Büyük komutan ve sağ iken Cennet’le müjdelenen on sahâbîden biri. Ümmetin Emîni lakabıyla övülen bu yüce Sahâbî’nin asıl ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrah bin Ka’b bin Dabbe bin Hars bin Fihr’dir. 639 (H. 18) senesinde elli sekiz yaşında Kudüs ile Remle arasında taundan vefat etti.
Hazret-i Ebû Bekr’in vasıtasıyla îmâna gelenlerin onuncusudur. İmâna geldiğinde otuz bir yaşındaydı. O günden vefatına kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyet’i yaymak için çalıştı.
Sevgili Peygamberimizin yanında bütün gazalarda bulundu ve Resûlullah efendimizin, “Ebû Bekr Cennettedir. Ömer Cennettedir. Osman Cennetledir. Ali Cennettedir. Talha Cennettedir. Zübeyr Cennet’tedir. Abdurrahmân ibni Avf Cennettedir. Sa’d bin Ebi Vakkas Cennet’tedir. Saîd ibni Zeyd Cennet’tedir. Ebû Ubeyde bin Cerrah Cennet’tedir” hadîs-i şerîfiyle şereflendi. Mekke’deyken kâfirlerin eza ve cefâlarının çoğalmasıyla, Peygamber efendimizin izniyle önce Habeşistan’a, sonra Medîne’ye hicret etti. Peygamber efendimiz onu hazret-i Sa’d bin Mu’az ile kardeş yaptı.
Bedr gazasında düşman saflarında babası da bulunuyordu. Muharebe bütün şiddetiyle devam ederken, Ebû Ubeyde (r. anh) babasıyla karşılaştı. Babası oğlunu öldürmek için saldırınca, hazret-i Ebû Ubeyde babasıyla mücâdeleye başladı. Peygamber efendimizin aşkıyla yanan Ebû Ubeyde (r. anh), babasıyla İslâm için çarpışıyordu. Bir fırsatını bulup, kılıcıyla babasının başını gövdesinden ayırdı. Kesik başı, Resûlullah’ın huzuruna getirdi. Peygamberimiz bu hâli görünce, çok sevindi. Allahü teâlâ bu hâdise üzerine; “Allahü teâlâ’ya ve kıyamet gününe îmân edenler, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmezler. O kâfirler ve münafıklar; mü’minlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan müzminleri Cennet’e koyacağım” meâlindeki Mücâdele sûresi yirmi ikinci âyet-i kerîmesini gönderdi.
Ebû Ubeyde bin Cerrah, Uhud gazasında Resûl-i ekrem tarafından ön safta çarpışanların komutanı tâyin edildi. Uhud, Hendek ve Hayber gazalarında görülmemiş şekilde ceng etti. Mekke’nin fethinde de Peygamber efendimizin yanlarında bulundu.
Resûlullah efendimiz, sahil tarafına bir sefer düzenleyip, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı (r. anh), emir (komutan) tâyin etti. Bu sefere üç yüz Eshâb-ı kiram katılmıştı. Hazret-i Câbir şöyle anlatır: “Biz yola çıktık. Yolun yarısına vardığımızda, azığımız tükendi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde (r. anh), müeâhidlere yanlarında ne kadar erzak varsa getirmelerini emretti. Getirilen erzağı bir araya topladı. Bu toplanan erzak iki dağarcık hurmadan ibaretti. Ebû Ubeyde her gün azar azar vererek bu hurma ile bizi geçindiriyordu. Herkesin payına günde birer hurma düşüyordu. Hurma tükenince, çok acıktık. Sahile vardığımızda, denizin, kocaman bir balığı kıyıya attığını gördük. Ebû Ubeyde bize; “Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz” deyince, yedik. Meçlîne’ye dönüp, Resûlullah efendimizin yanına geldiğimizde bu vak’ayı arzettik. Peygamber efendimiz; “Aziz mücâhidler, yiyiniz! Allahü teâlâ onu denizden rızıklanmanız için çıkarmıştır. Yanınızda varsa bize de yediriniz!” buyurdular. Mücâhidlerden bâzıları o balık etinin pastırmasından bir parça Resûlullah’a getirince, O da yedi.
630 (H. 9) senesinde Peygamberimizin huzuruna Necran’dan bir hıristiyan hey’eti geldi. Uzun konuşmalardan sonra, Resûlullah’ın peygamber olduğunu kabul ettiler. “Yâ Muhammed! Senden razıyız, ne istersen sana verelim.
Eshâbından emin bir kimseyi bizimle beraber gönder, vergilerimizi ona verelim” dediklerinde, Peygamberimiz; “Gayet emin bir kimseyi sizinle gönderirim” buyurdu. Eshâb-ı kiram, emin olarak kimin şerefleneceğini merak ediyordu. Resûlullah; “Kalk yâ Ebâ Ubeyde! Ümmetimin emini budur” buyurarak, onlarla beraber gönderdi. Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca sevincinden ağladı.
Sevgili Peygamberimiz, Bahreyn ile sulh yaptıklarında da, Ebû Ubeyde’yi cizye almak için vazifelendirdi. Vazifesini en güzel şekilde yapan Ebû Ubeyde’nin, cizye ve malları alarak Bahreyn’den Medine’ye geldiği işitilince (ki, o anda sabah namazı kılmıyordu) karşılamaya çıktılar. Resûlullah esbabını bu hâlde görünce, gülümseyerek; “Öyle sanıyorum ki siz, Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz. Onu sevinçli karşılıyorsunuz!” buyurdu. Onlar da; “Evet, yâ Resûlallah!” diye tasdik ettiler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz; “Şad olunuz ve sizi sevindirecek nimetleri (bundan böyle her zaman) umunuz! Vallahi (bundan sonra) sizin, fakir olacağınızdan korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa, o da; sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünyâ nimetlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine hased ettikleri ve nefsâniyet güttükleri gibi, sizin de birbirlerinize düşmeniz ve onların helak oldukları gibi, sizin de mahvolup gitmenizdir” buyurdular.
Resûlullah efendimiz vefat edince, Eshâb-ı kiram çok üzülüp ağladılar. Cenaze hazırlıkları yapılırken, halîfe seçim için müslümanlar arasında ayrılık baş göstermek üzere idi. Böyle dar ve tehlikeli bir anda hazret-i Ebû Bekr, Ömer ve Ebû Ubeyde (r. anhüm) oraya yetiştiler. O anda ensârdan biri kalkmış; “Bizler, Resûlullah’a yardım ettik. Muhacirler bize sığındı. Halîfe bizden olmalıdır” diyordu. Hâlbuki Resûlullah her yerde, sağ yanına hazret-i Ebû Bekr’i, sol yanına hazret-i Ömer’i alır, Ebû Ubeyde (r. anh) için de; “Bu, ümmetin eminidir” buyururdu. Üçü birden bire ortaya çıkınca, sanki Resûlullah kalkmış oraya gelmiş gibi oldu. Herkes bunların ne söyleyeceğini bekliyordu. Ebû Bekr (r. anh) uzun bir konuşma yaptı. Sonra Ömer (r. anh) konuştu. Sonra da Ebû Ubeyde (r. anh); “Ey Ensâr! Başlangıçta bu dîne hizmet eden sizlerdiniz. Sakın işi önceden bozan da sizler olmayasmız” dedi. Sonra hazret-i Ebû Bekr; “Size şu iki zâtı aday yaptım, birini seçiniz” diyerek, Ömer bin Hattâb’ı ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı gösterdi. Her ikisi de çekilerek; “Peygamber efendimizin ileri geçirdiği kimsenin önüne kim geçebilir?” dediler. Hazret-i Ömer; “Yâ Ebâ Bekr! Resûlullah seni hepimizin önüne geçirdi. Elini uzat! Ben seni halîfe seçtim” diyerek ona bî’at etti. Sonra da Ebû Ubeyde bin Cerrah ve diğer Eshâb-ı kiram ona bî’at ettiler.
Hazret-i Ebû Bekr halîfe olunca, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı kumandan tâyin ederek; “Humus, Şam, Ürdün ve Filistin’in fethi ve oradaki insanların da İslâmiyet’le şereflenmeleri için gönderdi. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Bizanslıların Suriye’yi kurtarmak için büyük bir Haçlı ordusu topladığını öğrenince; Şam, Ürdün ve Filistin’e giden kuvvetleri toplayıp, düşmanı Yermük’te karşıladı. Halîfe Ebû Bekr (r. anh), Hâlid bin Velîd’i başkumandan olarak onun yanına gönderdi. Düşman ordusu iki yüz kırk bin, İslâm ordusu ise kırk bin civarında idi. Hâlid bin Velîd, orduyu biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tâyin etti. Ebû Ubeyde’yi (r. anh) merkeze, diğer komutanları sağ ve sol kanatlara yerleştirdi. Bizans ordusuna saldırıya geçildi. Uzun ve çetin savaşların netîcesinde koca Rum ordusu perişan oldu. Şam beldesinin fethine yol açan bu muhârebede, İslâm kadınları da harbetti. Kadınlar, cihâda mesture olarak ve zevci ve mahremi ile giderdi.
Hazret-i Ebû Bekr vefat edince yerine geçen hazret-i Ömer, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı tekrar başkumandan tâyin ederek, fetihlere devam etmesini emretti. Ebû Ubeyde ordusuyla Humus’a hareket etti. Sulh ile Humus’u ele geçirdi. Rum Kayseri Herakliüs’ün büyük ordularını perişan etti. Onları cizyeye bağladı. Herkese adaletle hükmetti.
Ebû Ubeyde bin Cerrah, ordusunu toplayarak Antakya’ya hareket etti. Maarra, Lazkiye, Antaritus, Banyas, Selâmiye’yi fethetti. Kmnesrin’e, Hâlid bin Velîd’i gönderdi. Kendisi Haleb’i fethettikten sonra Antakya önlerine geldi. Şehri muhasara edip, kısa sürede ele geçirdi. Halîfeye durumu bildiren bir rapor gönderdi. Halîfe fethedilen yerlere İslâm kuvvetlerinin yerleştirilmesini emretti. Bu emri yerine getiren Ebû Ubeyde; Kurs, Menbic, Delul, Riabe’yi fethederek Fırat nehrine kadar ilerledi. Fethettiği yerlere me’mûrlar tâyin ederek Kudüs’e geldi. İslâm orduları tarafından Kudüs muhasara edildi. Kudüslüler sulh yapmak istediklerini, yalnız bu sulhda, hazret-i Ömer’in de bulunmasını, yoksa sulh yapmayacaklarını Ebû Ubeyde’ye bildirdiler. Durum halîfeye bildirilince, yerine hazret-i Ali’yi vekil tâyin ederek Kudüs’e geldi. Kudüslülerle sulh yapıldı.
Rum kayseri Herakliüs, kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçti. Büyük bir haçlı ordusu hazırladı. Ebû Ubeyde, bu durumu vaktinde haber alıp, halîfeye bildirdi ve nasıl hareket etmesi gerektiğini sordu. Hazret-i Ömer, İran’da harb eden hazret-i Sa’d’a Ebû Ubeyde’ye yardımda bulunmasını emr etmesi üzerine, dört bin mücâhidle yardıma koştu. Başkumandan Ebû Ubeyde, Şam’ın Cezire ile irtibatını keserek Bizans ordusu üzerine yürüyüp perişan etti.
639 (H. 18) senesinde Şam’da veba salgını baş gösterdi ve pek çok müslüman öldü. Ebû Ubeyde de bu salgına yakalandı. Öleceğini anlayınca oradakilere bir vasiyetinin olduğunu bildirdi. Vasiyetinde; “Namazınızı kılınız. Orucunuzu tutunuz. Zekâtınızı yeriniz. Maçanızı yapınız. Birbirinize iyilikde bulununuz. Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz. Dünyâya aldanmayınız. İnsanların en akıllısı, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir. Hepinize Allahü teâlânın selâmı ve rahmetini, lütuf ve bereketini niyaz ederim. Haydi yâ Muâz, cemâate namaz kıldır” dedikten sonra, Kelime-i şehâdet getirerek Rabbine kavuştu. Yerine, Muâz bin Cebel’i vekîl etmişti. Muâz bin Cebel, namaz kıldırdıktan sonra, hazır bulunan cemâate bir hutbe okudu. Bu hutbede; “Yemîn ederim ki, bu gün siz öyle bir kimseyi kaybettiniz ki, ondan daha dînine bağlı, daha temiz ve merhametli bir kimse görmedim. Dünyâya hiç meyletmeyen tebeasına hep iyiliği ve birbirlerini sevmeyi emreden bu mübarek Ebû Ubeyde’ye, hakkınızı helâl edin ve dua ediniz” buyurdu.
Bir defasında hazret-i Ömer, Ebû Ubeyde’nin şahsına dört bin dirhem göndermiş ve götürecek elçiye de; “Bu parayı ne yapacağına dikkat et!” diye tenbihte bulunmuştu. Ebû Ubeyde (r. anh) parayı aldıktan sonra, hemen askerlerine taksim etti. Elçi geri dönüp hâdiseyi anlatınca, hazret-i Ömer; “Hamd olsun ki, müslümanlar arasında böyle insanlar da var” buyurdu.
Ebû Ubeyde bin Cerrah, bütün hayâtını İslâm’a hizmetle geçirmiş, insanların ebedî seâdete kavuşmaları için çırpınmıştı. Hayâtı; cihâd-ı fî sebîlillah ile serhat boylarında geçtiği için, sâdece on dört hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrah, faziletler timsâli bir zâttı. Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı. Peygamberimize muhabbeti pek ziyâde idi. Ondan aldığı bir emri yerine getirmek için canını fedadan çekinmezdi. Zühd ve takva sahibi ve çok merhametliydi. Askerlerine ve tebeasına çok şefkatliydi.
Hazret-i Ömer Şam’a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara; “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sordu, “Geliyor efendim” diyerek onu gösterdiler. Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki sevgili selâmlaştılar. Hazret-i Ömer, ona; “Haydi senin evine gidelim” deyince, Ebû Ubeyde onu evine götürdü. Ebû Ubeyde’nin evinde bir şey göremeyince ona; Eşyaların nerede? Burada bir keçe, bir kırbadan başka bir şey yok. Sen emirsin, senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?” dediğinde, Ebû Ubeyde ona getirdiğizenbilden bir kaç lokma çıkarınca, Halife-i müslimîn ağladı. Sonra da; “Ey kardeşim Ebû Ubeyde! Dünyâ herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştirmedi” buyurdu