ESTERGON

Budin’in 45 km. kuzeybatısında, Tuna kıyısında Vaç dirseğinin kuzeyinde bir kale ve şehir. Yıllarca Macar krallığının başkentliğini yaptı. Estergon’u ilk feth eden Osmanlı hükümdarı, Kânûnî Sultan Süleymân Hân’dır. Budin’i fethettikten sonra 1529’da Viyana’yı kuşatmak üzere Avrupa’ya hareket eden pâdişâh, Semendire sancakbeyi Yahyâ Paşazade Mehmed Bey’e öncü birlikleriyle ilerlemesini söyledi, Mehmed Bey ve emrindeki kuvvetler, yolları üzerindeki Estergon kalesini kuşattılar. Kale müdafileri karşılarında Osmanlı askerini görünce, silâh atmaksızın kaleyi teslim ettilerse de bu hâl kısa sürdü ve 1531’de elimizden çıktı.

Estergon’un kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmesi, Kânûnî Sultan Süleymân Hân’ın, 1543’de Avrupa’ya yaptığı Estergon Sefer-i Hümâyûnu adıyla meşhur onuncu seferinde gerçekleşti.

Kânûnî Sultan Süleymân Han, Estergon’un fethi için muhteşem ordusu ile 1543 yılı Nisan ayının sonlarında Edirne’den yola çıktı ve Temmuz sonlarında Estergon’a geldi. 29 Temmuz’da kaleyi muhasara etti. Avusturyalılar, Budin’i kaybettikten sonra Estergon’a önem vermişler, büyük ölçüde tahkim etmişlerdi. Sultan, bu pek muhkem olan kaleyi fetihten önce, sünnet-i şerîfe uyarak bir elçi hey’eti göndermiş, onları İslâm’a davet etmişti. Teklifi red edilince cizye vermelerini, yoksa kan düküleceğini bildirdi, Hey’et, savaşmayı göze alan general Vitelli’nin yanından ayrılarak durumu bildirince muhasara başladı. 6 Ağustos’dan sonra daha da şiddetlendi. On iki günlük bir kuşatmadan sonra düşman emân dileyerek 10 Ağustos 1543’de teslim oldu. Câmiye çevrilen büyük kilisede ilk Cuma namazını kılan Sultan, kaleyi yeniden tahkim ettirdi. Estergon’u sancakbeyliği hâline getirerek, Budin beylerbeyliğine bağladı. Bundan sonraki târihlerde Estergon, serhat kalelerimizin en mühimlerinden olmuştur.

Elli seneden fazla hâkimiyetimizde kalan Estergon kalesi, Kocasinan Paşazade Mehmed Paşa’nın düşman karşısında yenilmesinden sonra, Avusturya orduları başkumandanı Prens Mansfeld tarafından 2 Ağustos 1595’de muhasara edüdi. Alman, Macar, Leh, Çek ve İtalyanlardan meydana gelen 80 bin kişilik ordunun hücumu ve 42 büyük topun günde iki bin gülle yağdırmalarına rağmen, Anadolu beylerbeyi, Lala Mehmed Paşa ve kumandasındaki Osmanlı askerleri büyük bir sabırla mücâdele vererek kaleyi teslim etmiyorlardı. Bu korkunç muhasara, top gülleleri altında yirmi sekiz gün devam etti. Askerin suyu ve yiyeceği bitmiş, yardım da alamamışlardı. Bu müdâfaayı, Mehmed Paşa’nın maiyetinde bulunan tarihçi İbrâhim Peçevî, şâhid olduğu hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:

“Kâfirler yine kırk bir veya kırk iki tane büyük toplarını getirip eski yerlerine, yâni metrislerine yerleştirerek sabah erkenden kaleyi dövmeye başladılar. Çok nâdir top sesleri kesilir gibi olunca, bir tanesini daha ateş eder ve yerle gök arası dumanla kaplanırdı. Bâzan kırk bir, bâzan kırk iki topu böyle sürekli olarak atar dururlardı. Bâzan da topların hepsini birden ateşlerler, kalenin herhangi bir taşını nişan tutup atarlardı. Gülleler birbiri peşi sıra çakar ve vuruşlarından meydana gelen büyük gürültü sanki dünyâyı yıkar gibi yansırdı. Bunların içinde yirmi sekiz, otuz sekiz, kırk, kırk bir ve kırk iki okka ağırlığındaki gülle atan toplar vardı. Her top en azından günde ellişer gülle atsa iki bini aşkın atış yapılmış olurdu. Bu kadar top ateşine dağların bile dayanması imkânsız iken. Estergon gibi küçük bir kalenin tahammülü fevkalâde bir hâdiseydi.

Kâfirler, iki defa lağım yaparak, Tuna’ya bakan büyük kulenin dış duvarını havaya uçurdular. Üzerinde bulunan Gâzilerden kimi içeriye kimi dışarırıya savruldu. O kuleyi alınca içine yerleştiler. Bir kaç yerde çam tahtalarına öküz derisi kaplayıp duvara dayayarak, duvarı altından kazıp delmeye başladılar. Öyle oldu ki, bizden bir kimse bir kargıyı onlar tarafına uzatıp yakınındaki bir mel’ûnu yıkmak veya geri atmak isterse, kargının, ucuna bir kâfir yapışır, o kendine biz kendimize çekerdik. Gece ve gündüz bu tür boğuşmaktan bir an geri durulmadı. Sözün kısası, sargı içinde olanlar çok acı çektik, çaresiz kaldık.”

Su sıkıntısını da şöyle dile getirmektedir: “Bir ay boyunca hep sarnıçtan su içildi. Bir kolda bulunan iki, üç yüz adama, bir-iki at yükü su verildi; onu da paşanın kendisi dağıtır, başka kimse el değdirmezdi. Sıcaktan sarnıç çevresinde mermerleri yalayan ve bir damla su diye can veren, eli ve ayağı kesilmiş, humbaradan haşlanıp gözü kapanmış ve yüzü şişmiş, pis kokulardan halkın genzi dolmuş çaresiz dertlilerin çığlık ve iniltileri, gönülleri çıldırtır, ümidsizliğe düşürürdü. Durum böyle iken sonunda üç günlük bile suyumuz kalmamıştı. Rahmetli Kara Ali Bey’in ambarında Paşa için henüz biraz un vardı. Kale dizdarı da pek tedarikli bir adam imiş, kendisi için bir mikdâr un toplayıp saklamış. Ötekilerin yediği sâdece buğdaydan ibaretti. Buğdayı saçta kavururlar, el değirmeninde çekerler ve üzerine biraz su dökerler, ondan sonra yerlerdi.”

Estergon komutanı Lala Mehmed Paşa hiç bir yerden yardım gelmiyeceğini anladığı hâlde, düşmanın vire yâni sağ salim çıkıp gitmek şartıyla kaleyi teslim teklifini kabule yanaşmıyordu. Fakat başka çâre de yoktu. Sirem alaybeyi Hüseyin Bey, tarihçi İbrâhim Peçevî, Kâtib Ahmed Çelebi Paşa’dan meydana gelen bir hey’et, kaleden çıkarak düşmanın vire şartlarını uygun bir şekilde görüşerek kaleye döndüler. Lala Mehmed Paşa’yı herkesin malı ve silâhlarıyla Vişegrat kalesine gitmeye ikna ettiler. Ve elli iki senelik Osmanlı hakimiyetindeki Estergon’u 30 Ağustos 1595’de düşmana teslim etmek mecburiyetinde kaldılar. Bir avuç yiğit Gâzinin, kahramanlara parmak ısırtan şanlı müdâfâsından sonra kaleyi teslim etmesi, kendilerini çok duygulandırdı. Kale kapısından çıkarken başta Lala Paşa olmak üzere hiç biri gözyaşlarını tutamamış, bu serhat kalesini yeniden fethetmek için Allahü teâlâya duâ etmişlerdi.

Hakîkaten mücâhid Gâzilerin kırık gönülleri ile yaptıkları duâyı Allahü teâlâ kabul etmiş, on sene sonra 29 Ağustos 1605’de sadrâzam ve serdâr-ı ekrem Lala Mehmed Paşa, kahraman gâzileriyle Estergon’u muhasara etmişti. Bir ay boyunca “Allah Allah...” nidalarıyla hücum üzerine hücum tazelediler. Kaleden kuş uçurtmayıp, düşmanın emân dilemesiyle kalkan kılıçlarını indirdiler. Kaleyi vire ile teslim alarak, içlerindeki sönmez hasretlerini giderdiler.

Bundan sonra yetmiş sekiz sene daha Osmanlı hudut boylarının eşsiz müdâfaasını yapan Estergon mücâhidleri, 1683 tarihindeki Avusturya savaşında kaleyi düşmana teslim etmek mecburiyetinde kalmışlardı. Böylece Estergon’un Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı yüz kırk yıllık şan ve şerefli târih sahîfesi kapanmış oldu.

ESTERGON KALESİ

Estergon kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşan kara bahtlıyım.

Estergon kalesi subaşı hisâr
Baykuşlar çağrışır bülbüller susar
Kâfir bayrağını burcuna asar

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Bir ateşle yanan kara bahtlıyım.

Estergon kalesi subaşı kale
Göklere ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Estergon’u vermiş kara bahtlıyım.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

 1) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2, sh. 239

 2) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 481

 3) Türk Târihinden Yapraklar; sh. 131

 4) Târih-i Peçevî; cild-2, sh. 163, 279

 5) Büyük Türkiye Târihi; cild-5, sh. 75

 6) Estergon Kalesi (Midhat Sertoğlu; Hayat Târih mecmuası, sene-1965); sayı 1-6, sh. 61

EŞKİNCİLER (Bkz. Tımar)