MESCİD-İ HARAM

Yeryüzünde ilk ibâdet yeri olan Kâbe-i muazzamanın etrafında sonradan yapılan caminin adı. Yeryüzünde en mübarek ve mukaddes ibâdet yeri olan Kâbe-i muazzamanın etrafında ve Mekke-i mükerremenin ortasında bulunan Mescid-i Harâm’ın üstü açıktır. Etrafı üç sıra kubbeli revâklarla çevrili avlu şeklinde ve dikdörtgen biçimindedir. İstanbul camilerinin avlularında olduğu gibi açık kısmın etrafında üç sıra hâlindeki kubbelerin sayısı beş yüz olup, bunların altında 462 sütün (direk) bulunmaktadır. Bu sütunların 218’i mermer; diğerleri sarı renkli Hacer-i şems taşından olup, altı veya sekiz köşelidir. Kuzey duvarı 164, güneyi 146, doğusu 106 ve batısı 124 metre uzunluktadır. On dokuz kapısı vardır. Bu kapıların dördü doğuda, üçü batıda, beşi kuzeyde, yedisi de güneydedir.

İbrahim aleyhisselâm Kâbe-i muazzamayı inşâ ettiği zaman etrafında herhangi bir yapı yoktu. Mekke’de yerleşen Cürhüm kabîlesi ile diğer kavimler de Kabe’ye hürmet için, ev yapmadılar. Peygamber efendimizin dedelerinden olan Kusay zamanında, Kâbe-i muazzamanın etrafında evler yapıldı. Kusay, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin toplanarak, umûma ait işlerin görüşülüp karara bağlandığı, Dâr-ün-Nedve denilen bir hükümet konağı yaptırdı. Bu binanın yeri şimdiki Rükn-i Şâmî adlı köşenin karşısında bulunan ve tavaf mahallinin içinde kalan yerdir. Kureyş kabilesine mensûb kimseler daha sonraları pek çok ev yaptılar. Böylece Kabe’nin etrafında Mekke şehri meydana geldi.

Peygamber efendimiz ve hazret-i Ebû Bekr zamanında bugünkü Mescid-i Harâm’ın bulunduğu yerde hiç duvar yoktu. Kâbe-i muazzamanın etrafında bir meydancık ve kenarında da evler vardı. Hazret-i Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarına kadar böyle devam etti.

Hazret-i Ömer, ziyaretçilerin çoğalması üzerine, Kabe’nin etrafındaki evleri satın alarak Mescid-i Harâm’ı genişletti. Satmak isteyenlerin evlerinin bedelini ödedi, bağışlayanlarınkini karşılıksız istimlâk etti. Etrafını bir adam boyundan biraz engin olmak üzere bir duvarla çevirdi. Duvarlar üzerine lâmbalar koydurdu. Böylece hazret-i Ömer, Kabe’nin etrafını duvarla çeviren ve Mescid-i Harâm’ı duvar içine alan ilk halîfe oldu. Hazret-i Osman halîfe olunca, Mescid-i Harâm’ı genişletmek için, istimlâke girişti. Civardaki evleri satın alarak yıktırdı ve mescidi genişletti. Hazret-i Osman mescidi genişletince ilk olarak gölgelikler, revaklar yaptırdı. Hazret-i Ali zamanında herhangi bir değişiklik olmadı. Hazret-i Muâviye halîfe olunca, 664 (H. 44)’de Metâf-ı şerîfin yâni tavaf yerinin etrafına kandiller yerleştirdi ve bunların yağlarını koymayı usûl hâline getirdi. O târihe kadar Mescid-i Haram’da minber yoktu. Aynı sene içinde üç basamaklı bir minber yaptırıp üzerinde hutbe okudu. Hazret-i Muâviye’nin vefatından sonra oğlu Yezîd’e bî’at etmeyip, Mekke’de halîfeliğini îlân eden Abdullah bin Zübeyr (r. anh), yanan ve harâb olan Kabe’yi, İbrahim aleyhisselâmın plânına uygun şekilde yaptırdı. Kâbe-i muazzamanın batı duvarında bir kapı açtı. O zamana kadar kumla döşeli olan Mescid-i Harâm’daki lavâf yerinin tabanını da, Kabe’nin binasından artan taşlar ile döşetti. Mescid-i Harâm’ın etrafındaki evleri istimlâk edip genişletti. Haccâc-ı Zâlim, Abdullah bin Zübeyr’i şehîd edince, onun yaptırdığı Kabe binasının kuzey duvarını yıkıp bir mikdâr içeri çekti. Burada meydana gelen ve Hatîm denilen boşluğu tavaf edenlerden muhafaza için yarım dâire biçiminde küçük bir duvar yaptırdı. Abdullah bin Zübeyr’in, Kabe’nin batı duvarından açtığı kapıyı kapattı. Emevî halîfelerinden Abdülmelik bin Mervân, Mescid-i Harâm’ı tamir ettirdi ve tavaf yerini aydınlatmak için Zemzem-i şerîf yanına büyük bir kandil astırdı. Velid bin Abdülmelik de, Mescid-i Harâm’ı genişleterek taş ve mermerden sütunlar, bunların üzerine ahşâb tavan yaptırdı. Mescidin tabanını mermerle döşetti. Ayrıca Emevîler devrinde her namaz vakti bitiminde Kâbe-i muazzamaya ve Metâf-ı şerîfe yâni tavaf yerine güzel bir koku sürülmesi için her vakitte bir rıtl koku te’min edilmesi usûl hâline getirildi. Bu usûl Cum’a günü iki, diğer günler bir rıîl olmak suretiyle Osmanlıların son zamanlarına kadar devam etmiştir. Bugün bu güzel âdet terk edilmiştir.

Abbasî halîfeleri de Mescid-i Harâm’a hizmet ettiler. 756 (H. 139) senesinde hac için Mekke’ye gelen ikinci Abbasî halîfesi Mensur, Hatîm’in ve tavaf yerinin siyah taşlarla döşendiğini ve zeminin düzgün olmadığını görüp üzüldü. Siyah taşları söktürüp hem Hatîm’in duvarlarını yaptırdı, hem de tavaf yerinin zemînini mermerle döşetti. Mescid-i Harâm’ı genişletip, ilk olarak Bâb-ül-umre minaresini yaptırdı. Tamir ettirdiği de rivayet edilir. Safa tepesinin üzerine on iki kademeli, Merve tepesi üzerine taştan on beş kademeli kemer yaptırdı.

Abbasî halîfelerinden Mehdî halîfe olunca, Mescid-i Harâm’ın etrafındaki bir kısım evleri istimlâk edip, mescidin sahasını genişletti. Gerek tavaf yerinin mermerlerinden, gerekse Hatîm’in duvarlarından tamire muhtaç olanları tamir ettirdi. Bâb-üs-Selâm minaresini ve Makâm-ı İbrahim’in muhafazasını bir çok altın sarf ederek yeniden yaptırdı. Bâbü Ali minaresini de tamir ettirdi. Ayrıca Şam’dan getirttiği mermerlerden mescidin etrafına direkler diktirdi. Bu direkler arasına duvarlar çektirdiği gibi, Bâb-ül-Vedâ minaresini de yaptırdı.

Hârûn-ür-Reşîd de, Mescid-i Harâm’a hizmetlerde bulundu. Çeşitli tamir faaliyetlerinden başka hazret-i Muâviye tara fından yaptırılan üç basamaklı minberi kaldırıp, Mısır valisinin yaptırdığı minberi yerine koydurdu. Halîfe Vâsık-billah tarafından 845 (231) senesinde Metâf-ı şerîfin yâni tavaf yerinin etrafına en adet ahşap direk diktirip, her iki direğin arasına sekizer adet büyük avize astırdı. Bu târihten îtıbâren Metâf-ı şerîfin iç tarafı iyice aydınlandı. Halîfe Mütevekkil ve Mühtedî-billah da, Makâm-ı İbrahim’in muhafazasının tamir ve tezyini için çok gayret sarf ettiler. Halîfe Müstencid-billah da 1163 (H. 559)’da Metâf-ı şerîfi tamir ettirdi. Bütün mermerleri söktürüp yeniletti. Diğer Abbasî halîfeleri de Mescid-i Harâm’ın tamir ve bakımıyla ilgili çeşitli hizmetlerde bulundular.

Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlûklüler zamanında da Mescid-i Harâm’a önemli hizmetlerde bulunulmuştur.

Memlûklü hükümdarı Ez-Zâhîr Rükneddîn Birinci Baybars zamanında dört mezhebe mensûb olan cemâate namaz kıldıran imamlar için makamlar yaptırıldı. Nasîrüddîn Muhammed bin Kalâvun zamanında tavaf yerinin etrafında bulunan aydınlatma kandillerinin asılacağı direk sayısı on iken otuz ikiye, direkler arasına asılan kandil sayısı da 196’ya çıkarıldı. Makâm-ı İbrahim’in muhafazasını değiştirip bir tarafına ismini yazdırdı.

Memlûklü hükümdarı Nasîrüddîn Hasan zamanında Metâf-ı şerîfin etrafındaki direkler taştan yapıldı. 1349 (H. 750) yılındaki kuvvetli bir fırtına bu direkleri tamamen yıktıysa da tekrar yaptırıldı. Daha sonra bu direkler tunçtan yaptırıldı. 1369 (H. 771) yılında kendiliğinden yıkılan Bâb-ül-Vedâ minaresi, Memlûklü hükümdarı El-Eşref Nasîrüddîn bin Şa’bân tarafından inşâ ettirildi. Aynı hükümdar Mescid-i Harâm’ın minberini de yeniden yaptırdı. 1394 (H. 797)’de Zahir Seyfeddîn Berkûk tarafından da minberi şerîf tekrar yaptırıldı. 1399 (H. 802)’de Sultan Ferec bin Berkûk, Safa ve Merve kemerlerini yenüedi. 1407 (H. 810)’da Makâm-ı İbrahim’in etrafında bulunan şebekenin kubbesi içine kafes yaptırıldı. Sultan Zahir Çakmak, bu kubbenin üzerini kurşunla kaplattı. 1415 (H. 818)’de Sultan Müeyyed Seyfeddîn, Harem-i Şerîfin minberini yeniledi. 1434 (H. 838)’de Mescid-i Harâm’ın Bâb-üz-Ziyâde minaresi, Melik Eşref Barsbay tarafından yıktırılıp tekrar yaptırıldı. Sultan Seyfeddîn Kayıtbay, Mescid-i Harâm’ın dışına bir medrese ile bunun Harem-i Şerîf tarafındaki kapısı üzerine Kayıtbay Minaresini yaptırdı. Mescid-i Harâm’ın minberini değiştirdi. Memlûklü hükümdarı Kansu Gavri, 1511 (H. 917)’de Mescid-i Harâm’ın îcâb eden yerlerini tamir ettirdi. Makâm-ı İbrahim’in kubbesinin üzerini kurşunla tekrar kaplattı. Mescid-i Harârn’în dış;nda bâzı ikâmet yerleri ve bunlara bağlı olarak hela, banyo ve su depolan yaptırarak vakfetti. Bâb-ı İbrahim ilâvesinin iç kısmına iki taraflı olarak fakirlerin vesâühlerin kalacakları altlı-üstlü küçük odalar yaptırdı. Ayrıca bu kapının yanına sarnıçlı bir sebil de inşâ ettirdi.

Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere 1517 (H. 922)’de Osmanlıların idaresi altına girdikten sonra, Osmanlı sultânları da Mescid-i Harâm’ın tamir ve tezyini için üstün gayret sarf ettiler. Yavuz Sultan Selim Hân, Hâkim-ül-Haremeyn diye hitâb edilince, kendisinin Hâdim-ül-Haremeyn, yâni bu mübarek beldelerin hizmetçisi olduğunu bildirdi. Bu anlayışla hareket ederek Mescid-i Harâm’a pek çok hizmetler yaptı.

Yavuz Sultan Selim Hân, Mısır’ı feth edince, hâkimiyeti altına giren Mekke’ye, Muslihiddîn Bey’i gönderdi. Memlûklüler zamanında yangın geçiren ve bir kaç defa tamir edilmiş olan Mescid-i Harâm’ın genişletilmesini, tamir ve tezyinini emr etti. İstanbul’da büyük ihtimamla dokuttuğu özel kumaştan her sene Kabe’nin örtüsünü değiştirtti. Dört mezhebin imamlarına mahsûs makamları yeniden yaptırdı. Mescid-i Harâm’ın tamire muhtaç yerlerini tamir ettirdi. Mekke ahâlisine ve Mescid-i Harâm’ın bakım ve tamiri için çokça Osmanlı lirası gönderdi. Duvarlarının yıkılıp yenilenmesini ve tavanın taş kubbelerle örtülmesini emretti. Fakat bu istekleri yerine getirilemeden vefat etti.

Yavuz Sultan Selim Hân’ın vefatından sonra, tahta geçen oğlu Kânûnî Sultan Süleyman Hân, babasının başlattığı inşâ ve îmâr faaliyetlerini sürdürdü. Harem-i Şerîfe 1549 (H. 856)’da mermerden, süslü bir minber inşâ ettirdi. Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan tavaf yerinin mermelerini değiştirdi. Hicr-i İsmâil denilen yeri yeniden yaptırdı. Kâbe-i muazzamanın kapısını yeniledi. Mescid-i Harâm’ın revaklarının inşâsını başlattı ve Bâbü Ali ile Süleymâniye minarelerini, Osmanlı üslûbunda gayet güzel yaptırdı. Hanefîlere ait makamı yeniden inşâ ettirdi ve Beytullah’ın kandillerinin konulacağı bir depo ile Bâbü İbrahim Ziyâdesinin sütunlarını mermerden yaptırdı. Makâm-ı İbrahim’in kubbesini ve sandukasını yeniledi. Şebekeyi teşkil eden demir kafesleri bakırdan yaptırdığı gibi, Mescid-i Harâm’ın dışına bir de medrese yaptırdı ve buradaki revakların yapımı devam ederken vefat etti. Yerine geçen oğlu İkinci Selim Hân, ahşap kubbeler ile gölgelikleri yıktırıp, yerlerine mermer direkler ve bu direkler üzerine gayet nefis süslemeli kubbelerin inşâsını başlattı. Bu inşâat için iki yüz on bin Osmanlı altını tahsisat gönderdi. Fakat inşâat bitmeden vefat etti. Mescid-i Harâm’ın inşâasında kullanılan mermerlerin hepsi Mısır’dan getirildi. Mescid-i Harâm’ın dört tarafını çeviren bu muhteşem bina dört duvar üzerine üç sıra kubbeli olarak inşâ edildi. Bu kısımda kırk kapı, yedi minare ve beş yüz kubbe vardı.

İkinci Selim Hân’ın oğlu Üçüncü Murâd Hân tarafından da, Mescid-i Haram için çokça tahsisat ayrıldı ve üzeri çeşitli motiflerle süslenmiş, altından üç kandil gönderildi. Daha sonra som altından bir kandil daha gönderildi. Sultan Birinci Ahmed Hân da üç kandil gönderdiği gibi, 1610-1611 (H. 1019-1020) senesinde Kâbe-i muazzamanın altın oluğunu yeniledi ve Mescid-i Harâm’ın bâzı kısımlarını tamir ettirdi. Zemzem kuyusunun kapısına bir demir kafes yaptırdı. 1629 (H. 1039) senesindeki şiddetli yağmurdan seller sebebiyle Kâbe-i muazzama yıkılmış, Mescid-i Haram hasar görmüştü. Dördüncü Murâd Hân’ın emriyle aynı sene içinde Kâbe-i muazzamanın binası yeniden yapıldı ve Mescid-i Haram tamir edildi. Makâm-ı İbrahim’in muhafazası yenilendi. İkinci Mustafa Hân zamanında Mescid-i Harâm’da bâzı tamirlerde bulunuldu. Hacer-ül-Esved’in muhafazası yenilendi. Sultan İkinci Ahmed Hân zamanında Metâf-ı şerîfin mermerleri tamir edildi. Birinci Mahmûd Hân tarafından Mescid-i Harâm’a kıymetli bir şamdan hediye gönderildi. Üçüncü Mustafa Hân da, Mescid-i Harâm’a gelen su yollarını tamir ettirdi. Birinci Abdülhamîd Hân devrinde de Mescid-i Harâm’da önemli tamirler gerçekleştirildi. Zemzem kuyusu üzerindeki Şafiî makamını, Makâm-ı İbrahim’i güzet bir şekilde tamir ettirdi. Bâb-ül-Umre minaresini yeniden yaptırdı. Sultan İkinci Mahmûd Hân da Mescid-i Harâm’ın tamire muhtaç yerlerini tamir ettirdi. Metâf-ı şerîfin etrafındaki direklerin sayısını otuz beşe, kandillerin sayısını da iki yüz ona çıkardı. 1837 (H. 1253) senesinde Kâbe-i muazzamanın üzerinde bulunan bâzı mermerleri yeniletti ve yerlerine İstanbul’dan giden mermer sütunları koydurdu.

Sultan Abdülmecîd Hân da bâzı tamirlerde bulundu. Mizâb yâni Kâbe-i muazzamanın oluğunu İstanbul’da altından yaptırarak, Mekke’ye gönderdi. Oradaki eski oluğu İstanbul’a getirtti. Bunu Sultan Abdülazîz Hân’ın hizmetleri tâkib etti.

Osmanlı sultânlarından İkinci Abdül-hamîd Hân da, 1879 (H. 1297)’de tavaf yerinin mermerlerini, Kâbe-i muazzamanın tabanının taşlarını ve Kâbe-i muazzamanın tavanındaki bâzı kirişleri yeniletti. Makâm-ı İbrahim’in rrçuhâfazasmı ve kilidini gümüşten yaptırdı. Makâm-ı İbrahim ile Bâbü İbrahim’in boya ve nakışlarını yeniden yaptırdı. Mescid-i Harâm’da Kâbe-i muazzamanın eşiğinde yakılmak üzere gümüşten yedi şamdan ve buhurdanlıklar gönderdi. Harem-i Şerîfin zeminini mükemmel bir surette tamir ettirdi. Mescid-i Harâm’ın binasındaki bâzı sütunları ve Bâbü Ali kapısı tarafındaki kubbelerden bâzılarını ve bütün kubbe altlarındaki mermer döşemeleri yeniletti. 1881 (H. 1299)’da Kâbe-i muazzamanın doğusundaki Zemzem kuyusunun Bâbü Ali kapısı tarafındaki geçmiş asırlardan kalan ve birisi kütüphane diğeri muvakkıthâne olarak kullanılan kubbeler yıkılarak, kütüphane, Süleymâniye Medresesi’ne; muvakkıthâne ise Bâbü Ali kapısı bitişiğindeki cadde üzerine nakl edildi, Bu kubbelerin yerine kum döşetilerek Meşcid-i Harâm’ın alanı genişletildi. Dört mezhebin imamlarının makamları da bir hizaya alınarak yeni düzenlemeler yapıldı. Kubbe altlarını ise gayet nefis bir şekilde süslettirdi. Makâm-ı İbrahim ve Zemzem kuyusunun boya ve nakışları değiştirildi. Safa ve Merve tepeleri üzerindeki kemerleri tamir ettirdi, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar Mescid-i Haram bu şekilde kaldı. Mekke ve Medine’nin Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasından sonra idareye hâkim olan Suûdoğullarından Melik Faysal, 1955 (H. 1375) senesinde Mescid-i Harâm’ın genişletme çalışmalarına başladı. Osmanlılar tarafından tek katlı olarak yaptırılan üç sıra kubbeli bölümlerin etrafındaki evler ve dükkânlar tamamen yıkıldı. Önce Safa ile Merve tepelerinin arasındaki Mes’a’nın (Sa’y yerinin) üzerine 395 metre uzunluğunda ve 20 metre eninde bina yapıldı; Safa ve Merve de mescid dâhiline alındı. İki katlı yapılan bu binanın birinci katının yüksekliği 12 metre, ikinci katınınki 9 metredir. Safa ve Merve tepeleri üzerindeki kemerleri yıktırıp dairevî basamaklar yaptırdı. Mescid-i Harâm’ın diğer taraflarına da biri bodrum olmak üzere üç kat bina yapıldı. Bu kısmın üstü düz beton olup, kubbeli değildir. Bu tamir sırasında Osmanlılar zamanında yaptırılan ve Kâbe-i muazzamadan yüksek olmayan kubbeli kısma dokunulmadı. Bu kısmın kubbeleri ve direkleri bütün tazeliğini ve canlılığını muhafaza ederek ayakta durmaktadır. Ancak değişik üslûpları ve değişik devirlerin târihî özelliklerini taşıyan güzelim minareler yıkılarak, Mescid-i Harâm’ın yeni yapılan kısmının duvarları üzerine, mîmârî özelliği olmayan köşeli minareler yapıldı. Mescid-i Harâm’ın dahilinde de bâzı değişiklikler yapıldı. Bu tamir sırasında genişletmek bahanesi ile o târihî islâm eserleri yıkılıp yok edilerek, yalnız maddî kıymeti fazla olan şeyler yapıldı. Suûdoğullarının bu genişletme çalışmaları, 1973 (H. 1393) senesinde tamamlandı. Bütün genişletmeler ve ilâvelerle birlikte Mescid-i Harâm’ın genişliği 160.000 metrekare oldu.

Mescid-i Harâm’ın; dördü doğuda, üçü batıda, beşi kuzeyde ve yedisi de güneyde olmak üzere on dokuz kapısı vardır.

A-Doğu Kapıları:

1-Bâb-üs-Selâm: Bâbü Benî Şeybe adı da verilir. Hac için Mekke-i mükerremeye giden, halîfeler ve bilhassa Mekke-i mükkerreme şerîfleri, Mescid-i Harâm’a bu kapıdan girip çıktıkları için bu isim verilmiştir.

2-Bâb-ün-Nebî: Bu kapıya, Bâbün-Nisâ veya Bâb-ül-Cenâiz adı da verilir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Hadîce’nin evine dâima bu kapıdan gitmeyi âdet edindikleri için Bâb-ün-Nebî adı verilmiştir.

3-Bâb-ül-Abbâs: Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbâs’ın evinin karşısına tesadüf ettiği için bu isimle anılmıştır.

4-Bâbü Ali: Bu kapı Bâbü Benî Hâşim diye de bilinir.

B-Güney Kapıları:

1-Bâbü Bâzan: Aynü Bâzân denilen kuyuya yakın olduğu için bu isimle meşhûr olmuştur. Câhiliye devrinde Bâbü Benî Âiz diye de zikr edilirdi.

2-Bâbü Bağle: Bu kapıya Asr-ı seâdette Bâbü Benî Süfyân bin el-Esed ve Bâbü Hayatin de denirdi.

3-Bâb-üs-Safâ: Safa tepesi tarafındaki kapı olup, Bâbü Benî Mahzûm da denir. Harem-üş-Şerîf’in Bâbü Muallâdan sonra en büyük kapısıdır.

4-Bâbü Ceyyâd: Bu kapının ismi halk arasında Bâbü Ceyyâd-ı Sagîr diye de bilinir.

5-Bâbü Mücâhid: Bu kapıya Bâbür-Rahme adı da verilir. Gerek bu kapı, gerekse Bâbü Ceyyâd, Câhiliyye devrinde Benî Mahzûm kabilesine mensûb kişilerin girip çıktığı kapılar idi.

6-Bâbü medrese-i Şerîf-i Aclân: Bâbü Benî Temim veya Bâb-ül-Alâkayn isimleriyle de bilinen bu kapı, Hasen bin Aclân’ın yaptırdığı medreseye bitişik olduğundan bu isimle anılmıştır.

7-Bâbü Ümmü Hânî: Bâb-ül-Urûc, Bâbü Ceyyâd-ı Kebîr, Bâbü Ebî Cehl gibi adlarla da bilinen bu kapı, Peygamber efendimizin amcasının kızı olan Ümmü Manî’nin evi tarafında olduğu için bu adı almıştır. Ümmü Hânî’nin (r. anhâ) evi, bu kapının sol tarafında ve güney tarafında idi. Daha sonra bu evin arsası üzerine medrese yaptırılmıştır. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi vesellem bu evde istirahat buyurdukları sırada Mîrâc mucizesi vuku bulmuştu.

C-Batı Kapıları:

1-Bâbü Harûra: Mekke emirlerinden Vekî’ bin Seleme’nin annesinin ismidir. Vekî’, vefat eden annesini bu kapının karşısındaki bir yere defn ettiğinden, burası Bâbü Harûra diye anılmıştır. Bâbü Benû Hakem bin Hıram, Bâbü Benî Zübeyr bin Avvâm ve Bâbü Hırâmiyye gibi isimlerle de anılan bu kapı, hacıların Tavâf-ı vedâ’yı îfâ ettikten sonra bu kapıdan çıkmaları sebebiyle daha sonraki devirlerde Bâb’ül-Vedâ diye meşhûr oldu.

Bâzı tarihçiler, bu kapının bulunduğu yerde câhiliyye devrinde Harûra adlı bir çarşının bulunduğunu, Mescid-i Haram genişletilince yerinin Harem-üş-Şerîfe dâhil edildiğini, Bâb-ül-Vedâ minaresinin bu çarşının arsası üzerine yapıldığını, böylece buradaki kapıya Bâbü Harûra denildiğini bildirmişlerdir.

2-Bâbü İbrahim: Bu kapı, Bâb-ül-Hayâtîn diye de bilinir. İbrahim Ebû Ebeyde-i Bekrî adında bir kimse bu kapı yanında uzun müddet terzilik yaptığı için, onun ismine izafeten Bâbü İbrahim denilmiştir. İbrahim aleyhisselâmın ismine izafeten bu isimle anıldığını bildiren âlimler de vardır.

3-Bâb-ül-Ümer: Eski ismi Bâbü Benî Sehm olan bu kapıya; umre için ihrama girmek üzere Ten’im vadisine giden hacılara Harem-üş-Şerîfe bu kapıdan girip çıktıkları için, Bâb-ül-Umer veya Bâb-ül-Umre denilmiştir.

D-Kuzey Kapıları:

1-Bâb-üs-Sidde: İslâmiyet’in ilk devirlerinde Bâbü Amr bin As veya Bâb-ül-Atîk diye bilinen bu kapıya bugün Bâb-üs-Sidde denilmektedir.

2-Bâb-ül-Icle: Bu kapı, Abd-ül-Besît Medresesi bitişiğinde bulunduğu için Bâb-ül-Besîtiyye diye de bilinir.

3-Bâb-ül-Kutbî: Bâb-üz-Ziyâde-i Nedve’nin batı tarafındadır. Tamir ve yenilemeye ihtiyâcı olmadığından eski hâli üzere kalmıştır.

4-Bâb-üz-Ziyâde-i Nedve: İlk devirlerde Bâbü Dâr-i Benî Şeybe bin Osman adıyla bilinirdi. Medâris-i Erbea-i Süleymâniyye emirliğinde bulunan Kasım Bey, bu medreseleri yaptırdığı sırada Bâb-üz-Ziyâde-i Nedve’yi de tamir ve tezyîn ettirmiştir.

5-Bâb-üd-Derîbe: Bâb-üs-Selâm’ın yakınında ve Süleymâniye Medresesi’nin bitişiğindedir. Bu kapılar zaman zaman tamir ve tadîlâta uğramışlardır.

Mescid-i Harâm’ın yedi minaresi vardır:

1-Bâb-ül-Umre Minaresi: Mescid-i Harâm’ın Bâb-ül-Umre kapısının yanında bulunan minaredir. İlk olarak kim tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Abbasî halîfelerinin ikincisi olan Ebû Ca’fer Mensur tarafından tamir ettirilmiştir. Bâzılarına göre, bu minareyi ilk defâ 756 (H. 139)’da bu halîfe yaptırmıştır. Daha sonraki devirlerde çeşitli tamir ve değişiklikler geçirmiştir.

2-Bâb-üs-Selâm Minaresi: Bâbüs-Selâm kapısının yanındaki minaredir, ilk olarak kim tarafından yapıldığı belli değildir. Abbasî halîfelerinden Mehdî bin Mensur, 778 (H. 162)’de Mescid-i Harâm’ı genişletince, bu minareyi iki şerefeli olarak yeniden yaptırdı. Çeşitli tâmirat ve değişiklikler geçirerek, günümüze kadar gelen bu minarenin, ilk defa Halîfe Mehdî tarafından yaptırıldığını bildiren tarihçiler de vardır.

3-Bâbü Ali Minaresi: Hazret-i Ali’nin ismine nisbetle Bâbü Ali diye anılan kapının yakınında bulunan bu minarenin ilk bânîsi bilinmemektedir. Ancak ilk şekli tek şerefeli idi. Abbasî halîfesi Mehdî, 778 (H. 162)’de Bâb-üs-Selâm minaresini yeniden yaptırdığı sırada, bu minareyi de tamir ettirdi. Zamanın ilerlemesiyle harâb olan bu minare, Osmanlı sultânı Kanunî Sultan Süleyman Hân tarafından yıktırılarak, Hacer-i Şems denilen sarı taş ile iki şerefeli olarak Osmanlı minareleri biçiminde yeniden yaptırıldı.

4-Bâb-ül-Vedâ Minaresi: Bâb’ül-Vedâ kapısının yanında bulunan bu minare, ilk olarak Abbasî halîfesi Mehdî tarafından iki şerefeli olarak yaptırıldı.

Daha sonra tâmirat geçiren bu minare, 1369 (H. 771) senesinde kendiliğinden yıkıldı. Bu sırada Memlûklü hükümdarı olan Eşref bin Şaban aynı sene içinde yeniden yaptırmaya başladı ve 1370 (H. 772)’de tamamlandı. 1575 (H. 983) senesinde Osmanlı sultânı Üçüncü Murâd Hân zamanında tekrar tamir edildi.

5-Bâb-üz-Ziyâde Minaresi: Ziyâde-i Bâb-ün-Nedve kapısı yanında bulunan minare, ilk olarak Ziyâde-i Nedve’yi yaptıran Abbasî halîfesi Mu’tedidbillah tarafından iki şerefeli olarak yaptırıldı. Bu minare 1434 (H. 838) senesinde Memlûklü sultânı Melik Eşref Baybars tarafından yıktırılarak yeniden yaptırıldı. 1575 (H. 983)’de Osmanlı sultânı Üçüncü Murâd Hân, mükemmel bir şekilde tamir ve tezyin ettirdi.

6-Sultan Kayıtbay Minaresi: Bu minare, Memlûklü sultânı el-Eşref Seyfeddîn Kayıtbay tarafından inşâ edilen Sultan Kayıtbay Medresesi’nin Harem-i Şerîfe bakan kapısının kemeri üzerine çok güzel ve süslü bir şekilde iki şerefeli olarak yaptırılmıştır.

7-Süleymâniye Minaresi: Bâb-üs-Selâm kapısı ile Bâb-üz-Ziyâde-i Nedve kapısı arasındaki Süleymâniye Medresesi’ne bitişik olarak, Osmanlı sultânı Kanunî Sultân Süleyman Hân tarafından 1565 (H. 973) senesinde yaptırılmıştır. Mescid-i Harâm’ın en son yapılan minaresi budur. Diğer minarelerinden daha ince ve daha yüksek olup, üç şerefeliydi. Hacer-i Şems denilen sarı taştan yapılmış ve kırmızı altunlatezhib ve tezyîn edilmişti.

Bu yedi minare, Osmanlıların son zamanlarına kadar yukarıda bildirildiği gibi, çeşitli tamir ve tezyîn çalışmalarıyla devam etmiştir. Osmanlılardan sonra, çeşitli mîmârî tarzlarını gösteren bu güzel minareler yıktırılarak hepsi tek tipte, iki şerefeli ve köşeli bir şekilde yaptırılmıştır.

Osmanlılar zamanında Mescid-i Harâm’ın etrafında bulunan bu yedi minarenin hepsinden günde beş vakit namazda ezan okunurdu. İlk zamanlar Harem-i Şerîfin başmüezzini Bâb-ül-Umre minaresinde bulunur, ezana önce o başlar, daha sonra diğer müezzinler, ona uyarak, ezân-ı Muhammedî’yi okurlardı. Sonraki devirlerde başmüezzin Bâb-üs-Selâm minaresinden ezan okumaya başladı. Son zamanlarda ise başmüezzin Bâb-ül-Vedâ minaresinden ezan okurdu. Asırlardır devam eden bu güzel âdet şimdi kaldırılmıştır.

Mescid-i Harâm’ın içindeki diğer kısımlar ise şunlardır:

Kâbe-i muazzama: (Bkz. Kabe).

Makâm-ı îbrâhim: İbrahim aleyhisselâmın Kâbe-i muazzamayı bina ederken iskele yerine kullandığı ve üzerine bastığı mübarek taşın adıdır. Bu taş, Kâbe-i muazzamanın kapısı karşısında bir muhafaza içerisinde olup, ziyaret edilmektedir.

İbrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle Kâbe-i muazzamayı, oğlu İsmail aleyhisselâmla birlikte bina etmeye başladı. İsmail aleyhisselâm taş taşıyor, İbrahim aleyhisselâm da duvar örüyordu. Temel duvarları yükselip, duvarlara yetişmek güçleşince, İsmail aleyhisselâm babasına merdiven vazifesi görmek üzere bir taş getirdi. İbrahim aleyhisselâm bu taşın üzerinde durarak, duvarlarını tamamlamaya çalıştı. Bu taşın üzerine bastıkları zaman, mucize olarak, hamur gibi yumuşayıp, mübarek ayaklan, topuklarına kadar taşın içine gömülürdü. Yere indiğinde bu taş yine eski hâlini alır, fakat mübârek ayak izleri bu taşın üzerinde kalırdı. Bu mübarek taş diğer taşlara benzemeyip, üzerinde yer yer siyaha, bâzan sarıya yakın damarlar vardır. Bu taşın rengi ham şeker rengine yakın ise de, dünyâda öyle latif renkte bir taşa rastlanmamıştır.

İbrahim aleyhisselâmdan beri hürmet gösterilen bu mübarek taş, Kabe duvarının bitişiğinde bulunuyordu. Mekke’nin fethine kadar Kâbe-i muazzamanın bitişiğinde, Kabe kapısının sağ tarafında bulunan Makâm-ı İbrahim, Mekke’nin fethinden sonra, Peygamber efendimiz tarafından alınarak bugünkü yerine kaldırıldı. Bu taş, daha sonra bir muhafaza içine alındı. Bu muhafazanın hangi târihte ve kimin emriyle yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu ilk muhafaza, ahşâb parmaklıklar üzerine yaptırılmış bir gölgelikten ibaretti. Hazret-i Ömer zamanında gelen bir sel, bu muhafaza ile Makâm-ı İbrahim’i götürmüştü. Hazret-i Ömer, onu bulup yerine yerleştirdi ve üzerine bir muhafaza yaptırdı. İbrahim aleyhisselâmın mübarek ayak izlerinin üzerinde bulunduğu bu taşın altında, taştan örülmüş bir kısım ve bu kısmın üstünde de bir sanduka vardır. Bu sanduka ve dışındaki muhafaza çeşitli zamanlarda yenilenerek veya tamir edilerek zamanımıza kadar gelmiştir.

Bekara sûresinin; “Ve o vakit, Kabe’yi insanlar için bir sevâb ve emniyet yeri yapmıştık. Ey mü’minler! Siz de Mescid-i Haram’daki Makâm-ı îbrâhim denilen yerde namaz kılın!” meâlindeki yüz yirmi beşinci âyetinde zikr edilen Makâm-ı İbrahim’in burası olduğunu bildiren âlimler olmuştur.

Peygamber efendimiz salallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlânın Makâm-ı İbrahim’in arkasında iki rek’at namaz kılan kimsenin geçmiş günahlarının af edileceğini ve mahlûkâtından namaz kılanların adedince hasene ihsan edeceğini, kendilerine emân berâtı verileceğini Cebrail ve Mikâil aleyhimüsselâmın kıyamet gününe kadar o kimseler için istiğfara devam etmelerini emr ve ferman eyleyeceğini haber verdi. İlk zamanlar Makâm-ı İbrahim’in muhafazası olan gölgeliğin kapısı açık olup, herkes o mübarek taşa yüzünü sürerek ziyaret ederdi. Daha sonra Makâm-ı İbrahim’in parçalanacağı ve yok olacağı endişesiyle bir kubbe altına alındı. Etrafındaki ağaç parmaklıklar demirden yapıldı.

Makâm-ı İbrahim’in arkası ve Minber-i şerîf ile Zemzem kuyusunun arası da duaların kabul olunduğu mübarek bir yerdir. Burada Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılıp dua buyurmuşlardır. Bu mübarek kısım Harem-i Şerîf minberinin sol tarafına tesadüf etmektedir. Bugün burasının üzerinde bir gölgelik mevcûddur. Burada istendiği zaman namaz kılıp dua etmek, izdiham sebebiyle, kolay olmamakta ise de, biraz bekleyince mümkün olmaktadır. Seher vakitlerinde burada yapılan duaların hemen kabul olunacağı, âlimler arasında meşhûr olarak söylenir.

Metâf-ı şerîf (tavaf yeri): Kâbe-i muazzamanın dört tarafını çeviren, tavaf için ayrılmış kaldırımdır. Tabanı mermerle kaplıdır. Bu kısmın etrafında aydınlatma için dikilmiş direkler vardır. Hacılar umumiyetle bu kısımda tavaf etmek isterler.

Hatîm: Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı üzerinde bulunan Altın oluğun altında ve hizasında kavis (yarım dâire) şeklindeki duvar ile Kabe arasında kalan ve Kabe’den kabul edilen yerdir. Tavaf, Hatîm’in dışından yapılır.

Bu kısmın, Kâbe-i muazzamadan olduğunu, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bildirmiştir. Peygamber efendimiz zamanında bu kısmın dışında bir duvar vardı. Dört halîfe devrinde de bu şekilde kaldı. Abdullah bin Zübeyr’in (r. anh) Mekke’de halîfeliğini îlân ettiği sırada çıkan bir yangın sonucu Kâbe-i muazzama harâb oldu. Abdullah bin Zübeyr onu, Peygamber efendimizin bildirdiği ölçüde ve bugünkü Hatîm denilen yeri de içine alacak şekilde yeniden inşâ etti. Abdullah bin Zübeyr’i şehîd eden Haccâc bin Yûsuf, onun yaptığı binanın kuzey duvarını yıkıp, Kâbe-i muazzamanın binasını biraz içeri çekti. Burada ortaya çıkan boşluğu, tavaf edenlerden korumak için yarım dâire biçiminde duvar yaptırdı. Zaman zaman tamir edilerek günümüze kadar gelen bu duvarın iç kısmındaki boşluğun tabanı, mermerle kaplıdır.

Hicr-i İsmâil (aleyhisselâm): Taht-ül-Mîzâb da denilen bu yer, Kâbe-i muazzamanın kuzey tarafında, Altın oluğun altında bulunan yarım dâire şeklindeki yeşil bir taşın bulunduğu İsmail aleyhisselâmın kabr-i şerîfine tekabül eden yerdir. Bir rivayete göre, bu taşın bir kısmı Beytullah’ın içindeydi. Kureyşliler, Kâbe-i muazzamayı yeniden yaptıkları zaman dışarıda bıraktılar. Hatîm denilen yerin diğer bir adının, Hicr-i İsmail olduğunu bildiren rivayetler de vardır.

Bir kimse, burada oturup gönülden dua ederse, duası kabul olunur ve anadan doğmuş gibi günahsız olur. Yine bir kimse burada iki rek’at namaz kılıp da secdede iken bir şeyin olması için dua ederse, emeline kavuşur diye rivayet olundu. Bu rivayetin sıhhatinde şüphe etmemelidir. Çünkü Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarının iki köşesinden îtibâren Hatîrne doğru altı zra’ kadar yerin Beytullah’dan olduğu hadîs-i sahîhle bildirilmiştir.

Diğer bir hadîs-i şerîfde bildirildiğine göre; bir kimse, Hicr-i İsmail’in Rükn-i Sami tarafında iki rek’at namaz kılar ise, yetmiş bin geceyi ihya etmiş ve Beytullah’ı mebrûr ve makbul olarak kırk kerre tavaf eylemiş kadar ecir ve sevâb alır.

Hufre-i Ma’cen: Buraya Makâm-ı Cibril de denir. Yaklaşık iki metre uzunluğunda ve bir buçuk metre enindeki bu yer, Kâbe-i muazzamanın doğu duvarına bitişiktir. Bir ayaktan fazla derinliği vardır. Hazret-i İbrahim, Kâbe-i muazzamayı yaparken çamurunu bu çukurda yoğurmuştu. Namaz farz kılındığı zaman, Cebrail aleyhisselâmın Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem, iki gün beşer vakit namaz kıldırdığı yer de burasıdır. Cebrail aleyhisselâm birinci gün beş vaktin ilk vaktinde, ertesi gün de beş vaktin sonunda gelip imâm oldu ve Peygamber efendimize namaz kıldırdı.

Bu kısmın bulunduğu yerde, göz hastalığına deva olan kırmızı bir taş vardır. Göz hastalığına tutulanlar ellerini bu kırmızı taşa mesh ederek gözlerine sürseler, şifâ bulurlar.

Bu taş, 1798 (H. 1213) senesinde çalındı. Aynı sene içinde Mekke ahâlisine çeşitli hastalıklar ve kıtlık isabet edip, çok kimse öldü. Bir müddet sonra kayb olan taş, ölen bir kimsenin terekesinde bulunup yerine konuldu. Bu sebeple Mekke ahâlisi tutuldukları hastalık ve kıtlıktan kurtuldular. Taş hâlen mevcûddur.

Multezem: Kâbe-i muazzamanın kapısı ile Hacer-ül-Esved arasında kalan Kabe duvarıdır. Burası, mübarek bir yer olup, tavafta yedi şavtı tamamlayanlar, buraya gelip göğüs ve sağ yanaklarını sürerek dua eder ve Kâbe-i muazzamanın kapısın: öper’er.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Her kim Kâbe-i muazzamanın kapısı karşısında dört rek’at namaz kılsa, Allahü teâlâya bütün mahlûkâtın ibâdetini etmiş gibidir. Yetmiş bin melek o kimse için istiğfar ederler” buyurdu.

Minber-i Şerîf: Makâm-ı İbrahim’in kuzey tarafında, mermerden yapılmış, gayet süslü ve yüksek minberdir. Muâviye (r. anh) zamanına kadar, Mescid-i Harâm’da minber yoktu. Halîfeveya valiler Hicr-i İsmail’de ayakda durarak hutbe îrad ederlerdi, ilk olarak hazret-i Muâviye tarafından üç basamaklı olarak yaptırılan bu minber, çeşitli zamanlarda yenilendi ve tamir edildi. En son ise Osmanlı pâdişâhı Kanunî Sultan Süleyman Hân tarafından gayet mükemmel ve süslemeli olarak mermerden yaptırılmıştır. Bu minber günümüze kadar gelmiştir.

Müstecâr: Kâbe-i muazzamanın batısında, Bâb-ı Mesdûd ile Rükn-i Yemânî arasında ve Mültezem’in karşısında olan mübarek bir yerdir.

Bâbü Mesdûd: Abdullah bin Zübeyr’in (r. anh) Kâbe-i muazzama duvarına açtığı kapıdır. Haccâc, Abdullah bin Zübeyr’i şehîd ettikten sonra, bu kapıyı kapatmıştır.

Makâmât-ı Erba’a: Dört mezhebe mensûb olan imamların namaz kıldırmalarına mahsûs Kâbe-i muazzamanın dört tarafında bulunan makamlardır. Dört mezhebe mensûb olan imamlar, beş vakit namazı müctehid imamların bildirdiği efdâl vakitlerde, bu makamlarda kıldırırlardı. Bu makamların hepsi de Metâf-ı şerîfin dışında idi.

Bu makamların üzerindeki binaların ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekte ise de, Memlûklü sultanlarından Baybars zamanında yaptırılması muhtemeidir.

Makâm-ı Hanefi: Beytullah’ın kuzey tarafında ve Altın oluğun karşısında idi.

Makâm-ı Şafiî: Kâbe-i muazzamanın doğusunda ve Makâm-ı İbrahim’in arkasında idi.

Makâm-ı Mâliki: Kâbe-i muazzamanın batısında idi.

Makâm-ı Hanbelî: Beytullah’ın güneyinde idi.

Osmanlıların son zamanına kadar devam eden makamlar, bugün kaldırılmış olup, bu makamlara ait binalar bugün mevcûd değildir.

Safa: Kâbe-i muazzamanın Ebû Kubeys tepesi tarafında bulunan küçük bir tepedir. Âdem Safiyyullah’ın, Mekke-i mükerremeye ilk geldiği sırada bu tepe üzerine inmiş olmasından dolayı bu isim verilmişti. Üzerine binaların yapıldığı bu tepe, günümüzde belli değildir. Sa’y için ilk olarak buraya gidilir. Safa tepesi ile Kâbe-i muazzamanın arası yüz altmış, Safa ile Merve tepesi arası yedi yüz altmış arşındır.

Dua edecek kimse. Tâk-ı Safa denilen kemerin üst kısmına kadar çıkıp, Beytullah’a yönelerek dua eder. Burada istenildiği zaman dua edilirse de, husûsî vakti ikindi üzeridir.

Merve: Kâbe-i muazzamanın doğu tarafında bulunan küçük bir tepeciktir. Havva validemizin Mekke-i mükerremeye ilk geldiği sırada bu tepeye inmesi sebebiyle, bu isim verilmiştir. (Mer’e kadın) kelimesinin değişmiş şeklidir. Bu tepede bulunan serî taşlara merv denilmesi sebebiyle de bu ismin verildiği rivayet edilmiştir. Sa’y için Safâ’dan başlayan kimseler buraya gelir, Safa tepesine yönelerek dua ederler. Burada her zaman dua etmek mümkün ise de, husûsî vakti ikindi üzeridir.

Bu iki tepenin üzerinde Abbasî halîfesi Mensur zamanına kadar bina yoktu. Mensur, Safa tepesine on iki basamaklı, Merve’ye on beş basamaklı taştan kemerler yaptırdı.

Mescid-i Harâm’ın bugünkü şekli, Kâbe-i muazzamanın on birinci tamiri ile birlikte, on yedinci Osmanlı pâdişâhı Dördüncü Sultan Murâd Hân tarafından 1635 (H. 1045)’de yapılmıştır. Osmanlılar döneminde Kabe’ye hürmeten, Kabe’den yüksek bina yapılmazken, Osmanlılardan sonraki devirde, Kâbe-i muazzamaya gerekli hürmet gösterilmemiş, Mescid-i Harâm’dan yüksek kısımlar ve daha yüksek bina ve oteller yapılmıştır.

Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın etrafında bulunan ve hac ibâdeti için gidenlerin, Kâbe-i muazzamayı tavaf için döndükleri kısmı da içine alan Mescid-i Haram, Kabe’den sonra, yeryüzünün en mübarek yeridir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mîrâcı, bir gece Mescid-i Haram’dan, Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi ve oradan göklere çıkarılması suretiyle vuku bulmuştur. Bunu Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmin isrâ sûresi birinci âyetinde meâlen; “Her türlü noksanlıktan münezzeh olan O Allah’dır ki, kulunu (Muhammed aleyhisselâmı) gece Mescid-i Harâm’dan (Mekke’den) alıp, o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götürdü. O’na âyetlerimizden (kudretimize delâlet eden alâmetlerden) gösterelim diye yaptık. O her şeyi işitir, her şeyi görür” buyurarak habervermiştir.

Bekara sûresi 125. âyetinde de meâlen; “Mescid-i Hârâm’daki Makâm-ı İbrahim denilen yerde namaz kılın. Biz İbrahim’e ve İsmail’e emr ettik ki, tavaf edenler ve rükû edenler, içinde oturanlar ve secde edenler için benim beytimi (evimi) temizleyin.” buyruldu. Peygamber efendimiz de; “Mescidimde (Mescid-i Nebî’de) kılınan namaz, başka yerlerde kılınan namazdan bin kat daha sevâbdır. Mescid-i Harâm’da kılınan namaz da benim mescidimdekinden yüz kat daha sevâbdır.” buyurarak, Mescid-i Harâm’ın kıymetini bildirmiştir.