Tâif üzerine de yürüyen Osmanlı ordusu bu şehri de harbsiz ele geçirdi.
Müjde haberi İstanbul’a sultan, ikinci Mahmûd-ı Adlî’ye bildirildi. Bu habere
çok sevinen sultan İkinci Mahmûd Han, Mehmed Ali Paşa’ya teşekkürler ve ihsânlar
gönderip, Hicaz’a tekrar giderek isyâncıları teftiş ve kontrol etmesini
emretti. Pâdişâhın emrine uyan Mehmed Ali Paşa, Mısır’dan tekrar yola çıktı. Bu
sırada Şerif Gâlib Efendi Osmanlı ordusu ile birlikte Taife gitmişti,
isyâncıların ileri gelenlerinden Osman el-Mudâyıkî’yi yakalamıştı. Müdâyıkî,
Mısır’a oradan da İstanbul’a gönderildi. Mehmed Ali Paşa Mekke’ye gidince Şerîf
Gâlib Efendi’yi İstanbul’a gönderdi. Yerine de Yahyâ bin Mes’ûd Efendi’yi emir
yaptı. Mehmed Ali Paşa, Hicaz’ın vehhâbîlerden alınmasından sonra Yemen’e kadar
olan yerleri de kurtarmak için, bir fırka (tümen) gönderdi. Kendi askeri ile de
bu fırkanın yardımına gitti: Oraları da vehhâbîlerden kurtardıktan sonra
Mekke’ye döndü. 1815 yılı ortalarına kadar orada kaldıktan sonra Mısır’a döndü.
Bu, sırada Suûd bin Abdülazîz ölüp yerine oğlu Abdullah bin Suûd geçti. Mehmed
Ali Paşa Mısır’a, gelince, oğlu İbrâhim Paşa’yı bir fırka asker ile Abdullah’ın
üzerine gönderdi. Abdullah bin Suûd önceden Tosun Paşa ile andlaşma yaparak,
Deriyye emîri kalmak şartıyla Osmanlılara itaat edeceğini bildirmişti. Fakat bu
andlaşmayı Mehmed Ali Paşa kabul etmedi. Mısır’dan hareket eden İbrâhim Paşa,
1816 senesi sonunda Deriyye’ye vardı. Abdullah bin Suûd bütün askeri ile
karşısına çıktı. Çok kanlı, muhârebelerden sonra Abdullah bin Suûd yakalandı.
Pek çok müslümanın kanının dökülmesine sebeb olan ve devlete karşı isyân eden
Abdullah bin Suüd ile, dört oğlu ve ümerâsından bâzıları esir alınarak Mısır’a,
oradan da İstanbul’a gönderilerek cezalandırıldılar. Abdullah bin Suûd’dan
sonra, o soydan gelen Terkî bin Abdullah 1824 senesinde vehhâbîlerin reîsi
oldu. 1833 senesinde Suûd’un oğlu Meşşârî, Terkî”yi öldürüp yerine geçti.
Terkî’nin oğlu Faysal da Meşşârî’yi kesip 1838’de vehhâbîlerin başına geçti.
Mehmed Alî Paşa’nın yeniden gönderdiği askere karşı koymak istediyse de mirliva
Hurşid Paşa’nın eline geçerek Mısır’a gönderildi ve habs edildi.
Arabistan’ın
mübarek şehirlerini vehhâbîlerden kurtaran Mehmed Ali Paşa, büyük bir şöhret
kazandı ve Hac yolunu emniyet altına aldı. Bu başarıları üzerine Bâb-ı âlî
tarafından oğlu İbrâhim Paşa’ya vezirlik rütbesiyle Hicaz umûmî vâliliği
verildi.
Osmanlı
Devleti, 1821’de Mora’da çıkan Yunan isyânını bastırmak üzere Mehmed Ali
Paşa’dan yardım istedi. Mehmed Ali Paşa, oğtu İbrâhim Paşa’yı düzenli, bir ordu
ve güçlü bir donanmayla Mora’ya gönderdi. İbrâhim Paşa, Mora ayaklanmasını
başarıyla bastırdıysa da İngiliz, Fransız ve Rus gemilerinden meydana gelen
filo, Osmanlı-Mısır gemilerini 1827’de Navarin limanında yaktılar. Avrupa devletlerinin
Yunanistan’ı Osmanlı Devleti’nden ayıracaklarını kestiren Mehmed Ali Paşa da
oğlu İbrâhim Paşa’yı geri çağırdı. Yaptığı bu hizmetlere ve savaş masraflarına
karşılık Osmanlı Devleti’nden oğlu İbrâhim Paşa için Suriye vâliliğini istedi
ise de Bâb-ı âlî ona, Suriye yerine Girîd’i verdi. Bir müddet sonra Mehmed Ali
Paşa’mn, Sayda vâlisi Abdullah Paşa ile arası açıldı. Mehmed Ali Paşa,
Filistin’e kaçan, emri altındaki 6000 kölemenin iadesini Abdullah Paşa’dan
istedi. Ancak Abdullah Paşa bunları iade etmediği için, Mehmed Ali Paşa büyük
oğlu İbrâhim Paşa’yı 10 Ekim 1831’de 40.000 asker ve 23 parçalık donanmayla
Mısır’dan Filistin üzerine gönderdi.
İbrâhim
Paşa’nın Filistin’i harbsiz ele geçirmesi üzerine, Abdullah Paşa 2.000 kadar
askeriyle Akka kalesine çekildi. 27 Mayıs 1832’de Akka’ya da giren İbrâhim
Paşa, 15 Haziran 1832’de Şam’ı zabt etti. İki paşa arasındaki bu olaylar
üzerine payitahtta bulunan Hüsrev Paşa ve diğer müşavirler, pâdişâhı, önceden
hasım oldukları Mehmed Ali Paşa üzerine kışkırttılar. Edirne vâlisi Ağa Hüseyin
Paşa, serdâr-ı ekrem ve Mısır vâliliğine tâyin edilerek Mehmed Ali Paşa üzerine
gönderildi. Böylece Osmanlı Devleti ile Mısır paşası arasında harp başlamış
oldu. Mısır kuvvetleri Bâb-ı âlî tarafından gönderilen Ağa Hüseyin Paşa
komutasındaki Osmanlı ordusunu Antakya ile İskenderun arasında bozguna uğrattı.
Bunun üzerine 3 Kasım 1832’de sadrâzam Reşîd Mehmed Paşa 60.000 kişilik bir
orduyla İstanbul’dan hareket etti. Bu sırada Anadolu’ya giren İbrâhim Paşa, 21
Kasım’da Konya’ya ulaştı. Hiç bir muhalefetle karşılaşmayan İbrâhim Paşa,
sadrâzam ve serasker Reşîd Mehmed Paşa’nın kuvvetleriyle Konya yakınlarında
karşılaştı. İbrâhim Paşa kuvvetleri yenilmek üzereyken, kar yağışı ve puslu bir
havada kendi askerleri sanarak Mısırlı süvariler arasına giren sadrâzam esir
edildi. Bunun üzerine, başsız kalan Osmanlı ordusu, muhârebe meydanını İbrâhim
Paşa’ya terk ederek geri çekildi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim
Paşa, 2 Şubat 1833’de Kütahya’ya geldi. Bâb-ı âiî’nin bir veziri gibi davranıp
halkı incitmemeye çok dikkat etti. Hattâ esir edilen sadrâzam Mehmed Reşîd
Paşa’yı serbest bıraktı.
Mehmed
Ali Paşa, sadrâzam olmak veya Osmanlı tahtına oturmak gibi niyete sâhib
değildi. Fakat o, Mısır’da yarı bağımsız bir idare kurmak istiyordu.
Bu
arada sultan İkinci Mahmûd Han, bu fırsattan istifâde ederek Mehmed Ali Paşa’yı
Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak isteyen İngiltere ve Fransa’nın gözünü
korkutup, bu yolla Mehmed Ali Paşa’yı yola getirmek için Rusya’yla anlaştı.
Pâdişâhın daveti üzerine 10 savaş gemisiyle bir kaç bin Rus askeri Büyükdere
çayırına çıktı. Bu hâdise üzerine telâşa düşen İngiltere ve Fransa, Mehmed Ali
Paşa’dan Anadolu’yu tahliye etmesini istediler. Rusya’nın işe karışmasını,
boğazlar üzerindeki kendi çıkarları açısından tehlikeli gören İngiltere ve
Fransa araya girerek Kütahya’dan ordusunu çekmesi için Mehmed Ali Paşa’ya baskı
yapmaya başladılar. Neticede Osmanlı Devleti ile Kavalalı Mehmed Ali Paşa
arasında 8 Nisan 1833’de Kütahya andlaşması imzalandı. Bu andlaşmaya göre
Mısır, Sudan, Sayda, Trablusşam, Suriye, Adana ve Cidde Mehmed Ali Paşa ile
oğluna bırakılacak, ayaklanmaya katılanlar için umûmî af îlân edilecek, Mısır
ordusu Anadolu’yu boşaltacaktı.
Osmanlı
Devleti’nin yedi eyâletinin bir tek vâliye verilmesinin devletin geleceği ve
emniyeti açısından iç açıcı olmadığını düşünen sultan İkinci Mahmûd Han, Rusya
ile 8 Temmuz 1833’de Hünkâr iskelesi andlaşmasını imzaladı. Bu andlaşmaya göre,
Rusya savaşa girerse, Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı olan düşman savaş gemilerini
boğazlardan sokmayacak, Rusya’nın istediği gemilere geçit verip,
istemediklerine geçit vermiyecek, Osmanlı Devleti savaşa girerse Rusya
pâdişâhın istediği yere mâkûl haddi aşmamak üzere asker sevk edecekti. Bu
andlaşma 1841 yılına kadar sekiz yıl için imzalanmıştı. Böylece Mısır mes’elesi
altı yıl için kapanmış oldu.
Bu
sulh devrinde sultan İkinci Mahmûd Han şark ordusunu kurup Çerkez Mehmed
Paşa’yı da kumandanlığına tâyin etti. Toroslar üzerindeki geçitleri tahkim eden
İbrâhim Paşa Suriye’de 80.000 asker, babası Mehmed Ali Paşa da Fransız
subaylarının nezâretinde 50.000 kişilik modern bir ordu hazırladı. Sultan
İkinci Mahmûd Han’ın itimâdını kaybettiğini anlayan Mehmed Ali Paşa, Osmanlı
hazînesine vereceği vergiyi geciktirdi. Ayrıca İstanbul’daki yabancı
konsoloslar aracılığıyla bağımsızlık isteğini açıkladı. Bu durum karşısında
sultan İkinci Mahmûd Han Çerkez Hâfız Mehmed Paşa emrindeki ordunun harekete
geçmesini emretti. 45.000 kişilik ordusuyla Fırat’ı geçip Haleb yolu üzerindeki
Nizip’i 3 Mayıs 1839’de alan Çerkez Hâfız Mehmed Paşa, 24 Haziran’da Nizip
önlerinde yapılan savaşta mağlûb oldu. Bu mağlûbiyet haberi İstanbul’a
ulaşmadan önce 1 Temmuz 1839’da sultan İkinci Mahmûd Han vefât etti. Yerine
büyük oğlu Abdülmecîd pâdişâh oldu. Mehmed Emîn Rauf Paşa’yı vazîfeden alarak
Koca Hüsrev Mehmed Paşa’yı sadrâzamlığa getirdi. Baş düşmanı Hüsrev Paşa’nın
sadrâzam olmasını kendisi için büyük tehlike sayan kaptân-ı derya Ahmed Fevzi
Paşa Çanakkale’de yatan Osmanlı donanmasını İskenderiye’ye götürerek Mehmed Ali
Paşa’ya teslim etti. Bundan sonra da hâin adıyla anıldı.
Osmanlı
Devleti’nin, kara kuvvetlerinin Nizip yakınlarında yok olmasından sonra, deniz
kuvvetlerinin de kaybedilmesi sebebiyle Hünkâr iskelesi andlaşmasına dayanarak
Rusya’dan askerî yardım isteneceğinden endişe eden ve Rusya’nın Akdeniz’e
inmesini kendi menfaatleri açısından tehlikeli gören Fransa dışındaki diğer
Avrupa devletleri, İngiltere’nin önderliğinde 15 Temmuz 1840’da Londra
andlaşmasını imzaladılar. Bu andlaşmaya Mehmed Ali Paşa tarafdârı olan Fransa
katılmadı. İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında imzalanan andlaşmaya
göre; Mısır Mehmed Ali Paşa’ya bırakılacak, Osmanlı donanması geri verilecek,
Mısır ordusu Suriye’yi boşaltacaktı. Mehmed Ali Paşa bu şartlara uymadığı
takdirde müttefik devletler bu kararları uygulamak için birlikte harekâta
geçeceklerdi. Mehmed Ali Paşa verilen ültimatomlara uymadığı takdirde, âsî
muamelesi görecek, Mısır ile Sudan elinden alınacaktı. Mehmed Ali Paşa Londra
andlaşması kararlarını reddedince askerî harekât başladı. İngilizler 15 Eylül
1840’da Beyrut’un kuzeyine çıkarma yaptılar. Avusturya kuvvetleri Beyrut’u
aldı. Yeniden tanzim edilerek karadan harekete geçen Osmanlı ordusu da Suriye
üzerine yürüyerek İbrâhim Paşa kuvvetlerini bozguna uğrattı. Lazkiye, Sayda ve
Sur şehirlerini ele geçirdi. Kısa bir kuşatmadan sonra Akka kalesi de düştü.
Haleb ve Şam’ı da elinden çıkaran İbrâhim Paşa, Mısır’a dönmek zorunda kaldı.
Bu arada İskenderiye önüne gelen bir İngiliz filosunun amirali, Mehmed Ali
Paşa’ya Mısır’la iktifa etme karârını kabul etmeyecek olursa, şehri topa
tutacağına dâir ültimatom verdi. Zâten Suriye’den vazgeçmiş olan Mehmed Ali
Paşa, 27 Kasım 1840’da İngiliz amirâliyle yalnız Mısır’la yetineceğini belirten
İskenderiye andlaşmasını imzaladı. Bu durumda İngiltere, Osmanlı Devleti’ne bir
oyun oynadı. Londra andlaşmasına göre Mehmed Ali Paşa’nın Mısır ve Sudan’dan da
çıkarılması îcâb ederken bu eyâletleri Mehmed Ali Paşa’ya bırakarak kendi
çıkarlarını devam ettirebileceği bir çıban başı ortaya çıkardı. İç mes’elelerle
meşgul olan, donanma ve güçlü bir ordudan mahrum bulunan Bâb-ı âlî de bir emr-i
vâki şeklindeki bu andlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. İngiliz hayranı
Mustafa Reşîd Paşada 24 Mayıs 1841’de sultan Abdülmecîd Han’a Mısır’ın
statüsüyle ilgili Mısır fermanını yayınlattı. Buna göre; Mehmed Ali Paşa’ya
Mısır ve Sudan verilecek, Sina yarımadasının bir kısmı Mısır’a, bir kısmı da
doğrudan Osmanlı idaresine bırakılacaktı. Mehmed Ali Paşa ölünce, pâdişâh,
Mısır vâliliğini onun oğlu veya torunlarından yaşça en büyük olanına verecekti.
İsyan veya aklî zaaf gibi bir hâl olmadıkça, Mısır vâliliği Kavalalı ailesinin
en yaşlı ferdine kalacaktı. Her yeni vâlilik pâdişâhın yeni bir fermanının
Kâhire’de okunmasıyla yürürlüğe girecekti. Kavalılar ailesinin nesli erkek
tarafından kesilirse, pâdişâh Mısır’a istediğini vâli tâyin edecek ve Mısır’ın
statüsünü bu fermanın hükümleriyle bağlı olmaksızın, diğer eyâletler gibi
istediği şekilde değiştirebilecekti. Tanzîmât fermanının bütün esasları
Mısır’da da uygulanacaktı.
Mısır’da
Pâdişâh adına basılan Osmanlı parası ve Osmanlı bayrağı kullanılacaktı. Osmanlı
Devleti’nin diğer eyâletlerinde vergi hangi usûllerle toplanıyorsa, Mısır’da da
aynı usûllerle toplanacaktı. Mısır ordusu derhâl terhis edilecek ve bundan sonra
Mısır vâlisi 18.000 kişiden fazla asker beslemeyecekti. Ancak pâdişâh emrettiği
takdirde savaş hâlinde ve Bâb-ı âlî’nin emrettiği cephede kullanılmak üzere
Mısır vâlisi daha fazla askeri silâh altına çağırabilecekti. Devletin bütün
askeri kânunları Mısır’da da uygulanacaktı. Osmanlı askerinin giydiği formayı
Mısır askeri de aynen giyecekti. Mısır kâdısını İstanbullu ulemâ arasından
şeyhülislâm seçecekti. Mısır, donanmasını dağıtacak ve ancak Bâb-ı âlî’nin
yazılı olarak müsâde ettiği küçük gemiler kullanabilecekti... Bu fermanın bir
tek maddesine aykırı hareket edildiği takdirde Mısır, Kavalılar’dan
alınacaktı...
Zâten
bir Osmanlı paşası olup, İslâmiyet’e büyük hizmetler etmiş olan ve dînine bağlı
iyi bir kimse olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, bu fermanın hükümlerine aykırı
harekette bulunmaktan şiddetle kaçındı. Buna mennun olan sultan Abdülmecîd Han,
1842 senesinde ona vezirlik rütbesinin üzerine sadâret payesini de verdi. 19
Temmuz 1846’da İstanbul’a gelen Mehmed Ali Paşa, kendisinden 54 yaş genç olan sultan
Abdülmecîd Han’a bağlılığını arz etti. 17 Ağustos’a kadar 29 gün İstanbul’da
kaldı. İstanbul’dan sonra 47 yıl önce ayrıldığı doğum yeri olan Kavala şehrini
de ziyaret etti. Napoli ve Malta’ya da uğradıktan sonra Kahire’ye döndü. Bir
müddet sonra sultan Abdülmecîd Han Kavala şehrinin karşısındaki Taşoz adasını
da Mısır’a bırakarak paşaya karşı lütuf ve mürüvvetini gösterdi.
10
Kasım 1848’de oğlu İbrâhim Paşa 50 yaşında vefât etti. Mehmed Ali Paşa da
İbrâhim Paşa’nın vefâtından 8 ay 21 gün sonra, 1 Ağustos 1849 târihinde seksen
yaşında vefât etti. Kahire’deki türbesine defnedildi.
Mehmed
Ali Paşa’nın vefâtından sonra yerine Kavalalıların en yaşlısı ve Tosun Paşa’nın
oğlu olan birinci Abbâs Hilmi Paşa Mısır vâlisi oldu.
Uzun
ömrü içinde İslâmiyet’e pek çok hizmetleri dokunan Kavalalı Mehmed Ali
Paşa’nın; kendisinden önce vefât eden İbrâhim Paşa, eski Hicaz ve Habeşistan
vâlisi Ahmed Tosun Paşa, Sudan vâlisi iken vefât eden İskender İsmâil Paşa,
1818’de vefât eden Abdülhalîm Bey, Abbâs Hilmi Paşa’nın yâni yeğeninin yerine
Mısır vâlisi olan Mehmed Saîd Paşa, Osmanlı nâzırlarından vezir Mehmed
Abdülhalîm Paşa ve yine Osmanlı mâliye nâzırlarından vezir Mehmed Ali Paşa
olmak üzere yedi oğlu vardı. Ayrıca 1823’de genç yaşta ölen Zeyneb Hanım,
defterdâr Hüsrev Bey’in zevcesi Nazlı Hanım, sadrâzam Yûsuf Kâmil Paşa’nın
zevcesi olup İstanbul’da çok büyük hayır eserleri yaptıran meşhur Zeyneb
(Kâmil) Hanım adlı kızları vardı.
Mısır’da
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yla başlayan Kavalalılar hânedânının Mısır hâkimiyeti
1953 yılma kadar sürdü. Kavalalılar hânedânı temsilcisine ilk zamanlar vâli,
İsmâil paşa devrinde hidiv, Hüseyin Kâmil Paşa devrinde sultan, birinci Fuâd
devrinde melik ünvânları verildi. Kavalalı ailesinden Osmanlı sultanlarının
kızlarıyla evlenerek akrabalık kuranlar olduğu gibi, devletin iç ve dış
işlerinde vazîfe alanlar da oldu. Abbâs Hilmi Paşa’nın oğlu Dâmâd İbrâhim,
sultan Abdülmecîd Han’ın kızı Münire Sultan’la evlendi. Mehmed Tosun Paşa
müşirlik, Melik Fuâd Paşa da ikinci sultan Abdülhamîd Han devrinde Viyana’da
askerî ateşelik yaptı.
On
dokuzuncu yüzyılın sonlarında mâlî bakımdan İngiltere’nin kontrolü altına giren
Kavalalılar, Birinci Dünyâ harbi ve sonrasında İngiliz himayesine girdiler.
1948 Arab-İsrâil harbindeki mağlûbiyetleri üzerine sosyalistlerin de tahrik ve
teşvikleriyle Kavalalılar hânedânına karşı memnuniyetsizlik meydana geldi. 1953
senesinde cumhuriyetin îlân edilmesiyle Kavalalılar hânedânına son verildi.
1-
Kavalalı Mehmed Ali Paşa (1805-1848)
2-
İbrâhim Paşa (1848-)
3-
Birinci Abbâs Hilmi Paşa (1848-1854)
4-
Saîd Paşa (1854-1863)
5-
Hidiv İsmâil Paşa (1863-1879)
6-
Hidiv Tevfik Paşa (1879-1893)
7-
İkinci Abbâs Hilmi Paşa (1892-1914)
8-
Hüseyin Kâmil Paşa (1914-1917)
9-
Melik birinci Fuâd Paşa (1917-1936)
10-
Melik Mehmed Fâruk (1936-1952)
11-
İkinci Fuâd (1952-1953)
Abdullah Paşa ile olan mücâdelesinin
bir anda Pâdişâhla savaşa dönüşmesi ile karşı karşıya gelen Mehmed Ali
Paşa’nın, sadrâzam olmak veya saltanatı ele geçirmek gibi niyetleri olduğu
ileri sürülmekte ise de doğru, değildir. Nitekim Paşa, böyle bir maksat
gütmediğini ve güdemiyeceğini bir İngiliz diplomatına şu sözleriyle
anlatmaktadır:
“Siz bir yabancısınız. Bir müslüman
gibi düşünmesini bilmezsiniz. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından benim için
doğacak mes’ûliyeti biliyor musunuz? Müslümanlar nefretle benden
uzaklaşacaklardır. İlk uzaklaşanlardan biri de iki oğlum olacaktır.”
1833’de ise, İskenderiye’deki
Avrupalılara şu sözleri söylediği görülüyor:
“Pâdişâh’ın hizmetkârı olarak kalmak
istiyorum. Oğlum İbrâhim, eğer Boğaziçi’ne varmaya muvaffak olursa. Pâdişâh’ın
ayaklarına kapanarak affını ve Mısır’a dönmek için müsâadesini dileyecektir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyânı (Ş.
Altındağ, Ankara-1988)
2) Târih-i Cevdet; cild-8, sh. 105
3) Büyük Türkiye Târihi; cild-6, sh. 15
4) Osmanlı Târihi (E. Z. Karal); cild-5
5) Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1100
7) Kıyamet ve Âhiret; sh. 366
8) Rehber Ansiklopedisi; cild-9, sh. 351
9) Türk Siyâsi Târihi; sh. 199