BUDİN

Osmanlı Devleti’nin Macaristan’daki eyâletinin merkezi ve şimdiki Budapeşte’nin bir bölümünü meydana getiren kısım. Tuna’nın batı kıyısında bulunan kısmına Budin veya Buda; doğu kıyısındaki kısma ise, Peşte denirdi. Buda ve Peşte’nin kuruluş târihleri belli değildir. Mîlâttan önce bölgeye gelen Keltler tarafından Ak-ink (Bol su) ismiyle kurulan Budin, M.S. ikinci asırda Romalılar tarafından işgal edilince, Aquincum ismini aldı. Romalılar zamanında büyük gelişme gösteren şehir, bir köprü ile karşı kıyıya bağlandı. İlk önceleri asıl vazifesi, imparatorluğun hudutlarını yabancı kavimlere karşı korumak olan şehir, sonraları bir ticâret merkezi hâlini aldı. Kavimler göçü devrinde Aquincum; Hunlar, Vandallar, Slavlar, Alanlar daha sonra da Avar istilâsına uğradı. Macarlar şehre yerleşince, Buda ve Peşte isimlerini kullanmaya başladılar. Macarların bölgeye yerleşmelerinden sonra, burası önemini bir süre kaybetti. Daha sonra Moğol istilâsına uğrayan şehir, Batu Han tarafından yıkılıp tekrar yaptırıldı. Moğol istilâsından sonra Macar kralı dördüncü Bel’a, Peşte’nin karşısındaki tepede bir kale inşâ ettirdi, önceleri tehlikeli zamanlarda Peştelilerin sığınağı olan Buda, zamanla mâmur hâle geldi. Krallar sık sık Buda’ya gelmeye başladı. Yavaş yavaş Macaristan’ın siyâsî merkezi hâline gelen şehirde, Alman İmparatorluğu’na seçilen Macar kralı tarafından büyük bir saray inşâ edildi ve şehir payitaht oldu. Daha sonraki senelerde payitaht, bir takım entrikalara sahne oldu.

Budin, Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından, Macar kralı ikinci Louis’in, Mohaç meydan muhârebesinde yenilmesinden sonra ele geçirildi (Bkz. Mohaç Zaferi). Bir süre Mohaç meydanında dinlenen ordu, Eylül’ün ortasında Budin önlerine geldiğinde, şehrin hıristiyan ahâlisi kaçmıştı. Şehirde sadece yahûdîler kaldığından, bunların reîsi Salamonoğlu Yasef, kale anahtarını Sultan Süleymân’a teslim etti. Böylece şehir, mukavemet göstermeden teslim oldu. Macar payitahtı ile beraber çok mikdârda ganimet ele geçirildi. Bunlar arasında; Fâtih’in 1456’da Belgrad önlerinde bıraktığı iki top, Macar kralı birinci Matyas Korvin’in (Corvinus) kitaplığı, kıymetli pekçok eşya, tunçdan iki büyük şamdan vardı. İstanbul’a getirilen şamdanlar Ayasofya mihrabının iki tarafına konuldu.

Sultan on dört gün kaldıktan sonra, 23 Eylül’de Budin’den ayrıldı. Kânûnî, Erdel asillerinden John Zapolya’yı Macar tahtına geçirdi ve kaleye bir mikdâr yeniçeri bıraktı! Halkın bir kısmı bu durumdan memnun olmuş, bir kısmı da ölen kralın kızkardeşinin kocası ve Habsburg imparatoru beşinci Charles (1500-1558)’in kardeşi Ferdinand’ı kral tanımıştı. Arşidük Ferdinand, eski geleneklere göre krallığın kendi hakkı olduğunu ileri sürerek 20 Ağustos 1527’de Budin’i kuşatarak ele geçirdi. Şehrin Habsburglulara bağlanmasını devletin emniyeti için tehlikeli gören Kânûnî Sultan Süleymân, ordusu ile sefere çıktı ve 3 Eylül 1529’da şehri kuşattı. Dört gün sonra, bir öğle vaktinde kale fethedildi. Kânûnî, Jan Zapolya’yı tekrar Macar tahtına geçirdi ve Osmanlı hazînesine alınmış olan Macar tacı, kralın ricası üzerine, kendisine gönderildi. Kalenin muhafazası için İlbasan sancak beyi Hüsrev Bey maiyetine, bir mikdâr kuvvet tahsîs edildi.

Kuvvet yoluyla bir şey elde edemiyeceğini anlayan Ferdinand, İstanbul’a elçi göndererek, Macar krallığını istedi ve bâzı şartlar öne sürdü. İsteği reddedilince Zapolya’nın Budin muhafazası için görevli bulunan yeniçerileri de Zigetvar üzerine göndermesini fırsat bilerek, 1531 senesinde kaleyi kuşattı. Yaptığı taarruzları başarısızlıkla sonuçlanan ve Semendire sancak beyi Mehmed Bey ile Bosna sancakbeyi Gâzi Hüsrev Bey’in üzerine geldiğini öğrenen Ferdinand geri çekildi. Muhasara elli yedi gün sürdü. Bu durumu öğrenen Kânûnî 1532 Nisan’ında üçüncü defa Macaristan seferine çıktı. Ancak Budin muhasarası kaldırılmıştı. Bunu öğrenen pâdişâh, kuzeybatıya doğru ilerliyerek Almanya üzerine yürüdü. Bundan sonra 1541 senesine kadar Osmanlı ordusu Macaristan’a sefer düzenlemedi.

Zapolya 1540 senesinde öldüğü zaman (Sigismund) isimli on beş günlük bir çocuk bırakmıştı. Zapolya’nın ölümü üzerine, Osmanlı pâdişâhı yeniden harekete geçecek olan Ferdinand’a karşı Macaristan’ı muhafaza etmeye karar verdi. Macaristan’da bir kaç kale ile Peşte’yi ele geçiren Ferdinand’ın, Budin’e yaptığı taarruz neticesiz kaldı. 1541 senesinde Raggendorfun kumanda ettiği Ferdinand’ın ordusunun Budin’i tekrar kuşatması üzerine Zapolya tarafdarları, Habsburgluları Macaristan için gerçek bir tehlike sayarak şehri müdâfaa ettiler. Bu sırada üçüncü vezir Mehmed Paşa komutasındaki bir ordu, Budin’in yardımına gönderildi. Kânûnî Sultan Süleymân ise arkadan büyük bir ordu ile geliyordu. Mehmed Paşa komutasındaki öncü birlikler, Sultan, Budin önlerine gelmeden Ferdinand’ın ordusunu ağır bir hezîmete uğrattı. Sultan, Budin önünde otağını kurdurduğu zaman, Budin kurtulmuştu. Kânûnî, kraliçeyi ve Macar asillerini huzuruna kabul ederek, Macaristan’ı Osmanlı ülkesine kattığını, Sigismund’a ise, Erdel’in verildiğini bildirdi.

Himaye altında muhafazasına imkân görmediği ve bu yüzden eyâlet hâline getirdiği Budin’e ilk beylerbeyi olarak, aslen Macar olan vezir Süleymân Paşa’yı, kâdılığına da Hayreddîn Efendi’yi tâyin etti. Her sınıftan yeterli mikdârda muhafız asker bıraktı. Burada bütün eyâletlerde olduğu gibi yerli halkın hakları korunmuş, mal, can ve ırz emniyeti sağlanmıştı. Düzenlenen Budin kanunnâmesinin büyük âlim Ebüssü’ûd Efendi’nin imzasını taşıyan önsözünde; ahâli yerli yerinde oturup, nefsi ve evlâdına hiç bir ferdin asla taarruz edemiyeceği açıklanmaktadır. Kanunnâmenin diğer bölümlerinde menkûl ve gayr-i menkûl mallar ile toprağın tâbi olacağı hukuk kaideleri yeralmaktadır. Bu arada Macarların büyük hâkimliğine de, Verböczy isimli bir Macar tâyin edildi.

Osmanlı Devleti’nin, Macaristan’ı ele geçirmesine mâni olamayan Ferdinand, hıristiyanlığın kalesi kabul edilen Budin’i ele geçirmek için Avrupa devletlerinin yardımını istedi ve Fransa hâriç bütün Avrupa hükümdarlarından yardım aldı. Topladığı çok kuvvetli ordu ve donanma ile Tuna yoluyla Budin üzerine yürüdü. Durumu öğrenen Pâdişâh, bu sırada ölen Süleymân Paşa’nın yerine Bâli Paşa’yı tâyin etti ve Rumeli beylerbeyi Ahmed Paşa’ya Sofya’da hazırlanmasını bildirirken, Rumeli’de sancakbeyi olarak görev yapan Ulama Paşa, Arslan Bey ve Mehmed Bey’i Budin’e yardıma gönderdi. Ferdinand’ın ordusu, sıksık karşılarına çıkan Kânûnî Sultan Süleymân’dan çekindikleri için, ağır ağır ve ihtiyatla ilerliyerek Peşte önlerine vardı. Kale müdafileri düşmanla derhâl savaşmaya başladılarsa da, düşman sayısının çok fazla oluşu sebebiyle kaleye geri çekildiler. Kuvvetli bir bombardımandan sonra kalede büyük gedikler açılmasına rağmen, Osmanlı askerleri gediklerin iç taraflarına kazdıkları hendekler ve metrislerle kuvvetli bir savunma hattı meydana getirdiler. Bu yüzden gediklerden içeri saldıran düşman askerleri büyük bir hezîmete uğratıldı. Son derece yıpranan ve maneviyâtı bozulan Ferdinand’ın ordusu geri çekilme karârı aldı. Çekilme esnasında Osmanlı akıncılarının giriştiği hücumlar ile tamamen perişan olan düşman kuvvetlerinden çok az kısmı geri dönebildi.

Kuşatmanın kaldırılmasından sonra, Kânûnî Sultan Süleymân 1543 senesinde sefere çıktı. Macaristan’ın en önemli kalesi olan Estergon, İstolni Belgrad fethedilerek Budin eyâletine bağlandı. 1556 senesine kadar beylerbeyi olanlar Macaristan’ın bir çok kalelerini ele geçirdiler. Aynı sene Kânûnî’nin son seferi olan Zigetvar’ın fethi ile Budin yeni bir sancak kazandı. On altıncı asırda bir gazâ diyârı hâline gelen Budin, 1592 senesinde başlayan Osmanlı-Avusturya harbi sırasında tekrar harb meydanı hâline geldi. Bu savaş sırasında eyâlete bağlı Filek, Segedin ve Novograd düşman eline geçti. Estergon’un da düşman eline geçmesi üzerine Budin kalesi serhad hâline geldi. Sultan üçüncü Mehmed’in Eğri kalesini fethi ve Haçova zaferi ile Osmanlı Devleti lehine dönen harbin seyri, daha sonra düşman ilerlemesi ile tekrar aksine bir gelişme göstererek, Avusturya kuvvetleri Budin önlerine geldi. Kırk gün süren bu muhasarada fazla bir başarı elde edemeyen düşman, kale varoşlarını baştan başa yakıp yıktıktan sonra geri çekildi.

1602 senesinde sadrâzam Yemişçi Hasan Paşa İstolni Belgrad’ı geri aldığı sırada, Avusturyalılar tekrar Budin’e taarruz ettiler. Peşte’yi alıp Budin’i kuşattıkları sırada, Erdel’den gelen Yemişçi Hasan Paşa da Peşte’yi muhasara etmeye başladı. Düşman Budin’i topa tutarken, Türkler de Peşte’yi topa tutuyorlardı. Yemişçi Hasan Paşa bütün gayretlerine rağmen Peşte’yi geri alamadı. Budin’e yeterli miktarda kuvvet ve mühimmat bırakan sadrâzam, Belgrad’a döndü. Budin müdâfaası sırasında Türkler, içine demir parçaları ile barut doldurulup düşman safları arasına yuvarlanan bir varil kullandılar. Budin beylerbeylerinden Dev Süleymân Paşa tarafından yapılan bu kara torpili, düşmana bir hayli zâyiât verdirdi. Lala Mehmed Paşa’nın ova kapısından yaptığı huruç hareketinden sonra, düşman çekilmeye mecbur kaldı. Peşte 1604 senesine kadar düşman elinde kaldı ise de, devam eden muhasara sonunda Avusturyalılar kaleyi boşaltmak zorunda kaldılar. 1606 senesinde Osmanlı Devleti ile Avusturya imparatoru arasında imzalanan Zitvatoruk andlaşması ile Budin bir süre düşman saldırılarından uzak kaldı. Fakat her İki taraf, çeşitli akınlar düzenlemekten vazgeçmemişlerdir. 1626 senesinde Novograd’ı kuşatan Murtazâ Paşa, ertesi sene Segedin ve Peşte yakınlarına kadar gelen Alman, Macar ve Hırvat kuvvetlerini büyük birhezîmete uğrattı. Bu zaferin akabinde 13 Eylül 1627’de Szüng muahedesi imzalandı.

Fâzıl Ahmed Paşa’nın Uyvar seferi ile Budin eyâleti tekrar harb meydanı hâline geldi (1664). Daha sonra sadrâzam Kara Mustafa Paşa’nın ikinci defa Viyana üzerine sefer düzenlemesi ile başlayan yeni bir harb dönemi ise, Budin eyâletini baştan başa harabeye çevirdi ve Macaristan’ın Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasına sebeb oldu. Viyana önlerinde yenilen Kara Mustafa Paşa, Budin’e geri çekildi. Bu neticede Budin beylerbeyi Kara Mehmed Paşa da yenilince, Estergon kalesi Avusturyalıların eline geçti. Kara Mustafa Paşa’nın idamından sonra ordu kumandanı olan Tekirdağlı Mustafa Paşa, düşman kuvvetleri önünde başarılı olamadı. Vaç kalesi düştü ve düşman kuvvetleri Peşte üzerine yürüdüler. Bunun üzerine harâb hâlde olan Peşte’yi boşaltan Osmanlı kuvvetleri, Budin kalesine çekildi. Avusturyalılar Peşte’yi ele geçirdi ise de, Budin’den açılan ateş neticesinde kaleyi boşaltmak mecburiyetinde kaldılar. Düşman kuvvetleri komutanı Lorraineli Karl, Budin’i daha elverişli yerden kuşatmak için kuzeye, eski Budin civarına çekildi. Bu sırada, Budin esaslı bir şekilde tahkim edildi ve muhafız sayısı arttırıldı. Sultan dördüncü Mehmed, Budin’e çok ehemmiyet verdi. Budin’e yardıma gelen kuvvetler, kaleyi muhasara eden düşman kuvvetlerini ağır mağlûbiyetlere uğrattılar. Hattâ kalede bulunan kuvvetler sekiz defa çıkış yaparak düşman kuvvetlerini zor durumda bıraktılar. Bu hâl, Avusturya ordusunun Budin önlerinden çekilip gitmesine sebeb oldu. Bunun üzerine Budin beylerbeyi Melek İbrâhim Paşa, Macaristan serdarlığına, Abdi Paşa da Budin beyler beyliğine tâyin edildi (1685).

Osmanlı-Avusturya harbi devam ederken, 1686 senesinde Budin, Şarl de Loren komutasındaki yüz bin kişilik Avusturya ordusu tarafından 18 Haziran günü kuşatılmaya baştandı. Geri püskürtülen ilk hücumlarda düşman kuvvetleri ağır zâyiât verdiler. Daha sonraki hücumlarda Budin tersanesine isabet eden düşman güllesi 36.000 kantar barutla beraber dört bin askerin şehîd olmasına sebeb oldu. Bu felâkete rağmen Abdi Paşa müdâfaaya devam etti. Sadrâzam Süleymân Paşa, kaleye yardıma geldi. Ancak Budin’in civar tepelerini tutan Avusturya birliklerini yaramadı. Türk cephaneliğinin havaya uçması, Budin’deki evleri harabeye çevirmiş ve Tuna nehrinin yatağını değiştirmişti. Bu durum karşısında, düşman kumandanı Abdi Paşa’ya Budin’i vire ile bırakmasını teklif etti. Vire teklifi kabul edilmeyince, 27 Temmuz 1686 günü Avusturyalılar tekrar hücuma geçtiler. Yaptıkları iki büyük hücum, Türkler tarafından ağır kayıplar verdirilerek boşa çıkarıldı. Avusturyalılar tekrar Abdi Paşa’ya teslim olması teklifinde bulununca; “Kalenin teslimi mümkün değildir. Üçüncü hücum da, Peygamber efendimizin manevî desteği ile def edilecek” cevâbını verdi. Düşman kumandanı iki yeni teslim teklifi daha gönderdi. Paşa bunu da; “Budin, Osmanlı Devleti’nin kalesi ve anahtarıdır” diye cevaplandırdı. Ayrıca İstanbul’dan Budin’e ulaşan fetvada; “Devletin anahtarı Budin’in muhafazası, hayâttan daha aziz bir din vazifesidir” buyrulmakta idi.

2 Eylül 1686 sabahı, erken saatlerde düşman ordusu umûmî taarruza geçti. Abdi Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri bütün güçleri ile kaleyi müdâfaa ediyorlardı. Nihayet düşman kuvvetleri Beç (Viyana) kapısında açılan büyük gedikten girmeye başladı. Kaleyi müdâfaa eden mücâhidler ve Abdi Paşa son damla kanlarına kadar savaştılar ve şehîd oldular. Gâzilerden teslim olan çıkmadı. Şehirdeki sivil Türk halkı da düşman kuvvetleri tarafından öldürüldü. Şehir bütün gece yağmalandı. Câmiler ve Osmanlı eserleri ateşe verildi. Yağmalama sırasında kumandanlardan Bolognalı meşhur Marsipli kontu, câmileri, kütüphâneleri, sarayları dolaşıp topladığı kadar el yazması kitapları tahripten koruyup, bunlar ile, zengin Bologna müzesini ve kütüphânesini kurdu. Büyük bir kısmını da Viyana’da imparatorluk sarayına hediye etti. Kanunî Sultan Süleymân Budin’i fethedip girerken, birtek hıristiyanın burnu kanamamıştı. 160 sene Türk şehri olan Budin’in akıbeti çok kötü oldu. Şehrin düşme haberi, İstanbul’da çok büyük üzüntüye yol açtı. Bu sebeble; “Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i” nakaratıyla nesilden nesile intikâl eden Budin türküsü ile bu şanlı müdâfaayı hiç bir zaman unutturamayacak milî hissiyâtı ifâde eden şiirler yazıldı.

Budin eyâleti, imparatorluk protokolünde Mısır eyâletinden sonra ikinci sırada yer alırdı. Buraya dâima vezir payesinde beylerbeyi gönderilirdi. Beylerbeyinin Alman imparatoruna elçi gönderip, onun elçisini kabul etmek derecesinde salâhiyeti vardı. Eyâletin başlangıçta sınırları çok geniş iken, sonraları Tameşvar, Kanije, Eğri, Yanova, Yanık gibi eyâletler ayrılınca sınırları daraldı; fakat önemi azalmadı, Budin kalesi garnizonundaki asker sayısı sekiz bin civarında idi. Eyâlete her sene İstanbul’dan kapıkulu askeri gönderilip, değiştirilirdi.

Budin beylerbeyinin maiyetinde bir hazîne defterdârı ve kethüdası, timâr defterdârı, defter emîni ve kethüdası, ma’lûl kâtibi, çavuşlar emîni, nizâmnâmeci, kıla tezkerecisi, şehir ve gümrük eminleri gibi büyük me’murlar görev yapardı. Beylerbeyilere yıllık sekiz yüz seksen bin akçelik geliri olan has verilirdi. Beylerbeyi 176 cebelü ve dört bin asker beslemekle görevli idi.

Tuna’nın Vidin’deki yukarı kısmında bulunan gemiler, Budin kapdanına bağlı idi. On firkate ile bin kadar bahriye askeri, kurulmuş olan hafif bir filo nehirde güvenliği sağlamak, Tuna köprülerini kurmak ve korumakla vazifeliydi.

Osmanlı Devleti, Budin’e târihî damgalarını ve medeniyetin izlerini silinmez bir hâtıra olarak vurmuştur. Yukarı Budin’de kiliseden çevrilme üç câmi ile sonradan devlet büyüklerinin yaptırdıkları on sekiz câmi, yedi medrese, sebiller, sarnıçlar, kuleler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, bedestenler ve mükemmel çarşılar vardı. Şehrin aşağı kısmında ise yirmi dört câmi ile sıbyan mektepleri yer alıyordu. Budin’in karşısında bulunan Peşte şehrinin Tuna tarafı hâriç olmak üzere, surlarla çevrilmiştir. Peşte’de beş câmi, yedi mescid, iki tekke ve bir çok sıbyan mektebi vardı. Peşte tombazlar üzerine kurulan ve zincirlerle bağlanan, baharda kurulup, kışın kaldırılan bir köprü ile Budin’e bağlanmıştı. Budin’deki Osmanlı yapılarının bir kısmı zamanımıza kadar gelmiştir.

NAZLI BUDİN!

Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu,
Gül alıp satmanın zamanı geldi,
Bülbülün figânı bağrımı deldi,
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i

Budin’in içinde uzun çarşısı,
Orta yerinde Sultân Mehmed Câmisi,
Kâbe suretine benzer yapısı,
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i

Çeşmelerde abdest alınmaz oldu,
Camilerde namaz kılınmaz oldu,
Mâmur olan yerler bilinmez oldu,
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.

Cephane tutuştu aklımız şaştı,
Selâtin câmiler yandı tutuştu,
Sabî sıbyân hepsi ateşe düştü,
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.

Serhadler içinde Budin’dir başı,
Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı,
Abdurrahmân Paşa, şehîdler başı,
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.

ÖLÜRSEK ŞEHÎD, KALIRSAK GÂZÎ!

Ordû-yu hümâyûnun Erdel seferini fırsat bilen Arşidük Matyas, Budin’i muhasara etmişti. Bu sırada orduda yiyecek sıkıntısı başgöştermiş, Budin kalesinden bile bir mikdâr erzak gönderilmek mecburiyetinde kalınmıştı. Bunun üzerine serdâr-ı Ekrem Hasan Paşa, daha büyük bir felâketin önüne geçebilmek ve kışlamak için Belgrad’a geri çekilirken, Rumeli beylerbeyi Lala Mehmed Paşa’yı bir mikdâr asker ile Budin’e yardıma gönderdi. Lala Mehmed Paşa, serhat boylarında nam yapmış, askerin çok sevip saydığı cesur ve kahraman bir vezirdi.

Lala Mehmed Paşa’nın Budin’e gelerek idareyi ele alması, askerin maneviyâtını çok yükseltti. Arşidük Matyas’ın yaptığı hücumların hepsi geri püskürtüldü. Fakat, erzak ve cephane bittiğinden bu durum uzun sürmeyecekti. Matyas bütün kış muhasaraya devam ederse, dayanmak çok güç ve imkânsızdı. Bunun üzerine Eylül ayı sonlarına doğru toplanan dîvânda yeni tedbirler üzerinde durulduktan sonra, Budin beylerbeyi; “Mehmed Paşa’nın tecrübesi bizden fazladır. Bize kurtuluş yolunu inşaallah gösterecektir” dedi. Bâzı ağaların durumun kötülüğünden dert yanması üzerine, kâdı Hâbil Efendi, konuşarak, ümitsizliğe düşmenin doğru olmadığını, Allahü teâlâya güvenerek sonuna kadar îmân, azîm ve şeref ile mücâdele edilmesini söyledi.

Mecliste son sözü alan Lala Mehmed Paşa; “Gönlünüzü ferah tutun arkadaşlarım! Endişeye mahal yoktur. Yalnız bir suâlim var, gittiğim yere gider misiniz?” diye sordu. Orada hazır bulunanlar hep bir ağızdan “Billah gideriz!” cevâbını verdiler. Mehmed Paşa sesini biraz daha arttırarak; “Benimle beraber rütbe-i şehâdeti ihrazı cana minnet bilir misin? Yâni dînimiz ve vatanınız için ölür müsünüz?” deyince, yüzünden nur akan kâdı Hâbil Efendi gözleri dolu dolu olarak yerinden fırladı; “Seni bize Allahü teâlâ gönderdi. Vatanımız için ölürüz Paşa kardeşimiz. Billâh şehâdet şerbetini nûş eyleriz (içeriz)” dedi. Mecliste bulunanlar kâdıyı aynı heyecanla tasdik ederek; “Şehîd olmayı cana minnet biliriz” dediler.

Lala Mehmed Paşa, ayağa kalkıp; “Öyleyse beni dinleyiniz kardeşlerim! Azmimiz karşısında küffâr eriyip, perişan bir vaziyette defolup gidecektir” dedi. Bu sözlerden sonra meclis dağıldı. Mehmed Paşa derhâl hazırlıklara başladı. Kalede top mermisi yok denecek kadar azdı. Bunun yerine değişik bir silâh lâzımdı. Kalede bulunan bütün varilleri toplattı içine barut ve demir parçaları doldurttu ve fitiller koydu. Bu silâha varil kumbarası deniliyordu. Cuma günü sabahı namazdan önce eli silâh tutan bütün herkesi meydanda toplanmaya çağırdı. Sabah namazı beraberce kılınacak, sonra rütbe ve derece farkı olmaksızın kaleden çıkılacak, düşmanın üzerine saldırılacaktı.

Sabah namazı kılınıp duâ edildikten sonra herkes kalenin kapısına doğru yürüdü. En önde Lala Mehmed Paşa vardı. Kapıya yaklaşıldığı sırada herkesin gözlerini yaşartan bir hâdise oldu. Budin kâdısı ihtiyar Hâbil Efendi, beyazlar giyinmiş olduğu hâlde safları yararak, Mehmed Paşa’nın yanına geldi. Elinde büyük bir kılıç vardı. Mehmed Paşa; “Efendi hazretleri neden geldiniz”? Siz geride kalıp bize duâ ediniz. Biz cenge gideriz!” deyince, kâdı bu teklifi reddederek; “Biz de vatanımız uğrunda şehîd olmayı arzularız” dedi. Mehmed Paşa biraz durdu. Gözlerinde yaşlar birikmişti. Kale kapıları açıldı. İçi barut ve demir parçalarıyla dolu olan variller, ateşlenerek düşman hatlarına doğru sırayla yuvarlandı. Biraz sonra müthiş bir gürültü oldu. Eski sükûnet tekrar olunca, Lala Mehmed Paşa kılıcını çekerek ileri fırladı. Onu kâdı Hâbil Efendi ve asker tâkib etti. Allah, Allah! nidaları, Macar ovasını doldurdu. İslâm mücâhidleri yüzlerle binlere ve binlerle on binlere hücum ediyordu. Mehmed Papa ile kâdı, askere şevk ve gayret veriyordu. Öğleye kadar süren muhârebe sonunda, mağlûb olan Arşidük Matyas selâmeti kaçmakta buldu. Böylece Allahü teâlâ bir avuç askere zafer kazanmak ihsân eyledi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

 1) Târih-i Peçevî cild-1, sh. 142 cild-2, sh. 158

 2) Târih-i Naimâ; cild-1, sh. 292

 3) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer) cild-5, sh. 1476

 4) Târih ve Edebiyat Dergisi (Ali Emiri)

 5) Türk Devrinde Budin’de Latinler (L.Fekete, VI. Türk Târih Kongresi) sh. 274

 6) Mohaçnâme (Kemalpaşazâde; Paris-1859)

 7) Münseât-üs-selâtin; cild-1, sh. 554

 8) Târihi Lütfi (İstanbul-1341) sh. 389

 9) Seyahatname; cild-6, sh. 252

10) Fezleke (Kâtib Çelebi; İstanbul-1280) cild-1, sh. 292

11) Târih-i Râşid; cild-1, sh. 421

12) Târih (Fındıklı Silâhdâr, İstanbul-1928); cild-2, sh. 96

13) Osmanlı Târihi; (Uzunçarşılı) cild-2, sh. 323

14) Büyük Türkiye Târihi; cild-13, sh. 5