Son
devir Osmanlı serdâr-ı ekremlerinden. 1807’de Rumeli’nin Zağra’ya bağlı Çırpan
kasabasında doğdu. Babası kale yamaklarından Ahmed Ağa’dır. Halk arasında
memleketine nisbetle Çırpanlı Abdi Paşa diye meşhur olan Abdülkerîm Paşa, genç
yaşta İstanbul’a gelip Asâkir-i Mensûre-i Muhammediye ordusuna girdi. Eğitimini
tamamladıktan sonra Harbiye Mektebi’nin ilk açılış yıllarında Maçka kışlasında
kurulan mekteb taburuna teğmen tâyin edildi.
1835
senesinde askerî alanda yetişmek üzere Viyana’ya gönderildi ve beş sene
kaldıktan sonra miralay rütbesi ile İstanbul’a dönerek erkân-ı harbiye
reisliğine tâyin edildi. O zamanlar Avrupa’da eğitim ve tahsil görenlere fazla
îtibâr edildiğinden, tanzîmâtçıların himayesine mazhar oldu ve kısa zamanda
yüksek rütbelere kavuştu. 1846 senesinde feriklik rütbesi ile Dâr-ı şûrâ-yı
askerî âzâlığına, bir sene sonra da Mekâtib-i askeriye nezâretine getirildi.
1847 senesinde de devletin mevcûd beş ordusuna ilâve olarak kurulan ve merkezi
Bağdâd’da bulunan altıncı orduya müşir rütbesi ile komutan tâyin edildi. Daha
sonra Bağdâd, Diyarbekir ve Erzurum vâliliklerinde bulundu.
Abdülkerîm
Paşayı himaye edenlerin önde gelenlerinden olan Alî Paşa 1851 senesinde
sadrâzam olunca, Diyarbekir vâlisi olan Abdülkerîm Paşa’yı birinci ordu
komutanlığına getirdi. 1853’de Osmanlı-Rus savaşı başladığında Anadolu ordusu
komutanı idi. Ordusu ile Gümrü’ye kadar ilerledi ise de, geri çekilince
azledilerek önce Selanik, sonra da Rumeli vâliliğine getirildi. Vâliliği
srrasında bizzat askerin başında eşkıya takibine çıkarak asayişi sağlamak için
büyük gayret gösterdi.
1876
senesinde İstanbul’a çağrılan Abdülkerîm Paşa, önce Meclis-i âlî üyeliğine,
sonra bahriye nâzırlığına tâyin edildi. Dört ay sonra da Derviş Paşa’nın yerine
serasker oldu. Mahmûd Nedîm Paşa hükûmetinin düşmesi ile sadârete gelen
Mütercim Rüştî Paşa hükûmetinde yerini Hüseyin Avni Paşa’ya bıraktı. Kendisi
ise tekrar serdâr-ı ekremliğe tâyin edildi ve ortaya çıkan Bulgar isyânını
bastırmak üzere Rumeli’ye gönderildi. Bulgar isyânını bastırdı. Ancak Rusya’nın
müdâhalesi ve Sırbistan’ın da ayaklanması Osmanlı Devleti’ni zor durumda
bıraktı. Sırp isyânını bastırmakla vazifelendirildi ve Sırpları mağlûb etti.
Ancak bir yabancı devletin müdâhalesinin olabileceğini düşünen İstanbul
hükûmeti, buna meydan bırakmayıp serdâr-ı ekrem Abdülkerîm Paşa’ya derhâl
Belgrad üzerine yürümesi ve Sırpları barışa zorlaması konusunda emir verdi.
Yaptığı muhârebeler neticesinde Sırp kuvvetlerinin büyük kısmının toplandığı ve
en çok güvendikleri Alesinatz mevkiini ele geçirince şöhreti bir kat daha
arttı.
İkinci
Abdülhamîd Han’ın ilk zamanlarında çıkan 1877 Osmanlı-Rus harbinin başında,
Rumeli’de serdâr-ı ekrem olarak Abdülkerîm Nâdir Paşa bulunuyordu. Düşmanın
Tuna’yı kolaylıkla geçip Türklerin buna engel olamayışı bütün dünyâyı şaşırttı.
Nâdir Paşa’nın bu başarısızlığı, îzâhı kabil olmayan ve askerlik bakımından
savunulmayacak bir husustu. Bu sebebten Abdülhamîd Han, serdâr-ı ekremi;
dîvân-ı harbe sevk etti. Bunun, üzerine önce Midilli ve daha sonra da Rodos’da
mecburî ikâmete tâbi tutuldu. 1883 senesinde Rodos’ta vefât etti.
Savaşı,
Abdülhamîd Han’ın Yıldız’dan idare ettiği için kaybettiğini ileri süren eski
bir iddiâ, Türk Târih Kurumu tarafından yayınlanan vesikalarla tamamen
çürütülmüştür. Saraydaki seraskerlik kurmayları, bâzı müşirlerin zararlı
davranışlarını kısmen olsun önliyebilmek için bâzan müdâhale etmişler ve
pâdişâh nâmına emir vermişlerdir.
Abdülkerîm
Paşa, namuslu ve tam mânâsı ile askerdi. Devrinde askerliğe âit bilgisi ile
tanınmıştı. Fakat bu şöhreti nisbetinde başarı gösteremedi. Davranışları ağır
ve pek keskin olmayan zekâya sahipti. Meclislerde hiç konuşmadan saatlerce
otururdu. Okuldan ve alaydan yetişme subayların aralarındaki farkı;
“öncekilerin gözü var ayağı yok, ikincilerin ayağı var gözü yok” şeklinde
anlatması meşhurdur. Abdülkerîm Paşa, Alî ve Fuâd paşaların takdirlerini
kazanmış, Hüseyin Avni Paşa’ya da bağlanmıştı. Mizaçları, düşünceleri, devlete
bağlılıkları tamamen farklı olan iki paşanın anlaşmaları, o günün şartlarının
karışıklığı bakımından oldukça dikkat çeker.
Abdülkerîm Nâdir Paşa,
vatanperverdi. Şu hâdise onun bu husustahi titizliğini göstermek bakımından
önemlidir. Rumeli’de ordu komutanı iken, Sofya’da bütün konsolosları yemeğe
davet etmişti, Rus konsolosu o günlerde, Bulgarları Osmanlı Devleti aleyhine
kışkırtıyordu. Konsolos, bu suçuna rağmen şımarık ve azgın bir hâlde yemek
sofrasına gelince, Paşa; “Biz Türklerde iki söz vardır: Misafire ikrâm edilir.
Buyur otur. İkinci söz de misafir umduğunu değil bulduğunu yer derler. Bir daha
fesâd çıkarma. Vallahi sana yemek yerine elimle bir dayak atarım ki, buradan
ölün çıkar” dedi. Sonra hizmet edenlere dönerek; “Bugün ikrâm edin. Belki aklı
başına gelir” diye emretti. Bu hâdiseden bir süre sonra Rumeli’deki
karışıklıkları görüşmek için sadrâzam Mahmûd Nedim Paşa’nın başkanlığında
Meclis-i hass-ı vükelâ toplandı. Rus tarafdârlığından dolayı halkın Nedimof
dediği sadrâzam, Rus sefiri İgnatiyefin telkinleri ile, Rumeli’de huzurun ancak
Bulgarlara kilise ve mektep serbestliği tanımak suretiyle olacağını
savunuyordu. Ortodoks kilisesinin ne zamandan beri komitacılarla dolu olduğunu
bilen Abdülkerîm Nâdir Paşa, dayanamıyarak; “A be Paşa, bunları bilerek mi
söylersiniz? Biz Sofya’da Rus sefirini dövmeye kalkmıştık. Dayağı asıl hak
edenler, dayağın sevabına fetva verecek yerlerde otururlar da haberimiz yok.
Vah zavallı memleketim vah...” diyerek toplantıyı derhâl terk etti ve Meclis-i
hass-ı vükelâ âzâlığından istifa etti.
Böylesine vatanperver olan
Abdülkerîm Paşa, Doksanüç harbinde eğer Rusların ağır hareketlerinden
faydalanarak Türk birliklerini Tuna kıyılarına toplayıp, Rusların Tuna’yı
geçmelerini önlemiş olsaydı, devletin ve harbin kaderi üzerinde muhakkak etkisi
olurdu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3090
2) Târih Musâhebeleri (Abdurrahmân Şeref,
İstanbul-1340); sh. 240
3) Abdülhamîd’in Hâtıra Defteri (Neşr. İsmet
Bozdağ, İstanbul-1982); sh. 93
4) Mir’ât-ı hakikat (Mahmûd Celâleddîn Paşa,
Neşr. İsmet Miroğlu, İstanbul-1983); sh. 295
5) Mir’ât-ı Mekteb-i Harbiye (M. Es’ad,
İstanbul-1310); sh. 11
6) Sicilli Osmânî; cild-3, sh. 358
7) Târih-i Lütfi; cild-8, sh. 80