6. Cild (İbn Arabî-Karahan)

IHŞİDÎLER

Mısır ve Suriye’de kurulan ikinci Türk devleti. Tolunoğullarının çeşitli şehirlerde valiliğini yapan Muhammed bin Tuğc tarafımdan kuruldu. Babası Tolunoğullarının devlet adamlarından olan Muhammed, devletin yıkılmasından sonra, Abbasî Devleti hizmetine girdi. Mısır valisi Ebû Mansûr Tekin tarafından el-Ahvaf şehrine vali tâyin edildi. Muhammed bin Tuğc, Fâtımîlerin Mısır’ı istilâ etmelerine bütün gücüyle karşı koydu. Fakat bir süre sonra vali Ebû Mansûr ile arası açılınca, 930 senesinde Suriye’ye kaçtı. Şam ile Hicaz arasındaki yolları keserek, hacıların can ve mallarına saldıran Bedevîleri ve diğer eşkıyayı sindirerek, yol emniyetini sağladı. Bu hizrnetlerini duyan halîfe, onu önce Remle’ye daha sonra da Dımeşk’e vali tâyin etti. Suriye halkı, idaresinden çok memnun kaldı.

Diğer taraftan Tolunoğulları Devleti’nin yıkılmasından sonra, Mısır’da ortaya çıkan mes’eleler, bölgede kuvvetli bir hükümete ihtiyaç gösteriyordu. Mısır valisi Ebû Mansûr Tekin’in vefatı üzerine Dımeşk valiliği yanında, Mısır valisi tâyin edilen Muhammed bin Tuğc, 935 (H. 323) yılında güçlü bir ordu ile Mısır’a girdi. Böylece Ihşîdî Devleti’nin temelini atmış oldu. Bu arada, kuvvetli bir maliyeci ve bölgede söz sahibi olan Ebû Bekr Muhammed el-Medarâî ile uğraşmak zorunda kalıp onun ve sülâlesinin mukavemetini kırdı. Medarâî sülâlesinin servetini ele geçirerek, Mısır’daki durumunu sağlamlaştırdı. 939 (H. 327) senesi Haziran ayında vezir Ebü’l-Feth el-Fâzıl, halîfenin elçisi olarak Mısır’a geldi ve Muhammed bin Tuğc’a hil’at ve hediyeler getirdi. Halîfe, ayrıca Muhammed bin Tuğc’a sultan ve hükümdar anlamına gelen Farsça bir kelime olan Ihşîd ünvanını verdi ve bu yüzden kurduğu devlete Ihşîdîler denildi.

Muhammed Ihşîdî, kısa bir süre sonra idaresi altındaki eyâletlerden Suriye’yi, Abbasî Devleti’nin vezîri ve kuvvetli emîrlerinden olan Muhammed bin Râik’e karşı müdâfaa etmek mecburiyetinde kaldı. İbn-i Râik, İhşîd Muhammed’i Suriye’den çıkarmak için önce küçük çapta seferler düzenledi. Ona elçi göndererek, Suriye’nin haracını göndermesini istedi. Böylece o, Suriye’nin kendisine bağlı olduğunu, Ihşîd’in ise, kendi nâmına bölgeyi idare etmekte olduğunu bildirdi. Ihşîd Muhammed, önce İbn-i Râik ile harbe girmeye çekindi. İbn-i Râik’in istediği parayı gönderdi. Fakat İbn-i Râik’in gayesi para olmayıp, Mısır’a girebilmek için Suriye’yi ele geçirmek idi. Dımeşk’e hücûm ederek orada Ihşîd adına valilik yapan Bedr bin Abdullah’ı yendi. Kuzeydeki Haleb ve Hırps şehirlerinden sonra Remle’yi ele geçirdi. Muhammed Ihşîdî’nin öncü kuvvetleriyle yapılan bir çarpışmadan sonra iki taraf anlaştı. Buna göre Ihşîd, Remle ve havalisi kendisine bırakılmak suretiyle Şam ve Taberiyye’den kuzeye kadar olan bölgeyi İbn-i Râik’e bıraktı. Fakat anlaşma bir sene sürdü. Ertesi sene İbn-i Râik, tekrar harekete geçti. Ihşîd, onu Ariş’te 940 yılında mağlûb etti ise de, aynı sene Laccûn’da baskına uğrayarak mağlûb oldu. Netîcede, ilk yapılan şartlarda anlaşmaya varıldı. Ayrıca Ihşîd Muhammed, ilâve olarak İbn-i Râik’e her sene 140.000 dînâr vermeyi kabul etti. Ihşîd, bu seneden îtibâren bastırdığı sikkelerde halîfenin adının yanında kendi adını da yazdırıyordu. Bu da onun, kendisini Bağdâd halîfesine bağlayan zayıf ipi koparmadan, istiklâlini devam ettirme arzusunu gösteriyordu.

Bu anlaşmadan bir süre sonra Abbasî halîfesi er-Râzî-billah 941 yılında vefat etti. Yerine Muttakî-billah İbrahim halîfe oldu. Yeni halîfe de, Ihşîd Muhammed’i Mısır valiliğinde bıraktı. Böylece Ihşîd’in Mısır’daki durumu daha da kuvvetlendi. İbn-i Râik, 942 senesinde Hamdânîler ile yaptığı savaş esnasında öldürüldü. Böylece Ihşîd Muhammed rahat bir nefes aldı ve ordusunun başında Suriye seferine çıkarak, nüfuzunu sağlamlaştırdı. Sonra Mısır’a döndü. Bu sefer de ona Suriye’de Hamdânîler râkib oldu. Ihşîd Muhammed, daha sonra emîr-ül-ümerâlık için çıkan, mücâdelelere katıldı ve bu gaye ile Rakka’da Halîfe ile görüştü. Fakat emîr-ül-ümerâlık düşüncesinden vazgeçerek Mısır’a döndü. Çok geçmeden, Hamdânî sultânı Seyfüddevle Ali, Haleb üzerine yürüdü ve Ihşîd’in buradaki naibini yenerek şehri ele geçirdi. Bunun üzerine Ihşîd, kölesi Kâfûr’un komutasında bir orduyu Suriye’ye gönderdi. Kâfur, Seyfüddevle’yi Remle önlerinde mağlûb etti. Seyfüddevle önce Hımıs’a sonra da Hama’ya kaçtı, Kâfur onun peşine düştü. Asi nehri kıyısında yapılan ikinci savaşta Kâfur yenildi. Bunun üzerine Ihşîd, ordusunun başında Suriye’ye girdi. 945 yılında Kuzey Suriye’de yapılan muharebede iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı ve netîcede barış yapıldı. Buna göre Hıms, Haleb ve Antakya’ya kadar olan bölgeler Seyfüddevle’nin, Hıms’ın güneyinden îtibâren Suriye’nin geri kalan kısmı Ihşîdîler’in olacaktı. Bu anlaşmayı kuvvetlendirmek için Seyfüddevle, Ihşîdî’nin kızkardeşi ile evlendi. Bir süre sonra Ihşîd ile Seyfüddevle’nin arası tekrar açıldı. Kınnesrin yakınında yapılan harpte Seyfüddevle’yi yenerek Haleb’i ele geçirdi. Bu sırada el-Mutîlillah halîfe olmuştu. Halîfe Mutî de, Ihşîd’in Mısır ve Suriye valiliğini tasdîk etti. Şam’a dönen Ihşîd, burada hastalanarak 25 Temmuz 946 târihinde vefat etti.

Ihşîd, Bağdâd’a ismen bağlı olarak müstakil bir devlet kuran ikinci Türk’tür. Mısır’da on bir sene kadar saltanat süren Ihşîd, cesur, dirayetli, heybetli, tedbirli ve harp san’atında mahir bir emîr idi. Askerlerine ve halka karşı çok cömerd idi. Askerlerinin sayısı yüz binlere ulaşmıştı.

Ihşîd’in ölümünden sonra yerine önce büyük oğlu Ebü’l-Kâsım Ünûcûr geçti. Ebü’l-Kâsım bir kukla hükümdar idi. Ihşîdîler Devleti’nde asıl iktidar, Ihşîd’in ölümünden az önce çocukları için saltanat naibi tâyin ettiği kölesi Kâfûr’un eline geçti. Ebü’l-Kâsım Ünûcûr zamanında Mısır’ın güneyinde bulunan Nubyalılar, Mısır’a akın düzenleyerek, hudud bölgelerinde tahrîbât yaptılar. İç işleriyle uğraşan Kâfur, Nubyalılarla uğraşamadı. Kâfur, Ebü’l-Kâsım’a yıllık dört yüz bin dînâr tahsis etti. Geri kalan geliri istediği gibi harcıyordu. İç mes’elelerini hâlletiği sırada, Seyfüddevle’nin Ihşîdî topraklarına girip Şam’ı ele geçirdiği haberi geldi. Bunun üzerine Kâfur, büyük bir ordu ile Hamdânîler üzerine yürüdü, iki ordu Remle’de karşı karşıya geldiler. Seyfüddevle yenilerek, önce Hama’ya oradan da Rakka’ya kaçtı. Ihşîd zamanında yapılan barış şartlarına uyacağını bildiren Seyfüddevle ile tekrar anlaşma yapıldı.

Ebü’l-Kâsım Ünûcûr, 954 senesinde bazı kişilerin tahrikine kapılarak Kâfur’un vesayeti altından kurtulmak istedi ve bu maksadla Remle’ye gitti. Fakat bu düşüncesini yerine getiremedi. Son anda annesi ve Kâfur onu yatıştırmayı başardı. 957 senesinde Nubyalılâr, Asvan’a kadar uzanan bir sefer düzenleyerek, Ihşîdî topraklarını yağmaladılar. Kâfur, bunlara karşı karadan ordu, Nil ve Kızıldeniz üzerinden de bir donanma gönderdi. Nubyalılâr büyük bir mağlûbiyete uğratıldı. Ihşîdî ordusu çok sayıda esirle geri döndü. Bu yenilgi Nubyalıları yıldırmadı. Fâtımîlerin teşviki ile sık sık Mısır topraklarına saldırdılar. 960 senesi Ocak ayı başlarında Ihşîd Ebü’l-Kâsım öldü. On dört sene ismen hükümdar olan Ebü’l-Kâsım’ın cenazesi Kudüs’e götürülerek babasının yanına defnedildi.

Ebü’l-Kâsım’ın yerine kardeşi Ebü’l-Hasen Ali geçti. Bunun zamanında da devlet işlerini yine Kâfur yürütüyordu. Ali’nin ismen hüküm sürdüğü beş sene zarfında, Mısır’da karışıklıklar arttı. Nil’in suyunun azalması yüzünden Mısır’da kıtlık ve pahalılık baş göstermiş, halk perişan olmuştu. Aynı anda batıdan Fâtımîlerin, güneyden de Nubyalıların saldırıları şiddetlendi. Bütün bunların yanısıra Ali ile Kâfûr’un arasının açılması, durumu daha da kötüleştirmişti. 966 senesi Ocak ayında Ali vefat edince, Mısır bir kaç gün hükümdârsız kaldı. Kâfur, bu zaman zarfında devleti idare etmeye devam etti. Bu bir kaç gün içinde Kâfur, tahta kendisinin mi, yoksa Ali’nin oğlu Ahmed’in mi geçeceği konusunda bir karâra vardı. Yirmi senedir fiilî olarak devleti idare ettiği için, doğrudan doğruya kendini sultan îlân etmeyi uygun buldu. Ordu ve devlet ileri gelenlerinin oy birliği ile Mısır hükümdarı oldu ve el-Ihşîdî ünvanını aldı. Halîfe el-Mutî de, Kâfûr’un hâkimiyetini tasdîk etti. Kâfur’un tek başına hükümeti uzun sürmedi ve 968 senesinde öldü.

Kâfur, nâibliği dâhil hüküm sürdüğü devrede, Kuzey Afrika boyunca ilerleyen Şiî-Fâtımî istilâsını durdurdu ve Suriye’yi Hamdânîlere karşı başarı ile müdâfaa etti. Kâfur, cesur ve kararlı birisi idi. Adalet ve takvasından dolayı halk tarafından çok sevilirdi. Her sabah ve akşam halkın dertlerini dinleyen cömert bir zât idi. Her sene, hac mevsiminde Hicaz’da dağıtılmak üzere para ve yiyecek gönderirdi.

Kâfûr’un ölümünden sonra Mısır’da iç karışıklıklar baş gösterdi. Yerine Ebü’l-Hasen Ali’nin oğlu Ahmed geçti ise de, onun zayıf idaresi çok kısa sürdü. 969 senesi Haziran ayının otuzunda el-Cize’de Fatımî ordusu ile savaşan Ihşîdîler, büyük zayiat vererek geri çekildi. Cevher komutasındaki Fatımî ordusu, Temmuz ayında Fustat’a girince, Ihşîdî Devleti son buldu. Mısır, Hicaz, Yemen ve Suriye’de Abbasîler adına okunan hutbe, artık Fâtımîler adına okunmaya başladı.

Kültür ve Medeniyet: Ihşîdîler, Abbasî halîfeliğine bağlı olmakla birlikte, bu bağ; şeklî olup, istiklâl ve hürriyetlerini tehdîd etmiyordu. Ihşîdîler husûsî ve resmî hayâtlarında ve idâri nizâmlarında, bilerek ve isteyerek Abbâsîleri taklid ediyorlardı. Emir, ülkedeki en büyük siyâsî gücü temsil ediyordu. Emîr’in yaşı küçük olursa, işleri onun adına bir vâsî idare ediyordu. Emîrin yanında saray ve devlet görevlilerinin başında hâcib gelirdi. Hâcibin vazifesi, brr takım kaidelere göre, Emîr ile görüşecek kişilerin huzuruna giriş çıkışlarını düzenlemekti. Hâcibden sonra hazinedar gelirdi. Bundan sonra sırasıyla tabib, muhafız alayı kumandanı, emîr-i âhûr ile saray ve köşklerden sorumlu diğer vazifeliler gelirdi. Devlet görevlilerinin başında vezir gelmekteydi. İdarî işlerde emîre yardımcı olan vezirin de yardımcıları vardı. Bunların başına inşâ dîvânı başkanı olan kâtib gelirdi. Mâliye teşkîlâtının başında Âmil-ül-harâc den ilen kişi bulunurdu. Başta haraç vergisi olmak üzere, devletin gelirini teşkil eden diğer kaynaklardan para toplamak bunun vazifesi idi.

Ihşîdîler devrinde Mısır, idarî bakımdan büyük eyâlet ve vilâyetlere bölünmüştü. Ihşîdler, bütün ülkede kontrolü sağlayabilmek için, buralara kendi ailelerinden valiler tâyin ediyorlardı. Buvâliler, bulundukları bölgenin bütün işlerinden mes’ûl olup, bölgelerinde güvenlik görevlisi ve haraç âmili olanlar da kendilerine yardım ederlerdi.

Ihşîdîler, bağımsızlıklarını korumak ve devam ettirmek için orduya ve donanmaya büyük önem verdiler. Orduyu meydana getiren elemanların başında Türkler geliyordu. Türklerden başka orduda siyahiler ve diğer muhtelif ırktan askerler de yer alıyordu. Ihşîdler, Tûlûnoğulları gibi donanmaya da çok önem verdiler. Ihşîd Muhammed, er-Ravzâ adasındaki tersanenin bir kısmını Fustat’a naklettirerek burada bir çok gemi yaptırdı. Ihşîd, Suriye seferlerinde bu gemilerden çok istifâde etmiştir.

Bu devlet zamanında Mısır’da ilim ve fikir hayâtı gelişmesini devam ettirmiştir. Ulemâ, üdebâ ve fıkıh âlimleri, sultanların ilim meclislerinde bir araya geliyorlardı ve onlardan maddî ve manevî destek görüyorlardı. Âlimler, derslerini Amr bin As ve İbn-i Tülün camilerinde veriyorlardı. Fustat’da bulunan “Sûk-ul-varrâkîn” (Kitabçılar çarşısı)’deki dükkânlarda birçok ilmî kitaplar satılıyor ve münazaralar yapılıyordu. Ayrıca yüksek dereceli idarecilerin evlerinde ilim meclisleri kuruluyordu, ömrünün büyük kısmını Amr bin As Câmii’nde ders vererek geçiren ve devrin meşhûr âlimi olan Ebû Bekr bin Haddâd; tefsîr, hadîs, fıkıh, sarf, nahiv ve edebiyat alanında söz sahibi idi. Ayrıca Mısır’da Ihşîdîlerin ilme ve âlime verdikleri değeri duyup, çeşitli bölgelerden gelen çok sayıda âlim vardı. Zûnnûn-i Mısrî ile başlayan tasavvuf yolu, Mısır’da Tûlûnoğulları ve Ihşîdîler devrinde bütün bölgeye yayılmıştı. Bu devirde Mısır’da en çok gelişen ilim dalları târih, sarf ve nahiv idi. Sarf ve nahiv alanında Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Vellâd ve Ebû Ca’fer en-Nahhas, Ihşîdîler devrinde yetişen belli başlı âlimlerdendir, İbn-i Yûnus, el-Kindî ve İbn-i Zolak da bu devlet zamanında yetişmiş meşhûr tarihçilerdir.

Ihşîdîler zamanında Mısır’da, nesir, nazımdan daha fazla yer tutuyordu. Irak şâirleri gibi büyük şahsiyetler, bu devirde Mısır’da yetişmedi. Bu devrin şâirleri arasında Ahmed bin Muhammed, el-Kâsım bin Ahmed, Muhammed bin Hasen’i sayabiliriz. Fakat bu şâirler, hiç bir zaman Irak’ta yetişen şâirlerin seviyesine ulaşamadılar.

Ihşîdîler devrinde Mısır’da yapılan mîmârî eserlerden hiç birisi zamanımıza kadar gelememiştir. Bunların varlığı o devirlerde yazılmış ve günümüze gelmiş bâzı târih kitablarından öğrenilmektedir.

Bu eserlerden öğrenildiğine göre, Ihşîdîler Devleti’nde mîmârî ve teferruatı ile ilgili resim, ayna, kakma gibi san’atlar, çok yüksek bir seviyeye ulaşmıştı, İbn-i Zolak’ın yazdığı eserde Ihşîdîlerin yaptırdığı birçok cami isimleri vardır. Kâfur da bir hastahâne yaptırmıştı.

Bu devirde özellikle işlemeli dokumacılık çok gelişmişti. Geometrik desenli, üzerinde kuş ve hayvan resimleri bulunan renkli dokumalar ve devrin Abbasî halîfelerinin isimlerinin işlendiği kumaşlar zamanımıza kadar gelmiştir.

Ihşîdîler devri, otuz dört sene gibi kısa bir zaman olmasına rağmen, daha sonraları Mısır’da çeşitli ilim ve san’at dallarında görülen büyük gelişmelerin temellerinin atıldığı hareketli bir devir olmuştur.

IHŞÎDÎ SULTANLARI

Sultanlar

Tahta Çıkışı

Muhammed bin Tuğc el-Ihşîd

935 (H. 323)

Ebü’l-Kâsım Ünûcûr

946 (H. 334)

Eb’ül-Hasen Ali

961 (H. 349)

Kâfur

966 (H. 355)

Ahmed

968 (H. 357)

Fatımî istilâsı

969 (H. 358)