Babası.................... : Fâtih Sultan
Mehmed Han
Annesi.................... : Sitti Mükrime
Hâtûn
Doğumu.................. : 3 Aralık 1447
Vefâtı...................... : 26 Mayıs 1512
Tahta Geçişi............ : 21 Mayıs 1481
Saltanat Müddeti..... : 31 sene
Sekizinci
Osmanlı pâdişâhı. Fâtih Sultan Mehmed Han’ın büyük oğlu olup, 3 Aralık 1447’de
Sitti Mükrime Hâtun’dan doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla
yetiştirilen şehzâde Bâyezîd, devrin en mümtaz âlimleri elinde tahsil gördü.
Yedi yaşında iken, Amasya beylerbeyi Hadım Ali Paşa nezâretinde Amasya vâlisi
oldu.
Amasya,
Selçuklular devrinden beri önemli bir ilim ve kültür merkezi idi. Bir pâdişâh
adayının yetişmesi için, bu vilâyette bütün şartlar müsaitti. Bölgede öteden
beri büyük âlimler yetiştiği gibi, ihtiyâç duyulan sahalarda da hâriçten
âlimler getirilirdi. Şehzâde Bâyezîd; Amasya’da üst seviyede devlet
görevlilerinden olan lalası Hadım Ali Paşa, nişancısı Kemâleddîn Ahmed Çelebi,
defterdârı Hacı Mahmûd Çelebizâde Sa’deddîn Çelebi, dîvân kâtibi Sa’dî Çelebi
nezâretinde ilmini arttırıp, idarecilik bilgilerini geliştirdi. Seyyid
Sadreddîn Muhammed Horasanî ve Zeynüddîn Hâfî hazretlerinin halîfelerinden
Abdürrahîm Merzifonî’nin sohbetlerinde bulundu. Amasya müftîsi Zeynüddîn Halil
Çelebi ve vefâtını müteakip yerine geçen oğlu Muslihiddîn Mustafa Efendi, yeni
nişancısı Müeyyedzâde Ali Çelebi, Çandarlızâde Tâceddîn İbrâhim Çelebi,
Muslihzâde Kâdı Şemseddîn Mehmed Çelebi, Muhyiddîn Mehmed Çelebi ile kardeşi
Selâhaddîn Mûsâ Çelebi ve Hatîb Molla Kâsım’dan ilim öğrendi. Şeyh Hamdullah
Agâh’dan hat dersleri aldı. Seyyid Sadreddîn Muhammed’in oğlu ve halîfesi olan
ve babam diye bahsettiği Seyyid İbrâhim Çelebi’yi ikâmet yeri olan Amasya
yakınlarındaki Yenice köyünde ziyaret edip, ilminden istifâde etti. Çelebi
Halîfe adıyla meşhur Cemâl-i Halvetî’nin ve Ebüssü’ûd Efendi’nin babası Yavsı
Şeyh nâmıyla meşhur Muhyiddîn İskilîbî gibi büyük evliyâ zâtların duâlarına
kavuştu. Bütün ilim dallarında bilgi sahibi oldu. Türkçe’den başka, Arabça,
Farsça ve Uygurca’yı öğrendi. Maiyyetine verilen kumandan ve cengâverlerden
silâh tâlimlerini, ata binip ok atmasını öğrendi. İdarecilikte mahir hâle
geldi. Daha şehzâdeliğinde faydalı işler yapıp, hayırlara vesile oldu.
Garîblerin, kimsesizlerin duâsını aldı. Çelebi Halîfe, sultân olacağını Allahü
teâlânın izniyle kırk gün önceden haber verdi ve çok duâ etti.
Babası
Fâtih Sultan Mehmed Han’ın 3 Mayıs 1481 târihinde sefere giderken Gebze’de
vefâtı üzerine, İstanbul’a davet edildi. Zamanın vezîriâzamı Karamânî Mehmed
Paşa, şehzâde Cem’in saltanata geçmesini istiyordu. Fakat devlet merkezindeki
tercihe uyarak Amasya vâlisi bulunan şehzâde Bâyezîd’e Keklik Mustafa Çavuş ile
haber gönderdi. Bu arada gizlice Cem Sultan’a da haber göndermişti. Bu haberci,
Anadolu beylerbeyi ve Bâyezîd’in damadı olan Sinân Paşa tarafından yakalandı
ise de, Cem Sultan babasının ölümünü, vukûundan dört gün sonra öğrenmiş
bulunuyordu. Yeniçeriler durumu öğrenince, ayaklanarak vezîriâzamı öldürdüler.
İstanbul’da bulunan Bâyezîd’in üçüncü oğlu Şehzâde Korkut’u saltanat naibi îlân
ederek, bî’at ettiler. Sultan Bâyezîd, Amasya’dan gelinceye kadar şehzâde
Korkut saltanat nâibliği yaptı.
Sultan
Bâyezîd tahta geçer geçmez, babasının cenaze merasimi ile ilgilendi. Vefâ
Konevî’nin imâmlığında, müezzinlerin, “Er kişi niyetine” nidaları arasında
başlanan cenaze namazı, gözyaşları arasında bitti. Kendi yaptırdığı Fâtih
Câmii’nin kıble cihetine defnedildi. Bu arada Konya vâlisi olan kardeşi şehzâde
Cem, kendisine tarafdâr olan vezîriâzamın öldürüldüğünü öğrenince, 28 Mayıs’ta
Bursa’yı işgal ederek, sultanlığını îlân etti. Yirmi üç gün Bursa’da saltanat
süren Cem Sultan, kendi adına hutbe okutarak, para bastırdı.
Bâzı
zarurî işleri hâlleden sultan Bâyezîd, kardeşi Cem mes’elesini neticelendirmek
istedi. Cem Sultan tarafından gelen memleketi paylaşma teklifini reddetti. 20
Haziran’da iki kardeş arasında, Bursa Yenişehir’de yapılan savaşı kaybeden Cem
Sultan, önce Konya’ya çekildi. Daha sonra Kâhire’ye gitmek üzere yola çıktı. 26
Eylül’de Kâhire’ye vardı ve burada Mısır sultânı Kayıtbay tarafından büyük bir
merasimle karşılandı. Kâhire’de aylarca kalan Cem Sultan, hac mevsiminde
Hicaz’a giderek, hac farizasını yerine getirmekle şereflendi. Cem Sultan hacdan
döndüğü sırada, Karamanoğlu Kasım Bey, sultan Bâyezîd’e başkaldırmıştı. Kasım
Bey’in daveti ve bâzı fitnecilerin kışkırtmaları neticesinde, Cem Sultan
saltanat ümidi ile Anadolu’ya geldi. Bu durum Osmanlı Devleti’nde yeni bir
sürtüşmenin başlamasına sebeb oldu. Sultan Kayıtbay, Şehzâde’ye 65.000 duka
altın verdi. Cem Sultan, Kâhire’ye geldiği sırada ağabeyi sultan Bâyezîd’den
bir mektup aldı. Bu mektupta Sultan, hükümdarlıktan vazgeçtiği takdirde
kardeşine bir milyon akçe tahsisat ödemeyi vâd etti. Cem Sultan bunu kabul
etmedi. Konya’ya geldiği zaman, ikinci Bâyezîd, yeniden samimî ve şefkatli bir
dille rica yollu, yıllık tahsîsâtını alıp, Kudüs’de oturmasını ve
hükümdarlıktan vazgeçtiğine dâir yemin etmesini istedi.
Teklifleri
kabul etmeyen Cem Sultan, 27 Mayıs 1482’de Konya önlerine geldi ve şehri
muhasara altına aldı. Sultan Bâyezîd kuvvetlerinin Konya’ya yaklaşmaları
üzerine şehzâde Cem, Kasım Bey ile kuşatmayı kaldırarak, Ankara önlerine geldi.
Ankara’yı kuşattı ise de başarılı olamıyacağını anlıyarak, Karamanoğlu Kasım
Bey’in topraklarına döndü. Niyeti tekrar Mısır’a dönmekti, sultan Bâyezîd
kardeşinin Çukurova yoluyla Mısır’a gideceğini tahmin ederek, Dulkadiroğlu
Alâüddevle Bey’e onu tevkif etmesi için emir verdi. Bu sırada şövalyelerin
üstâd-ı âzamı Pierre d’Aubusson’un nâzik bir dille Rodos’a daveti üzerine, Cem
Sultan bir Rodos gemisi ile 29 Temmuz 1482’de Rodos adasına ayak bastı.
Karşılıklı imzalanan sened gereğince Cem Sultan istediği zaman adadan
ayrılacaktı. Fakat Rodos şövalyelerinin sahtekârlığı neticesinde bırakılmadı.
Cem Sultan’ın Rodos şövalyelerine sığınması, kendi, şahsı ve Türkiye târihi
için talihsiz bir dönem olmuştur.
Nitekim
Cem’in Avrupa’ya geçmesi, hıristiyan devletlerce ve bilhassa Papalık makamınca
Türkler hakkında beslenilen kötü fikirlerin tatbik sahasına konulması için bir
fırsat telakki olundu. Hattâ Osmanlı Devleti’nin yıkılması için en müsait
vaktin geldiği zannedildi. Bu düşünce ve zanlar neticesinde Osmanlılar çeşitli
zorluklarla karşı karşıya getirildi. Bilhassa Cem’e sâhib olmak suretiyle
Osmanlılara karşı açılacak haçlı seferinin organize görevini üstlenmek isteyen
Avrupalı devletler arasında da büyük bir diplomasi faaliyeti görülmeye
başlandı. İşlerin çok tehlikeli bir yola girdiğini gören sultan Bâyezîd, 16
Ocak 1482’de Venediklilerle bir andlaşma imzaladı. Bu andlaşmaya göre;
Venediklilerin Osmanlılara ödemekte oldukları on bin duka tutarındaki vergi
kaldırılıyor, Venedik mallarından alınan yüzde beş gümrük vergisi, yüzde dörde
indiriliyor ve Fâtih Sultan Mehmed Han ile yapılan barıştan itibaren esir düşmüş
olan Venedikliler serbest bırakılıyordu. Osmanlıların aleyhine gibi görünen bu
andlaşma ile ikinci Bâyezîd Han, hıristiyanlığın en kuvvetli devletlerinden
birini safdışı bırakmış oluyordu. Nitekim zahiren de olsa onların dostluğunu
te’min eden Bâyezîd, Venediklilerin 17 yıl boyunca Osmanlılar aleyhindeki
teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı. Bu arada Avrupa’da Osmanlılar
aleyhine olarak gelişen olaylardan günü gününe Venedik vasıtasıyla haberdâr
olarak önceden tedbir almayı da ihmâl etmedi.
Bu
arada Memlûklü ordularının güneyde Osmanlı kuvvetlerini ciddi surette
uğraştırmaya başlamış olmaları ve Memlûklü sultânının da Cem’i ele geçirmek
üzere bir takım teşebbüslere girişmesi üzerine sultan Bâyezîd, Cem’in
Fransa’dan başka bir devletin eline geçmesini ülkesi için zararlı gördü. Bu
sebeple Fransa’ya bir elçi göndermekte gecikmedi. Bu elçi, Cem, Fransa’da
muhafaza altında bulundurulduğu takdirde pâdişâhın yapacağı fedâkârlıkları
saydı. Aksi takdirde hıristiyanlara karşı mücâdeleye girişeceği-tehdidinde
bulundu. Bu suretle Bâyezîd, doğu ve batı devletleri tarafından Osmanlılar
aleyhine hazırlanmakta olan bir teşebbüste, devletlerin Cem’den istifâdelerini
usta bir siyâsetle önlemiş oluyordu.
Öte
yanda Cem’i kullanmak suretiyle Osmanlılara karşı bir haçlı seferi
açılamayacağını anlayan papa İnnocent-Vlll, ona hıristiyan olma teklifinde
bulundu. Bu teklife karşı şehzâde; “Değil Osmanlı saltanatı, hattâ bütün
dünyânın pâdişâhlığını verseniz dînimi değiştirmem” cevâbını vererek papanın
emelini kursağında bıraktı (Bkz. Cem Sultan). Netice olarak Cem Sultan’ın 25
Şubat 1495’de Napoli’de vefât etmesinden sonra, komşularını ve düşmanlarını
açıkça tehdîd edebilecek duruma gelen Bâyezîd, artık Osmanlı Devleti’nin dış
politikasına başka bir yön verdi.
Daha
Cem Sultan hâdisesinin devam ettiği sıralarda, fırsatı ganimet bilen bâzı sınır
komşularının Osmanlı topraklarına saldırmaları üzerine, sultan Bâyezîd 1483
baharında sefere çıkarak Edirne-Filibe-Sofya yoluyla Sırbistan’a girdi. Morava
kıyılarını dolaştı ve Belgrad yakınlarına kadar yaklaştı. Bu bölgedeki bütün
kaleleri tâmir ve tahkim ettirdi. Yedi ay süren bu seferde herhangi bir
muhârebe olmadı. Sultan’ın bu seferi Macaristan’ı telaşlandırdı. Savaşı göze
alamıyan kral Matthias 1483 sonlarında Osmanlılarla bir sulh imzaladı. Sultan
Bâyezîd, böylece Balkanlarda vaziyetini emniyet altına aldı. Ertesi sene bahar
ayında tekrar sefere çıktı ve Edirne’ye, oradan da Dobric’e geldi. Isakcı
iskelesinden Tuna’yı geçtiği sırada Eflak voyvodası yirmi bin kişilik
mevcuduyla orduya katıldı. Osmanlı ordusu, Tuna’nın sol sahilindeki, Boğdan’ın
Karadeniz kapısı olan Kili kalesini kara ve denizden kuşatarak, dokuz gün
içinde feth etti. Sonra Dinyester nehrinin meydana getirdiği küçük bir körfezde
bulunan Akkerman kalesi, on iki günlük bir muhasaradan sonra, 11 Ağustos
1484’de fethedildi.
Bu
kalelerin fethi ile güç duruma düşen Boğdan voyvodası 1486’da bu kaleleri geri
alabilmek için taarruz etti. Ancak üzerine Silistre sancakbeyi meşhur
Malkoçoğlu Bâli Bey komutasında asker gönderildi ve mes’ele hâlledildi.
Bu
arada sultan Bâyezîd’in Dulkadir Beyliği yüzünden Mısır-Memlûklü sultânı ile
arası bozuldu. Cem Sultan’a sâhib çıkmalarından ve hacılara yapılan hizmette
Osmanlıların yardımını reddetmelerinden dolayı, Sultan, Memlûklüler hakkında
iyi düşünmez olmuştu. Ayrıca 1482 senesinde güney Hindistan Türk İmparatorluğu
tahtına oturan Mahmûd Şah Behmenî’nin Osmanlı’ya gönderdiği elçi, Memlûklülerin
Cidde vâlisi tarafından esir alınıp, para ve hediyelere el konulmuştu. Mısır
sultânı hediyeleri İstanbul’a çok geç yolladı. Bu hâdise bardağı taşıran son
damla oldu ve 1485’de iki devlet arasında savaş başladı. Altı sene süren bu
savaş topyekün bir harb olmayıp, belirli birliklerin vuruşmalarından ibaretti.
Osmanlı kuvvetleri ilk defa Külek kalesini zapt etti. Yapılan savaşlarda her
iki taraf da bir üstünlük sağlayamadı. Tunus beyinin arabuluculuğu ile sulh
yapıldı. Adana-Tarsus bölgesindeki Ramazanoğulları toprakları Osmanlılara
bırakıldı.
Memlûklu
sultânı ile barış yapıldıktan sonra sultan Bâyezîd, üçüncü sefer-i hümâyûna
çıktı. Sultan’ın hedefi Belgrad’ın fethi idi. Sofya’ya geldiği zaman Belgrad’ı
kuşatma işini Süleymân Paşa’ya bırakarak, kendisi Arnavutluk üzerine gitti.
Temmuz sonlarında, Manastır-Pirlepe yolunda İranlı bir şiî fedaî tarafından
öldürülmek istendi. Sultan suikasttan kurtuldu ve fedaî öldürüldü. Aynı senenin
sonlarına doğru ordu İstanbul’a döndü. Üç ay süren bu seferde düşmanlarla
herhangi bir vuruşma olmadı (1492). Bir süre sonra Akıncıların yaptığı seferler
üzerine Boğdan voyvodası, Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayıp, Osmanlı
hâkimiyetini tanıdı.
1498
senesi başlarında Lehistan’ın, Osmanlı himâyesi altındaki Boğdan’a saldırması
üzerine, Osmanlı-Lehistan savaşı başladı. Önceleri Lehistan’a karşı Rumeli
beylerbeyi Yâkub Paşa tâyin edildi. Lehistan kralının, Türk-Boğdan birliklerine
Bukovina’da yenilmesi üzerine bölgede büyük bir kuvvetin bulunmasına lüzum
olmadığı anlaşıldı. Harbin idaresi Silistre sanrcakbeyi Bâli Bey’e verildi.
Bâli Bey, 1498 senesinin ilk ve sonbaharında iki defa Lehistan’a sefer
düzenledi, Bu seferler, Osmanlı târihinin en büyük akın hareketleri olup, kırk
bin akıncı katılmıştır.
Venediklilerin
zaman zaman Mora’ya saldırması üzerine, sultan Bâyezîd 1499’da Mora seferine
çıktı. Osmanlı dîvânı, ordu sefere çıkmadan önce hareketi kolaylaştırmak için
Bosna beylerbeyi olan İskender Paşa vasıtasıyla Kuzey Venedik arazisine
şiddetli bir akın yaptırdı. Diğer taraftan yaklaşık üç yüz parçalık donanma,
kapdan Küçük Dâvûd Paşa kumandasında Boğaz’dan çıktı. Kapdan Dâvûd Paşa’nın
donanmasında altmış binden fazla kuvvet ve Kemâl Reis, Burak Reis, Kara Hasan
ve Herek Reis gibi meşhur denizciler bulunuyordu. Burak Reis’in kumandasındaki
gemide, Yenişehir hâkimi Kemâl Beyde bulunuyordu. Sultan Bâyezîd, donanmayı
gönderdikten sonra 1 Haziran 1499’da İstanbul’dan Edirne’ye, oradan da Mora’ya
doğru yola çıktı. Kara ordusu İnebahtı civarına geldiği hâlde, fırtınaya
yakalanan donanma İnebahtı önlerine gelememişti. Venedik donanması ise Osmanlı
donanmasını Mora sularından uzaklaştırmak gayesiyle Modon açıklarında
bulunuyordu. İki donanma Sapienza adasında karşı karşıya geldiler. Venedik
donanmasının öncü gemisi kumandanı Armenio, donanma-yı hümâyûnun en önünde
bulunan Burak Reis’in gemisini, Kemâl Reis’in gemisi sanarak ona yanaşmak
istedi. Diğer Venedik gemileri de onu tâkib etti. Burak Reis’in etrafını yirmi
kadar Venedik gemisi sarmıştı. Muhârebenin büyük kısmı Burak Reis’in gemisinin
etrafında cereyan ediyordu. Düşman gemilerinin arasından kurtulmanın mümkün
olmadığını anlayan Burak Reis, geminin barut deposunu ateşledi. O âna kadar
görülmemiş büyüklükte bir barut infilâkı denizi kapladı. Türk gemisi ile
beraber bir çok Venedik gemisi havaya uçtu. Burak Reis’le” birlikte Yenişehir
hâkimi Kemâl Bey ve beş yüz Türk denizcisi de şehîd oldu. Perişan bir duruma
gelen Venedik donanması Korfo’ya çekildi. Bu târihten itibaren muhârebe alanına
yakın olan Sapienza adasına Burak Reis Adası adı verildi (Bkz. Burak Reis).
Osmanlı
donanması İnebahtı açıklarına geldiğinde, yirmi iki Fransız ve iki Rodos
gemisiyle takviye edilen Venedik donanmasıyla tekrar karşılaştı. Bâzı
çarpışmalardan sonra Türk donanması ışıklarını söndürerek 25 Ağustos gecesi
İnebahtı limanına girdi. Venedik donanmasının çekilmesinden sonra kale komutanı
müdâfaanın bir fayda getirmiyeceğini görerek kalenin anahtarını Rumeli
beylerbeyi Mustafa Paşa’ya verdi (1499). Bu sırada vezîriâzam Çandarlı İbrâhim
Paşa vefât ederek nâşı İznik’e naklolunup, yerine Mesih Paşa tâyin edildi.
İnebahtı’ya asker ve mühimmat konduktan sonra donanmanın İnebahtı körfezinde
kalması kararlaştırıldı. Sultan, kışı geçirmek üzere Edirne’ye döndü.
İnebahtı’nın
ellerinden çıkması üzerine, Venedikliler tekrar savaşmayı göze alamadıklarından
Osmanlılar ile anlaşma yoluna gittiler. Venedik tüccarlarının serbest
bırakılmasını ve İnebahtı’nın iadesini istediler. Bunlar kabul olmazsa sulhun
yenilenmesini teklif eden elçiye, Sultan Bâyezîd; “Eğer benimle sulh yapmak
istiyorsanız Mora’daki Modon, Koron ve Napoli şehirlerini teslim etmelisiniz ve
her sene vergi vermelisiniz” dedi. Buna salahiyetli olmayan elçi geri gitti.
Kış ortalarında Yâkub Paşa’nın donanma ile birlikte hareket ederek, Modon’u
muhasara etmesi emrolundu. Sultan 7 Nisan 1500 günü Edirne’den hareket etti. 7
Temmuz’da donanmanın Modon önlerine geldiğini öğrenince, dört günde Güney
Mora’ya indi. Dâvûd Paşa komutasında olan ve İnebahtı’da bulunan donanma 27
Temmuz günü bu limandan ayrılarak, Navarin limanı açıklarında Venedik donanması
ile karşılaştı. Venedik donanmasını bozguna uğratan Dâvûd Paşa da kısa zamanda
Modon’a geldi. Çok müstahkem olan kale üç hafta muhasara edildi. Venedik
amirali Trevizano yardıma geldi ise de, Anadolu beylerbeyi Dâmâd Sinân Paşa
kuvvetleri, açılan gediklerinden içeri girerek kaleyi feth ettiler ve limanda
bulunan dört Venedik kadırgasını yaktılar (9 Ağustos 1500).
Modon
kalesinin tamirine Dâmâd Sinân Paşa me’mûr edildi. Koron kalesinin zaptı için
karadan ikinci vezir Hadım Ali Paşa görevlendirildi. Ali Paşa Koron’a giderken,
Navarin kalesini savaşmadan ele geçirdi. Buradaki Avrupalılar kendi şehirlerine
gönderildi ve yerli halk olan Rumlar cizyeye bağlandı. Ali Paşa Koron önlerine
gelince, şehir halkı Navarin gibi savaşmadan teslim oldu (16 Ağustos). Daha
sonra Venediklilerin ellerinde bulunan bâzı kaleler ele geçirildi. İnebahtı,
Modon, Koron ve Navarin’in alınması, fetihnameler ile beylerbeyliklere, İslâm
ve hıristiyan devletlere bildirildi. Türkleri Venedikliler aleyhine kışkırtan
Papa bu sefer de Türkler aleyhine yeni bir haçlı seferi açılmasına sebeb oldu.
Yapılan anlaşma gereğince Fransa, İngiltere, İspanya, Venedik gemilerinden
kurulu müttefik donanma, Osmanlı Cihân Devleti’ni denizde meşgul ederken,
karadan da Macarlar taarruz edeceklerdi.
1500
senesi sonbaharında Venedik gemileri Türklere âid Egine adasını, İspanyol
gemileri de Kefalonya limanını ele geçirmişlerdi. Bir süre sonra Amiral
Ravestayn kumandası altında birleşen ve iki yüz gemiden meydana gelen donanma,
Ege Denizi’ne gelerek Midilli adasını kuşattılar. Buranın düşman eline geçmesi,
diğer adalar halkının isyân ederek buraların da elden çıkmasına sebeb olacağı
için, Pâdişâh bizzat bu işle ilgilendi. Şehirli ve san’at erbabından askere
yazılanları Hersekzâde Ahmed Paşa kumandasında üç yüz parça gemi ile adaya
gönderdi. Midilli’ye ilk yardım, adaya yakın olan Saruhan sancakbeyi Şehzâde
Korkut tarafından yapıldı. Şehzâdenin silâhtârı Hamza Bey’in komuta ettiği
yardım kuvvetlerinin bir kısmı muhasarayı yararak kaleye girdi. Hamza Bey
müsademe sırasında şehîd oldu. 1501 Ekim’inde İstanbul’dan gönderilen asker ve
donanma, ada açıklarına gelince, Fransız donanması kuşatmayı kaldırdı. Yolda
Cerigo adası yakınlarında fırtınaya tutulan Fransız donanması tamamen battı.
Kuşatmanın kalkmasından sonra Midilli kalesi tamir edilip, yeniden yeterli
asker yerleştirildi.
Müttefik
kuvvetlerin karada ve denizde mağlûb olmaları üzerine, Venedik sulh istedi.
Sultan Bâyezîd de sulha tarafdâr idi. Zîrâ bu sırada devletin doğu sınırında
Akkoyunlu Devleti’nin yerine şiî bir devlet kuran Şâh İsmâil tehlikesi
belirmişti. Yapılan görüşmeler neticesinde 14 Aralık 1502’de otuz bir maddelik
İstanbul muahedesi imzalandı. Venedik bütün Osmanlı fetihlerini tanıdı. Sâdece
Kefalonya adası, Venedik’e verildi. Bir süre sonra Macaristan, Fransa,
İngiltere, İspanya, Portekiz, Polonya, Napoli ve Rodos ile sulh imzalandı.
Avrupa’da yirmi seneye yakın devam edecek bir sulh dönemi başladı.
Sultan
Bâyezîd Han, batıyı emniyet altına aldıktan sonra doğuya yöneldi. Karaman
mes’elesi târihe karıştığı kabul edilirken, senelerdir Tebriz’de bulunan
Karamanoğlu Mustafa Bey, Anadolu’ya gelerek etrafına topladığı Türkmenler ile
Lârende (Karaman) şehrini aldı. Konya sancak beyi ve annesi Karamanoğlu
sülâlesinden olan Şehzâde Şehinşâh, üzerine yürüyünce Mustafa Bey Tarsus’a
kaçıp Memlûklülere sığındı. Osmanlı Devleti ile aralarında bir anlaşmazlık
çıkmasını istemiyen Memlûklü sultânı, Karamanoğlu Mustafa Bey’i öldürttü.
Böylece Karamanoğulları târihe karışmış oldu.
Diğer
taraftan Doğu Anadolu ve İran’da ortaya çıkan Şâh İsmâil Safevî, büyük
mücâdeleden sonra 15 yaşında iken Akkoyunluları 1502’de Tebriz’den kovup, kendi
şahlığını îlân etti. Bozuk bir itikada sâhib bulunan Şâh İsmail, Ehl-i sünnet
îtikâdında olan annesi Hâlime Begim’i öldürdü. Kanla ve ateşle İran’da Ehl-i
sünnet itikadını yasakladı. Askeri ve iktisâdi gücü Memlûklüleri geçerek,
Osmanlı Devleti’nden sonra ikinci büyük devlet durumuna geldi. Ordusunun büyük
kısmını Anadolu’dan gelen kimseler teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti yönetimi
altında bütün imtiyazlarını kaybederek normal bir vatandaş hâline gelen
Anadoludaki Türkmen beyleri, beylik imtiyazları onlar için önemli olduğundan,
İran’a gidip Şâh İsmail’in bozuk itikadına girmekten çekinmediler. Böylece
orada bütün eski haklarına sâhib oluyorlardı. Şâh İsmail’in hedefi, Anadolu’yu
ele geçirmek ve Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı. Bu gayesinin tahakkuku için, kendi
bozuk fikirlerine inandırdığı kimseleri Anadolu içlerine gönderdi.
Şâh
İsmâil Anadolu’ya ajanlar salarken, Venedik’e de elçiler gönderip, Osmanlı
Devleti’ni yıkmak niyetinde olduğunu, Avrupa devletlerinin Rumeli’den harekete
geçmesi gerektiğini bildirdi. Venedik bu teklifi kabul etmedi. Aynı teklifi
Memlûklü sultânına yaptı ise de yüz bulamadı. Şâh İsmail, 1507 senesinde,
Dulkadiroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’in kızlarından Begli Hâtun’u istedi.
Dulkadiroğlu, bu isteği reddedince, Şâh İsmâil Dulkadir topraklarına girdi.
Maraş ve Elbistan’ı tahrîb edip, bu şehirlerdeki Dulkadir hânedânı mezarlarını
yıktırdı. İkinci Bâyezîd’e zarurî olarak Osmanlı topraklarından geçtiği için
özür mektubu gönderdi. Sultan Bâyezîd Han, Şâh İsmail’i iki ateş arasında
bırakmak düşüncesiyle Mâverâünnehr taraflarına hâkim olan Şeybânî hükümdarı
Şeybek Han’la haberleşip, Safevîlere hücum etmesini teşvik etti.
Trabzon
vâlisi olan Şehzâde Selim, bir an önce İran üzerine sefer düzenlenip, zulme son
verilmesini istiyordu. Şehzâde Selîm, üç Gürcistan seferine çıktı ki, en
meşhurları 1508 Kütayis seferidir. Bu seferlerde bugün Türkiye toprakları
içinde bulunan Kars, Erzurum, Artvin illerini ve on beş ilçesini fethederek
kesin şekilde Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşıyan Gürcülerin hepsi
müslüman oldu. Akkoyunluların topraklarından olan Bayburt, Erzincan, Kemah,
ispir, Gümüşhane, Çemişkezek çevresini ele geçirerek sancağına dâhil etti.
Bütün Akkoyunlu mîrâsına sâhib olduğunu iddia eden Şâh İsmail, bu toprakları
geri almak için kardeşi İbrâhim Mirzâ’yı gönderdi. Şehzâde hızla hareket ederek
Erzincan yakınlarında Safevî ordusunu perişan etti ve İbrâhim Mirzâ’yı esir aldı.
Şâh’a karşı bu başarıları Şehzâde Selîm’e büyük prestij kazandırdı. “Yürü
Sultan Selîm devrân senindir” nakaratlı türküler bestelenip, halk arasında
söylenmeye başladı. Şâh’ın şikâyeti üzerine, ikinci Bâyezîd, oğluna nâme
yazdırdı. Bunun üzerine şehzâde Selîm, Şâh’ın kardeşini serbest bıraktığı gibi;
Erzincan, Kemah, Bayburt ve İspir’i Safevîlere geri verdi. Ordu da bu durumu
kötü karşıladı. Şehzâde Selîm izin almadan sancağını terk ederek 1510 senesi
sonbaharında Kırım’a geçti. Kırım’da Kefe sancakbeyi olan oğlu şehzâde
Süleymân’ı özlediğini İstanbul’a bildirdi. Gerçekte, kayınpederi Kırım hanı
Mengli Giray’ın desteğini almak için Kırım’a gitmişti.
Bu
târihlerde Benî Ahmer hükümdarının yardım istemesi üzerine sultan Bâyezîd,
Kemâl Reis kumandasında bir donanmayı İspanya’ya gönderdi. Hâdiseler karşısında
yaşlılığından dolayı nisbeten hareketsiz kalan Pâdişâh, oğullarından birine,
dedesi gibi tahtı teslim etmek istiyordu. En büyük oğlu Ahmed Amasya’da, Korkut
Antalya’da, Şehinşâh Konya’da, Selîm Trabzon’da sancakbeyi idiler. Sultan,
oğullarından şehzâde Ahmed’i yerine geçirmeyi düşünüyordu. Bu sırada Şâh
İsmail’in halîfelerinden Şahkulu adında biri, bilhassa Eshâb-ı kiram düşmanı
Türkmenlerin bulunduğu yerlerde bir hayli tarafdâr buldu.
Etrafına
topladığı çapulcularla Antalya’da devlete karşı isyân etti. Üzerine gönderilen
Karagöz Ahmed Paşa’yı şehîd ederek Kütahya’yı ele geçirdi. Hadım Ali Paşa ve
şehzâde Ahmed komutasında gönderilen kuvvetler, Şahkulu isyânını bastırdı.
Yapılan savaşta Şahkulu ve Hadım Ali Paşa öldü. Şehzâde Ahmed tarafdârı olan
Ali Paşa’nın ölümü, şehzâde Selîm’in lehinde oldu. Ali Paşa’nın şehîd olduğu
aynı günlerde şehzâde Selîm, kendisine Rumeli’de verilen Vidin sancağından
ayrılarak Edirne’ye geldi (1511). Çorlu’ya kadar geldi ise de, babası karşısına
çıkınca Şehzâde’nin birlikleri dağıldı.
Şehzâde
Selîm, Kefe’deki oğlu Süleymân’ın yanına gitti. Bu sırada şehzâde Ahmed
Maltepe’ye kadar geldi, fakat ordu, veliahdın İstanbul’a girmesini istemedi.
Dîvân, veliahdın sancağına dönmesini emretti. Merkezde şehzâde Selîm
tarafdarları güç kazandı, İstanbul’da ordu açıkça şehzâde Selîm lehine büyük
gösteri yaptı (6. 3. 1512). Büyük Oğlunu desteklemekle kan döküleceğini anlayan
Sultan, oğlu Selîm’i İstanbul’a davet etti. Şehzâde Korkud çok seviliyorsa da,
erkek evlâdı olmadığı için şansını kaybetti. Şehzâde Selîm 19 Nisan’da
İstanbul’a geldi. Kendisinden üç yaş büyük olan ağabeyi Korkud kendisini
karşılayarak tebrik etti. Bundan sonra Selîm, Yenibahçe’de kendisi için
kurulmuş olan çadıra geldi. 24 Nisan’da da babası sultan Bâyezîd’in huzuruna
girerek el öptü. Bâyezîd ellerini kavuşturarak duran Selîm’e; adaletten
ayrılma, âcizlere ve bîçârelere karşı merhametli ol, kimsesizlere şefkat
göster, herkesin sana râm olmasını istiyorsan ulemâya çok saygı göster, zaruret
olmadıkça kimseye karşı sert davranma dedikten sonra çok duâlar etmiş ve
pâdişâhlığını Allahü teâlânın mübarek etmesi dileğiyle saltanatı kendisine
teslim etmişti.
On
bir gün kadar Eski Saray’da oturan sultan Bâyezîd, daha önceden düzenlettirdiği
Dimetoka’daki saraya gitmek için yola çıktı. Sultan hasta olduğu için çok yavaş
yol alınıyordu. Edirne’ye yaklaştıklarında Hafsa yakınlarındaki Abalar köyünde
26 Mayıs 1512 günü vefât etti. Cenazesi İstanbul’a getirilip kendisinin
yaptırdığı Bâyezîd Câmii yanına defnedildi. Yavuz Sultan Selîm tarafından
kabrinin üzerine türbe yaptırıldı.
Sultan
Bâyezîd Han, ilme, âlimlere, velîlere ve Allahü teâlânın sevgili kullarına çok
hürmet eder, onlara ihsânlarda bulunurdu. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten
ayrılmayan, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir pâdişâh olduğu için Velî Bâyezîd
olarak bilinir. Allahü teâlânın rızâsı için ilim öğrenen ve yine Allahü
teâlânın rızâsı için insanlara nasihat eden âlimlerin, Allah adamlarının
sözlerinden çıkmaz, onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdi. Devlet
işlerinden arta kalan zamanı kitap okumak ve ibâdet etmekle geçirirdi. Babası
Fâtih Sultan Mehmed devrinde İstanbul’un ilim merkezi yapılması için başlatılan
çalışmalar, Bâyezîd Han zamanında da devam etti. Ülkesindeki ve diğer İslâm
ülkelerindeki bâzı âlimlere maaş bağlattı. Bunlar arasında Hirat’ta bulunan
Molla Câmî hazretlerine ve Nakşibendî yolunun merkezi olan Buhârâ’daki dergâhın
şeyhine her sene beş bin akçe gönderirdi. Kendi şahsî mülkünden verdiği hediye
ve sadakalar da bir hayli fazla idi. Molla Câmî’yi ve Ubeydullah-ı Ahrâr
hazretlerinin oğlu Hâce Abdülhâdî’yi İstanbul’a davet etti. Bâyezîd Han, Hâce
Abdülhâdî’ye çok hürmet ve iltifatlarda bulunup duâlarına mazhâr oldu.
Bâyezîd
Han, daha şehzâdeliğinde başladığı îmâr faaliyetlerine ömrünün sonuna kadar
devam etti. Amasya’da yaptırdığı medrese, câmi ve zaviyeden sonra, Edirne’de
dârüşşifâ ve külliye, İstanbul’da Bâyezîd Câmii, medrese ve imâret, memleketin
çeşitli yerlerinde daha bir çok faydalı eserler, ilim yuvaları inşâ ettirdi.
Sultan
İkinci Bâyezîd Han’ın otuz seneden fazla süren saltanatı boyunca, sulh ve
sükûnu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden
sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selîm Han’ın fasılasız cihâd ile meşgul
olmasına vesîle oldu. Zamanında yeniçeri ocağını genişletti. Ağa bölükleri
kuruldu. Donanmaya ehemmiyet verilerek, yelkenli savaş gemileri yapıldı ve
gemilere uzun menzilli toplar yerleştirildi. Tımar teşkilâtında değişiklik
yapıldı. Sultan Bâyezîd bir taraftan devlet teşkilâtını sağlamlaştırarak halkın
huzur ve sükûnunu te’min etmek için uğraşırken, diğer taraftan doğudan batıya
kadar bütün müslümanların mes’eleleri ile ilgilendi.
Ahlâkı
ve fazileti sebebiyle İslâm alemince çok sevilen Bâyezîd Han vefât edince,
Kâhire’de Memlûklü sultânı ve halk tarafından gıyabında cenaze namazı kılındı,
ömrünü hep ilim ve ibâdetle geçiren Bâyezîd Han, Adlî mahlâsıyla çok güzel
şiirler yazdı, Bir dîvânda toplanan bu şiirleri yayınlanmıştır. Ayrıca dedesi
ikinci Murâd Han gibi açık Türkçe yazılması tarafdârı idi. Bu hususta İbn-i
Kemâl’den, açık ve anlaşılır bir Osmanlı târihi yazmasını istemiştir.
Kemâl
Paşazade onun devrini en doğru ve en veciz bir surette şu cümlelerle
özetlemektedir:
“Adalet
ve insafın koruyucusu olan mükemmel idareciliği ile kara ve deniz yolları
emniyetli olmuş, dâhiyane siyâseti neticesinde memleket mâmur hâle gelmiş,
aşikâr kerâmetleri ile muzaffer sancağı, hududsuz merhameti ile saltanatını
sevenler çok, devletinin otoritesi ve kuvveti ile memleketin düşmanları hor ve
hakîr olmuştur.”
Sultan
Bâyezîd Han’ın sekizi oğlan, on üçü kız olmak üzere yirmi bir çocuğu dünyâya
gelmiştir. Hanımlarının isimleri; Ayşe Hâtûn, Hüsnüşah Hatun, Bülbül Hâtûn,
Ferahşâh, Nigâr, Gülruh, Gülbahar Hâtûn, Şîrîn Hâtun’dur. Erkek çocukları;
Mahmûd, Abdullah, Şehinşah, Âlemşâh, Mehmed, Ahmed, Korkud ve Selim efendiler,
kız çocukları ise; Hadîce, Gevhermülûk, Selçuk, Aynışah, İlaldı, Şah, Hundi,
Ayşe, Sofu Fatma, Hümâ, Kamer, Sultanzâde sultanlardır.
Bâyezîd Han, İstanbul’da yaptırdığı
câminin açılışında hazır bulundu. Zenbilli Ali Efendi’nin kardeşi meşhur âlim
ve vaiz Muhyiddîn Mehmed Çelebi’ye vâz ettirdi. Pâdişâh, câmide ilk namaz
kıldıracak olan kimsenin bulûğ çağından bugüne, bir defa ikindi namazının
sünnetini terketmemiş bir kimse olmasını arzu ediyordu. Cemâate îlân edilince,
kimse çıkmadı. Pâdişâh mecbur kalıp; “Elhamdülillah müddet-i ömrümüzde hiçbir
vakit kaçırmadık” diyerek, bizzat imâmete geçti.
Yine Bâyezîd Câmii’nin açılışına
Hacı Bayram-ı Velî’nin (r. aleyh) yoluna mensub ilim, edeb ve vakar ehli bir
zât olan Baba Yûsuf Sivrihisârî’yi davet etmişti. Baba Yûsuf Sivrihisârî
namazdan sonra kürsüye çıkıp öyle te’sirli bir vâz yaptı ki, pâdişâh ve câmide
bulunan cemâat ağlamaya başladılar. Ağlamalarıyla câmi inledi. Câminin
açılışını seyretmek için gelip, dışarıda bekleyen hıristiyanlardan üçü bu
hâlden çok etkilenerek derhâl câmiye girip Baba Yûsuf Sivrihisarî’nin huzurunda
müslüman oldular. Bu hâdiseyi gören Sultan İkinci Bâyezîd Han, yaptırdığı
Bâyezîd Câmii’nin ilk açılışında böyle bir olayın vuku bulmasından dolayı çok
sevinip memnun oldu. Müslüman olan üç hıristiyana pek çok para ve mal hediye
etti.
Bâyezîd Han’ın, Kırım Hanı Mengli
Giray’ın cihâd edilmesi hakkında ki yazısına vermiş olduğu cevabî mektubu çok
önemlidir. Bâyezîd bu mektubunda; “Cihâd ü gazâya emr, İslâm dîninin en baş
yoludur. Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır. Fakat geniş topraklarımız
üzerindeki reâyâ ve bereyânın hâllerinden yalnız ben sorumluyum. Yarın Allah’ın
huzuruna vardığım zaman; “Bâyezîd! Sana bunca iklimleri ihsân idüp cümle
ibâddan seni ihtiyar ve bir kaç günlük saltanatı ve hilâfeti sana lâyık gördüm.
Kullarım arasında nice benim emrimi icra eyledin ve ne tarîk ile adalet eyledin”
deyu buyurdukta hâlim ne ola ve ne hâl ile cevap virem diye düşünür dururum.
Savaş için bir tarafa gidildiği zaman, insanlarda kötülüğe temâyüllü
hususiyetler bulunduğu için, yokluğumuzdan faydalanarak bir fitne
çıkarabilirler. Bundan dolayı herhangi bir tarafa gitmemeyi ve nizâm-ı memleket
için yerimde oturmayı daha münâsip buluyorum. Yine bundan dolayı gece-gündüz
bütün vaktimi halkın ahvâlini tedkîk ve işlerini görmeye harcıyorum.”
22 Mayıs 1481 Fâtih Sultan Mehmed Han’ın cenâze merasimi.
28 Mayıs 1481 Cem Sultan’ın Bursa’da tahta çıkması.
20 Haziran 1481 .Sultan Cem ile Sultan Bâyezîd arasında
Yenişehir muhârebesi ve ikinci Bâyezîd’in zaferi.
28 Haziran 1481 Cem Sultan’ın Mısır’a gitmek üzere Konya’dan
ayrılması.
10 Eylül 1481 Cenubî İtalya’daki Otronto kalesinin elden çıkması.
26 Eylül 1481 Cem Sultan’ın Kâhire’de şâhâne bir merasimle karşılanması.
16 Ocak 1482 Osmanlı-Venedik sulh muahedesinin yenilenmesi.
26 Mart 1482 Cem Sultan’ın Anadolu’dan aldığı davetler üzerine yola çıkması.
17 Mayıs 1482 Cem Sultan’ın Konya muhasarası.
8 Haziran 1482 Cem
Sultan’ın Ankara muhasarası.
20 Temmuz 1482 Cem Sultan’ın Rodos gemisine binerek
Anadolu’dan ayrılması.
1 Eylül 1482 Cem
Sultan’ın Rodos’dan Fransa’ya hareketi.
18 Kasım 1482 Gedik Ahmed Paşanın îdâmı.
1483........ Morava
seferi. Hersek sancağının kat’î suretle ilhakı, Osmanlı-Macar sulhu,
Karamanoğlu Kasım Bey’in ölümü, Karaman vâlisi Şehzâde Abdullah’ın ölümü.
1 Mayıs 1484 Sultan’ın
Bağdan seferi için İstanbul’dan hareketi.
15 Temmuz 1484 Kili kalesinin fethi.
9 Ağustos 1484 Akkerman Kalesinin fethi.
1485........ Osmanlı-Memlûklü
muhârebelerinin başlaması.
1486........ Hersekzâde
Ahmed Paşa’nın Kilikya mağlûbiyeti ve ilk esareti. Tazarruât sahibi Sinân Paşa’nın
ölümü.
1490........ Lehistan
sulhü.
1491........ Osmanlı-Memlûklü
sulhu.
1492........ Macaristan’a
büyük akın hareketlerinin başlaması.
1493........ Bosna
beylerbeyi Yâkûb Paşa’nın İstlnya akını ve Kırbavo zaferi.
24/25 Şubat 1495 Cem Sultan’ın ölümü.
1496........ Bosna
fetihleri.
1497........ Dalmaçya
akını, Karadağ’ın himaye altına alınması. Dîvân şâiri Veliyyüddînzâde Ahmed
Paşa’nın ölümü.
3 Mart 1497 Vezîr-i
âzam Dâvûd Paşa’nın azli; Hersekzâde Ahmed Paşa’nın sadrâzamlığı.
1498........ Bâli
Bey’in Lehistan akınları, Hersekzâde Ahmed Paşa’nın azli ve Çandarlı İbrâhim
Paşa’nın sadrâzamlığı.
31 Mayıs 1499 Sultân’ın, Yunan seferine çıkışı.
28 Temmuz 1499 Kemâl Reis’in Sapienza zeferi.
30 Ağustos 1499 İnebahtı’nın fethi
10 Ağustos 1500 Modon’un fethi.
16 Ağustos 1500 Koron’un fethi.
1501........ Bâyezîd
Câmii’nin temel atma merasimi, Papa-Venedik, Macaristan ittifakı, Fransızların
Midilli adasını kuşatması, Hadım Ali Paşa’nın sadrâzamlığa tâyini.
14 Aralık 1502 Osmanlı-Venedik sulhü.
20 Ağustos 1503 Osmanlı-Macar sulhü.
1505........ Bâyezîd
Câmii’nin inşâsının tamamlanması.
1507........ Şâh
İsmail’in Anadolu akını.
14 Eylül 1509 Târihlerde Kıyâmet-i sugrâ (küçük kıyamet) adıyla anılan zelzele (Bu
zelzele İstanbul’u harabe hâline getirmiştir).
1510........ İstanbul’un
yeniden inşâ edilmeye başlanması.
1511........ Trabzon
vâlisi şehzâde Selimin gemiyle Kefe’ye gitmesi.
9 Nisan 1511 Şahkulu’nun
isyân etmesi.
Temmuz 1511 Şehzâde Şehinşâh’ın vefâtı.
3 Ağustos 1511 Uğraş
deresi bölgesinde sultan Bâyezîd’in oğlu Selîm’i yenmesi.
21 Ağustos 1511 Koca Mustafa Paşa’nın zadrâzamlığa
getirilmesi.
19 Nisan 1512 Şehzâde Selîm’in Yenibahçe’de kurulan otağa yerleşmesi.
24 Nisan 1512 Sultan İkinci Bâyezîd’in tahttan çekilmesi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı nu’mâniyye tercümeni; sh. 308
2) Tâc-üt-tevârih; cild-2, sh. 133
3) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-2, sh. 1232
4) Târih-i Mısır (Rıdvânzâde Abdullah, Bâyezîd
Kütüphânesi No: 4971) vr. 65-66
5) Tevârih-i Âli Osman (İbn-i Kemâl, Millet
Kütüphânesi, Ali Emîrî kısmı No:32) vr. 1086
6) Künh-ül-ahbâr (Üniversite Kütüphânesi);
cild-1, sh. 916
7) Bedâyi-ul-vekâyî (Hüseyn, Moskova-1961);
cild-2, sh. 668
8) Heşt-behişt (İdris-i Bitlisî, Topkapı
Sarayı No: 196 vr. 220
9) Tabakât-ül-memâlik (Celâlzâde Mustafa
Çelebi)
10) Vâkıât-ı Cem
(İstanbul-1914)
11) Tevârîh-i Âli
Osman (Âşıkpaşazâde); sh. 250
12) Kitâb-ı
Cihânnümâ (Neşr); cild-2,
13) Şuarâ
Tezkireleri
14)
Münşeât-üs-selâtin; cild-1, sh. 338
15) Târihi
Solakzâde: sh. 339
16) Osmanlı Târihi
(Uzunçarşılı); cild-2, sh. 161
17) Îzâhlı Osmanlı
Târihi Kronolojisi: cild-1. sh. 356
18) Osmanlı Devleti
Târihi (Hammer); cild-3, sh. 843
19) Sultan II.
Bâyezîd’in Siyâsî Hayâtı (S.Tansel, Ankara-Târihsiz)
20) Büyük Türkiye
Târihi; cild-3, sh. 136
21) Rehber
Ansiklopedisi; cild-2. sh. 283
22) Türk
Klasikleri; cild-2, sh. 218