Evliyanın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-tâife denmekle meşhûrdur. Künyesi, Ebü’l-Kâsım’dır. İsmi, Cüneyd bin Muhammed olup, 822 (H. 207)’de Nihâvend’de doğdu. Bağdâd’da büyüdü ve 911 (H. 298)’de 91 yaşında orada vefat etti. Kabr-i şerîfi, hocası ve dayısı Sırrî-yi Sekatî’nin kabri yanındadır. Süfyân-ı Sevrî’nin derslerinde yetişti. Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatî’den öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce velî yetiştirdi. Otuz defa yaya olarak hacca gitti. Kerametleri, nasihatleri, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu. Zahirî ilimleri, İmâm-ı Şafiî’nin talebesi olan Ebû Sevr’den öğrendi. Ayrıca Hâris-i Muhâsebî, Muhammed Kassâb ve başka zâtlarla da sohbet etti.
Cüneyd-i Bağdadî hazretleri, otuz sene cemâatle namazda ilk tekbîri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâima Allahü teâlâyı hatırlardı. Her gün 400 rekât namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgul oldu.
Cüned-i Bağdadî (r. aleyh) yedi yaşında iken, mektebten gelince babasını ağlar görüp, sebebini sordu: “Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekatî’ye bir kaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum” dedi. Cüneyd (r. aleyh); “Babacığım, parayı ver ben götüreyim” deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; “Ben Cüneyd’im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!” dedi. Dayısı; “Almam” deyince, Cüneyd (r. aleyh); “Adi edip babama emreden ve ihsan edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al” dedi. Dayısı; “Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsan etti?” dedi. Cüneyd (r. aleyh); “Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adalet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabul etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsan eyledi” dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî’nin (r. aleyh) çok hoşuna gidip, “Oğlum! Gümüşleri kabul etmeden önce seni kabul ettim” dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.
Cüneyd-i Bağdadî (r. aleyh) henüz yedi yaşında iken, hocası ve aynı zamanda dayısı olan Sırrî-yi Sekatî (r. aleyh) tarafından hacca götürüldü. Mescid-i Haram’da dört yüz kadar âlim zât şükür hakkında konuşuyordu. Her zât şükrü tarif ve îzâh ediyordu. Netîcede her biri ayrı birîzâh yaptı. Fakat bütün bu İzahları kâfi bulmadılar. Hocası Sırrî-yi Sekatî, Cüneyd-i Bağdâdî’ye; “Madem ki buradasın, şükür hakkında bir îzâh da sen yap” dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadî şöyle dedi:
“Şükür, Allahü teâlânın ihsan ettiği nîmet ile O’na isyan etmemek, O’na isyan için, ihsan ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır” buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba pek sevinip, hepsi de; “Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin. Bu, ancak bu şekilde tarif edilebilirdi” dediler. Sırrî-yi Sekatî (r. aleyh); “Yavrum, öyle anlıyorum ki, senin lisânın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?” deyince, Cüneyd (r. aleyh); “Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim..” dedi.
Cüneyd-i Bağdadî (r. aleyh) şöyle anlatıyor “Hocam Sırrî-yi Sekatî, bana bir meclis kurup, insanlara ilim öğretmemi, nasîhat etmemi söylerdi, fakat ben, kendimi bu işe lâyık bulmayıp, nefsimi kötülerdim. Bir Cum’a gecesi Peygamber efendimizi rüyada gördüm. Bana; “Ey Cüneyd! İnsanlara nasihat et. Zîrâ senin sözün halkın kalblerinin rahatlık ve ferahlık bulmasına sebebtir. Allahü teâlâ senin sözünü, insanların kurtuluşa ermesi için sebep kılmıştır” buyurdu. Uyandım, sabahleyin erkenden hocamın yanına vardım. Ben hiç bir şey söylemeden; “Peygamber efendimiz tarafından vazifelendirilmedikçe, insanlara ilim öğretmekten çekindin” dedi. Ertesi gün bir meclis kurup, insanlara Resûlullah’ın yolunu anlatmaya başladım.”
Cüneyd-i Bağdadî hazretleri insanlara ilim öğretmeye ve irşâd etmeye başlayınca her taraftan duyulup, insanlar onun huzuruna üşüştüler.
Bir defasında Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin gözleri ağrıdı. Tabibçağırdılar. Gelen tabib, hıristiyan idi. Muayene edip; “Gözlerinize su değdi rmeyeceksiniz” dedi. “Su değdirmeden nasıl abdest alırım?” deyince, tabib; “Gözleriniz size lâzım ise su değdirmiyeceksiniz” dedi. Cüneyd-i Bağdadî abdest alıp namaz kıldı ve namazdan sonra bir miktar uyudu. Uyandığında gözlerinde hiç ağrı kalmamıştı. O anda bir ses duydu ki: “Yâ Cüneyd! Sen bizim için gözlerini feda ettiğin için, biz de senden o ağrıyı giderdik” diyordu. Bir zaman sonra hıristiyan tabib tekrar geldi. Baktı ki gözleri tamamen iyi olmuş. Hayret edip; “Nasıl yaptın da iyi oldu?” dedi. Cüneyd (r. aleyh) olanları anlatınca, Cüneyd-i Bağdâdî’nin elini öpüp îmân etti ve; “Esas ağrıyan göz sizin değil benim gözlerim imiş” dedi.
Birisi Cüneyd-i Bağdâdî’ye “Gözümü yabancı kadınlara bakmaktan nasıl koruyabilirim?” diye sordu. Cüneyd (r. aleyh) buyurdu ki: “Yabancı kadını gördüğün zaman, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha iyi gördüğünü hatırla.”
Cüneyd-i Bağdâdî’ye; “Rızkımızı arıyoruz” dediklerinde; “Nerede olduğunu biliyorsanız, orada arayınız?” buyurdu. “Allahü teâlâdan istiyoruz” dediklerinde; “Eğer sizi unutmuş sanıyorsanız, hatırlatınız!” buyurdu. “Tevekkül ediyoruz, bakalım ne gönderecek?” dediklerinde; “İmtihan ederek, deneyerek tevekkül etmek, îmânda şüphe bulunmasını gösterir” buyurdu. “O hâlde ne yapalım?” dediklerinde; “Emr ettiği için çalışmalı, rızk için üzülmemeli, tedbirlerin arkasında koşmamalıdır. Rızk için, Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir. Emrine uyarak çalışanı, rızkına ulaştırır” buyurdu.
Ebû Muhammed Cerîrî şöyle anlatıyor: “Cüneyd-i Bağdadî (r. aleyh) hastalanmıştı. Vefatından önce, ben başucunda bulunuyordum. Devamlı Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Hatmi tamamlayıp tekrar başladı. Bu arada; “Efendim zâten çok halsizsiniz. Kendinizi fazla yormasanız...” dedim. Bana; “Ey Ebû Muhammed! Şu anda bunlara benden daha çok ihtiyâcı olan kim vardır?” Bak işte vefatım çok yaklaştı” buyurdu.
Cüneyd-i Bağdadî (r. aleyh) vefat edeceği zaman çok üzgündü. Talebeleri korkup; “Efendim! Bizim ümidimiz, sizin şefaatiniz bereketi ile kurtulmaktır. Sizin ise ızdırablı ve üzüntülü bir hâliniz var. Bu hâliniz bizim yüreğimizi parçalıyor” dediler. Bunlara cevaben: “Ey dostlarım! Ben, yaptığım ibâdet ve tâatımdan ve sizlere üstâd olmak ile kazandıklarımın hepsinin, bir kıl ile asılmış olduğunu ve rüzgâr esmesi ile bir tüy misâli sallandığını hissediyorum. Bu esen rüzgârın red rüzgârı mı, yoksa kabul yeli mi olduğunu bilmiyorum” buyurdu. Biraz sonra; “Allah” diyerek ruhunu teslim etti.
Vefatından sonra büyük zâtlardan biri kendisini rüyada görüp; “Münker ve Nekir’in suâllerine nasıl cevap verdin?” diye sordu. Hazret-i Cüneyd; “O iki melek bana gelip, “Men Rabbüke (Rabbin kim?) dediler. Ben; “Allahü teâlâ benim ruhumu yaratıp; “Elestü birabbiküm = Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğu zaman, ben; “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” cevâbını vermiştim. Sizin, şimdi tekrar sormanızın mânâsı nedir?” dedim. Ondan sonra beni bırakıp gittiler.
Cüneyd-i Bağdadî (r. aleyh) buyurdu ki:
“İnsanları Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak yol, yalnız Muhammed aleyhisselâmın yoludur. Bundan başka olan dinler, inançlar, rüyalar çıkmaz sokaktır. İnsanı seâdete kavuşturmazlar. Kur’ân-ı kerîmin ahkâmını öğrenmiyen ve hadîs-i şerîflere uymayan kimse câhil ve gafildir. Buna uymamalıdır.”
Buyurdu ki: “İbâdet etmek bakımından dünyânın bir saati, kıyametin bin senesinden daha iyidir. Zîrâ bu bir saatte, sâlih faydalı amel işlenebilir. Halbuki kıyametin o bin senesinde bir şey yapılamaz. O hâlde, ey mü’min kardeşim! Vaktini boş şeylerle geçirme! Zamanının kıymetini bil ve en iyi şeyler için kullan! Namazlarını vaktinde kıl ki, kıyamet günü pişman olmayasın! Çok büyük sevaba kavuşasm!”
“İnsanın, Allahü teâlâya kavuşturan yolda yürümesi, Peygamber efendimize ve O’nun hakîkî vârisi olan büyük âlimlere tam tâbi ve teslim olmakla mümkün”dür. Şüphe çukuruna ve bid’at karanlığına düşmüş olanlar bu yolda yürüyemezler.”
“Müslüman, temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır. Ezilip, hakâret görür. Lâkin ondan hep güzel, temiz faydalı şeyler çıkar.”
“Bir kimsede hilm (yumuşaklık), tevazu (alçak gönüllülük), cömerdlik ve güzel ahlâk bulunursa, bu dört haslet o kimsenin yüksek makamlara kavuşmasına sebeb olabilir. Bunlar îmânın kemâlidir.”
Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin bir talebesi vardı. Bütün iyilik ve fazîletler onda mevcuttu. Sonradan gelmesine rağmen Cüneyd-i Bağdadî hazretleri onu pek ziyâde seviyor, diğer talebeler ise bu hâli çekemiyorlardı. Talebelerinin bu hâli Cüneyd-i Bağdadî hazretlerine malûm oldu. Talebelerinin eline birer tane kuş verdi ve; “Her biriniz bu kuşları kimsenin görmediği yerde kesip getirsin” buyurdu. Kendilerine verilen kuşları alan talebeler varıp ıssız bir mahalde boğazlayıp getirdiler. Yalnız o talebesi boğazlamadan getirdi. Cüneyd-i Bağdadî hazretleri; “Niçin boğazlamadın?” buyurdu. “Hocam! Siz kuşları kimsenin görmeyeceği bir yerde boğazlayın demiştiniz. Ben ise öyle bir yer bulamadım. Her yeri Allahü teâlâ görüyor” deyince, Cüneyd-i Bağdadî hazretleri buyurdu ki: “Arkadaşınızın firâsetini gördünüz mü?” Talebelerin hepsi tövbe edip boyunlarını bükerek, Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinden af dilediler.