Budin’in
Estergon’un
kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmesi, Kânûnî Sultan Süleymân Hân’ın,
1543’de Avrupa’ya yaptığı Estergon Sefer-i Hümâyûnu adıyla meşhur onuncu
seferinde gerçekleşti.
Kânûnî
Sultan Süleymân Han, Estergon’un fethi için muhteşem ordusu ile 1543 yılı Nisan
ayının sonlarında Edirne’den yola çıktı ve Temmuz sonlarında Estergon’a geldi.
29 Temmuz’da kaleyi muhasara etti. Avusturyalılar, Budin’i kaybettikten sonra
Estergon’a önem vermişler, büyük ölçüde tahkim etmişlerdi. Sultan, bu pek
muhkem olan kaleyi fetihten önce, sünnet-i şerîfe uyarak bir elçi hey’eti
göndermiş, onları İslâm’a davet etmişti. Teklifi red edilince cizye
vermelerini, yoksa kan düküleceğini bildirdi, Hey’et, savaşmayı göze alan
general Vitelli’nin yanından ayrılarak durumu bildirince muhasara başladı. 6
Ağustos’dan sonra daha da şiddetlendi. On iki günlük bir kuşatmadan sonra
düşman emân dileyerek 10 Ağustos 1543’de teslim oldu. Câmiye çevrilen büyük
kilisede ilk Cuma namazını kılan Sultan, kaleyi yeniden tahkim ettirdi.
Estergon’u sancakbeyliği hâline getirerek, Budin beylerbeyliğine bağladı.
Bundan sonraki târihlerde Estergon, serhat kalelerimizin en mühimlerinden
olmuştur.
Elli
seneden fazla hâkimiyetimizde kalan Estergon kalesi, Kocasinan Paşazade Mehmed
Paşa’nın düşman karşısında yenilmesinden sonra, Avusturya orduları başkumandanı
Prens Mansfeld tarafından 2 Ağustos 1595’de muhasara edüdi. Alman, Macar, Leh,
Çek ve İtalyanlardan meydana gelen 80 bin kişilik ordunun hücumu ve 42 büyük
topun günde iki bin gülle yağdırmalarına rağmen, Anadolu beylerbeyi, Lala
Mehmed Paşa ve kumandasındaki Osmanlı askerleri büyük bir sabırla mücâdele
vererek kaleyi teslim etmiyorlardı. Bu korkunç muhasara, top gülleleri altında
yirmi sekiz gün devam etti. Askerin suyu ve yiyeceği bitmiş, yardım da
alamamışlardı. Bu müdâfaayı, Mehmed Paşa’nın maiyetinde bulunan tarihçi İbrâhim
Peçevî, şâhid olduğu hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:
“Kâfirler
yine kırk bir veya kırk iki tane büyük toplarını getirip eski yerlerine, yâni
metrislerine yerleştirerek sabah erkenden kaleyi dövmeye başladılar. Çok nâdir
top sesleri kesilir gibi olunca, bir tanesini daha ateş eder ve yerle gök arası
dumanla kaplanırdı. Bâzan kırk bir, bâzan kırk iki topu böyle sürekli olarak
atar dururlardı. Bâzan da topların hepsini birden ateşlerler, kalenin herhangi
bir taşını nişan tutup atarlardı. Gülleler birbiri peşi sıra çakar ve
vuruşlarından meydana gelen büyük gürültü sanki dünyâyı yıkar gibi yansırdı.
Bunların içinde yirmi sekiz, otuz sekiz, kırk, kırk bir ve kırk iki okka
ağırlığındaki gülle atan toplar vardı. Her top en azından günde ellişer gülle
atsa iki bini aşkın atış yapılmış olurdu. Bu kadar top ateşine dağların bile
dayanması imkânsız iken. Estergon gibi küçük bir kalenin tahammülü fevkalâde
bir hâdiseydi.
Kâfirler,
iki defa lağım yaparak, Tuna’ya bakan büyük kulenin dış duvarını havaya
uçurdular. Üzerinde bulunan Gâzilerden kimi içeriye kimi dışarırıya savruldu. O
kuleyi alınca içine yerleştiler. Bir kaç yerde çam tahtalarına öküz derisi
kaplayıp duvara dayayarak, duvarı altından kazıp delmeye başladılar. Öyle oldu
ki, bizden bir kimse bir kargıyı onlar tarafına uzatıp yakınındaki bir mel’ûnu
yıkmak veya geri atmak isterse, kargının, ucuna bir kâfir yapışır, o kendine
biz kendimize çekerdik. Gece ve gündüz bu tür boğuşmaktan bir an geri
durulmadı. Sözün kısası, sargı içinde olanlar çok acı çektik, çaresiz kaldık.”
Su
sıkıntısını da şöyle dile getirmektedir: “Bir ay boyunca hep sarnıçtan su
içildi. Bir kolda bulunan iki, üç yüz adama, bir-iki at yükü su verildi; onu da
paşanın kendisi dağıtır, başka kimse el değdirmezdi. Sıcaktan sarnıç çevresinde
mermerleri yalayan ve bir damla su diye can veren, eli ve ayağı kesilmiş,
humbaradan haşlanıp gözü kapanmış ve yüzü şişmiş, pis kokulardan halkın genzi
dolmuş çaresiz dertlilerin çığlık ve iniltileri, gönülleri çıldırtır,
ümidsizliğe düşürürdü. Durum böyle iken sonunda üç günlük bile suyumuz
kalmamıştı. Rahmetli Kara Ali Bey’in ambarında Paşa için henüz biraz un vardı.
Kale dizdarı da pek tedarikli bir adam imiş, kendisi için bir mikdâr un
toplayıp saklamış. Ötekilerin yediği sâdece buğdaydan ibaretti. Buğdayı saçta
kavururlar, el değirmeninde çekerler ve üzerine biraz su dökerler, ondan sonra
yerlerdi.”
Estergon
komutanı Lala Mehmed Paşa hiç bir yerden yardım gelmiyeceğini anladığı hâlde,
düşmanın vire yâni sağ salim çıkıp gitmek şartıyla kaleyi teslim teklifini
kabule yanaşmıyordu. Fakat başka çâre de yoktu. Sirem alaybeyi Hüseyin Bey,
tarihçi İbrâhim Peçevî, Kâtib Ahmed Çelebi Paşa’dan meydana gelen bir hey’et,
kaleden çıkarak düşmanın vire şartlarını uygun bir şekilde görüşerek kaleye
döndüler. Lala Mehmed Paşa’yı herkesin malı ve silâhlarıyla Vişegrat kalesine
gitmeye ikna ettiler. Ve elli iki senelik Osmanlı hakimiyetindeki Estergon’u 30
Ağustos 1595’de düşmana teslim etmek mecburiyetinde kaldılar. Bir avuç yiğit
Gâzinin, kahramanlara parmak ısırtan şanlı müdâfâsından sonra kaleyi teslim
etmesi, kendilerini çok duygulandırdı. Kale kapısından çıkarken başta Lala Paşa
olmak üzere hiç biri gözyaşlarını tutamamış, bu serhat kalesini yeniden
fethetmek için Allahü teâlâya duâ etmişlerdi.
Hakîkaten
mücâhid Gâzilerin kırık gönülleri ile yaptıkları duâyı Allahü teâlâ kabul etmiş,
on sene sonra 29 Ağustos 1605’de sadrâzam ve serdâr-ı ekrem Lala Mehmed Paşa,
kahraman gâzileriyle Estergon’u muhasara etmişti. Bir ay boyunca “Allah
Allah...” nidalarıyla hücum üzerine hücum tazelediler. Kaleden kuş uçurtmayıp,
düşmanın emân dilemesiyle kalkan kılıçlarını indirdiler. Kaleyi vire ile teslim
alarak, içlerindeki sönmez hasretlerini giderdiler.
Bundan
sonra yetmiş sekiz sene daha Osmanlı hudut boylarının eşsiz müdâfaasını yapan
Estergon mücâhidleri, 1683 tarihindeki Avusturya savaşında kaleyi düşmana
teslim etmek mecburiyetinde kalmışlardı. Böylece Estergon’un Osmanlı
hâkimiyetinde kaldığı yüz kırk yıllık şan ve şerefli târih sahîfesi kapanmış
oldu.
Estergon kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşan kara bahtlıyım.
Estergon kalesi subaşı hisâr
Baykuşlar çağrışır bülbüller susar
Kâfir bayrağını burcuna asar
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Bir ateşle yanan kara bahtlıyım.
Estergon kalesi subaşı kale
Göklere ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Estergon’u vermiş kara bahtlıyım.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2,
sh. 239
2) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh.
481
3) Türk Târihinden Yapraklar; sh. 131
4) Târih-i Peçevî; cild-2, sh. 163, 279
5) Büyük Türkiye Târihi; cild-5, sh. 75
6) Estergon Kalesi (Midhat Sertoğlu; Hayat
Târih mecmuası, sene-1965); sayı 1-6, sh. 61