Osmanlı
Devleti’ne bağlı prenslik. Eski adı Moldovya olup, Osmanlı hâkimiyetine geçince
Boğdan denilmiştir. Osmanlı târihi kaynaklarında bu bölge umumiyetle Kara-Boğdan
şeklinde geçmektedir. Bu ifâdedeki kara kelimesi, boyun eğmiş, teslim olmuş
mânâsına gelmektedir. Avrupa kaynaklarında ise Valachia (Ulahlar ülkesi)
şeklinde bahsedilmektedir.
Fransız-İtalyan
Anjou sülâlesinin elinde bulunan Macar Krallığı, doğudan sürekli olarak gelen
hücumları engellemek için, Karpat dağlarının doğusunda bir askeri garnizon
kurmuştu. Ayrıca bu garnizonun bulunduğu bölgenin güneyindeki dinsiz bir kavmi
ve Ulahları hıristiyanlaştırmak için, 1227 senesinde papa tarafından bölgede kumanlar
piskoposluğu kuruldu. Bir süre sonra Altınordu hükümdarı Batu Han, bu
piskoposluğa son verdi. Bölgedeki Ulah sülâlesi, Macar kralı Lajos’a karşı
ayaklanarak idaresinden ayrıldılar ve Moldovya’ya yerleşerek müstakil bir
devlet kurdular. Bu devlet, kuruluşundan îtibâren çeşitli hücumlara mâruz
kaldı. Leh, Macar ve Altınordu devletleri tarafından yapılan bu saldırılara
karşı, Moldovya Devleti savunmada çok zorluk çekti.
On
beşinci asrın başlarında Boğdan (Moldovya) yakınlarındaki bölgelerde Osmanlı akıncıları
görünmeye başladı. Boğdan prensi, Osmanlılar ile doğrudan doğruya temas
etmeden, önce Osmanlılara karşı vücûda getirilen müdâfâ teşkilâtına dâhil oldu.
Voyvoda Aleksandru Celbun, 1412 senesinde imzalanan Lublin muahedesi ile Macar
kralı Sigismund ve Leh kralı Vladislav Vagello’ya Osmanlılardan gelecek saldırı
karşısında yardım edeceğine söz verdi. Yardım etmediği takdirde bu iki kral,
Boğdan Prensliği’ne âid toprakları bölüşeceklerdi.
Osmanlı
ordusu, Çelebi Sultan Mehmed zamanında Eflak voyvodası Mihâil’i mağlûb ettikten
sonra, Dobruca ile aşağı Tuna kalelerini ele geçirdiler. İlk defa bu târihte
Boğdan topraklarına giren Akıncılar, Akkerman ve limanını kuşattılar ise de,
şehri fethedemediler. İstanbul’un fethinden sonra, 1455’de Fâtih Sultan Mehmed
Han’ın ikinci Sırbistan seferi dönüşü sırasında, Boğdan prensliği, Eflak gibi
Osmanlılara tâbi olmayı kabul etti. Boğdan’ın Osmanlılara senede iki bin altın
(sloti) vergi vermeyi ve pâdişâhı metbû tanımayı kabulü, bu prenslik üzerinde
metbuluk iddia eden Macar ve Leh kralları için büyük bir yıkım oldu. Böylece
Boğdan, bu devletlere Karadeniz’i kapatmış oluyordu. Boğdan’ın Osmanlı
hâkimiyetini tanıması; Osmanlı Devleti’ni, Kuzeybatı Karadeniz’in hâkimi
yapmış, Kırım’a ve Lehistan’a komşu vaziyete getirmişti. Fâtih Sultan Mehmed
Han, Boğdan’ın iç işlerine müdâhale etmeyip, yerli prenslerin idaresinde,
imtiyazlı bir eyâlet hâlinde bıraktı.
Boğdan
voyvodası Stefan Mare, önceleri Osmanlı Devleti’ne vergilerini ödüyordu. Daha
sonraları özellikle Osmanlıların, Venedik, Napoli ve Papa ile denizde; Macarlar
ve Arnavutlar ile karada savaştıkları bir zamanı fırsat bilerek, tekrar
bağımsızlığını elde etmeğe çalıştı. Arası açık bulunan Eflak voyvodası üzerine
yürüyerek onu memleketinden kaçırdı. Bu durum pâdişâh tarafından haber alındı.
Sebebi sorulunca; Stefan Mare, eşkıyanın kendi arazisindeki tahribatı
sebebiyle, cezalandırmak için saldırdığını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı
Devleti tazminat istedi. Boğdan prensini himaye eden Leh kralının duruma
müdâhale etmek istemesi üzerine, Rumeli beylerbeyi Hadım Süleymân Paşa
komutasında bölgeye bir ordu gönderildi (1475). Osmanlı ordusu, Boğdan prensine
mağlûb olunca, prensin gururunu kabarttı. Stefan Mare, işin bu kadarla
bitmiyeceğini bildiğinden, papaya ve hıristiyan devletlere başvurup, yardım
istedi ise de, hıristiyan âleminden yardım gelmedi.
Süleymân
Paşa’nın mağlûbiyeti üzerine, Fâtih Sultan Mehmed Han 1476 baharında ilk Boğdan
seferine çıktı. Ordu Varna civarına geldiğinde, Leh elçisi de oraya gelmişti.
Sultan elçiye şu üç teklifi yaptı: 1- Vergi te’diyesi, 2- Cenevizli esirlerin
iadesi, 3- Kilya’nın teslimi. Boğdan elçisi bu teklifi kabul etmeyince, ordu,
Boğdan topraklarına girerek, ilerlemeye başladı. Prens, Osmanlı ordusunun
karşısında tutunamıyacağını bildiğinden, etrafı yakıp yıkarak ve yiyecek
maddelerini dağlara kaldırarak geri çekildi. Fakat Tuna yoluyla erzak
getirildiği için orduda herhangi bir kıtlık görülmedi. Prens Stefan, sarp bir
dağın arkasındaki ormana girerek etrafını tahkim ile peçine denilen siper hendekler
açtırmış, ağaç ve arabalardan manialar yaptırmıştı. Durumu öğrenen pâdişâh,
orduyu o istikâmete çevirdi. İki taraf arasında yapılan muhârebede, Anadolu ve
Rumeli tımarlı sipâhîleri büyük gayret gösterdiler. Ormanın önü geçilmez
olduğundan yeniçeriler top ateşi karşısında yüzü koyun yere yatmak
mecburiyetinde kalıyorlardı. Fâtih, Belgrad muhasarasında yaptığı gibi atını
ileri sürünce, yeniçeriler de ayağa kalkıp hücuma geçtiler. Tımarlı sipahiler
de hücuma destek olunca, kısa zaman sonra prensin ordusu ağır bir şekilde
mağlûb edildi. İki ay Boğdan’da kalan Sultan, asker arasında veba hastalığının
başgöstermesi üzerine gayesine tam ulaşamadan geri döndü.
Karadeniz
sahillerinin büyük bir kısmını alan Osmanlıların, hem ticâret hem de yapılacak
seferler için Polonya yolu üzerinde bulunan önemli bâzı sahil şehirlerini zapt
etmeleri îcâb ediyordu. Özellikle Boğdan’ın can damarı olan ticâret
iskelelerinin alınması, bu prensliği ister istemez Osmanlı nüfuzu altına
sokacaktı. Polonya, Macaristan ve Venedik ile 1483’de bir sulh andlaşması
imzalayan sultan İkinci Bâyezîd, 1484 senesi baharında ikinci Boğdan seferine
çıktı. 6 Temmuz 1484’de ordu, Tuna nehrinin kuzey sahilindeki ve Boğdan’ın
Karadeniz kapısı olan Kili önüne ulaştı. Kale, karadan ve denizden muhasara
edildi. Karşı koyamıyacağını anlayan kale kumandanı, 15 Temmuz’da şehri teslim
etti. Daha sonra Osmanlı ordusu Dinyester nehrinin meydana getirdiği küçük bir
körfezin kıyısında bulunan ve daha önce üç defa kuşatılan fakat bir türlü
fethedilemeyen Akkerman kalesini kuşattı (24 Temmuz 1484). Çok önemli olan bu
kale, Osmanlı ordusu karşısında ancak on dört gün dayanabildi. Kalenin
muhasarasına Kırım Han’ı Mengli Giray da katıldı. Adet üzere, yeni alınan
yerlerin hemen tahrîri yapıldı ve Sultan Edirne’ye geri döndü.
İkinci
Bâyezîd Han’ın bu fetihlerinden sonra, Boğdan’ın Karadeniz sahillerinde toprağı
kalmadı. Boğdan prensi, Akkerman’ı tekrar ele geçirmek için bâzı çalışmalar
yapdı ise de başarılı olamadı. Bu durumu haber alan Pâdişâh, Boğdan üzerine
Hadım Ali Paşa komutasında bir ordu gönderdi. Bu ordu karşısında duramayacağını
anlayan Prens Stefan, Leh kralına sığındı. Ali Paşa’nın Boğdan’dan ayrılması
üzerine memleketine dönen Prens, tekrar Kili ve Akkerman kalelerine saldırdı.
Bunun üzerine Silistre sancakbeyi meşhur akıncı reisi Malkoçoğlu Bâli Bey,
Boğdan üzerine gönderildi. Boğdan prensi Stefan Mare, bu durum karşısında Leh
ve Macar kralından yardım istedi ise de, umduğu yardım gönderilmedi. Sonunda
Osmanlının muhteşem ve yenilmez bir devlet olduğunu anladı. Osmanlı
hâkimiyetini tanıyarak her sene dört bin altın vergi yermeyi kabul etti. 1504
senesinde ölürken, oğluna memleketi, öteki milletlerden daha hakîm ve kuvvetli
oldukları için Türklere teslim ederek, başkalarına vermemesini vasiyet
etmiştir. Bâzı istisnaları dışında Stefan Cel More’nin bu siyâsî vasiyetine
bütün Boğdan voyvodaları uymuşlardır. Osmanlıların Viyana seferi sırasında,
Prens Petro Rareş sadâkatini teyid ile vergisini bizzat kendisi verdi (1530).
Prens Petro bu târihten sonra dışarıdan yapılan te’sirlerle Osmanlıya olan
bağlılığını terk ederek gizlice Avusturya imparatoru Ferdinand ile haberleşmeye
başladı. Daha sonra Osmanlılar tarafından Budin’e yerleştirilen ve bölge
ahvâline dâir Osmanlı Devleti lehinde casusluk yapan Venedikli Aloisio
Gritti’nin öldürülmesinde Boğdan prensi Petro’nun parmağı olduğu anlaşılınca,
Kanunî Sultan Süleymân, Temmuz 1538’de üçüncü Boğdan seferine çıktı. Sür’atle
hareket eden Osmanlı ordusu, Tuna ve Prut nehirlerini geçerek Boğdan’a girdi.
Osmanlı kuvvetlerine karşı duramıyacağını anlayan Rareş, Transilvanya’ya kaçtı.
Eflak voyvodası üç bin kişilik bir kuvvetle Rareş’in kuvvetlerini mağlûb etti
ise de, Boyarların ihaneti netîcesinde Rareş yakalanamadı. Sultan, Boğdan
Prensliği’nin merkezi olan Yaş Pazarını ve Şeçav’ı zabtetti. Boğdan tahtına da
itaatkâr bir voyvoda olan Rareş’in kardeşi Stefan’ı geçirdi. Stefan’a verilen
beratta, iki senede bir senelik vergisini bizzat kendisinin getirip takdim
etmesi kaydedildi. Bu seferden sonra Boğdan ile Osmanlılar arasındaki toprak
ihtilâfları hâlledildi. Prut suyunun Akkerman tarafından Dinyester nehrine
kadar bir hudut çizilip, hududun sonunda iki kale yapılması kararlaştırıldı ve
bu iş Boğdan prensine verildi.
Lokusta
yâni Çekirge lakabıyla anılan Stefan, memleketin önemli kısmını Osmanlılara
terk ettiğinden dolayı, tepki gösteren Boyarlar tarafından öldürüldü ve yerine
üçüncü Aleksandr getirildi. Bu Prens, Kili, Akkerman ve Bucak kalelerine
saldırdı ise de, başarılı olamadı. Bu sırada eski voyvoda Rareş bir yolunu bulup
İstanbul’a gelerek kendisini affettirdi. Sultan ona yeniden Boğdan
voyvodalığını verdi. Senelik vergisini de on iki bin dukaya yükseltti.
Rareş’den sonra yerine voyvoda olarak oğlu İlya geçti. İlya, babasının
voyvodalığı zamanında rehin olarak İstanbul’da bulunduğundan, Osmanlı’yı ve
İslâmiyet’i yakından tanımıştı. Voyvoda olunca, Kânûnî Sultan Süleymân’ın emri
ile 1550’de Erdel’de faaliyet gösteren Avusturya imparatoru Ferdinand
taraftarlarının üzerine sefer düzenledi. Bir süre sonra İslâmiyet’i kabul eden
ilya, Silistre sancakbeyi oldu. Beş sene kadar bu görevde kalan İlya, ömrünün
son günlerini Haleb’de geçirip, 1562 senesinde orada vefât etti.
İlya’dan
sonra Boğdan voyvodalığına geçenler bağımsızlık arzusu ile çeşitli hareketlere
giriştiler. Voyvoda İoan, senelik verginin seksen bin altına çıkarılmasını
kabul etmeyerek, Osmanlı kuvvetlerini Kazakların yardımı ile yendi. Bunun
üzerine, o sırada sultan olan ikinci Selîm Han, Ahmed Paşa komutasında bir
orduyu, Tuna sancak beylerini ve Kırım hanını Boğdan üzerine gönderdi. İoan
yakalanarak îdâm edildi. Yerine geçen voyvoda Aron da bağımsızlık arzusu ile
çeşitli faaliyetlerde bulundu ise de, kendisinden şüphelenen Erdel prensi
Sigismund Bothory tarafından öldürüldü. Daha sonra voyvoda olan Movila
zamanında Osmanlı Devleti’ne karşı kurulan ve papanın himayesindeki Avrupa
ittifakı önemli bir netîce alamadı. Bâzı mevzilerde başarılar elde eden
müttefik kuvvetler komutanı Mihâil, 1599’da Erdel, 1600’de de Boğdan’a hâkim
oldu. Kendisini Eflak, Boğdan ve Erdel hâkimi îlân etti. Ancak Avusturya
generali Basta tarafından öldürüldü.
On
yedinci asırda Boğdan’da siyâsî bakımdan önemli bir değişiklik olmadı. Lehistan
krallığı bir kaç defa Boğdan’ın iç işlerine müdâhale etti ve Yukarı
Dnester’deki Hotin kalesini zaptetti. Sultan ikinci Osman Han 1620’de Hotin
kalesini geri almak istediyse de netîce alamadı. Bu asırda Boğdan’da Rum nüfuzu
arttı. Boğdan kilisesi, İstanbul-Rum patriğine bağlı bulunuyordu. Çeşitli
yerlerde manastırlar yaptırıldı. Ticâretle uğraşan Rumlar bir süre sonra
Boğdan’ın iç işlerine müdâhale etmeye başladılar. Sultan dördüncü Mehmed Han
zamanında Lehliler ile yapılan savaşlarda Hotin geri alınarak Boğdan’a dâhil
edildi.
1681
senesinde, Boğdan prenslerinden Gheore Duca’ya, Osmanlı sultânı tarafından, vezirlere
mahsûs üç tuğ verildi. Bucas andlaşması gereğince Duca’ya ayrıca Ukrayna
hetmanlığı da verildi. 1699 senesinde imzalanan Karlofça andlaşmasında
Lehliler, Osmanlı Devleti’nden Boğdan’ı ısrarla istediler. Fakat Osmanlı
Devleti, Boğdan’ın hür bir memleket olduğunu ve kılıç zoruyla değil, istiyerek
Osmanlı Devleti’ne tâbi olduğunu, bu yüzden bölgeyi Lehistan’a teslim
etmeyeceğini bildirdi. Uzun müddet İstanbul’da kaldığı için Küçük Kantemiroğlu
adıyla meşhur olan Dimitrie Cantemir, bu sıralarda voyvoda idi. Dimitrie
Cantemir, Rus çarı Petro ile ittifak kurarak Rusya’nın ilk defa Boğdan
siyâsetine karışmasına sebeb oldu. Yapılan andlaşmada Boğdan, Tuna ve
Karadeniz’deki hudutlarına kavuşmuş olacaktı. Rus Çarı ordusu ile hareket
hâlinde iken, Prut nehri yanında bulunan Stanileşti köyü civarında 11 Temmuz
1711’de çevrilerek ağır bir mağlûbiyete uğratıldı. Boğdan voyvodası Rusya’ya
kaçtı.
Bu
hâdiselerden sonra sultan üçüncü Ahmed Han, Boğdan Voyvodalığı’nı, her zaman
İstanbul’un kontrolü altında kalabilecek Rum beylerine verdi ve Voyvodalığın
müddeti üç seneye indirildi. Bu prensler, Osmanlı Devleti’ne sâdık kaldılar.
1821’e kadar devam eden bu döneme, Fenerli Rum Beyleri devri denildi.
1774’de
Ruslarla imzalanan Küçük Kaynarca andlaşması ile Rus sefirlerinin Eflak ve
Boğdan voyvodaları ve Osmanlı Devleti’nin Ortodoks tebeası lehinde bâzı
müdâhalelerde bulunabilmeleri kabul edildi. Rusya, Boğdan ve Eflak
konsolosluklarını açtı. Osmanlı-Rus savaşları sonunda 1792’de yapılan Yaş
andlaşması neticesinde Rusya, Boğdan ile doğrudan doğruya komşu durumuna geldi.
Sultan İkinci Mahmûd Han zamanındaki Osmanlı Rus harbleri sonunda Ruslar,
Boğdan ve Eflak’ın bâzı bölgelerini ele geçirdiler. Buralar, Akkerman, Kili ve
Bender, Türk ahâlisi ile Rusya’ya ilhak oldu. Ruslar buraya Basarabya eyâleti
ismini verdiler.
Eflak’da
çıkan bir isyân neticesinde, Fenerli Rum Beyleri devri 1821’de sona erdi.
Sultan İkinci Mahmûd, voyvodalığı tekrar yerli prenslere verdi. 1826’da Rusya
ile yapılan Akkerman andlaşmasına göre, voyvodalığın süresi yedi seneye
çıkarıldı. 1856’da yapılan Paris andlaşması ile sona eren Kırım harbinden
sonra, Ruslar, Boğdan’ın Tuna, Cahul, İsmâil ve Belgrad şehirlerini iade etmek
mecburiyetinde kaldılar. Bundan sonra Boğdan ve Eflak sâdece Osmanlı Devleti’ne
tâbi oldu. 1859’da Basarabya’nın üç vilâyeti de dâhil olmak üzere Boğdan’a,
Alexandra Lon Cuza prens tâyin edildi. Aynı sene Eflak da bu prensin idaresine
verildi. Bu prens İstanbul’a giderek sultan Abdülazîz Han’ı ziyaret etti. Bir
süre sonra Boğdan ve Eflak çeşitli siyâsî faaliyetler neticesinde Romanya adı
altında birleştirildi. Daha sonra Cuza prenslikten ayrıldı. Yerine Alman
hânedânına mensup Prens Karol seçildi. Prens Karol, 10 Mayıs 1866’da
Romanya’nın başşehri Bükreş’e girdi. 1877 Osmanlı-Rus harbinde Romanya,
Ruslardan istiklâli için te’minât alarak savaşa girdi, önce Ayestefanos ve
sonra da 1878’de yapılan Berlin Andlaşması ile Romanya’nın istiklâli tanındı.
1881’de ise krallık hâline geldi.
Boğdan,
dîvânın tâyin ettiği ve voyvoda denen prensler tarafından yönetilirdi. Prens,
salâhiyetlerini pâdişâhtan alır ve diğer beylerbeyi gibi bölgeyi pâdişâh nâmına
yönetirdi. Pâdişâhın bir yaveri Boğdan’ın merkezi Suçava’ya gelip yeni
voyvodayı tahta oturtur, sırtına hil’at, başına da kızıl börk giydirip kılıç kuşatırdı.
Daha sonra oradaki bütün Boyarlara ve büyük rahiplere sultânın tâyin berâtını
okurdu. Eğer voyvoda düzene aykırı hareket ederse, azledilir, îdâm edilir veya
sürülürdü. Suç çok ağırsa, Osmanlı ordusu ülkeye girer ve suçluları
cezalandırırdı. Voyvodaların hassa askerlerinin, ortodoks mezhebinden
hıristiyan ve Arnavut olması şart idi. Ayrıca prenslerin hassa bölüğü
mâhiyetinde yüz kişilik yeniçeri birlikleri ile Türk mehterhâneleri vardı.
Bunlar, İstanbul’dan gönderilirdi. Voyvodaların saray hayâtını dikkatle tâkib
edip, şifreli mektuplarla Tuna üzerindeki sancakbeyleri vasıtasıyla dîvâna
bildirilen yirmi dört tane emir subayı vardı. Bunların on ikisi İstanbul’lu, on
ikisi Kırım Türk subaylarından seçilirdi. Başlarında dîvân efendisi isminde
yüksek rütbeli bir me’mûr bulunurdu. Her dîvân efendisi değişince, İstanbul
tarafından verilen şifre de değiştirilirdi. Boğdan’a Türklerin yerleşmeleri
yasaktı. Tüccar olarak bölgede çok sayıda Türk vardı. Fakat toprak
edinemezlerdi.
Dîvân,
daha önce voyvodalık etmiş ailelerden birini voyvoda seçerdi. Voyvoda, azli
gerekmezse, ilk zamanları hayâtının sonuna kadar bu vazîfede kalırdı. Daha
sonra Fener Rum Beyleri zamanında voyvodalık üç seneye indirildi. Protokolde
Boğdan beyi, Eflak beyinden önce gelirdi. Boğdan voyvodası beyaz tüylü yeniçeri
üniforması giyerdi. Voyvoda tâyin edilen prenslerin çoğu Türkçe bilirdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Âşıkpaşazâde Târihi; sh. 144
2) Târih-i Cevdet
3) Târihi Peçevî
4) Târih-i Nâimâ
5) Solakzâde Târihi
6) Necati Bey Dîvânı
7) Tac-üt-tevârih; cild-3, sh. 63, 153, 239,
253
8) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-1, sh.
216, cild-2, sh. 77, 181, 342, 409
9) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh.10, 96,
cild-13, sh. 99