SÜFYÂN BİN UYEYNE

Tebe-i tabiînin büyüklerinden. Fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi, Süfyân bin Uyeyne bin Meymûn el-Hilâlî el-Kûfî, künyesi Ebû Muhammed’dir. 725 (H. 107)’de Şaban ayında Kûfe’de doğdu. 813 (H. 198)’de Mekke-i mükerremede vefat etti. Yetmiş kere hacca gitti. İmâm-ı a’zam ve İmâm-ı Şafiî ile görüştü. Hadîs ve tefsîr ilimlerine dâir kitapları vardır. Babası tarafından Mekke’ye götürüldü ve orada yerleşti. Dört yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında iken hadîs-i şerîf yazmaya başladı. Zührî, Şa’bi Amr ibni Dinar, Abdullah ibni Dinar gibi büyük âlimlerden hadîs-i şerîf rivayet etti. Kendisinden de; İmâm-ı A’meş, Süfyân-ı Sevrî, İbn-i Mübarek, İmâm-ı Şafiî, Ahmed ibni Hanbel gibi büyükler hadîs-i şerîf rivayet ettiler.

Hafızası fevkalâde kuvvetli olduğundan yanında kitap bulundurmazdı. Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerin sayısı 7000 civarındadır. Fıkıh ilminde, İmâm-ı Şafiî hazretlerine ders verdi. Sika yâni güvenilir hafız (râvileri ile birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen), fıkıhda, tefsîrde derin âlim ve dinde sözü senet, mutlak müctehid ve mezheb sahibi bir imamdır. Mezhebi zamanla unutulduğundan mensubu kalmamıştır. Haram ve şüphelilerden kaçması son derece fazla idi. Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerin sahîh olduğunda, icmâ’ yâni sözbirliği vardır. Tabiînin büyüklerinden 87 zât ile görüşüp, 70’inden hadîs-i şerîf dinlemiştir. Mekke-i mükerremede, hadîs-i şerîfleri ilk defa toplayıp tasnîf eden zât budur. Sahîh-i Buhârî’nin ilk sayfasındaki; “Ameller ancak niyetlere göredir...” hadîs-i şerîfinin râvîlerinden biri de Süfyân bin Uyeyne’dir. Muhaddis-ul-Harem yâni Mekke’nin hadîs âlimi ünvanına lâyık idi. Et-Tefsîr ve el-Câmî adında iki eseri vardır.

Süfyân bin Uyeyne buyurdu ki:

“İnsanlar bir yerde toplanıp, Allahü teâlâdan bahsettiklerinde, şeytân ve dünyâ oradan uzaklaşırlar. Şeytan dünyâya der kj; “Bu insarların ne yaptığın! görüyor musun?” Dünyâ; “Şimdi onlara yaklaşma. Birbirlerinden ayrıldıkian zaman, ben onları tek tek yakalar sana teslim ederim” der.”

“Bir kimse ibâdetlerini yapar, hep Allahü teâlâyı hatırlarsa, dünyâ (insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran, afçak şeyler) ondan uzaklaşır. Allahü teâlâyı hatırlamaktan gafil oldukça da, dünyâ ona yaklaşır. İbâdetlerden ve Allahü teâlâyı hatırlamaktan maksat, dünyâyı kendinden uzaklaştırmaktır.”

Birisi kendisinden nasihat isteyince; “Kendini başkalarından üstün görmekten ve haksızlıkla başkasının bir kuruş da olsa hakkını almaktan çok sakın. Aiîahü teâlânın büyüklüğünü ve hesap vereceğin günü düşün. Kendini üstün görenleri yâni kibirlenenleri Allahü teâlâ alçaltır. Başkalarının malını haksız yere alan da fakîr ve zelîl olur” buyurdu.

“Sehâvet (cömertlik) nedir?” diye sorduklarında “Dostlara ve sevdiklerine iyilik ve ikramda bulunmaktır” buyurdu.

“İnsan, düşünce sahibi olursa, her şeyden ders alır.”

“İlmi, dünyâ nimetlerine kavuşmaya vâsıta yapmak için öğrenen kimseye ilim öğretmeyiniz. Çünkü, Cehennem’e gitmesine yardım etmiş olursunuz.”

“Maddî hayâtın devamı için, dünyâdaki su ne kadar mühim ise, mânevi hayat için de La ilahe illallah kelime-i tevhîdi o kadar, hattâ daha fazia mühimdir. Bu kelimenin yüksek mânâsını ruhuna sindirebilen kimse diridir. Bu yüksek mânâyı ruhuna işleyemeyen de ölüdür. Allahü teâlânın, kullarına ihsan ettiği nimetlerin en yükseği bu kelimedir.”

“Bir kimse, ölen birinin kendisinde bulunan hakkını, Allahü teâlâdan korkarak götürüp vârislerine verse, helâllik almış olur. Ama gıybet günâhının durumu böyle değildir. Bir kimse, bir kimseyi gıybet etse, gıybet edilen kimse vefat etse, gıybet eden kimse, gidip, gıybet ettiği kimsenin vârislerinden helâllik alsa, yine helâl olmaz. Yer yüzündeki bütün müslümanlar gıybet eden kimseyi affetseler, gıybet edilen kimse, hakkını helâl etmedikçe hak ödenmez, Mü’minin ırzı, şerefi, malından daha kıymetlidir.”

“Hiç kimseyi işlediği bir günâhtan dolayı ayıplama!”

“Bir kimse, kendisine bir belâ geldiğinde sabreder, Allahü teâlânın takdirine razı olursa onun işi tamamdır. O kemâl mertebesini bulmuştur.”

“Birine yazdığı mektubda; “Kardeşim! Allahü teâlâyı hatırlamaktan ve ölüme hazırlanmaktan gafil kimselerden uzak dur. Biz öyle insanlara yetiştik ki, onlar ölüm korkusundan aklı dağılmış gibi olurdu.”

“Allahü teâlâyı seven, Allahü teâlânın sevdiklerini de sever. Allahü teâlânın sevdiklerini seven, Allahü teâlânın rızâsı için sever” buyurmuştur.