HAKÎM-İ TİRMİZÎ (Muhammed bin Ali)

Büyük hadîs âlimi ve meşhûr evliya. İsmi, Muhammed bin Ali bin Hasen bin Bişr ez-Zâhid olup, künyesi Ebû Abdullah’dır. Doğum târihi bilinmeyen Hakîm-i Tirmizî, doğum yeri olan Tirmiz’de uzun müddet kaldı. Sonra Belh’e gitti. Orada bir müddet kaldıktan sonra, Nişâbûr’a geldi. 932 (H. 320) senesinde şehîd edildi.

Hakîm-i Tirmizî; babasından, Kuteybe bin Sa’îd, Hasen bin Ömer, Salih bin Abdullah Tirmizî, Salih bin Muhammed Tirmizî, Ali bin Hucr es-Sa’dî, Yahya bin Mûsâ, Utbe bin Abdullah el-Mervezî, Abbâd bin Ya’kûb ed-Devrâk, Süfyân bin Vekî ile Horasan ve Irak’taki muhaddislerden hadîs-i şerîf öğrenmeştir. Yahya bin Mensur el-Kâdı, Hasen bin Ali, Nişâbûr âlimleri ve daha pek çok âlim de ondan hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir. Pek çok kitabı olan Hakîm-i Tirmizî, Ebû Türâb Nahşebî Ahmed bin Hadraveyh ve İbn-i Celâ gibi evliya ile sohbet etmiş, beraber bulunmuş ve onlardan çok faydalanmıştır. Çok hadîs-i şerîf toplamış, zâhid ve âbid bir zât olan Hakîm-i Tirmizî’nin yazdığı kitapların ekserisi basılmıştır.

Sünnet-i seniyyeye tam uyan, ilmiyle âmil, ümmet-i Muhammed’in büyüklerinden olan Hakîm-i Tirmizî, zamanın evliyasından olup, herkes tarafından övülmüştür, ince mânâları açıklama ve îzâh hususunda üstâd, hadîs ilminde ise sika (sağlam, güvenilir) bir âlimdi. Sözleri kâmil, hilmi (yumuşaklığı) pek ziyâde, şefkati çok ve ahlâkı pek güzeldi. Peygamberimizin mübarek ahlâkı onda görülürdü. Meşhûr Keşf-ül-mahcûb kitabının sahibi Hucvûrî; “Hakîm-i Tirmizî, çok büyük ve mübarek bir zâttır. Benim yanımda öyle bir kıymeti vardır ki, kalbim tamamen ona bağlanmıştır. Üstadım onun için; “Muhammed bin Ali, tek olan iri bir incidir. Cihanda eşi az bulunur” buyurdu” demiştir. Çok kıymetli ve manâlı sözlerinden dolayı Hakîm-i evliya (velîlerin hikmetli söz söyleyenlerinden) ismi verilmiştir.

Buyurdu ki:

“Âhırette kurtulmak, ibâdet ve amelin çok olmasıyla değil, amellerin ihlâslı ve edeblerine uygun yapılması iledir.”

“Mü’minin neş’esi yüzünde, hüznü kalbindedir.”

“Nefsin, sende olduğu hâlde, Allahü teâlâyı tanımak istiyorsun. Halbuki nefsin, daha kendisini bile tanımamıştır. Rabbini nasıl tanısın?..’.’

Kendisine halkın vasıfları sorulduğu zaman; “Apaçık olan bir zaaf ve acizlik. Buna rağmen uzun bir iddia ve dâva (uzun emeller)” cevâbını verdi.

“Kanâat nedir?” diye sorulunca, “İnsanın kısmetine düşen rızkına razı olmasıdır” cevâbını vermişti.

Kendisine; “îmânın gitmesine en çok sebeb olan günah nedir?” diye sordular. Buyurdu ki: “Üç günah vardır: Birincisi; îmân nimetine kavuştuğuna şükretmemek. İkincisi; îmânın gitmesinden korkmamak. Üçüncüsü; mü’minleri incitmek ve onlara eziyet etmek. Biliniz ki, haksız yere bir müslümanı incitmek, Kabe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle buyurmuştur. Beyt:

Elinden geliyorsa, kırma kişi kalbini,
Kendini mahv edersin, sen kırarsan birini.

Ebû Bekr Verrâk anlatıyor: “Hakîm-i Tirmizî hazretleri bana kitablar vererek; “Bunları Ceyhun nehrine at” buyurdu. Aldım, fakat atmaya gönlüm razı olmadı, götürüp evde gizleyerek yanına geldim. “Attın mı?” diye sordu ve; “Ne gördün?” dedi. “Hiç bir şey görmedim” dedim. “O hâlde onu atmadın, tekrar git ve suya at” dedi. Hemen geri döndüm. Fakat hem atmanın acısı, hem de göreceğim şeylerin heyecanı beni şaşırtmıştı. Evden aldığım kitabları suya attım. Su ikiye ayrılarak kapağı açık bir sandık göründü. Kitabların hepsi içine düşüp kapanınca, su eski hâlini aldı. Hakîm-i Tirmizî’nin yanına geldim ve gördüğüm şeylerin hepsini anlattım. “Tamam şimdi atmışsın” buyurdu. “Efendim bu işin sırrını bana anlatır mısın?” dedim. Cevâbında; “Büyüklerin ilmine (tasavvufa) dâir bir risale te’lif etmiştim. Onun ince mânâlarını keşf ve idrâktan akıl âcizdi.

Bunu, kardeşim Hızır aleyhisselâm benden istedi. O sandığı onun emri ile bir balık oraya getirdi. Allahü teâlâ da suya, bu sandığı ona ulaştırması için emir verdi” buyurdu.

Hakîm-i Tirmizî’nin pek çok risaleleri mevcûd olmakla beraber, yazdığı meşhûr kitabları; Kitâb-ül-fürûk, Hatm-ül-vilâye ve l’lel-üş-şer’iyye, Nevâdir-ül-üsûl fi ehâdis-ür-Resûl, Gars-ül-muvahhidîn, Er-Riyâdatti ve edeb-ün-nefs, Gavr-ül-umûr, el-Menâhî, Şerh-üs-sâlât, el-Mesâil-ül-meknûne, el-Ekyâs ve’l-ımı’terrîn, Beyân-ül-fark beyn-es-sadr, el-Akl ve’l-hevâ’dır. Bunların dördü hâriç, diğerleri basılmıştır. Bâzı risaleleri de, yakın zamanda Şam’da tekrar basılmıştır.

ANNE RIZÂSI VE ÎLİM AŞKI

Hakîm-i Tirmizî, gençliğinde ilim öğrenmek ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için bulunduğu Tirmiz’den ayrılıp, başka yerlere gitmek üzere, iki arkadaşı ile anlaştı. Bu kararlarını ve anlaşmalarını annesine anlatınca, annesi üzüldü ve; “Yavrucuğum! Ben zail, kimsesiz ve hastayım, hizmetlerimi sen yapıyorsun. Beni yalnız, çaresiz kime bırakıyorsun?” dedi. Bu sözler üzerine, genç Muhammed bin Ali Tirmizî’nin gönlüne dert düştü ve arkadaşlarıyla gitmekten vazgeçti, iki arkadaşı ise onu bırakıp, ilim tahsili için yola çıktılar. Buna ziyadesiyle üzülen Hakîm-rürmizi, ne annesinden ayrılabildi, ne de gönlünden ilim aşkını silip atabildi. Bunun için, yalnız kaldığı zamanlarda, tenhâ yerlerde dâima ağlardı. Yine bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor; “Ben burada câhil ve ilimden mahrum kaldım. Arkadaşlarım ise âlim olup gelecekler” diye düşünüyordu. Gözlerinden yaşlar boşandığı bir sırada yanına aniden nûrânî yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi ve; “Yavrum! Niye ağlıyorsun?” diye sorunca, başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine, “Kısa zamanda ilim öğrenmen ve iki arkadaşını geçmen için, her gün sana ders vermemi arzu eder misin?” diye sorunca; “Evet” cevâbını verdi. Bunun üzerine bu tatlı sözlü, nur yüzlü mübarek ihtiyar ona her gün ders vermeye başladı. Üç yıl devamlı ders okudu. Üç yıl sonra, bu zâtın Hızır aleyhisselâm olduğunu anladı. “Bu büyük nimet, annemin rızâsı ve duası bereketiyle ihsan olundu” buyurdu. Her Pazar gecesi, Hızır aleyhisselâm ona gelir, mânevi hâllerini birbirlerine anlatırlardı.