HAMZA BİN ABDÜLMUTTALİB (r. anh)

Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimizin amcası. İlk müslümanlardandır. Künyesi, Ebû Ammâre (Ûmâre) ve Ebû Ya’lâ olup, lakabı Esedullah (Allah’ın Arslanı)’dır. Aynı zamanda Peygamber efendimizin süt kardeşidir. Annesi Hâle, Peygamberimizin annesi hazret-i Âmine’nin amcasının kızıdır. Resûlullah efendimizden iki veya dört sene önce doğdu. Hicretten yedi sene önce 615’de müslüman oldu. 626 (H. 4) senesinde şehîd edildi.

Müşriklerden Velîd adında birinin bir putu vardı. Safa tepesinde toplanırlar ve ona ibâdet ederlerdi. Bir gün Peygamber efendimiz, yanlarına gitti ve onları îmâna davet etti. Kâfir olan bir cinnî, o putun içine girdi ve sevgili Peygamberimiz için uygun olmayan sözler sarfetti. Peygamber efendimiz üzüldüler. Başka bir gün şahsını görmediği bir kimse, Peygamber efendimize selâm vererek; “Yâ Resûlallah! Kâfir olan bir cinnî sizin için münâsib olmayan şeyler söylemiş, ben, onu bulup boynunu vurdum. Arzu buyurup, yarın Safa tepesini teşrif eder misiniz? Siz, yine onları İslâm’a davet edersiniz. Ben de o putun içine girip, sizi medhedici sözler söylerim” dedi. Peygamber efendimiz, Abdullah ismindeki bu cinnin teklifini kabul ettiler ve ertesi günü oraya gittiler. Müşrikleri yine îmâna davet ettiler. Müslüman cinnî, müşriklerin elindeki putun içine girip, sevgili Peygamberimizi ve İslâmiyet’i en güzel şekilde anlatan sözler ve beytler söyledi. Müşrikler, bunları duyunca ellerindeki putu parça parça ettiler. Resûlullah efendimize saldırdılar. Mübarek saçları darmadağın oldu. Mübarek yüzü kana boyandı. Onların bu eza ve cefâlarına tahammül gösterip; “Ey Kureyşliler! Bana vuruyorsunuz. Ama ben sizin Peygamberinizim” Buyurdular. Peygamber efendimiz, oradan ayrılıp evine geldi. Bir hizmetçi kız, bu hâdiseyi, başından sonuna kadar görmüştü.

Bu sırada hazret-i Hamza, ava çıkmıştı. Av dönüşünde âdeti üzre Harem-i şerîfe uğrar, tavaftan sonra evine giderdi. O gün tavaf yaparken, hizmetçi kız, yanına geldi; “Ebû Cehl, kardeşinin oğluna, şöyle şöyle söyledi” dedi. Hazret-i Hamza, Peygamber efendimize hakaret edildiğini işitince, akrabalık damarları kabardı. Silâhını üzerine alarak Kureyş kâfirlerinin bulunduğu yere geldi. “Kardeşimin oğluna, kötü söz söyleyen, kalbini inciten sen misin?” diyerek, boynundaki yay ile Ebû Cehl’in başını yardı. Orada bulunan kâfirler, hazret-i Hamza’ya saldıracak oldular. Bu durumda büyük çarpışma olacaktı. Fakat, Ebû Cehl; “Dokunmayınız, Hamza haklıdır. Onun kardeşi oğluna bilerek kötü şeyler söyledim” dedi. Hamza (r. anh) oradan ayrıldıktan sonra, Ebû Cehl, etrafındakilere; “Aman, ona ilişmeyiniz! Bize kızar da müslüman olur. Bununla Muhammed kuvvetlenir” dedi. Hazret-i Hamza müslüman olmasın diye, kafasının yarılmasına razı oldu. Çünkü Hamza, hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli idi. Hamza (r. anh), Peygamber efendimizin yanına gelip; “Yâ Muhammed! Ebû Cehl’den intikamını aldım. Onu kana boyadım üzülme, sevin!” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Ben böyle şeylere sevinmem” buyurdu. Hamza; “Seni sevindirmek, üzüntüden kurtarmak için, ne istersen yapayım” dedi. O zaman Peygamber efendimiz; “Ben ancak senin îmân etmen ile, kıymetli bedenini Cehennem ateşinden kurtarman ile sevinirim” buyurdu. Hamza (r. anh) hemen müslüman oldu. Hakkında âyet-i kerîme geldi. Hazret-i Abdullah İbni Âbbâs’a göre; “Kur’ân-ı kerîmde, En’âm sûresi 122. âyet-i kerîmesinde; “Diriltildiği ve nura kavuşturulduğu” anlatılan zâtın hazret-i Hamza ve aynı âyet-i kerîmede, “Karanlıklarda bocalayan” şeklinde anlatılanın da Ebû Cehl olduğu açıklandı.

Hazret-i Hamza, müşriklerin yanına gidip müslüman olduğunu ve Allah’ın Peygamberini dâima koruyacağını bildirip, şu mealde bir kasîde okudu: “Kalbimi, İslâmiyet’e ve Hakk’a meylettirmiş olduğu için Allahü teâlâya hamdolsun. Bu din, kullarının heryaptığını bilen, herkese lütfü ile muamele eden, kudreti her şeye gâlib gelen, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ tarafından gönderilmiştir. Kuf’ân-ı kerîm okunduğu zaman; kalb ve akıl sahiplerinin gözlerinden yaşlar akar. Kur’ân-ı kerîm, açık bir lisan ile açıklanmış, âyetler hâlinde hazret-i Muhammed’e nazil olmuştur. Muhammed aleyhisselâm, içimizde, sözü dinlenir, kendisine boyun eğilir mübarek bir kimsedir. Ey müşrikler! Aklınız başınızdan gidip, gözünüz kararıp da O’nun hakkında sert, ağır ve kaba sözler söylemeyin. Eğer böyle bir düşünceye kapılırsanız, biz müslümanların cesedine basıp geçmeden, O’nu hiç kimseye vermeyiz.”

Hazret-i Hamza’nın müslüman olması ile, Peygamber efendimiz çok sevindi. Müslümanlar, kuvvet buldu.

Müşriklerin, müslümanlara’karşı davranışları değişti. Çünkü, bütün Mekkeliler biliyordu ki, Hamza (r. anh); cengâver, cesur, merd, pehlivan ve kahramandır. Bunun için, Kureyş müşrikleri artık müslümanlara, hiç bir sebep yokken fena muamele yapamadılar. Bilhassa hazret-i Hamza’nın kılıcının şiddetinden çekindiler.

Peygamber efendimiz, Hamza (r. anh) ve diğer bir kısım müslümanlar, hazret-i Erkâm bin Erkâm’ın evinde bulunuyorlardı. Bir ara kapı vuruldu. Gelen kimsenin silâhlarını kuşanmış şekilde hazret-i Ömer olduğu görülünce, bâzıları endişeye kapıldı. Hazret-i Hamza; “Gelen tek bir kişidir. Bu kadar endişeye lüzum yok. Eğer, hayır için geldi ise hoş geldi. Yok şer için geldi ise, kendi kılıcı ile başını keserim” dedi. Dışarı çıktı ve; “Yâ Ömer! Sen ne zannedersin. Biz Abdülmuttalib evlâdıyız. Her birimiz Allahü teâlânın izni ile demiri çiğneyip havaya püskürtürüz. Allah ve Resûlü için can ve baş feda ederiz. Sen, Muhammed aleyhisselâma zarar vereceğini zannediyorsan aldanıyorsun!” dedi. Sevgili Peygamberimiz, bu konuşmaları işitti. Kendileri gelerek iltifat ile hazret-i Ömer’i karşıladılar. Hazret-i Ömer de müslüman oldu. Bu iki kahraman sayesinde müslümanlar kuvvet buldular. İbâdetlerini açıktan yapmağa başladılar.

Hazret-i Hamza bir gün Cebrail aleyhisselâmı kendi aslî şeklinde görmeyi arzu ettiğini, Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz; “Onu görmeğe dayanabilir misin?” diye sordular. O da “Evet dayanırım” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Öyle ise yere otur. Kaldır gözünü bak!” buyurdu. Hazret-i Hamza, Cebrail aleyhisselâmı görünce bayıldı, arkası üstüne düştü.

Hazret-i Hamza; Zeyd bin Harise, Ebû Mersed Kennaz, Enes ve Ebû Kerse (r. anhüm) ile beraber Medine’ye hicret etti. Peygamber efendimiz Medine’ye geldiklerinde, Mekkeli müslümanları hem kendi aralarında, hem de Medîneli müslümanlarla kardeş yaptı. Kendi aralarında, hazret-i Hamza’yı, Zeyd bin Harise ile kardeş yapmıştı. Hamza (r. anh), bu kardeşini çok sever ve muharebeye çıktığı zaman, her şeyini ona emânet ve vasiyet ederdi.

Peygamber efendimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra, Kureyşli müşrikler boş durmadılar. Peygamber efendimizi Medine’de rahat bırakmıyorlar, O’nu terketmeleri için Medînelileri tehdîd ediyorlardı. Hattâ, Peygamber efendimizi Medine’nin dışına çıkarmaları için, Abdullah bin Übey bin Selül ile Evs ve Hazreç kabilelerinin müşriklerine tehditler gönderdiler ve müslümanlara hac yollarını kapadılar.

Bu durumda müslümanların, Suriye ticâret yollarını kesmeleri, müşrikleri, ticarî ve iktisadî bakımdan zor duruma düşürmeleri ve böylece müşrikleri yola getirmeleri îcâb ediyordu.

Bu sırada bir müşrik kervanının Medîne yakınlarından geçmekte olduğu öğrenildi. Sefer hazırlığı yapıldı. Sefere çıkacak birliğin kumandanlığına hazret-i Hamza’yı getiren sevgili Peygamberimiz, ona beyaz bir bayrak verdi. Hamza (r. anh), otuz süvari ile birlikte yola çıktı. Üç yüz süvarinin koruduğu bir müşrik kervanı, Şam’dan Mekke’ye gitmek üzere Sîf-ül-Bahr denilen yere gelmiş bulunuyordu. İslâm mücâhidleri buraya geldiklerinde, müşriklerin kervanını koruyan üç yüz süvari ile karşı (aştılar ve derhal) savaş düzenine girdiler.

Mecdî bin Amr elcühenî, iki tarafın da müttefiki idi. Müslümanların sayıca çok az ve müşriklerin çok fazla olduklarını ve düşmanların bu ilk çarpışmada yenebileceklerini düşünerek, arabuluculuk edip, iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi. Sonra hazret-i Hamza ve arkadaşları Medine’ye geri döndüler. Mecdî’nin bu hareketi Peygamber efendimize arzedilince, çok memnun oldular ve; “Mübarek, iyi ve doğru bir iş yapmıştır” buyurdular.

Hazret-i Hamza; Ebvâ, Veddan ve Zül’uşeyre gazalarında Peygamber efendimizin beyaz sancağını taşıdı. Bedr gazasında 313 Eshâb-ı kiram, 1000 müşrikle karşı karşıya geldi. Mekke müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velid meydana çıkıp er dilediler. Sevgili Peygamberimiz; “Ey Hâşimoğulları! Kalkınız, Allahü teâlânın nurunu, bâtıllarıyla söndürmek için gelenlere karşı, Hak yolunda çarpışınız ki, Allahü teâlâ zâten Peygamberinizi de bunun için göndermiş bulunuyor. Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali! Kalk yâ Ubeyde bin Haris!” buyurdu.

Hazret-i Hamza, hazret-i Ali, hazret-i Ubeyde miğferlerini giydiler. Meydana yürüdüler. Müşrikler: “Sizler kimlersiniz? Eğer bizim dengimiz iseniz sizinle çarpışırız” dediler. Eshâb-ı kiram da (r. anhüm); “Ben Hamza’yım! Ben Ali’yim! Ben Ubeyde’yim!” dediler. Müşrikler; “Sizler de bizim gibi şerefli kimselersiniz. Sizinle çarpışmayı kabul ettik” dediler. Eshâb-ı kiram, müşrikleri, önce îmâna davet ettiler. Kabul etmeyince müşriklerin üzerine saldırdılar. Hazret-i Hamza ve hazret-i Ali, Utbe ve Velid kâfirlerinin vücûdlarını, ânında ikiye böldüler. Hazret-i Ubeyde, Şeybe’yi yaraladı. Şeybe de hazret-i Ubeyde’yi yaraladı. Hamza ve Ali (r. anhümâ) Şeybe’yi orada öldürüp, hazret-i Ubeyde’yi kucaklayıp Resûlullah efendimizin huzuruna getirdiler.

Ebû Cehl, müşrikleri savaşa teşvik etmeye başladı. İki taraf bütün güçleriyle saldırıya geçtiler. Bu savaş, iki taraf arasında ilk büyük savaştı. Eshâb-ı kiram, “Allah Allah” sadâları ile hücûm ediyordu. Hazret-i Hamza, Ali, Ebû Dücâne, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Zübeyrbin Avvâm, Abdullah bin Cahş, Ömer (r. anhüm) geçilmez birer kale gibiydiler. Hazret-i Hamza her iki elinde birer kılıç ile çarpışıyordu. Peygamber efendimiz: “Yâ Hayyu! Yâ Kayyûm!” buyurarak Allahü teâlâya yalvarıyor, düşmana saldırıyordu. Hazret-i Ali; “Bedr’de hepimizin en cesaretlisi, en kahramanı Peygamber efendimizdi. Müşrik saflarına en yakın olanı da yine O idi” demiştir.

Müşrikler, reisleri Ebû Cehl’i ortalarına aldılar. Abdullah bin Münzir’i Ebû Cehl gibi giydirip ona benzettiler. Hazret-i Ali, Abdullah’ın üzerine saldırdı ve Ebû Cehl’in gözleri önünde kafasını kesti. Ebû Kays’ı giydirdiler. Onu da hazret-i Hamza öldürdü.

Hazret-i Ali, bir müşrikle çarpışıyordu. Müşrik, kılıcını hazret-i Ali’ye sallamış, kılıç kalkana saplanıp kalmıştı. Ali (r. anh), müşrikin zırhlı vücûduna zülfikârını sallayınca, omuzundan göğsüne doğru zırhıyla birlikte biçtiği sırada, başı üzerinden bir kılıcın parladığını görünce, başını eğdi. Kılıcı parlatanın; “Al! Bu da Hamza bin Abdülmuttalib’den” derken, müşrikin kellesi miğferiyle beraber yere düştü. Hazret-i Ali dönüp baktığında, amcası hazret-i Hamza’yı iki kılıçla çarpışıyor gördü. Peygamberimiz, Eshâbını, böyle yiğitçe çarpışıyor gördükçe; “Onlar, Allahü teâlânın yeryüzündeki arslanlarıdır” buyurarak takdirlerini belirtiyordu.

Meleklerin de katıldığı bu savaşta Ebû Cehl öldürüldü ve müşrikler bozguna uğrayarak kaçmaya başladılar. Eshâb-ı kiramdan 14 kişi şehîd oldu. Hazret-i Hamza’nın fevkalâde kahramanlık gösterdiği Bedr savaşı, Peygamber efendimizin zaferiyle neticelendi.

Uhud harbinde; Peygamber efendimiz hazret-i Hamza’yı, en önde zırhsız süvarilerin başında çarpışmakla vazifelendirdi. Hamza (r. anh), kendisine kartal kanadından bir tuğ yapmıştı. Umûmî taarruza geçildi. Hazret-i Hamza, müşrik sancaktarı Osman bin Talha’yı bir vuruşta omuzundan beline kadar kesip, kâfir sancağını yere düşürdü. İki elinde iki kılıç tutuyor; “Ben, Allahü teâlânın arslanıyım!” diyor, düşmanı önüne katarak öldüre öldüre ilerliyordu. Safvan bin Ümeyye, etrafındakilere; “Hamza nerededir? Bana gösteriniz” diyor, savaş meydanını araştırıyordu. Bir ara gözleri iki kılıç ile halkı kıyasıya kesip biçen birini görünce; “Bu çarpışan kim?” diye sordu. Çevresindekiler; “Aradığınız kimse! Hamza!” dediler. Safvan; “Ben bu güne kadar kavmini öldürmek için saldıran, onun gibi hırslı, onun gibi gözüpek, bir kimse daha görmedim” dedi.

Herkes bütün güçleriyle çarpışırken, bir ara Resûlullah efendimiz ile hazret-i Hamza arasında kimse kalmadı. Hamza (r. anh), hiç arkasına bakmıyor, hücûmla dâima ileri atılıyordu. Savaşın başlamasından bu âna kadar, tek başına 30 müşriki öldürmüştü. Bu sırada Siba bin Ümmü Emmâr; “Bana karşı koyabilecek bir yiğit var mı?!” diyerek hazret-i Hamza’ya meydan okudu. Hamza (r. anh); “Yanıma gel ey sünnetçi kadının oğlu! Demek sen, Allah’a ve Resûlüne meydan okuyorsun, öyle mi?” deyip, onu göz açtırmadan bacaklarından tutup yere serdi ve kafasını gövdesinden ayırdı. Kalktı, karşı kayanın arkasında, Vahşî’yi elinde mızrak ile kendisine nişan alıyor gördü. Sel sularının açtığı çukura gelince ayağı kaydı. Arkası üzere yere yıkıldı, karnından zırhı açılmıştı. Fırsatı yakalayan Vahşi, mızrağını fırlattı. Mızrak; hazret-i Hamza’nın mübarek vücûduna saplandı ve arkasından çıktı. Hazret-i Hamza oraya çöktü. Şehîd olmuştu.

Hazret-i Hamza, şehîd düştükten sonra Utbe’nin kızı Hind (Sonra müslüman oldu. Vahşi dş îmâna geldi) göğsünü yardı, ciğerini çıkarıp, çiğnedi. Mübarek yüzünü tanınmaz hâle getirdi. Kulaklarını, burnunu ve şâir azalarını kesti.

Hazret-i Hamza’nın ciğerinin çıkarılıp çiğnendiği haberi Resûlullah efendimize gelince; “Ondan bir şey yedi mi?” buyurdu. “Hayır” dediler. Bunun üzerine; “Hamza’nın etinden bir şey tadana, Allahü teâlâ Cehennem’i haram kılmıştır. Onu yaktırmayacaktır” buyurdu.

Hazret-i Hamza Şehîd olduğunda, oruçlu idi. Sevgili Peygamberimiz, kendisi için “Seyyid-üş-Şühedâ=Şehîdlerin efendisi” buyurdu ve cesedini meleklerin yıkadıklarını haber verdi. Savaş bitmişti. Şehîdlerin yanlarına gidildi. Peygamber efendimiz, Hamza’nın (r. anh), mübarek cesedinin kesilip biçildiğini görünce dayanamayıp ağladı. Mübarek gözlerinden yaşlar akarak şöyle buyurdular; “Ben, şu şehîdlerin, Allahü teâlânın yolunda canlarını feda ettiklerine, kıyamet günü şâhidlik edeceğim. Onları kanlarıyla gömünüz. Vallahi, kıyamet günü mahşere yaraları kanayarak gelecekler. Kanlarının rengi, kan rengi, kokuları da misk kokusu olacaktır” buyurdu. Peygamber efendimiz; “Bana Cebrail (aleyhisselâm) gelip, Hamza bin Abdülmuttalib’in göktekiler katında; “Allah’ın ve Resûlünün arslanıdır” diye yazıldığını haber verdi” buyurdu. Hazret-i Hamza’nın ve diğer şehîdlerin cenaze namazları kılındı. Hazret-i Abdullah bin Cahş ile hazret-i Hamza’nın cenazeleri bir kabre kondu. Hazret-i Hamza, hazret-i Abdullah’ın dayısı idi.

Hazret-i Hamza orta boylu idi. Kılıcını çok iyi kullanır ve mükemmel ok atardı. Pehlivan ve çok mert bir kimseydi. Peygamberimiz, kabrini ziyarete gider, selâm verirdi. Mezardan; “Ve aleykümselam yâ Resûlallah” diye cevap gelirdi.

Beyhekî şöyle rivayet ediyor: “Hazret-i Fâtıma-tüz-Zehrâ buyurdu ki: “Bir gün hazret-i Hamza’nın kabrini ziyarete gittim. “Esselâmü aleyke yâ Resûlullah’ın amcası” diye selâm verdim. “Ve aleykümselam ve rahmetullahi yâbinti (kızı) Resûlüllah” diye mezardan cevap geldi.”

Şeyh Muhammed isminde âlim bir kimse, hazret-i Hamza’nın kabrini ziyarete gitti. Selâm verince, selâmına cevab verildi ve; “Yâ Şeyh Muhammed! Bu sene bir erkek evlâdın olacak! Ona benim ismimi koy!” dedi. O âlimin erkek çocuğu oldu ve adını Hamza koydu.