Modern kimyanın kurucusu meşhûr İslâm âlimi. Tebe-i Tâbiîndendir. İsmi, Câbir bin Hayyân bin Abdullah el-Ezdî olup, künyesi Ebû Abdullah’dır. Horasanlı, Tuşlu, Harrânlı ve Kûfeli olduğu söylenen Câbir’in ailesi hakkında bilgi çok azdır. İslâm âleminde Sûfî, Avrupa’da Geber ismiyle şöhret buldu. Doğum ve vefat târihleri bilinmemektedir. Sekizinci asrın sonları ile dokuzuncu asrın başlarında yaşadığı bilinmektedir.
Aslen Türk olan Câbir bin Hayyân, Abbasî halîfesi Harun Reşîd’in sarayında yaşadı. Vezir Yahya bin Hâlid el-Bermekî’den himaye gördü. Asrının fen âlimiydi. Bütün İslâm âlimleri gibi, fen ilmini, İslâmî ilimlerle beraber okudu. Peygamber efendimizin torunu, tasavvuf ilimlerinin mütehassısı ve kaynağı, Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin tasavvufta vârisi, oğlu Mûsâ Kâzım, fıkıhta İmâm-ı a’zam olduğu gibi, fen ilimlerinde ve bilhassa kimya ilminde vârisi Câbir bin Hayyân oldu.
Câbir bin Hayyân, Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin derslerine devam etti ve hizmetinde bulundu. Temel din ilimlerini öğrendi. İlmî araştırmalarda husûsî metodlar geliştirdi. O zamanda meşhûr olan simya (sihir ve büyücülerin, olması mümkün olmayacak şeyleri yapıyorlar gibi göstermeleri) ilminin bir fen ilmi olmadığını isbât edip, ondan ayrı olarak tecrübeye, analize ve matematiğe dayalı kimya ilmini kurdu. Böylelikle bugünkü modern kimyanın temelini atmış oldu.
Özellikle tecrübeye kıymet veren Câbir bin Hayyân, bu hususta, bir eserinde şöyle demektedir: “Fen ilimlerinde tecrübe esastır. İyi ve gerçek deney yapan mütehassıs ve üstâd olur. Yapmıyan ise olamaz. Bütün fen ilimleri için bu böyledir. Deney yapmayan âlim, netîceye ulaşamaz...” Diğer bir eserinde de aynı konuya temas ederek; “İlim adamı, mutlaka tecrübe üzerinde durmalıdır ki, mevzuunda (konusunda) derinleşip kesin netîceye ulaşabilsin. Çalışmasının eksik ve aksak yönlerini anlayıp, doğru ve sağlam biğiler ortaya koyabilsin. Demek ki, fen ilimlerinde olgunluğun esâsı tecrübedir...” demektedir.
İlme ve âlimlere çok hürmet eden Câbir bin Hayyân, bu konuda şöyle demektedir: “İlim tahsîl etmek arzusunda olan kimsenin hocalarına, üstadına karşı çok nâzik ve edebli olması, sözlerini ve fikirlerini kabullenmesi gerekir. Hocasına asla îtirâz etmemelidir. Kendisi bir hayli olgunlaşmış olsa da, bu edebe riâyet etmelidir. Gerçek ve büyük âlim, kendinde bulunan ilim ve marifetleri ancak kendisine karşı edebli ve hürmetkar olana tevdî eder. Çünkü üstâd demek, bizzat ilim demektir. Ona saygısızlık, ilme saygısızlık olur. İlme karşı saygısız olan ise, hak ve hakîkate karşı gelmiş olacağından, nasipsiz kalır, yetişemez. Hep hatâ yapar, yanılır ve sapıtır. Gâyet tabiî ki, hiç bir akıl sahibi böyle bir duruma düşmek istemez. Talebe üstadına karşı gerekli olan tevazu, saygı ve nezâketi göstermezse, hocasının ilminden çok az istifâde eder. Özünü değil, kabuğunu bile elde etmesi çok zor olur.”
Câbir bin Hayyân talebeleri ne, ilimde sabrın ve metanetin gerekli olduğunu anlatarak, cenâb-ı Hak’dan yardım dilemelerini devamlı tavsiye ederdi. İlmî araştırmalarında yılmadan, usanmadan deney yapmalarını ve bu yolda gelebilecek sıkıntılara göğüs germelerini ve asla ümitsizliğe kapılmamalarını, devamlı olarak Cenâb-ı Hakk’ın çalışınız emrine sığınmalarını nasîhat ederdi.
Eserlerinde yapmış olduğu ilmî ve fennî tecrübeleri, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar derin bir vukuf ve berrak bir açıklıkla îzâh etti. Ulaştığı netîceleri son derece hassasiyet ve dikkatle yorumladı. Bâzı mühim kimyevî maddelerin terkibini tesbit ve îzâh etti. Kimyada kullanılabilecek bâzı metodlar ortaya koydu. Deneylerde kullanılacak âletlerin, îmâli ve bunların kullanılış metodunu îzâh etti. Kimya ilminde kullanılabilecek hassas ölçü âletlerini yaptı.
Câbir bin Hayyân’ın metodu, tamamen matematiksel bir metoddur. Bugünkü fen âlimlerinin metod lan da bundan başka bir şey değildir. Onun metodu şu prensiplere dayalıdır. 1-Bilgin, yapmış olduğu müşahedelerden ilham alarak önce bir faraziye ortaya atacaktır. 2-Bu faraziyeden hareketle bir teori te’sis edecektir. 3-Bu teorinin geçerliliğini tesbit edebilmek için eşya ve hâdiselere, tecrübeye başvurarak böylece ilmî kânunlara ulaşacaktır.
Avrupalı kimya tarihçisi Holmyard, Dalton devrine kadar kimya adlı eserinde, Câbir bin Hayyân’ın metodunu on madde hâlinde özetlemiştir. Bu on metod şunlardır:
1-İlim adamı, ilmî deneyler yaptığı sırada, bu deneyi yapışının sebebini bilmeli, öncelikle de bu deney için gerekli olan nazarî bilgilere sâhib olmalıdır. Sonra deneye başlamalı ve tatbikat yapmalıdır. Matematik metodları, sâdece matematik ilmine mahsus değildir. Aksine, bütün ilmî araştırmaların can damarıdır.
2-Bütün bilgilerini deney üzerinde yoğunlaştırmalıdır.
3-İlmen imkânsız olduğu veya geçersiz ve yetersiz olduğu bilinen şeylerden uzak durmalıdır.
4-Deney yapabilmek için uygun olan en iyi zamanı seçmelidir.
5-Deneyin yapıldığı yerin sakin olması çok faydalıdır.
6-Güvendiği bâzı talebelerini deney esnasında yanında bulundurmalı ve ona deneyinde yardımcı olmalıdırlar.
7-Plânladığı deneyi gerçekleştirebilmesi için yeterli zaman ayarlaması yapmalıdır.
8-Deneylerinde sabırlı ve usanmaz olmalıdır.
9-Çalışmasında ciddî olmalı, az konuşmalı, ümitsizliğe kapılmamalıdır.
10-Aceleci olmamalı, görünüşlere kapılıp, beklediği nettceye hemen ulaştığını zannetmemelidir. Aceleci olursa, çalışmalarda gevşeklik husule gelir.
Görüldüğü gibi, Câbir bin Hayyân’ın ilmî çalışma metodu tam anlamıyla modern ilim metodolojisinin aynıdır. Kimya ilmine yaptığı hizmetlerden bâzıları da şunlardır:
Kristalleşme, damıtma, kalsinasyon (kavurma), sublimasyon ve buharlaşma gibi kimyevî teknikleri, kimya ilmine kazandırdı. Sülfirik ve Nitrik asitler gibi bir çok asitler ile sodyum karbonat ve potasyumu buldu. Zehir ve zehirli maddelerin kimyevî yapıları üzerinde incelemelerde bulundu. Bu konuda Kitâb-üs-Sümûm adlı eserini yazdı. Bitkilerden elde edilen bir boya ile derilerin nasıl boyanabileceğini ve derilerin nasıl dabağlanacağını ortaya koydu. Ateşte yanmayan kâğıt îmâlini gerçekleştirdi. İlk defa imbik yaptı. Çeşitli metallerin kullanılır hâle getirilmesi, çeliğin geliştirilmesi, su geçirmez kumaşların verniklenmesi, cam îmâlinde mangan dört oksit’in (Mn3 O4) kullanılması, paslanmanın önlenmesi, altın yaldızla süsleme, boyaların ve yağların tesbiti gibi alanlarda bir çok buluşlar yaptı. Cisimleri hassalarına göre üç sınıfta tasnif ederek, daha sonra yapılan sınıflandırmalara rehberlik etti. Bir çok kimyevî maddeyi tesbit ederek, günümüzde de kullanılan Arabca isimler verdi.
Câbir bin Hayyân, maddelerin atomik yapısını gösteren orijinal tesbitler yaparak, kimyevî reaksiyonlarda belli mikdarların, belirli mikdarlarla reakziyona girdiğini söyledi. Atom hakkında, ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söyledi: “Maddenin en küçük parçası olan “elcüz’ü la yetecezzâ” (atom) da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom da parçalanabilir. Parçalanınca öyle bir güç meydana gelir ki, bir anda Bağdâd’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü teâlânın kudret nişanıdır.” Bu sözlerden asırlar sonra yapılan atom bombası, atıldığı şehirleri yerle bir etti.
Câbir bin Hayyân, maddeleri, yapılarındaki özelliğe göre üç ana sınıfa ayırdı. 1-Ateş veya sıcaklıkla hemen buharlaşa bilen maddeler. 2-Çekiçle dövülebilen, parlaklık arz eden, ses çıkaran metalik cisimler. 3-Mineral cinsinden olan, ne çekiçle dövülebilen, ne de toz hâline dönüştürülebilen katı cisimler. Birinci gruba giren maddeleri; sülfür, arsenik, civa, amonyak, kâfur olmak üzere beş gruba ayırdı. Metalik cisimleri de kendi arasında kalay, kurşun, demir, bakır, gümüş, altın olmak üzere altı çeşide ayırdı.
Câbir bin Hayyân, kimyanın geniş uygulama alanı olan arıtma konusuyla alâkalı ilk misalleri ortaya koydu. Arıtma yollarından oksitlenme, süblinasyon (amalgam yapmak), damıtma, arıtma, çökeltme, ergitme ve kristalleştirmeyle ilgili işlemleri, uygulamaları ile birlikte açıkladı. Kükürt ile civanın karıştırılması sonucu kırmızı bir taşın (zencefre) meydana geldiğini açıkladı. Sirke ile asetik asit elde etme yollarını ilk olarak ortaya koydu.
Câbir bin Hayyân; tıb, astronomi, ve mantık, felsefe, fizik, mekanik gibi ilim dallarında da çalışmalar yaparak bunlarla ilgili eserler verdi. Usturlab hakkında yazmış olduğu eseri gören âlimler, eserin bin bölümden meydana geldiğini ve akılları durduracak üsünlükte olduğunu kaydetmişlerdir.
Yazmış olduğu eserler, asırlarca islâm medreselerinde okutulunca, Endülüs müslümanları yoluyla Avrupa’ya geçti. İslâm dünyâsında ve Avrupa’da kimya ilminde Câbir çağının sonu bir türlü gelmedi, öyle ki, Avrupa’da bâzı kimyagerler, kabul görmesi için eserlerini ona mâl ederek, kendi eserlerine onun ismini yazdılar.
Câbir’in eserlerinin büyük bir kısmı kayboldu. Bunlardan yirmi yedi tanesi, latince ve Almanca olarak Nürnberg, Frankfurt ve Strazburg’ta 1473-1710 yılları arasında basılmıştır.
Basılmış eserlerinden bâzıları şunlardır: 1-Kitâb-ül-beyân, 2-Kitâb-ül-hacer, 3-Kitâbün-nûr, 4-Kitâb-ül-îzâh, 5-Kitâb-ül-Istakasis-sâlis, 6-Tefsîr-ül-îstaka, 7-Kitâb-üt-tecrid, 8-Kitâb-ül-mülk, 9-Kitâb-ur-rahme.
Basılmamış olan eserlerinden bâzıları ise şunlardır: 1-Kitâb-üş-şems, 2-Kitâb-ül-kamer, 3-Kitâb-ül-hayvân, 4-Kitâb-ül-esrâr, 5-Kitâb-ül-bid, 6-Kitâb-üd-dem, 7-Kitâb-ün-Nebât, 8-Kitâb-ül-hikmet, 9-Kitâb-ut-tîn, 10-Kitâb-ul-anâsır, 11-Kitâb-ül-belâgat, 12-Kitâb-ul-eşcâr, 13-Kitâb-ül-bustân, 14-Kitâb-us-sârî, 15-Kitâb-ut-tâc, 16-Kitâb-ul-elbân, 17-Kitâb-ur-ravda, 18-Kitâb-ul-fıkh, 19-Kitâb-üs-semâ, 20-Kitâb-ül-arz, 21-Kitâb-üş-şiir, 22-Kitâb-ul-kimân-il-Meâdin, 23-Kitâb-ul-hayâl, 24-Kitâb-ül-hükûmet, 25-Kitâb-ul-hilkat, 26-Kitâb-ul-hey’et, 27-Kitâb-un-nakd, 28-Kitâb-üs-sehl.
Bütün bu eserlerinin yanında, Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin talebesi olmasından dolayı şiîlerce kendisine atfedilen siyâsî, sihir ve büyü ile ilgili kitaplar da vardır. Ancak o kitapların Câbir bin Hayyân’la bir alâkası yoktur.
George Sarton onu, “Orta çağların ilimler ansiklopedisi” olarak değerlendirmekte, şöhret ve te’sirlerinin, on yedinci asra kadar devam etmiş olduğunu ifâde etmektedir. Gerçekten on yedinci asra gelinceye kadar kimya bilimleri alanında onun seviyesine kimse çıkamamış, kimse onu gölgede bırakamamıştır. Ne doğu ilim dünyâsında, ne de batı dünyâsında ona denk ve onu aşan bir kimyacı yetişmemiştir.
Kimya tarihçisi Leolerc, “Histoire de la Medicine Arabe” adlı eserinde, Câbir bin Hayyân’ı; orta çağların tartışılamaz en büyük âlimi, ilmî otoritesi ve derinliği ile eşi, benzeri olmayan bir üstâd, metodu ile yol gösterici olması bakımından büyük bir ilim teşvikçisi ve nihayet modern kimyanın kurucusu ve tamamlayıcısı olarak değerlendirmektedir.
İslâm âleminde, Ebû Bekr Râzî, İbn-i Sînâ, Mesleme el-Macrîtî, Fârâbîvedaha bir çok bilgin, onun eserlerinin gölgesinde yetişip, olgunlaştılar.
Onun eserleri, farklı metodlarda hazırlanmıştır. Meselâ bâzı eserlerinde, son derece kısa ve özlü bir üslub tâkib etmiş, hattâ bâzılarında semboller kullanmıştır. Bâzı eserlerinde ise ayrıntılı ve uzun anlatımlı bir yol tâkib etmiştir. Batılı ve doğulu birçok bilgin, onun eserlerinden istifâde etti. Bâtılı bilginlerden Galileo, Francis Bacon, Newton ve başka bir çokları faydalandılar. On yedinci ve on sekizinci asırda, batı ilim çevrelerinde meydana gelen bir çok ilmî buluşların teşekkülünde, onun eserlerinin büyük te’siri “vardır, özellikle bugün kimya ilminde mevcut olan birçok orijinal keşif ve metodlar, hemen hemen bütünüyle ona ait veya onun fikirlerinden kaynaklanmıştır.
Ünlü Fransız bilim tarihçisi Bethelot; Orta Çağlarda Kimya târihi adlı eserinde şöyle demektedir: “Aristo’nun mantık ilmindeki yeri ne ise, Câbir bin Hayyân’ın kimya ilmindeki yeri de odur. Aristo, mantığın kurucu ve üstadı olarak kabul edildiği gibi, Câbir bin Hayyân da kimyanın kurucusu ve üstadıdır.”
Modern araştırmacılar şöyle demektedirler: Eğer Câbir bin Hayyân çağımız teknolojisini kullanarak aynı eserleri yazsaydı, modern sonuçlara ulaşırdı. Çünkü o, tüme varım metodunu kullanıyordu. Yâni maddenin en küçük parçasından araştırmaya başlayarak, istediğine ulaşıyordu. Bununla beraber, dış gözlemlerinde ise tümden gelim metodundan da yararlandı. Yâni maddenin doğal hâlinden en küçük parçasına kadar inceleyerek sonuca vardı. Francis Bacon, bu metodu onun eserlerinden öğrenmiş, Dekart ise onu taklid etmiştir.” O, deney yoluyla elde edilecek bilgi ve prensiplerin kat’î ve değişmez olduğunu iddia etmedi. Aksine modern bilim çalışmalarında olduğu gibi, bunların zannî ve ihtimâli olduğunu belirtti. Onun metodunun esâsını, “Mazbut müşâhade ve sağlam tecrübe” teşkil etmektedir. O, bu metodu ile hayal ve kuru faraziyelerle oyalanmamış, gerçek anlamda bir ilmî çalışma ortaya koyarak çığır açmıştır.
Câbir bin Hayyân bir eserinde şöyle anlatır: Hocam Ca’fer-i Sâdık bana bir gün şöyle buyurdu: “Ey Câbir! İşte hazırlamış olduğun eserlerin hepsi. Bunlarda kimya ilmini açıkladın ve ayrıntılarını ortaya koydun. Bu ilim dalı ile ilgili değişik görüşlerini belirttin. Konularını teker teker ele aldın, bölümler hâlinde tesbit ettin, ilimde en yüksek mertebeye erenler hâriç, herkes bunlara muhtaçtır. Mâdenler ile ilgili de çok eser yazdın. Gören ilim âşıkları hayran kaldı. Çok mal verip satın almaya gayret gösterdiler. Çok dünyalığa kavuştun. Hepsi geçip gitti. Şimdi ise ey Câbir, Allahü teâlâya istiğfar eyle. Sonra, daha kolay elde edilir ve anlaşılır bilgiler ile uğraş. Böylece önceki hatâ ve kusurlarına keffâret olur.” Ben de; “Efendim! İşaret buyurun da o konu üzerinde durayım” dedim. Bunun üzerine; “Bütün çalışmalarını hülâsa eden, açık anlaşılan bir eser hazırla ve bana teslim et” buyurunca; “Başüstüne efendim” diyerek Kitâb’ur-rahme”i yazdım.”