KABE

Yeryüzünde yapılan ilk mâbed, ibâdet yeri. Müslümanların kıblesi, namazda döndükleri cihet, taraf. Mekke-i mükerreme şehrinde Mescid-i Harâm’ın ortasında dört köşeli taştan yapılmış bir odadır. Mü’minler hac ibâdetini yapmak için dünyânın her tarafından burayı ziyarete gelirler. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kabe’dir.

Kabe, görünüşte dünyâdaki evlerden biridir. Hakikatte ise âhırettendir. Kabe, dünyâ ve âhıreti kendinde toplamıştır. Kabe, Beytullah= Allahü teâlânın evidir. Rabbimizin üstün ve faziletli kıldığı eşsiz yerdir. Kabe’yi, yeryüzüne Âdem aleyhisselâmın inşâ ettiğini Mühammed el-Ezrâkî, Ahbâr-ı Mekke adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:

Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indirilmesi sebebiyle ziyâde üzülüyor ve günlerini ağlamakla geçiriyordu. Onun üzüntüsüne melekler de ortak oluyorlardı. Bir defasında Âdem aleyhisselâm secdede iken; “Yâ Rabbî! Bana ne oldu ki, artık meleklerin seslerini, senin zâtını teşbih ve takdis etmelerini duyamıyorum. Onları göremiyorum” diye arzedince, cenâb-ı Hak buyurdu ki; “Ey Âdem! Senden sâdır olan zelle, meleklerin teşbihini işitmene mânidir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Sen onun temelini bulup üzerine bir beyt bina et. Beni takdis ve beytin etrafını tavaf et. Ey Âdem! O beyti Mekke’de kıldım. Evlâdından her kim beytime gelip, sâdece benim rızâmı isterse, bizzat beni, ziyaret eden misafirim gibidir. Bunları sânıma lâyık bir şekilde ağırlarım ve bütün ihtiyâçlarını gideririm.

Ey Âdem! Sen sağ oldukça Beytullah’ı tamir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tamir edecekler ve en son peygambere kadar bu böyle sürüp gidecektir. Son peygamber olan Mühammed aleyhisselâmı Beytullah’ın tamircilerinden, koruyanlarından yapacağım, bütün hayâtı boyunca da onun üzerinde emînim olacak. Bana döndüğü zaman, beni, Cennet’te kendisi için en üstün mevkileri hazırlamış olarak bulacak. Son peygamberden önce Beytullah’ın şerefini, ismini, zikrini, medh ü senasını lâyıkıyla yapacak olan bir peygamber göndereceğim. Bu, O’nun dedelerinden İbrahim’dir. Kabe’nin temellerini o yükseltecek, inşâ ve tamirini onun elinde tamamlayacağım. Ona, Harem’i ve Hil’i (Harem’in dışında kalan yerleri) göstereceğim. Onu kendime itaatli, emirlerimi tutan ve benim yoluma davet eden bir peygamoer yapacağım, insanlar arasından seçip, ona doğru yolu göstereceğim. İmtihana çekeceğim, sabredecek. Afiyet vereceğim, şükredecek. Çocukları ve kendinden sonra gelecek nesli için duada bulunacak, duasını kabul edeceğim. Onu, onlar hakkında şefaatçi yapacağım. Benim için adayacak, benim için yapacak, benim için vâdedecek ve vadini yerine getirecek. Neslini beytimin halkı yapmak suretiyle, bozulup bid’atlere sapmalarına kadar Kabe’nin hizmetçileri, mütevellileri, perdedârları ve bekçileri yapacağım. Ben Allah’ım, onlar saptıkları zaman dilediğimi, istediğim şekle çevirmeye gücüm yeter. İbrahim’i (aleyhisselâm) bu beytin halkının ve bu din ehlinin rehberi yapacağım. Buralarda bulunan insanlar ve cinlerin hepsi onun izinde gidecekler. Onun yoluna uyup orada onun gibi kurban kesecekler. Onlardan kim bunu yaparsa adağını îfâ etmiş, hac ibâdetini yerine getirmiş olur. Yapmıyanlar da haclarını zayi, nasîblerini kaybetmişlerdir. Bu yerlerde, o zaman benim rızâmı kim ararsa, ben; toz toprak içinde kalarak adaklarını yerine getiren, hac ibâdetini tamamlayıp, yalvaranlarla beraberim. Ben, insanların gizli ve açık her şeylerini bilirim.

Ey Âdem! Ne bu insanlar, ne de sana bahsettiğim bu durum, mülküme, azametime, saltanatıma ve benim katımda bulunanlardan hiç birine fayda vermez. Eğer halkı (insanları) yaratmasaydım; mülkümden, azametimden ve hazînemden hiç bir şey eksilmezdi.”

Âdem aleyhisselâm, Allahü teâlânın bu emri ile Serendip adasından Mekke’ye doğru yürümeye başladı. Bir melek kendisine yol gösteriyordu. Mekke-i mükerremenin bulunduğu yere gelince, Allahü teâlâ ona yardımcı melekler gönderdi. Melekler, Beyt-i Ma’mûr’un tam hizasına gelecek şekilde yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Kazılan bu temele toprak seviyesine kadar otuz kişinin ancak kaldırabileceği büyüklükte taşlar yerleştirdiler. Sonra Allahü teâlâ melekler vasıtasıyla bu temelin üzerine bir beyt indirdi. Bu beyt, Cennet yakutlarından bir yakut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri şark (doğu), diğeri garb (batı) olmak üzere iki kapısı vardı. Beytullah’ın içinde ayrıca nurdan kandiller yakılmıştı. Kandillerin çanakları Cennet’in külçe altınlarındandı ve etrafında yıldız gibi parlayan beyaz yakutlar diziliydi. Hacer-ül-esved de bunlardan biriydi. Hacer-ül-esved’in daha sonra günahkâr kimselerin el sürmesiyle karardığı rivayet edilmiştir. Böylece Beyt-ül-Ma’mûr’un tam altına gelecek şekilde yeryüzünde de Beytullah, yâni Kâbe-i muazzama inşâ edilmiş oldu.

Bâzı rivayetlere göre Cennet’ten gelen bu Beytullah (Kâbe-i muazzama) Âdem aleyhisselâmın vefatından sonra tekrar göklere kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmın evlâdları önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir bina yaptılar. Bu bina, Nuh aleyhisselâm zamanındaki tufana kadar zaman zaman tamir edildi ve tufanda yıkıldı.

Bâzı rivayetlere göre de Cennet’ten gelen Beytullah, tufanda iki atias kumaş içine alınarak gökyüzüne kaldırıldı. Kıyamete kadar da bu iki atlasın arasında kalacaktır. Allahü teâlâ tufandan önce, Hacer-ül-esved’i Ebû Kubeys dağına koydu.

Kabe’nin tufandan sonra İbrahim aleyhisselâma kadar yeri belirsiz olup yalnız bulunduğu saha bilinmekteydi. Bu bölge kırmızı topraklı ve sel sularının yükselemeyeceği kadar tümsek bir tepe durumunda idi. Yeri kesin olarak bilin-memekle beraber, insanlar Kabe’nin o bölgede olduğunu biliyorlardı. Yeryüzünün çeşitli memleketlerinden zulme uğramış, kederli, sıkıntılı, dertli ve Allahü teâlâya sığınmak isteyen kimseler bu bölgeye gelip dua ederler, maksadlarının hâsıl olduğunu görünce geri dönerlerdi, İbrahim aleyhisselâmın, Beytullah’ı yeniden yapmasına kadar, bu bölgeye olan hürmet ve saygı devam etti.

İbrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri ile Kâbe-i muazamayı yapmak için Mekke’ye gitti. Oğlu İsmail aleyhisselâmı ve Hacer validemizi yıllar önce oraya bırakmıştı. Hazret-i İbrahim, oğlu İsmail aleyhisselâm ile Zemzem kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen babaoğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasretlerini giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman İbrahim aleyhisselâm; “Ey İsmail! Allahü teâlâ, bana kendi zâtı için bir beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin?” buyurdu. İsmail aleyhisselâm da; “Elbette yardım ederim” diye cevâb verdi, İbrahim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Kabe’yi nerede yapayım?” diye suâl etti. Cenâb-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz.” buyurdu. Bir rivayete göre Kabe’nin yerini Cebrail aleyhisselâm gösterdi. Böylece İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm ile birlikte temel kazmaya başladı. Âdem aleyhisselâm zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kabe’yi inşâ etmeye başladılar. Cebrail aleyhisselâmın tarifine göre İbrahim aleyhisselâm, binayı İsmail aleyhisselâmın getirdiği taşlarla yapıyordu. Nihayet Kabe’nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. İbrahim aleyhisselâm bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa da Makâm-ı İbrahim dendi. Kabe’de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-ı İbrahim’de kılınır. Binanın yapımında, melekler; taş getirmede İsmail aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül-esved’e gelince İbrahim aleyhisselâm; “Ey İsmail! İyi bir taş getir ki, hacılara işaret olsun!” buyurdu. İsmail aleyhisselâm bir taş getirdi. İbrahim aleyhisselâm; “Bundan daha iyi bir taş getir” deyince, Ebû Kubeys dağından; “Cebrail aleyhisselâm tufanda bana bir taş emânet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-esved taşı, Ebû Kubeys dağından alınıp, Kabe’deki yerine yerleştirildi.

Babaoğul, Kabe’yi yapıp bitirince, Bekara sûresi 127. âyet-i kerîmesinde meâlen bildirildiği gibi; “Yâ Rabbî! Bizden bu hayırlı işi kabul et! Muhakkak ki sen, duamızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye dua ettiler.

Kâbe-i muazzama, İbrahim aleyhisselâmdan sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşâ edilmiştir. Bu inşâların biri de, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize peygamberliği bildirilmeden önce olmuştur. Sevgili Peygamberimiz, otuz beş yaşlarında idiler. Yağmur ve seller, Kabe’nin duvarlarını iyice yıpratmış idi. Ayrıca çıkan bir yangın, hasara sebeb olduğundan binayı yeniden yapmak lâzımdı. Bunun üzerine Kureyş kabilesi, Kabe’yi, İbrahim ateyhisselâmın yaptığı temele kadar yıkıp, yeniden inşâ etmeye karar verdiler. Lüzumlu malzeme ve parayı te’min etmeye çalıştılar. Fakat toplananlar, ihtiyâca cevâb vermekten uzak olup, Kabe’yi, İbrahim aleyhisselâmın oturttuğu temel üzerinden yapacak m’ikdârda değildi. Kendi aralarında istişare ettiler. Kabe’nin temelinin bir tarafını kısaltmak, topladıkları malzeme mikdârınca taştan bir bina yapmak için karar aldılar. Hilâl şeklindeki Hatîm denilen küçük duvar ile, Kabe arasını boş bırakıp, dört köşe, kuzey duvarını altı arşın bir karış (arşın=68 cm.) içerden başladılar. Diğer duvarları, eski temelin üzerine inşâ etmeğe devam ettiler. Bir sıra taş, bir sıra tahta ile duvarlar örülüyordu. İstemedikleri kimseleri içeri sokmamak için, sel sularını bahane ederek Kabe kapısını yer seviyesinden bir insan boyu yüksekten başladılar. Kabe’nin içini, kapının eşiği seviyesine kadar toprakla doldurdular. Hacer-ül-esved’in konulacağı yere kadar binayı yükselttiler. Fakat Hacer-ül-esved’i yerine yerleştirmek hususunda ihtilâfa, düştüler. Her kabile bu şerefe kavuşmak istediğinden, aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Abdüddâroğulları; “Bu işi bizden başkası yaparsa kan dökeriz” diyerek meydan okudular. Dörtbeş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle, neredeyse kan akıtılacaktı. Bu sırada Abdülmuttalib’in dayısı ve yaşlı bir zât olan Huzeyfe bin Mugîre; “Ey kureyş topluluğu? Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın” diyerek, Kabe’ye açılan Benî Şeybe kapısını gösterdi. Oradakiler bu teklifi kabul ettiler ve işin en nâzik ânında bu işi hâlledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihayet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlâkını son derece takdir ettikleri ve “El-Emîn” yâni hep kendisine güvenilir dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler ve; “İşte el-Emîn! O’nun hükmüne razıyız” dediler. Durum, sevgili Peygamberimiz, Muhammed aleyhisselâma anlatılınca, bir örtü istedi. Onu yere sererek Hacer-ül-esved’i örtünün üzerine koyup; “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun” buyurdu. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak üzere olan büyük bir çarpışmanın önlendiğini gören kabîleler, bu hareketten memnun kaldılar.

Kapının yüksekliğini dört arşın bir karış yaparak binayı tamamladılar. Binanın tavanının düz yapılmasını tercih ettiler. Üzerine yağacak yağmurların akması için kuzey tarerftaki duvara bir tane de oluk (Altın oluk) yaptılar. Bina tamamlandığında ellerinde bir mikdâr malzeme arttı. Onunla da kuzey tarafta kalan yapamadıkları temel üzerine engin bir duvar yaptılar. Böylece Hatim denilen hilâl şeklindeki duvar meydana geldi. Bu engin duvar ile kuzey duvarı arası Kabe’ye aittir, yâni Kabe’nin içidir. Onun için tavaf yapılırken Hatim’in dışından dolaşılır. Hatim’in içinde namaz kılmak pek kıymetlidir. İsmail aleyhisselâmın Kabr-i şerîfi de Hatim’dedir.

683 (H. 64) senesinde Mekkelileri kendi etrafında toplayan Abdullah bin Zübeyr (r. anh) ile halîfe Yezîd bin Muâviye arasında savaş oldu. Abdullah bin Zübeyr, Mekke’de kendini müdâfaa ederken, Yezîd bin Muâviye’nin kumandanı Husayn bin Nümeyr, Ebû Kubeys dağına mancınıklar kurup, büyük taşlar atarak Mekke’yi harâb etti. Bu arada pek çok taş, Kâbe-i muazzamaya isabet ediyordu. Savaş esnasında çıkan bir yangın ile Kabe’nin örtüsü ateş aldı ve bir sıra taş, bir sıra tahtadan yapılan duvarlar hızla yanmağa başladı. Duvarlar o hâle geldi ki, üzerine konan küçük bir ağırlık ile taşlar dağılıp yere düşüyordu. Kabe tamamen yanınca, Hacer-ül-esved de yanıp üç parçaya ayrıldı. Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Hacer-ül-esved’i gümüş bir bağ ile bağladı. Bu sırada Yezîd bin Muâviye’nin ölüm haberi geldi.

Abdullah bin Zübeyr (r. anh), Kabe’nin duvarlarını tamamen yıktı. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin hazret-i Âişe’ye buyurduğu; “Senin kavmin, Beytullah’ın binasını kısalttılar. Maddî imkânları kâfi gelmedi de Hatim tarafından bir kaç arşın yer bıraktılar. Eğer senin kavminin zamanı küfre yakın olmasaydı, Kabe’yi yıkar, bıraktıkları kısmı İbrahim’in (aleyhisselâm) yaptığı ilk temel üzerine inşâ ederdim. Beytullah’a ayrıca, yer seviyesinden iki kapı da yapardım. Biri şark (doğu), diğeri garb (batı) kapısı olurdu. İnsanlar şark kapısından girer, garb kapısından çıkarlardı...” hadîs-i şerîfine uygun olarak Kâbe-i muazzamayı yaptırmağa başladı. Böylece Kabe, İbrahim aleyhisselâmın yaptığı temel üzerine yapılmış oldu. Kapılar yer seviyesine indirildi. Hacen-ül-esved’i yerine, Abdullah bin Zübeyr’in oğlu Ubbâd ile Cübeyr bin Şeybe yerleştirdi. Kabe’ye, Mısır’da dokunan iyi cins bir kumaş ile örtü yapıldı.

Kabe’nin bu hâli, halîfe Abdülmelik bin Mervân’ın Mekke valiliğine tâyin ettiği Haccâc bin Yûsuf zamanına kadar devam etti. Haccâc, Abdullah bin Zübeyr’i (r. anh) şehîd ettikten sonra, halîfeye mektup yazıp Kabe’yi eskisi gibi yapmak istediğini bildirdi. Kabul edilince kuzey duvarını yıkıp, Hatîm’i dışarıda bıraktı. Garb kapısını kapattı. Şark kapısını yükseltti. Böylece Kâbe-i muazzama bu günkü hâle geldi.

Bundan sonra Kabe artık tekrar yıkılıp yapılmadı. Ancak zaman zaman Osmanlı sultanları tâmîrât ve tezyinatlar yapmışlardır. Meselâ 1612 (H. 1021) senesinde Sultan Ahmed Hân, seksen bin Osmanlı altını harcayarak tâmirat yaptırmış, bundan on sekiz sene sonra oğlu Dördüncü Murâd Hân, pek çok altın sarfederek tamir ve tezyinatta bulunmuştur.

Kâbe-i muazzama, Mescid-i Haram’ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 m. yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8. 8 m.; güney duvarı 7 m.; doğu duvarı 11. 9 m; batı duvarı 12. 8 m. uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-esved taşı vardır. Hacer-ül-esved’in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kabe’nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1. 7 m. yükseklikte olup, eni 1. 7 m. boyu 2. 7’dir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.

Kabe’nin dört köşesine Rükn denir. Şam’a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdâd’a karşı olana Rükn-i Irakî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemânî, dördüncü köşeye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir. Rükn-i Irakî hizasında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minare merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultanlarından İkinci Mustafa Hân yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kabe’nin dış yüzü ipekten siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.

Zemzem kuyusu, Mescid-i Haram içinde, Hacer-ül-esved köşesi karşısında ve köşeden 8 m. uzakta bir odada olup, 1. 8 m yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Sultan Birinci Abdülhamîd Hân’ın yaptırdığı bu odanın zemini, mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.

Dünyâda Mekke-i mükerremede bulunan Kabe’den başka ikinci bir Kabe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir.

Kabe’yi tavaf etmenin fazîleti hakkında sevgili Peygamberimizin pek çok hadîs-i şerîfleri vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir: “Kim Beytullah’ı tavaf ederse, Allahü teâlâ, bunun her adımına bir sevâb yazıp, bir günahını siler.”, “Bu beyt, islâm’ın direğidir. Kim bu beyti ziyaret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa (bu yolda) öldüğü takdirde, Allahü teâlâ, onu Cennet’ine koymayı, sağ kaldığı takdirde, ganimet ve mükâfatla memleketine döndürmeyi taahhüd eder.” (Bkz. Hac, Zemzem, Abdullah bin Zübeyr maddeleri)

DUALARIN KABUL OLDUĞU KABE

Kâbe-i muazzamaya bakmak sevâbdır. Beytullah ilk görüldüğünde yapılan dualar kabul olunur. Peygamber efendimiz Kabe’yi gördüğü zaman mübarek ellerini kaldırıp; “Ey Allah’ım! Bu beytin şerefini, saygısını, heybetini, kerametini arttır. Hac ve umre yapanların da şerefini, din gayretini, azametini ve keremini ziyâde et” diye dua ederdi. Ayrıca Kabe’yi tavaf ederlerken, Hacer-ül-esved rüknünde hazret-i Âişe validemize buyurdular ki: “Ey Âişe! Bu taş, eğer câhiliyet devrinin pislikleri ve kirleri ile kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, veba ve musibetten kurtulmak için Allahü teâlâdan şifâ istenir ve hâlen de cenâb-ı Hakk’ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu. Hak teâlâ elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, Cennet yakutlarından beyaz bir yakut idi. Fakat Allahü teâlâ, onu, kötülerin günahı sebebiyle değiştirip; ziynetini, zâlim ve günahkârlardan gizledi. Zira onlar, Cennet’ten çıkma bir şeye bakmaya lâyık değillerdir.” Bir hadîs-i şerîflerinde de; “Allahü teâlâ Hacer-ül-esved’i kıyamette mahşer meydanına getirecek, onun göreceği iki gözü, konuşacağı bir dili olacak ve kendisine istilâm yapanlara (el sürenlere ve öpenlere) hakkıyla şahitlik yapacaktır” buyurdu.