AMMÂR BİN YÂSER (r. anh)

Eshâb-ı kiramın büyüklerinden. Anne ve babası ilk İslâm şehididir. Nesebi; Ammâr bin Yâser bin Âmir bin Mâlik bin Kinâne bin Kays olup, künyesi Ebû Yakazân’dır.

Hazret-i Ammâr’ın babası Yâser, aslen Yemenli olup, Kahtânîlerin Mezhic kabilesinin Ans kolundan idi. Haris ve Mâlik adındaki kardeşleriyle, diğer biraderlerini aramak için Mekke’ye geldiler. Kardeşleri sonradan Yemen’e döndükleri hâlde, Yâser Mekke’de kaldı ve burada Benî Manzum kabilesinden Ebû Huzeyfe bin Mugîre ile dostluk sözleşmesi yaptı. Yâni herhangi bir sıkıntılı durumda birbirlerine yardım edeceklerdi. Ebû Huzeyfe, Yâser’i kendi cariyelerinden Sümeyye hanım ile evlendirdi. Bu evlilikten Ammâr ve kardeşi Abdullah dünyâya geldi. Ammâr’ın doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat kendisi; “Ben yaşça Resûlullah efendimizin akranı idim. Yaş itibariyle O’na benden daha yakın kimse yoktu” dediği bilinmektedir.

Hazret-i Ammâr, ilk müslümanların otuzuncusudur. Ammâr ve Süheyb (r. anhümâ), Dâr’ül-Erkam’da aynı vakitte müslüman olmuşlardı. O zaman Peygamber efendimiz Dâr’ül-Erkam’da bulunuyordu. Ammâr (r. anh) bunu şöyle anlatıyor: “Dâr’ül-Erkam’ın kapısında Süheyb’e (r. anh) rastladım. “Burada ne yapıyorsun?” deyince; “Sen ne yapıyorsun?” dedi. Ben de; Muhammed aleyhisselâmın huzuruna girip, sözlerini dinlemek istiyorum” diye cevap verince, o; “Ben de bunu istiyorum” dedi. Beraber huzura girdik. Peygamber efendimiz bize İslâm’ı anlatınca müslüman olduk.” Kendisinden sonra ailesi de İslâm ile şereflendi.

Mücâhid (r. aleyh) buyurdu ki: “Mekke’de müslüman olduğunu ilk açıklayan, önce Resûlullah sonra da Ebû Bekr, Bilâl, Habbâb, Süheyb, Ammâr ve annesi Sümeyye hanımdır.” Sümeyye hanım müşrikler tarafından işkence ile şehîd edildi. Peygamber efendimiz halkı açıktan îmâna çağırmaya başlayınca, müşrikler kimsesiz müslümanlara eza ve cefâ etmeye başladılar.

Muhammed bin İshak der ki: Ebû Tâlib hayatta iken, putperestler, Resûl-i ekreme kötülükte bulunamazlardı. Eshâb’dan tanınmış kimselere de kavimlerinin himâyesi ve aşiretlerinin kalabalık oluşu sebebiyle, istedikleri gibi eza ve cefâ edemezlerdi. Lakin müslümanların kimsesizlerini ve fakirlerini bulup, bunlara çeşit çeşit azâb ile eziyet edip, türlü cefâlar ederlerdi. Bunların içinde en çok eziyet görenler; Bilâl, Süheyb, Habbâb ve Ammâr bin Yâser’dir. Bunlardan kimini günün sıcağında kızmış taşlarla dağlarlar, kimini kızgın güneş altında aç ve susuz bırakıp; “Muhammed’in dîninden dön” derlerdi. Kuyuya daldırıp boğmak isterlerdi. Onlar, bu dayanılmaz cefâlara sabr edip, İslâm dîninden dönmezlerdi.

Yâser’in kendisi ve ailesi, Ebû Huzeyfe’nin halîfi (dostu) olduğu ve ahid gereğince yardım etmesi lâzım geldiği hâlde, o da müşriklerle bir olup o müslüman aileye arkalarına ateş yapıştırmak suretiyle işkence yapıyordu. Benî Mahzûm kabilesinin ileri gelenleri, Ammâr bin Yâser’in (r. anh) babasına ve validesi Sümeyye’ye işkenceye devam edip, sıcak günde kuma gömerler ve üzerinde et pişecek kadar sıcak taşlan, gövdesine dizerlerdi. Sonra; “Lât ve uzzâ, Muhammed’in dîninden iyidir deyin” diye söyletmek isteyince, onlar; “Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız, sizi dinlemeyiz” diye cevap verirler; “La ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah” derlerdi. Yine bir gün, Resûlullah efendimiz Bathâ denilen yerden geçerken, Yâser ailesine işkence yapıldığını görüp çok üzüldüler. Hazret-i Yâser; “Yâ Resûlallah! Zamanımız hep böyle işkence ile mi geçecek?” diye suâl edince, Efendimiz; “Sabrediniz ey Yâser ailesi! Sevininiz ey Ammâr ailesi! Hiç şüphesiz, sizin mükâfat yeriniz Cennet’tir” buyurdu.

Ammâr bin Yâser’in, müşrik Kureyşlilerden gördüğü işkence, dillere destan olacak şekildedir. Ezaya ve bir musîbete uğramadığı gün, hemen hemen yok gibiydi. Hazret-i Yâser’i ve oğlu Abdullah’ı, görülmedik şiddetli bir işkence ile şehîd ettiler. Ebû Cehl, hazret-i Sümeyye’nin mübarek ayaklarını iple bağlattı. İplerin uçlarını da rki deveye bağlatıp, ters istikâmetlerde sürerek, hazret-i Sümeyye’yi parçalattı ve şehîd etti. İslâm’da ilk şehîd olan bunlardır. Lâkin Ammâr, kâfirlerin dediklerini, kalbiyle kabul etmediği hâlde diliyle söyledi. Resûl-i ekreme, Ammâr kâfir oldu dediler. Buyurdu ki: “Hâşâ! O kâfir olmaz. Başdan ayağa kadar îmândır ve eti ile derisi arası îmân ile doludur.” Ammâr, küffâr elinden kurtulup, Resûlullah’ın yanına geldi. Kâfirlerin eza ve cefâsından ağladı. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem iki mübarek eliyle gözünün yaşını sildi ve teselli buyurdu.

Bu hâdise üzerine, Nahl sûresinin; “Kim Allah’a küfrederse, onlara şiddetli bir azâb vardır. Ancak kalbine îmân yerleşmiş olduğu hâlde (küfür kelimesini söylemeye) zorlanıp, sâdece diliyle söyliyenler müstesna” meâlindeki yüz altıncı âyet-i kerîmesi nazil oldu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de hazret-i Ammâr’a “Müşrikler eziyet ederlerse yine böyle söyle!” buyurdular.

Ammâr bin Yâser hazretleri, Mekke devrinde gördüğü işkenceler karşısında Habeşistan’a hicret edenler arasında bulunmuştur. Bilâhare tekrar Mekke’ye dönmüş, bir müddet orada kaldıktan sonra M’edîne’ye göç ederek, hazret-i Münzir bin Abdü’l-Mübeşşir’in misafiri olrnuştur. Daha sonra Peygamber efendimiz onu, Ensârdan Huzeyfe bin Yemân ile din kardeşi yapmıştır. Medîne-i münevvereye gelince, Resûlullah için bir ibâdet ve istirahat yerinin gerekli olduğunu söyledi. İslâm’da mescid yapılmasına ilk teşebbüs eden o idi ve bu sayede Kuba mescidi yapıldı.

Ammâr bin Yâser, Mescid-i Nebevî’nin de yapımında bulundu. Mescid-i Nebevî’nin temeli atıldığında, duvar yapılmak üzere kerpiç kestirilmişti. Kerpiçler kuruyunca, bulundukları yerden mescid arsasına Eshâb-ı kiramın sırtlarında taşınıyordu. Herkes birer birer taşırken, hazret-i Ammâr büyük fedâkârlık gösterip; “Biri kendim, biri Resûlullah için” diye iki kerpiç getiriyordu ve diliyle de; “Biz müslümanlar mescidler inşâ ederiz” diyordu. Hazret-i Ebû Sa’îd der ki: “Resûlullah, Ammâr’ı böyle üzeri toz toprak içinde görünce, onun üzerindeki tozları silkeleyerek, bir topluluk tarafından şehîd edileceğini haber verdi.

Ammâr bin Yâser (r. anh), Bedr başta olmak üzere, Uhud, Hendek ve Tebük gazası dâhil, Resûlullah efendimizin bütün gazalarına katıldı. Her muharebede şecaat ve cesaretiyle tanındı. Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmadı. Resûlullah efendimizin vefatından sonra, hazret-i Ebû Bekr devrinde yapılan muharebelerde aynı şecaat ve cesaretle doğuştu. Hazret-i Abdullah bin Ömer der ki: “Yemâme’de mürtedlere karşı saldıran eşsiz bir yiğit gördüm. Düşman saflarını yerle bir ediyor, sonra bir kaya üzerinde, kesilmiş kulağından fışkıran kanlara aldırmadan, bir taraftan kılıç sallıyor, diğer yandan; “Ey mücâhidler! Cennet’e koşun, gerilemeyin. Ben Ammâr bin Yâser’im. Hücûm üstüne hücûm edelim” diye mücâhidleri harbe teşvik ediyordu.”

Ammâr bin Yâser (r. anh), hazret-i Ömer devrinde Küfe valiliğine tâyin olundu. Halîfe, tâyin emrinde Kûfelilere şöyle yazdı: “Size Ammâr bin Yâser’i vali, İbn-i Mes’ûd’u muallim ve yardımcı olarak tâyin ettim. Bunların ikisi de Eshâb-ı kiramın (r. anhüm) seçilmişlerindendir. İkisi de Bedr harbinde bulunmuşlardır. Onları dinleyip, itaat ediniz.” Hazret-i Ammâr, Kûfe’yi bir sene dokuz ay mükemmel bir şekilde idare etti. Halîfe hazret-i Ömer, Ammâr’ı valilikten alıp; “Üzüldün mü?” diye sorunca; “Valiliğe tâyin olunduğumda sevinmedim ki, alındığım zaman üzüleyim” cevâbını vermiştir.

Hazret-i Osman devrinde, fitne ve karışıklıklar başladığında, halîfe bunun sebebini öğrenmek için Ammâr’ı (r. anh), Mısır’a gönderdi. Bu büyük sahâbî, fitne ve fesâddan çok sakınmasına rağmen, kendisini onun içinde buldu. Daha sonra içtihadı sebebiyle hazret-i Ali’nin ordusunda 657 (H. 37) senesinde vuku bulan Sıffîn muharebesine katıldı ve 94 yaşında şehîd oldu. Hazret-i Ali, Ammâr bin Yâser’in (r. anh) şehîd olduğunu öğrenince, çok üzüldü ve; “Allahü teâlâ Ammâr’a rahmet eylesin. O, Resûlullah’ın etrafında bir kaç kişi varken müslüman olmuştu. Kendisi hiç şüphesiz mağfirete kavuşacaktır. Çünkü Allahü teâlânın Resûlü, Ammâr ailesini Allah’ın mağfiretiyle müjdelemişti” dedi. Cenaze namazını bizzat kıldırdı ve elbisesiyle, yıkanmadan Küfe kabristanlığına defnedildi.

Ammâr bin Yâser, ahlâken yüksek bir zâttı. Az konuşur, çok kerre hüzünlü ve kederli olurdu. Son derece doğru ve hakka riayetkar idi. Zühd ve takva sahibi olup sâde yaşardı. Gayet belîğ (açık) ve veciz bir hitabete sahipti. Namazına çok dikkat ederdi.

Ammâr bin Yâser, hadîs-i şerîfleri en doğru bilenler arasında sayılmaktadır. Şöhretini; dünyâya düşkün olmamasına ve haramlardan sakınmasına, insanlar üzerinde bıraktığı îtimâda, dâvasına sadâkatle bağlılığına borçludur.

Hazret-i Ammâr, uzun boylu, buğday tenli, ak sakallı, nur yüzlü bir zât idi. Peygamber efendimizden 62 hadîs-i şerîf rivayet etti.

Sahabe ve Tabiînden bâzısı, Ammâr’dan (r. anh) hadîs-i şerîf rivayet ettiler. Hazret-i Ali, İbn-i Abbâs, oğlu Muhammed bunlardandır.

İkrime’nin (r. anh) rivayetine göre; “Hiç (evvelce) küfür ile ölü mesabesinde iken, (sonra) kendisini hidâyetle dirilttiğimiz ve ona insanlar arasında da bir nur (îmân) verdiğimiz kimse; karanlıklar içinde (küfürde) kalmış olan ve ondan bir türlü çıkamayan kimse gibi olur mu?...” (En’âm sûresi: 122) âyet-i celîlesinde karşılaştırılan iki kişiden ilki Ammâr bin Yâser, ikincisi de Ebû Cehl’dir.”

Hazret-i Ammâr hadîs-i şerîf ile medholundu: “Cennet üç kişiye müştaktır (şiddetle arzu eder). Bunlar; Âli, Ammâr ve Selmân’dır.”

“Ammâr’a düşman olana, Allahü teâlâ düşman olur. Ona buğstedene, Allahü teâlâ buğzeder.”

Ammâr bin Yâser’in rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzısı şunlardır:

“Üç haslete sâhib olmadıkça kişinin îmânı olgunlaşmaz. Yoktan infâk etmek (muhtaç olduğu halde Allah için vermek), insaflı olmak ve herkese selâm vermektir.”

“Dünyâda iki yüzlü olanların, kıyamet günü ateşten iki dilleri olur.”

Ebû Vâil şöyle anlattı: Ammâr bin Yâser (r. anh) bize kısa bir hutbe okudu. Hutbeyi okuyup, indikten sonra kendisine; hutbeyi gayet kısa okuduğunu söyledik. Bunun üzerine şöyle dedi: “Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemîn; şöyle buyurduğunu duydum: “Bir kimsenin namazının uzun, hutbenin kısa olması, onun fıkıh (bildiğine) alâmettir. Namazı uzun, hutbeyi kısa yapınız.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

  1) Ükûd-ül-Gâbe; cild-4, sh. 43

  2) El-İsâbe; cild-2, sh. 512

  3) İstiâb; cild-2, sh. 476

  4) Sıret-i İbn-i Hişâm; cild-1, sh. 343

  5) Ensâb-ül-eşrâf; cild-1, sh..156

  6) Müsned-i Ahmed bin Hanbel; cild-1, sh.99

  7) Tabakat-ı İbn-i Sa’d; cild-3, sh. 246

  8) Fütûh-ül-büldân; cild-1, sh. 287, cild-2, sh. 461

  9) Hilyet-ül-evliyâ; cild-1, sh. 139

10) Eshâb-ı Kiram; sh. 312

11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 224

12) Tefsîr-i Mazharî; cild-3, sh. 284