EBÛ SÜFYÂN BİN HARB (r. anh)

Eshâb-ı kiramın büyüklerinden ve Resûlullah efendimizin kayınpederi. İsmi, Sahr bin Harb’dir. Annesinin adı Safiyye’dir. 565 senesinde Mekke’de doğdu. Künyesi, Ebû Süfyân ve Ebû Hanzala’dır. Hazret-i Muâviye’nin ve Peygamber efendimizin mübarek zevceleri olan Ümm-i Habîbe’nin (r. anhâ) babasıdır. Dedesi, Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menâf’dır. Önceleri, islâm’ın büyük düşmanı idi. Mekke feth olunacağı zaman İslâm ordusuna gelip müslüman oldu. Bir gözü Tâif gazasında diğeri de Yermük harbinde şehîd oldu. 652 (H. 31) senesinde seksen sekiz yaşında vefat etti. Bakî kabristanına defnedildi.

Müslüman olmadan önce Resûlullah efendimizin büyük düşmaıpı idi. Bedr gazasında müşrik saflarında çarpıştı. Uhud ve Hendek muharebelerinde müslümanlara karşı müşriklerin başkumandanlığını yaptı. Hudeybiye sulhnâmesini yenilemek üzere Medîne’ye gitti. Kızı, aynı zamanda Peygamber efendimizin mübarek zevcesi olan Ümm-i Habîbe’nin (r. anhâ) evine vardı. Peygamber efendimize ait döşeğe oturmak isteyince, hazret-i Ümm-i Habîbe validemiz sür’atle yetişip döşeğe babasını oturtmadı ve; “Bu, Resûl aleyhisselâmın döşeğidir. Müşrikler necistir, ona oturamaz! Sen hâlâ işitmeyen, görmeyen taştan yapılmış putlara tapıyorsun. Nasıl olur da senin gibi Kureyş’in ileri gelen aklı başında birisi İslâmiyet’ten uzak kalır!” dedi.

Kızından yüz bulamayan Ebû Süfyân, Resûlullah efendimizin huzuruna varıp sulhu yenilemesini arz edince, sevgili Peygamberimiz red ettiler. Ebû Süfyân binbir üzüntü ve pişmanlık içinde Mekke’ye döndü. Mekkeli müşrikler bu işi başaramadığı için onu çok kınadılar.

Peygamber efendimiz 629. (H. 8) senesinde Mekke’yi fethetmek üzere on iki bin kişilik ordusu ile, Medine’den hareket etti. On günde Mekke’nin Merruzzahrân bölgesine geldiler. Gece on binden ziyâde ateş yakıldı. Mekkeliler bu kadar ateşi görünce şaşkına döndüler. Zîrâ İslâm ordusunun Mekke’ye gelebileceğini hiç hatırlarından geçiremiyorlardı. Ebû Süfyân’ı keşf için gönderdiler. Ebû Süfyân, yanına birini alarak yola çıktı. Yolda yanlarına bir arkadaş daha katıldı.

Kureyşliler, ilerledikçe hayretleri artıyor, dehşete düşüyorlardı. Mekke’nin çevresine ne kadar çok asker birikmişti ve ne kadar ateş yakmışlardı... Bunları konuşa konuşa, Erak isimli yere geldiler. Bu sırada Peygamber efendimiz; “Ebû Süfyân şu anda Erak’tadır” buyurdu. Hazret-i Abbâs, yanlarına gidip onları tanıdı ve İslâm ordugâhına götürdü. Yolda Ebû Süfyân, hazret-i Abbâs’a; “Haberler nasıldır?” diye sordu. O da; “Ey Ebû Süfyân! Sana yazıklar olsun! Resûl aleyhisselâm, karşı koyamayacağınız bir ordu ile üzerinize geliyor. Yemîn ederim ki, Kureyşlilerin hâli yaman olacak. Vay onların başına geleceklere!” dedi. Ebû Süfyân ve yanındakiler, korku ile mücâhidlerin arasından geçerek sevgili Peygamberimizin huzûr-i şerîflerine geldiler. Kâinatın sultânı, onları güzel karşıladı. Mekkeliler hakkında bilgi aldı. Geç vakitlere kadar konuştuktan sonra, onları İslâm’a davet eyledi. Ebû Süfyân’ın arkadaşları Hâkim bin Hizam ile Büdeyl, derhal kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldular. Fakat Ebû Süfyân’ın tereddüdü devam ediyordu. Sabah olunca, merhamet deryası sevgili Peygamberimiz; “Ey Ebû Süfyân! Yazıklar olsun sana! Allahü teâlâdan başka ilâh bulunmadığını öğrenme zamanı hâlâ gelmedi mi?” buyurdu. O da, “Anam-babam sana feda olsun! Yumuşak huylulukta ve şereflilikte ve akraba hakkını gözetmekte üstüne yoktur. Sana ettiğimiz bu kadar cefâdan sonra, sen, hâlâ bizi hidâyet yoluna davet ediyorsun. Ne kadar merhametlisin. Allah’dan başka ilâh olmadığına inandım. Sen de Allah’ın Resûlüsün” diyerek Eshâb-ı kiramdan olmakla şereflendi.

Hazret-i Abbâs; “Yâ Resûlallah! Ebû Süfyân’a, Mekkelilerce itibâr kazandıracak bir şey ihsan eder misiniz?” dedi. Peygamber efendimiz, bunu kabul edip; “Kim Ebû Süfyân’ın evine girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir, öldürülmekten kurtulur” buyurdu. Ebû Süfyân hazretleri; “Yâ Resûlallah biraz daha genişletir misiniz?” diye istirhamda bulununca, sevgili Peygamberimiz; “Kim Mescid-i Harâm’a girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir. Kim kapısını kapayıp evinde oturursa ona emân verilmiştir” buyurdu.

Resûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Ebû Süfyân’ın (r. anh), İslâm ordusunun heybetini ve çokluğunu görüp, Mekkeli müşriklere bunu anlatması için hazret-i Abbâs’a; “Onu, vadinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazına ilet. Müslümanların, Allahü teâlânın ordusunun ihtişamını görsün” buyurdu.

Peygamber efendimizin muhteşem ordusunu seyreden Ebû Süfyân, bu hâl üzerine; “Kayser’in de, Kisrâ’nın da saltanatını gördüm. Fakat böyle ihtişamlısını görmedim! Ben, hiç bir zaman bugünkü gibi bir ordu ve cemâat ile karşılaşmadım! Böyle bir orduya hiç kimse karşı koyamaz, onlara güç yetiremez!” diyerek Mekke’nin yolunu tuttu...

Ebû Süfyân (r. anh), Mekke’ye gelip, kendisini merakla bekleyen müşriklere müslüman olduğunu açıkladıktan sonra; “Ey Kureyş cemâati! Muhammed aleyhisselâm, karşısında dayanamayacağınız kadar büyük bir ordu ile yanıbaşınıza gelmiş bulunuyor. Boş yere kendi kendinizi aldatmayınız. Müslüman olunuz ki, kurtulasınız! Ben sizin görmediklerinizi gördüm! Sayısız bahâdırlar, atlar ve silâhlar gördüm. Onlara kimse karşı koyamaz. Kim, Ebû Süfyân’ın evine girerse, ona emân verilmiş öldürülmekten kurtulmuştur. Kim Beytullaha sığınırsa ona emân verilmiştir. Kim, evine girip kapısını kapatırsa, ona da emân verilmiştir!” dedi. Bunun üzerine müşriklerin azılılarından bâzıları, Ebû Süfyân hazretlerine karşı çıkarak hakaret ettiler. Hattâ, İslâm ordusuna karşı çıkmak için, acele hazırlığa başladılar. Fakat bunların sayıları çok azdı. Diğerleri, bunlara iltifat etmeyip evlerine koştular. Bir kısmı da Mescid-i Harâm’a sığındı.

O gün fazla kan dökülmeden Mekke fethedildi. Bunda Ebû Süfyân’ın (r. anh) pek büyük hizmeti oldu. Hanımı Hind de (r. anhâ), müslüman oldu.

Mekke’nin fethinden hemen sonra yapılan Huneyn gazasına katılan hazret-i Ebû Süfyân, kahramanca çarpıştı. Tâif muharebesinde bir gözünü kaybetti.

Resûl-i ekrem efendimiz, daha sonra onu Necrân’a vali gönderdi. Hazret-i Ömer zamanına kadar orada valilik yapan Ebû Süfyân (r. anh), halîfeden izin alarak Suriye’deki gazalara katıldı. Yaptığı ateşli konuşmalarla askerleri harbe teşvik ederdi. 636 (H. 14)’de Yermük muharebesine katıldı. Yaşlı olduğu için savaşmasına izin verilmedi. Yalnız yüksekçe bir yere çıkıp, mücâhidleri harbe teşvik edici ve maneviyât yükseltici konuşmalar yaptı.

Hazret-i Osman zamanında, onun danışmanlığını yaptı. 653 (H. 33) senesinde son hastalığında aile efradına; “Benim için ağlamayın! Çünkü ben müslüman olduktan sonra günah işlediğimi hatırlamıyorum” buyurdu.