Gelirlerin
toplanıp muhafaza edildiği ve gerekli ödemelerin yapıldığı kuruluş.
Peygamber
efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem zamanında temelleri atılan mâlî
müesseseler, Hulefâ-i râşidîn döneminde daha geniş bir teşkilâta kavuşturulmak
suretiyle sistemleştirildi. Bu sisteme göre devletin nakdî ve aynî bütün
gelirleri beytülmâl
denilen hazînede
toplanır ve gerekli bütün harcamalar buradan yapılırdı. Beytülmâle gelir
kaydedilirken veya ödeme yapılırken belli usûller ve işlemler yapılarak, yazılı
belgelere istinâd ettirilirdi. Devlet gelirleri ile kamu masraflarının her yıl
hesaplanması ve defterlere kaydı usûldendi. Bugünkü manâsıyla tam karşılığı
olmamakla beraber, yıllık kesin hesap cetvelleri şeklinde bir bütçe, İslâm
devletlerinde her zaman görüle geldi.
Hulefâ-i
râşidîn devrinden sonra; Emevîler, Abbasîler, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük
Selçuklular ve Türkiye Selçukluları gibi İslâm devletlerinde görülen bu sistem
daha da geliştirilmek suretiyle Osmanlı Devleti’nde de uygulandı.
Osmanlı
Devleti’nin kuruluşundan sonra hızla büyümesi sonucunda, ihtiyâç duyulan
çeşitli hizmetler sebebiyle gelir ve giderlerin çeşit ve mikdârı arttı. Bunun
üzerine Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın emriyle, Çandarlı Kara Halil Efendi ve Kara
Rüstem, Osmanlı Devleti’nin ilk mâliye teşkilâtını vücûda getirdiler.
Bu
dönemde kurulan sistemle, İstanbul’un fethine kadar hazîne işlerine vezîriâzam,
vezirler ve kazaskerler baktı. Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethinden
sonra, bugünkü mâliye bakanlığı mâhiyetinde bir defterdârlık makamı ihdas etti.
İstanbul’da bulunan baş defterdârlık; baş muhasebe kalemi, büyük ve küçük
rûznâmçe kalemleri, Anadolu hesâbât kalemi vb. gibi dâirelerden teşekkül
ettirilmişti. Baş muhasebe kaleminde devletin gelir ve gider hesabı tutulur,
diğer on dört civarındaki kalemde ise çeşitli işler ve hesaplarla uğraşılırdı.
Osmanlı
Devleti mâliyesinde iki büyük hazîne vardı. Birincisi bütün devlet gelirlerini
toplayıp muayyen kânunlarla mahallerine veren ve sarf eden Dîvân-ı hümâyûn hazînesi yâni dış hazîne
idi. Diğeri ise, muayyen kânunlarla toplanarak lüzum ve ihtiyâç hâlinde Dîvânı
hümâyûn hazînesine yardım eden iç ihtiyat hazînesi olup, buna hazîne-i hassa
veya hazîne-i
enderûn adları da verilmektedir. İç hazînenin idaresi sarayda
bulunduğu için, hazinedar başının emrinde, Dîvân-ı hümâyûn hazînesinin idare ve
mes’ûliyeti ise vezîriâzamın elinde bulunuyordu. Neticede ise, her İki hazîne
de pâdişâha bağlı idi.
Pâdişâhın
özel gelirlerinin toplandığı ve Enderûn mektebi odalarından Hazîne koğuşu
efrâdınca muhafaza edilen bu hazîne, Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanında
kuruldu.
Hazîne
koğuşunun en büyük âmiri, Ak hadım ağalarından iç hazinedar başı olup, buna ser
hâzin-i enderûn
veya baş
hazinedar da denilirdi. Bir de hazînenin muamelâtı ile meşgul olup,
kayıtlarını tutan ve pâdişâha arzeden hazîne kethüdası vardı.
Bu
hazine odası kubbeli, dört geniş salondan mürekkep olup, muhtelif cins nakit
ile süslü altın ve gümüş kaplar, cevahir, elmas ve sâir eşya ile kürkler, envai
şallar, halılar, en kıymetli elbiselik kumaşlar, cevâhirli eğer takımları,
kıymetli taştan yüzükler, elmaslı, altın düğmeli serasere kaplı kapaniçeler ve
sâir eşyayı hâvi idi. Buradaki eşyayı tesbit eden iki büyük defter vardı.
Silâhdâr ile hazîne kethüdasının muhafazası altındaki bu defterlerde
defterdârın imzası da bulunurdu.
Hazîne
kethüdası saraydan terfî ederek çıkacak olursa, bütün hazîneyi en küçük
teferruatına kadar yerine gelecek olana devretmek mecburiyetinde idi. Hazîne
kethüdasının elinde enderûn hazînesinin dış kapısına basacağı bir mühür vardı.
Bu mühür Yavuz Sultan Selîm’in Mısır seferinden dönüşte kullanmış olduğu
mühürdü. Kırmızı akikten olan bu mühürle Yavuz, hazîne kapısının mühürlenmesini
vasiyyet etmiş olduğundan, bu mühür dâimi surette hazîne kethüdâsı olanlarda
dururdu. Yavuz Sultan Selîm Han:
“Benim
altunla doldurduğum hazîneyi (iç hazîne) bundan sonra gelenlerden her kim
mangır ile doldurursa hazîne ânın mührüyle mühürlensin ve illâ benim mührümle
mühürlenmekte devam olunsun” demiş olduğundan, son zamana kadar onun
vasiyyetine riâyet olunmuştur. Bu mührün ortasına; “Sultan Selîm Şâh” ibaresi
ve etrafında da sultan İkinci Bâyezîd’in mühründe görüldüğü gibi “Tevekkülî alâ
Halik” sözü yazdırılmıştır.
Enderûn’da
bu iç hazîneden sonra raht-ı hümâyûn hazînesi, bodrum hazînesi, ifraz hazînesi
ve ceb-i hümâyûn hazinesi gibi iç hazînenin teferruatından olan hazîneler de
vardı.
a) Raht-ı hümâyûn hazînesi: Has ahur hazînesi de denilir. Bu
hazînede en kıymetli mücevherlerle müzeyyen murassa rahtlar (eğer takımları)
bulunmaktadır. Raht hazînesindeki mücevherat ve her nevî eşyanın defterini bir
raht kâtibi tutardı. On yedinci yüzyıl Avrupalı seyyahlar raht hazînesinden
bilhassa ve hayretle söz etmektedirler. Baudier, gördüğü bir koşumun yalnız
dizgin ve kolonundaki mücevherlerin değerini 900.000 altın olarak tahmin
etmektedir.
b) Harem-i hümâyûn hazînesi: Ceb-i hümâyûn hazînesi dedenilmekte
olup, pâdişâhın şahsî paraları bulunmaktadır. Osmanlı pâdişâhlarının haslar
hâricinde ikinci bir gelir kaynağı cep harçılığı olarak Mısır eyâletinden gelen
varidattır. Bu meblağ 1587 yılına kadar beş yüz bin, on yedinci asır başlarında
ise, altı yüz bin altın idi. Bu parayı Mısır’dan getirenlere terakkî verilmesi
kânundu. Bundan başka ceb-i hümâyûn hazînesinin kaynaklarını harp
ganimetlerinden alınan hisseler, müsaderelerden hâsıl olan para, darphâne hakkı
ücreti ve kârı teşkil etmekteydi. Harem-i hümâyûn hazînesinin nâzırı sır kâtibi
idi. İç hazînenin en önemli kısmı olan ceb-i hümâyûn hazînesinin giderleri;
harem aylıkları, çeşitli ihsânlar, bahşişler, sadakalar, fitre, surre, hediye
vs. idi. Kânûnî Sultan Süleymân zamanında dolu olan bu hazîneye ek olarak
Yedikule’de yeni bir hazîne ihdas edilmişti.
c) İfraz hazînesi (Bâb-ı Hümâyûn hazînesi): Muhalefâtın yâni ölen kimselerin
herhangi bir vesîle ile devlete intikâl eden mal ve paralarının saklandığı yer.
d) Bodrum hazînesi: işe yaramayan eski ve hurda eşyanın
saklandığı kısım. Bilhassa seferler sırasında para sıkıntısı çekildiği zaman
ifraz ve bodrum hazînelerinde bulunan ve kullanılmaz durumda bulunan gümüş
mallardan para kesilirdi.
Dış
yâni mâliye hazînesinde darlık olunca bu iç hazîneden ödünç para verilir ve dış
hazînede gelirler toplanınca bu para yine iade olunurdu. Yine savaş zamanı
sefere gidecek tımarlı sipâhîler, mevsim îcâbı henüz mahsûl ve gelirlerini
toplayamadılarsa, kendilerine iç hazîneden borç verilirdi. Bu bakımdan iç
hazîne, dış hazînenin en sonra başvurulan bir finansman ve kredi kaynağı
durumundaydı, ödünç verme işlemi, vezîriâzam, o yoksa vekîli ve baş defterdâr
kefaleti ile olur, durum düzelince borcun ödenmesine çalışılırdı.
On
yedinci yüzyıldan sonra başlayan bunalımlı dönemlerde, özellikle sefer
yıllarında iç hazîneden dış hazîneye verilen borç meblağında yükselmeler
görüldü. Çünkü gelişen olaylar dış hazînenin takatini aşıyor, tebeası üzerine
titreyen pâdişâh ise bu durumda bütün giderleri kendi hazînesinden karşılama
yoluna gidiyordu. Pâdişâhın verdiği paralarla askerin maaşı ödeniyor, ordu ve
donanma mühimmatı alınıyor, tâyinât, kale tamirleri vs. yapılıyordu.
Sultanların
özel hazînesi durumunda olan iç hazîne, bütün bu olumsuz şartlara rağmen,
ihtişamını on dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar sürdürdü. 1876’da, sultan
Abdülazîz Han’ı tahttan indiren Hüseyin Avni Paşa ve avânesi tarafından
Çırağan’da yağmalanarak ilk darbeyi yiyen bu hazîne, 1909’da İkinci Abdülhamîd
Han’ı hâl’eden, bir kısmını âsî Bulgar, Sırp, Arnavud çetelerinin meydana
getirdiği Hareket ordusu tarafından Yıldız Sarayı’nda korkunç şekilde talan
edildi. Bu gün bu hazîneden kalan çok az bir parça Topkapı Sarayı Müzesi’nde
sergilenmektedir.
Bîrûn
hazînesi denilen mîrî veya dış hazîne devletin şer’î ve örfî olarak tahsil
ettiği gelirlerden tedârik suretiyle elde edilirdi. (Bkz. Tekâlif-i Şer’iyye,
Tekâlif-i Örfiyye). Önceleri Dîvân-ı hümâyûnun toplandığı kubbe altında bulunan
bu hazîne, sonraları Yeni Saray’ın içinde ve birinci yer olan Bâb-ı hümâyûndan
girilince sağ tarafa taşınmıştı.
Osmanlı
Devleti’nde gelirlerin teşekkül edip dış hazîneye teslîmi ve bunların harcamaya
dönüşmesinin muhtelif safhaları, gelirlerin veya giderlerin özelliğine göre
değişen mâliye dâireleri veya kalemleri tarafından idare edilirdi. Bu dâireler
devletin merkezi mâliye teşkilâtını meydana getirmektedir (Bkz. Mâliye Teşkilâtı).
Bu
hazînenin gelir ve giderleri, günün ikindi vaktine kadar cümle (giriş)
kapısının yanındaki odada bekletilirdi. Tahsilat yapıldığında parayı,
veznedarlar rûznâ’mçeci efendiler, çadır mehterbaşıları, sergi nâzırı ve sergi
kâtibinin bulunduğu bir topluluk önünde veznedârbaşı teslim alırdı.
Bu
hazîneden belirli bir usûlde para çıkardı. Çıkacak para nereye verilecekse,
defterdârın imzasıyla sadrâzama arzolunur ve onun tarafından mutlaka pençe
denilen sadrâzamın özel işaretini taşıyan buyruldu ile sarfa izin verilirdi.
Bunun üzerine defterdâr da buyrulduya kendi işaretini koyar, sonra veznedârbaşı
tarafından para ödenirdi. Veznedârbaşı tahsîlât veya ödeme yaparken, sergi
kâtibi, gelir ve giderleri sergi pusulasına yazardı. İkindi vaktinden sonra
tahsîlât ve ödemeler o gün için durdurulur ve elde kalan meblağlar bu
pusulalarla karşılaştırılarak kontrol edilirdi. Sonra câri hesaplar için az bir
meblağ veznedârbaşında bırakılarak, geri kalanı mühürlenip hazîneye
aktarılırdı.
Taşradan
payitahta gelen gelirler, Bâb-ı hümâyûnda hesaplandıktan sonra rûznâmçe
kalemince geliri getiren âmil, mültezim veya tahsîldâra bir pusula verilirdi.
Eğer sefer zamânıysa bu meblağlar ordu-yu hümâyûna gönderilip gelirin kaynağı
belirtilir, aded ve para cinsiyle tutulan kayıtları rûznâmçe kaleminde
korunurdu (Bkz. Defterdâr).
Dış
hazînenin en büyük gider kalemini üç ayda bir verilen ödenek ve tazminatlar
olan mevâcib (ulufe) teşkil ediyordu. Bunlar Kapıkulu ocakları (merkezî ordu)
ile devlet görevlilerine yapılan nakdî ödeneklerdi. İkinci büyük gider kalemi,
teslîmât denilen, sarayın ve ordunun çeşitli ihtiyâçlarına ayrılan giderlerdi.
Nizâm-ı cedîd askerinin kurulmasından sonra bunların giderleri için de hazînede
ayrı bir bölüm teşkil edilmişti. Hazîneden yapılan küçük harcamalar ise ihracât
adını alırdı.
Bir kısmı devlete âsi olan, Bulgar,
Sırp ve Arnavud çetelerinden meydana gelen Hareket ordusunun, sultan Abdülhamîd
Han’ı tahttan indirdikten sonra Yıldız Sarayı’ndaki Pâdişâh’a âid iç hazîneyi
talan etmesi büyük tepkiyle karşılanmıştı. Abdülhamîd Han’a karşı olup, bu
Sultan’a suikast düzenleyen ermeni sûikastçilere alkış tutan Tevfik Fikret bile
bu kadarına dayanamamış ve duygularını şöyle dile getirmişti:
Bir sofracık, efendiler, -ki
iltikama muntazır
Huzûrunuzda titriyor şu milletin hayâtıdır;
Şu milletin ki muztarib, şu milletin ki muntazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin; bu hân-ı
iştihâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu
çehrenizden bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?
Bu hâdî-i niâm, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hak da elde bir.
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı
zî-safâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa
ortalıkta say;
Haseb, neseb, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray.
Bütün sizin efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı
iştihâ sizin!
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın
giderayak!
Yarın bakarsınız söner, bütün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler kavî, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı
pür-nevâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Saray Teşkilâtı; sh. 77, 79, 228, 508
2) Târih Deyimleri, 1/784
3) Merkez Teşkilâtı
4) İslâmda Devlet Bütçesi; sh. 142
5) Netâyic-ül-vukûât; cild-1, sh. 306
6) Osmanlı Târih Lügati; sh. 146
7) Büyük Türkiye Târihi; cild-8, sh. 308
8) Rehber Ansiklopedisi; cild-7, sh. 215
9) Türk Hukuk Târihi; sh. 235, 277
10) Türk İktisâd
Târihi; sh. 246, 257
11) Osmanlı Devleti
Mâliyesinin Kuruluşu ve Osmanlı İç Hazînesi, Belleten; cild-42, sh. 165 Ocak-1978
12) Osmanlı
Mâliyesi; sh. 35, 75