10. Cild (Talha-Zunnûn)

TALHÂ BİN UBEYDULLAH (r. anh)

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin; “Talhâ ve Zübeyr, Cennet’te komşularımdır” hadîs-i şerîfiyle medh edilen sahâbî. İlk îmân edenlerden ve Aşere-i mübeşşere’dendir. Bedr gazasında Şam tarafında vazifeli idi. Diğer gazalarda bulundu. Çok zengin olup, bütün malını Allah yolunda dağıttı. Cemel (Deve) harbinde şehîd oldu. Hazret-i Ali, buna çok üzüldü. Ağlayarak mübarek eli ile yüzündeki toprağı sildi ve namazını bizzat kendi kıldırdı.

Hazret-i Talhâ’nın babasından îtibâren nesebi, Talhâ bin Ubeydullah bin Osman bin Amr bin Kâ’b olup, künyesi Ebû Muhammed, lakabı Feyyaz ve Hayyir yâni çok hayır işleyendir. Hicretten yirmi dört yıl önce Mekke’de doğdu. Soyu altıncı babada hazret-i Ebû Bekr, onuncu babada ise, Resûlullah efendimiz ile birleşir. Babası Ubeydullah, Resûlullah efendimizin peygamberliğini ilân ettiği zaman hayatta idi. Talhâ (r. anh) babasının vefatından evvel on bir yaşında iken hazret-i Ebû Bekr’in tavsiyesine uyarak müslüman olmuştur. İlk îmân edenlerin sekizincisidir. Hazret-i Ebû Bekr vasıtasıyla îmân edenlerin beşincisidir.

Hazret-i Tathâ, İslâm’ı tanımadan önce de ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı. Bu seyahatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti. Bir rahip; “Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke’den gelen var mı?” diye seslendi. Bunun üzerine Talhâ bin Ubeydullah (r. anh); “Evet, ben Mekkeliyim” dedi. Bunun üzerine râhib; “Ahmed zuhur etti mi?” diye sordu. Talhâ; “Ahmed kimdir?” diye sordu. Râhib; “Abdullah bin Abdülmuttalib’in oğludur. Orası O’nun zuhur edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi Harem-i şerîften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir” dedi. Rahibin sözleri hazret-i Talhâ’nın kalbine yer etti. Acele Mekke’ye geldi ve; “Olan biten bir şey var mı?” diye sordu. “Evet var. Abdullah’ın oğlu Muhammed-ül-emîn, peygamber olduğunu iddia etti. Ebû Kuhâfe’nin oğlu da (hazret-i Ebû Bekr) ona uydu” dediler. Bunun üzerine doğruca hazret-i Ebû Bekr’in yanına gitti. Müslüman olduğu cevâbını alınca, rahibin söylediklerini anlattı. Sonra birlikte Resûlullah’a gidip, müslüman oldu. Rahibin sözlerini Peygamber efendimize de anlattı. Resûlullah efendimiz tebessüm ettiler. Talhâ bin Ubeydullah (r. anh) müslüman olduğu zaman, Mekkeli müşriklerden pek çok eza ve cefâ gördü. Rivayet olunur ki, Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Talhâ’yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar. Temimoğulları da onlara sahip çıkmadı. Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekr ve Talhâ’ya (r. anhüm) bitişikler mânâsına gelen karinan dendi.

Hazret-i Talhâ, en yakın akrabaları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden çok işkence gördü. Evine hapsedildiği gibi, İslâm’dan dönmesi için günlerce aç ve susuz bırakıldı. Kardeşi Osman da, Talhâ (r. anhümâ) vasıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tâbi tutulmuştu. Hele namazlarını eda edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence, tahammülü mümkün olmayan cinstendi.

Hazret-i Mes’ûd bin Hırâş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder: “Safa ile Merve arasında dolaşırken, elleri boynuna bağlı ve kalabalık bir grup tarafından tâkib edilen bir delikanlı gördüm. Etrafındakilere onun hangi suçu işlediğini sorduğumda, bana; “Bu Talhâ bin Ubeydullah’dır. Atalarının yolundan saptı” diye cevap verdiler. Gencin arkasından çirkin sözler söyleyen ve Onu tâkibeden bir de kadın vardı. Onun da annesi olduğunu söylediler. Fakat Talhâ bin Ubeydullah, bütün bu akıl almaz işkencelere göğüs geriyor, beni öldürseniz de dînimden dönmem diye karşılık veriyordu.”

Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû Bekr’le, Medîne-i münevvereye hicret buyurduğu zaman, hazret-i Talhâ ticâret için Şam’a gitmiş ve dönerken Medîne’ye uğramıştı. Peygamber efendimizin orada olduğunu öğrenince, kervandaki mallardan vazgeçip Medine’de kaldı. Es’ad bin Zürâre’nin (r. anh) misafiri oldu. Bir müddet sonra Es’ad bin Zürâre’yi Mekke’ye gönderip ailesini Medine’ye getirtti. Medine’de Muhacirin ile Ensâr arasında kardeşlik te’sis olunduğunda, Peygamber efendimiz Talhâ’yı, Übeyy bin Kâ’b (r. anhümâ) ile kardeş yaptı. Hazret-i Talhâ, Bedr’den başka bütün gazalarda sevgili Peygamberimiz ile beraber bulunmuştur. Çok cesur olup, bütün gazalarda Allahü teâlânın dînine hizmet ve şehîdlik mertebesine ulaşmak için kahramanca savaştı.

Bedr’den sonra İslâm’ın en büyük gazası, ölüm kalım savaşı olan Uhud’da; Eshâb-ı kiram, Resûlullah’ın yanında çarpışmak için dizildikleri zaman, Resûlullah efendimiz, Mus’ab bin Ümeyr’in taşıdığı sancağın altında idi. Ceng başlamış ve sancakdârları öldürülünce müşrik ordusu bozulmuş idi. Hattâ müslümanlar, müşriklerin ordugahına girip ganîmet toplamağa başlamışlardı. Sevgili Peygamberimiz, Uhud geçidine koyduğu ve hiç bir surette ayrılmamalarını emir buyurdukları Eshâbın en iyi okçularından elli kişinin büyük kısmı; “Müşrikler yenildi” diyerek bulundukları yerleri terkettiler. Müşrik ordusu bunu fark edince Uhud Dağı’nı dolaşarak geçide geldiler. Burada bulunan on kadar sahâbîyi şehîd ettiler ve müslümanları arkadan vurdular. O müthiş günde müslümanlar ne olduğunu anlayamamışlar, hattâ bâzıları birbirlerine kılıç vurmuşlardı. Hele harp meydanında Resûlullah efendimizin öldürüldüğü haberi, Eshâb-ı kiramı kalblerinden hançerlemişti. Ne olduğu anlaşılmamış, herkes ye’se düşmüştü. Eshâb-ı kiramın bâzıları geri dönmek îcâb ettiğini söylüyor, bâzıları da; “Resûlullah madem ki öldü, biz de ölünceye kadar kâfirlerle harb edip O’na hemen kavuşmayı arzu ederiz” diyorlardı. Bir kısım Eshâb da Peygamberimizin etrafında toplanmışlar, canlarını siper edip O’nıı muhafazaya çalışıyorlardı. Hazret-i Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında olup, Resûlullah’ın yanından ayrılmamıştı Müslümanlar şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman, sevgili Peygamberimiz; “Ey Allah’ın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah’ın kulları bana doğru geliniz!” buyurarak seslenince ancak otuz sahâbi toplayabilmişti ve Peygamber efendimiz müşrikler tarafından tamamen kuşatılmıştı. Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir sırada, Peygamberimiz; “Şunları kim karşılar, kim durdurur?” buyurdu. Talhâ bin Ubeydullah hazretleri; “Ben! Yâ Resûlallah!” deyip, ileri atılmak istedi. Peygamber efendimiz; “Senin gibi daha kim var?” buyurdular. Medîneli sahâbîlerden biri; “Yâ Resûlallah! Ben!” diyerek izin istedi. Sevgili Peygamberimiz; “Haydi, sen karşıla” buyurunca, ileri fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı. Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi. Bir kaç imansızı öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti. Resûl-i ekrem efendimiz, yine; “Şunlara kim karşı koyar?” buyurdular. Herkesten önce, yine Talhâ hazretleri çıktı. Peygamber efendimiz; “Senin gibi daha kim var?” diye sorunca, Ensârdan bir mübarek; “Ben karşılarım yâ Resûlallah!” dedi. Peygamberimiz; “Haydi onları sen karşıla” buyurdular. O da müşriklerle çarpışa çarpışa şehîd oldu. Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler, vuruşa vuruşa şehâdete erdiler. Kâinatın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı. Hazret-i Talhâ, Resûlullah’a bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu. Onun bu kadar serî kılıç sallaması, bir anda Resûlullah’ın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok, mızrak ve kılıç darbelerine vücûdunu kalkan yapması, eşine rastlanmayacak bir hâdiseydi. Hazret-i Talhâ, pervane gibi dönüyor, kendisine değen kılıçlara hiç aldırmıyordu. Dileği, Kâinatın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı. Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan başka bir şey görünmez olmuştu. Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa yetişiyordu. O sırada hazret-i Ebû Bekr ve Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler. Yiğitlerin efendisi hazret-i Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı. Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti. Altmış altı büyük, sayılamayacak kadar da küçük yarası vardı. Sevgili Peygamberimiz, hazret-i Ebû Bekr’e, hemen hazret-i Talhâ’ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk (r. anh), hazret-i Talhâ’nın ayılması için mübarek yüzüne su serpti. Talhâ bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz; “Yâ Ebâ Bekr! Resûlullah ne yapıyor?” diyerek, sevgi ve bağlılığın en güzelini gösterdi. Resûl-i ekremi sevmek, canını, O’nun mübarek vücûduna feda etmek ancak bu kadar olurdu. Hazret-i Ebû Bekr; “Resûlullah iyidir. Beni O gönderdi” deyince, Talhâ (r. anh) rahat bir nefes alıp; “Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musibet hiçtir” dedi. O sırada bir kaç sahâbi daha yetişti. Alemlerin efendisi, Muhammed Mustafâ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, hazret-i Talhâ’nın yanını teşrif ettiler. Yaralı mücâhid, Resûlullah’ı sağ olarak görünce, sevincinden ağladı. Peygamber efendimiz, onun vücûdunu mesh ettikten sonra, ellerini açıp; “Allah’ım! Ona şifâ ver, kuvvet ihsan eyle” diye dua buyurdular. Resûl-i ekrem efendimizin bir mucizesi olarak, hazret-i Talhâ sapa sağlam ayağa kalktı ve tekrar düşmanla harbetmeye başladı. Sevgili Peygamberimiz onun için; “Uhud günü, yer yüzünde sağımda Cebrail’den, solumda Talhâ bin Ubeydullah’dan başka bana yakın bir kimsenin bulunmadığını gördüm.” “Yeryüzünde gezen cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talhâ bin Ubeydullah’a baksın” buyurdular (Bkz. Uhud Gazası)

Talhâ bin Ubeydullah (r. anh); “Uhud Harbi’nden Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün gazvelere katıldım. Ayrıca Hudeybiye’de bî’at-ı Rıdvan’da da bulundum” buyurdu. Talhâ (r. anh), Mekke’nin fethinden sonra Hüneyn gazvesinde düşmanın okları karşısında gerileyen ordu içinde sebat edenlerdendi. Tebük gazvesinde herkes elinden gelen gayretle orduyu teçhiz etmek, (donatmak) için uğraşırken, o da, herkesle yarışırcasına, varını yoğunu nesi varsa sarfetmiş, bundan dolayı, Feyyaz lakabını almıştır.

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ile Mekke’ye giden hazret-i Talhâ, haccı eda edip, Veda hutbesini dinledikten sonra Medine’ye dönüp bir müddet orada kaldı. Resûlullah efendimizin vefatından çok müteessir olup, tenhâ bir köşeye çekilerek ağladı. Hazret-i Ebû Bekr halîfe seçilince hemen ona bî’at etti. Hazret-i Ebû Bekr’in hilâfeti zamanında da bütün savaşlara katıldı. Ebû Bekr (r. anh) hastalandığında, yerine kimin halîfe olacağını hazret-i Talhâ ile istişare etmiş ve o da; “Hazret-i Ömer bu makama en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana; “Müslümanların işini kime terk ettin?” derse, açık bir alınla ve müsterih olarak; “Hazret-i Ömer’e bıraktım” dersin” buyurmuşlardır.

Talhâ bin Ubeydullah, hazret-i Ömer zamanında şûra meclisi üyesi idi. Halîfe Ömer her hususta onun re’yine müracaat ederdi. Hazret-i Ömer’in vefat etmeden önce halîfe seçilmek üzere namzet gösterdiği altı zâttan birisi de Talhâ bin Ubeydullah’dır.

Talhâ bin Ubeydullah (r. anh), Cemel vak’asında şehîd oldu. Hazret-i Ali harp meydanını gezerken, hazret-i Talhâ’yı ölenler arasında görünce, üzüldü ve çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve; “Ey Ebû Muhammed (Talhâ)! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serili görmek bana pek ağır geldi ve beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce ölseydim” buyurdu. Namazını kendi kıldırdı. Vefatından yirmi yıl sonra kızı Âişe, bir gece rüyasında hazret-i Talhâ’yı gördüğünde; “Yâ Âişe! Kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defnet” diye tenbih buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe, çok üzüldü ve akrabalarından bâzılarını alarak kabr-i şerîfini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş, diğer yerleri yeni defnedilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş buldular ve bir başka kabre naklettiler.

Talhâ (r. anh), Eshâb-ı kiramın en üstünlı inden olup kavuşamadığı fazilet sâdece Hulefâ-i râşidîn derecesi olmuştur. Peygamber efendimiz; “Yeryüzünde Cennet’lik bir kimse görmek isteyen, Talhâ bin Ubeydullah’a baksın” buyurmuştur. Hazret-i Âişe anlatır: “Ebû Bekr-i Sıddîk bir gün Resûlullah’ın yanına girmişti. Resûlullah ona; “Yâ Ebâ Bekr! Sen, Allahü teâlânın Cehennem’den âzâd ettiği kişisin” buyurdu. Ondan önce kimseye böyle Atîk ismi vermemişti. Sonra Talhâ bin Ubeydullah içeri girdi. Resûlullah efendimiz ona; “Ey Talhâ! Sen de şehîd olmayı bekliyenlerdensin” buyurdu.

Hazret-i Talhâ, ahlâk, edep ve fazîlet bakımından çok yüksek idi. Kalbi, Allahü teâlânın korkusuyla ve Resûlünün muhabbetiyle doluydu. Bu muhabbeti aşk derecesinden de çok ötelerde idi. O bu aşkının en güzel isbâtını Uhud ve diğer gazalarda göstermiştir.

Zi’l-Karâde gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için bir kuyu satın alıp onu mü’minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek çok büyük cömertlikti. Zü’l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları tek başına doyurmuştur. Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçların! görür, biçârelere yardım eder. Muhtaç olanlara para verirdi. Teymoğulları’nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hazret-i Talhâ, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.

Resûlullah sallallahü aleyhi vesellem efendimizin vefatından sonra mü’minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhîrâtın hizmetine koşmuş, bütün malım vs parasını emirlerine amade kılmıştır. Medine’ye gelenler onun evinde misafir edilirdi. Kendisinden bir şey beklendiğinde, onu yerine getirmediği görülmemiştir. Bir gün bir Bedevî, hazret-i Talhâ’ya gelip, akrabalık iddiasında bulunarak yardım istedi. Hazret-i Talhâ akrabalık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arazisi bulunduğunu, istediği takdirde onu almasını, veya satıp parasını vermeyi teklif etti. Bedevî, parassnı aîmak isteyince, araziyi hazret-i Osman’a satıp parasını Bedevîye verdi.

Son derece sevimli idi. Orta boylu, geniş göğüslü, yakışıklı bir zâttı, israf ve aşırılığa kaçmazdı. Ahlâkının güzelliğine delil olarak şu misâl zikredilebilir. Eshâb-ı kiramdan bir çok zât, ümmi Ebân Hâtun’la evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat o hiç birisini kabul etmedi. Talhâ bin Ubeydullah (r. anh) teklifte bulununca kabul etti. Sebebi sorulduğu zaman; “Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzte girer, evinden çıkarken mütebessirn çıkar. Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder” diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti.

Hazret-i Talhâ ticâretle ve zirâatle meşgul olup, büyük çiftlik sahibi idi. Kendisinin Hayber’de ve Irak’ta çok arazileri vardı. Böyle büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen, gayet az yer, israf etmez ve israf edenleri sevmezdi.

SENİN OLSUN

Bir gün hazret-i Talhâ, üzerinde güzel bir maşlah (yünlü harmanı) ile yolda giderken adamın biri maşlahını omuzlarından kaptı. Oradakiler maşlahı adamdan geri aldılar. Fakat Talhâ bin Ubeydullah (r. anh), maşlahı adama iade ettirdi. Adam utanarak hazret-i Talhâ’ya vermek isteyince; “Senin olsun, Allahü teâlâ mübarek etsin! Birisi benden bir şey umarsa, onun ümîdini boşa çıkarmakla Allahü teâlâdan utanırım” buyurdu.