MURÂBITLAR

Kuzey Afrika, İspanya ve Balear adalarına hâkim olup, devlet kuran bir hanedan. Merkezi Fas’ta olan devletin başşehri Merrakeş’tir. İslâm kaynaklarında Murâbıtîn veya Mülessimîn olarak geçen hanedana, Avrupalılar Almoravides derler.

Murâbıtlar Devleti’nin kurulduğu sırada, İslâm âleminde siyâsî ve fikr? bakımdan büyük bir kargaşalık hüküm sürüyordu. Bağdâd’daki Abbasî halîfelerinin siyâsî hâkimiyeti hiç kalmamıştı. Bunun yanında Büyük Selçuklu Devleti’nin sınırları genişliyor ve nüfuzu artıyordu. Selçukluların en büyük hükümdarları Tuğrul Bey, Alb Arslan ve Melikşâh bu sırada yaşadı. Melikşâh’ın kıymetli vezîri Nizâm-ül-mülk, hem savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zamanın dünyâda mevcûd en parlak ilim ocakları olan İslâm üniversitelerini açıyordu. Hasen Sabbah ve adamları, İsmâiliyye ve bâtınîlik adıyla ortaya attıkları sapık yolu yaymaya çalışıyorlar, dört bir tarafta terör havası estiriyorlardı. Mısır’da Eshâb-ı kiram düşmanı Fatımî hanedanı çökmeye başlamış, Avrupa’da ise Endülüs Emevî Devleti paramparça olmuş, ortaya çıkan devletçikler, birbirleriyle boğuşmaktan, düşmanla uğraşmaya fırsat bulamamışlardı. Mukaddes toprakları, müslümanlardan almak için kışkırtılan haçlı sürüleri, Anadolu’ya ayak basmışlardı. Bunlardan Birinci Haçlı seferine katılan haçlılar, Anadolu Selçuklu hükümdarı Birinci Kılıçarslan’ın üstün gayret ve kahramanlıklarına rağmen, 600 binden 40-50 bine düşmek pahasına da olsa, Anadolu’yu geçmiş, Torosları aşmış, Antakya’yı ve bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirmişlerdi.

İslâm alemindeki bu siyâsî karışıklıkların yanında, bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bütün bu siyâsî karışıklıklar ve ayrılıklar; müslümanların birliğini doğrudan doğruya askerî kuvvetle ve ilim yoluyla yıkamayan iç ve dış düşmanların, halk arasında bozuk ve sapık fikirleri yayabilmeleri için uygun bir zemin teşkil ediyordu. Müslümanlar arasında îtikâd birliği sarsılmış, düşünce ve fikirlerde ayrılıklar meydana gelmişti. Bir taraftan Eski Yunan felsefesini anlatan kitapları okuyarak, yazılanları İslâm inançlarına karıştıranlar, diğer taraftan Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin mânâsını değiştirerek ve kendi bozuk düşüncelerini katarak açıklamaya kalkışan bâtınîler, mu’tezilîler ve diğer fırkalar, İslâm itikadını bozmaya çalışıyorlardı. Bu sapıklara karşı Ehl-i sünnetin müdâfaasını İslâm âlimleri üstlenmişti. Bu kahramanların başında aklî ve naklî ilimlerde zamanın en büyük âlimi, müctehid ve asrın müceddidi olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri geliyordu. O, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştiriyor, bir taraftan da sapık fırkaların bozuk inançlarını çürütmek ve müslümanları onların şerlerinden korumak için kıymetli kitaplar yazıyordu. Allahü teâlânın rızâsı için O’nun dînini yaymaya uğraşan İslâm âlimlerinden biri de, on birinci asrın ilk yarısında yaşayan Ebû İmrân Fâsî idi. Hac dönüşünde Kayrevân’da kendisini ziyaret eden Sanhâce Berberî kabîlesinin reîsi Yahya bin İbrahim’le birlikte talebesi Şerîf Ebû Muhammed Abdullah bin Yasin Cezûlî’yi Magrib’e gönderdi. Magrib’de Sanhâce topraklarına varan Abdullah bin Yasin, kabîle reîsi Yahya bin İbrahim ve Lemtûne kabîle reîsi Yahya bin Ömer ve kardeşi Ebû Bekr bin Ömer el-Lemtûnî’nin de desteği ile Berberî kabileleri arasında İslâmiyet’i yaydı. Kurduğu mektebde yetiştirdiği talebelerini her tarafa gönderdi. Medeniyetten uzak Berberî kabîleleri, İslâm’ın parlak nuru ile aydınlandı. Abdullah bin Yasin, bu bölgede büyük bir manevî otoriteye sâhib oldu. Bin kişilik bir mücâhid grubu teşkil etti. Kabîle reislerinin idaresine ve askerî işlere karışmayan Abdullah bin Yasin, onları cihâda teşvîk etti. Yahya bin İbrahim, Yahya bin Ömer ve Ebû Bekr sayesinde Sahrâ’da İslâmiyet yayılarak, kabileler itaat altına alındı. Ebû Bekr el-Lemtûnî’nin kumandanı Yûsuf bin Taşufîn kumandasındaki Murâbıtlar, Fas’a doğru ilerleyerek, Cezayir’e kadar Kuzey Afrika’yı feth ettiler. Ebû Bekr el-Lemtûnî, 1056 senesinde Murâbıtların reîsi oldu. Şerîf Abdullah bin Yasin, 1059 senesinde Berberîler ile yapılan muharebede şehîd edildi. Emîr ünvanını alan Ebû Bekr el-Lemtûnî, 1060’da yeni bir hükümet merkezi plânlıyarak, Merrakeş şehrinin inşâsını başlattı. 1062’de saltanatını, kumandanı ve amcaoğlu Yûsuf bin Taşufîn’e bıraktı. Kendisi askerlerin başına geçip, Afrika içlerine daldı. İslâmiyet’i zenciler arasında da yayan Ebû Bekr el-Lemtûnî, 1076 yılında şehîd düştü. İdareyi eline alan Yûsuf bin Taşufîn, payitaht hâline getirdiği Merrakeş’in inşâsını tamamlatarak, cami ile diğer hayır müesseselerini yaptırdı. Fetihlere devam ederek Kuzey Afrika’daki hâkimiyetini genişletti.

Kısa zamanda büyük ülkelere sâhib olan İbn-i Taşufîn, Berberîler arasında İslâmî müessese ve teşkilâtları te’sîs ederek, onları medenîleştirmeye çalıştı. Fetihlerde elde edilen ganîmet ve toplanan vergiler ile devletini zenginleştirdi. 1084’de Septe’yi ele geçiren İbn-i Taşufîn, ülkesinin topraklarını Atlas Okyanusu’ndan, Tunus’a kadar genişletti. Bağdâd’daki Abbasî halîfesi ne bağlılığını bildirdi. Endülüs müslümanlarına yardım için 1086’da Septe boğazından İspanya’ya geçen İbn-i Taşufîn, Batliyos yakınındaki Zallaka’da Leon ve Kastil Kralı Altıncı Alfonso’ya karşı büyük bir zafer kazandı. Endülüs’teki müslümanlar, oraya ilk ayak basan müslümanlar gibi değillerdi. Zirâat yaparak Avrupa toprağı ile karıştıkları gibi, Avrupa insanı ile de haşır neşir olmuşlardı. Onlara bir çok şeyi öğrettikleri gibi, kendileri de Hıristiyanların örf ve âdetlerinden etkilenmişlerdi. Zamanla müslümanlar arasında, yerli hıristiyanların sefîh yaşayışlarına imrenenler ve onların hâlleri ile hâllenenler ortaya çıktı. Bâzı felsefe kitaplarının Arabçaya tercümesiyle yayılan eski filozofların fikirleri de, tarafdârlar bulmuştu. İnsanlar yiyip içip eğlenmekten başka bir şey düşünmez olmuşlardı. Onların bu uyuşukluğundan istifâde eden hıristiyan krallar, müslü manlar üzerine hücûm ettiler. Bir çok yeri işgal edip hâkimiyetlerine aldılar. Müslümanlar, çok zor durumlara düştüler. İşte böyle sıkışık bir durumda Mürâbıtlardan yardım istediler. Bunun üzerine Yûsuf bin Taşufîn, yirmi bin kişilik ordusu ile Endülüs’e geçip Altıncı Alfonso’yu yendi. Bu, onun İspanya’ya ilk çıkışıydı. Bir kaç defa daha Endülüs’e gelen Yûsuf bin Taşufîn, ülkesinin Ebre nehrine kadar olan kısmını topraklarına kattı. Endülüs’teki küçük devletçikleri itaatine aldı. Endülüs müslümanlarını hıris’tiyanların saldırılarından korudu. 1103’de bütün Endülüs emirlerini toplayarak oğlu Ebü’l-Hasen Ali’yi veliahd îlân etti. Endülüs’te on yedi bin asker bıraktı. Hududların emniyetini sağlamak için de Endülüslüleri vazifelendirerek, Magrib’e döndü. Bu sırada Murâbıtların toprakları Mısır’dan Atlas Okyanusu’na, Akdeniz’den Nijer havzasına ve İspanya’da Ebre nehrine kadar uzanıyordu. Murâbıtların islâmiyet’e hizmetlerini takdîr eden, büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî (r. aleyh), İbn-i Taşufîn’in ülkesini ziyaret için Mısır’a kadar geldi. Fakat hükümdarın vefat haberini alınca geri döndü.

Yûsuf bin Taşufîn, 1106 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ebü’l-Hasen Ali geçti. Ebü’l-Hasen Ali devrinde de, 1108 senesinde Ucles Meydan Muharebesinde büyük zafer kazanıldı. Fakat çölden gelen Murâbıtları, Endülüs’ün yerleşik hayâtı ve kültürü te’sir altına aldı. Onlar da Endülüslüler gibi olmaya heveslendiler. Dosdoğru olan çölün yiğit savaşçıları, iki yüzlü insanların oyununa geldi. Kısa zamanda onların da Endülüslülerden farkı kalmadı. Bu durumun neticesi de çok geçmeden görüldü. Yûsuf bin Taşufîn’in büyük ideâllerle kurduğu devlet, oğlu Ebü’l-Hasen Ali’nin elinde felsefeci İbn-i Rüşd ve İbn-i Hazm’ın tutarsız fikirlerine teslim edildi. Hattâ devlet işleri, İbn-i Rüşd’ün bozuk fetvalarına göre tanzîm edildi. Ebü’l-Hasen Ali’nin bu tutumu, felsefecilerin bozuk fikirlerinin, asker ve ahâli arasında yayılmasına sebeb oldu. Ebü’l-Hasen Ali, babası Yûsuf bin Taşufîn’in doğuda en hararetli tarafdârı olan İmâm-ı Gazâlî’nin kitaplarını, İbn-i Rüşd’ün telkînleri ile meydanlarda topluca yaktı. Neticede, insanların îmânları bozulduğu gibi, ikilikler ve iç karışıklıklar ortaya çıktı. Çok geçmeden iç harblerle devlet git gide geriledi. Ebü’l-Hasen Ali (1106-1142), Taşufîn bin Ali (1142-1146), İbrahim (1146), İshâk bin Ali (1146-1147) devrinde gerileme devam etti. İtikâdı bozulmuş kimseler arasında dinde reformcu İbn-i Tûmart’ın fikirleri yayıldı, İbrahim, 1146’da. vefat edince, yerine geçen, amcası İshâk bin Ali, İbn-i Tûmart’ın liderliğindeki, Muvahhidler tarafından 1147 senesinde öldürüldü. Murâbıtların başşehri Merrakeş, Muvahhidi°rin eline geçti. Endülüs’te Murâbıtların son valisi olan Yahya bin Ganî, 1148’de ölünce Murâbıtların hâkimiyetleri de son buldu. Murâbıtların Benî Ganîye kolu, 1115’den 1128 senesine kadar Majorka’da, buranın Aragon krallarınca işgalinden sonra da, Minorka’da, Aragon vasatları olarak 1186 yılına kadar devam etti.

Murâbıtların başında Emîr-ül-mü’minîn ünvanlı hükümdarlar vardı. Emîr, orduların da başkumandanıydı. Emîre, devlet işlerinde yardımcı bir de meclis vardı. Her hükümdar kendi veliahdını sağlığında seçip, devlet adamlarının tasdîki ile meşruluk kazandırırdı. Veliahd, nâib olarak Gırnata, İşbiliyye ve Kurtuba’da vazife yapardı. Valiler aynı zamanda askere kumanda ederdi. Çoğu süvarilerden meydana gelen ordunun mevcudu, yüz bin civarında idi.

Murâbıtlar devrinden günümüze pek az eser ulaşabilmiştir. Büyük Cezayir Camii, Tlimsan Camii ve Fas’taki caminin bâzı kısımları da bu dönemin eserleridir. Murâbıtların topluma faydalı diğer çalışmaları arasında, Fas bahçelerini sulamak gayesiyle açılan kanalları da belirtmek yerinde olur. Ayrıca, Merrakeş yakınında Tensift üzerindeki köprü de onlardan kalmıştır.

MURÂBITLAR SULTANLARI

Sultanlar

Tahta Çıkışı

Yahya bin İbrahim

?

Yahya bin Ömer

?

Ebû Bekr el-Lemtûnî

1056 (H. 448)

Yûsuf bin Taşufîn

1061 (H. 453)

Ebü’l-Hasen Ali

1106 (H. 500)

Taşufîn bin Ali

1142 (H. 536)

İbrahim Ebû ishâk

11 46 (H. 540)

İshâk bin Ali

1146 (H. 541)

Muvahhidlerin işgali

1147 (H. 542)