Ubbâd Abidler. Ubûdiyyet Kulluk, kölelik, samîmî bağlılık. Ucb Kibir. Kendini beğenmişlik. Yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek bunlarla övünmek. Ufk-i Şer’i Güneşin ortasının dünyâya dik olduğu noktadan doğu ucunun ayrılması. Uhrevî Ahıretle ilgili. Ahırete âit. Ukbâ Ahıret Ukde Düğüm, halledilmesi zor mesele, iş. Ukubet Ceza. Cezalandırma eziyet, işkence. Ulemâ Âlimler. Ulufe Osmanlılar döneminde askere üç ayda bir dağıtılan maaş. Ulvî Yüksek, yüce, ulu. Umre Bkz. Ömre. Uruz Altın ve gümüşten başka canlı ve cansız her çeşit mal ve para Usturlâb Eskiden gök cisimlerini incelemede kullanılan âlet. Usûl-i hadîs Hadîs ilminin dayandığı prensipler, hadîs metodolojisi. Uşr Topraktan alınan mahsûlün zekâtı. Bkz. Öşr. Uzlet Din ve dünyâ için zarurî vazîfelerden başka insanlar arasına karışmamak. Ücret Emeğe karşılık verilen para, mal. Üç aylar Recep, Şa’bân ve Ramazân-ı şerîf ayları. Recep Allahü teâlânın ayı, Şa’bân Peygamber efendimizin (s.a.v.) ayı, Ramazân-ı şerîfde Ümmet-i Muhammed’in ayıdır. Üdebâ Edipler. Ülfet Dostluk, yakınlık peydâh etme. Ümerâ Emîrler, beyler, kumandanlar. Ümîdvâr Uman, Ümitli olan. Ümmet Bir peygambere (a.s.) inananlar. Bir dille konuşan insanların hepsi. Ümmî Okuması-yazması olmayan. Ümm-ül-habâis Şarap, içki. Ümm-ül-kitâb Ezelî olan kelâm-ı İlâhînin ismidir. Ümm-ül-kura Mekke-i mükerreme. Ümm-ül-Kur’ân Fâtiha-i şerîfe. Ümmehât-ül-mü’minîn Peygamber efendimizin (s.a.v.) refîkaları, hanımları. Bunlar; “Hadîcet-ül-kübrâ, Sevde bintü Zem’a, Aişe bintü Ebî Bekr, Hafsa bintü Ömer-ül-Fârûk, Zeyneb bintü Cahş, Zeyneb bintü Haris, Zeyneb bintü Hüzeyme, Remle bintü Ebî Süfyân, Cüveyriyye bintü Haris Snfiyye bintü Hayy, Ummü Seleme, Meymûne bintü Haris, Mâriyet-ül-Kıbtiyye”dir (r. anhünne). Ünsiyet Alışkanlık, ülfet, dostluk. Ünvan Kitap, mecmûa, makale başlığı. Ad, isim, lakab. Üslûb Tarz, yol, biçim, usûl. İfâde yolu. Üstâd Muallim, öğretmen. Usta, sanatkar. Bir ilim ya da sanat alanında üstün yeri olan kimse. Üniversite profesörü Vâcib Terki caiz olmayan, yapılması gerekli. Şüpheli delîl ile Allahü teâlâ tarafından bildirilen farz derecesine yakın olan emirler. Meselâ, vitir namazı kılmak, kurban kesmek, Ramazân-ı şerîf bayramında fıtra vermek. Va’d ve vaîd Söz verme, üstüne alma. Birşey vereceğini peşin olarak söyleme. Allahü teâlânın Cennet ile va’di, Cehennem ile vaîdî. Vahdaniyet Allahü teâlânın zâtında ve sıfatında şeriki ve naziri olmamak. Vahdet Birlik, bir ve tek olma. Vakûr Ağır, temkinli, vakarlı. Varak Yaprak. Yazma eserlerde sahifenin ön ve arkası. Vârid Gelen, ulaşan, kavuşan. Bir mes’ele. Vâris ölen kimsenin malından hisse almağa hakkı olanlar. Vasf etmek Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl ve sıfatları söylemek. Vâsıta iki şey arasında aracı ve bağ olan kimse. Vasî ölen bir kimsenin vasıyyetini yerine getirmekle vazîfeli olan; yetimlerin mallarını, idâre etekle vazîfeli olan kimse. Onu besleyip, büyüten, terbiye eden. Vasiyet Bir kimsenin ölümünden sonra yapılmasını istediği şeyler hakkında sağlığında verdiği emir ve ısmarlamaları. Va’z Nasihat öğüt. Dinimizin imân, i’tikâd, emir ve yasaklarını bildirme. Vazife Bir kimsenin yapmak mecbûriyetinde olduğu iş. Vech Yüz, çehre, surat. Sebep, vesile, vâsıta. Vedia Saklanmak üzere emânet olarak bırakılan şey. Vefâ Sözde durma, borcu yerine getirme ve ödeme. Vehbî Allahü teâlânın bağış ve ihsânı sonucu olan, Allah vergisi. Vehm Hayâl. Gerçekte olmayıp, var olduğu kabûl edilen kuruntu. Vekâr Ağırbaşlılık, olgunluk. Velâyet Tasavvufta yüksek dereceye çıkmış olan âlimin hâl ve sıfatı. Velî Allahü teâlânın sevgili kulu. Sahip. Ni’met sahibi. Çocucuğun işlerinden mes’ud olan kimse. |
Velîme Düğün ziyâfeti. Veliyy-i kâmil Dînimizin bütün ilimlerinde yetişmiş; tasavvuf derecelerinde, irşâd makamına ulaşmış kimse. Vera’ Dînimizde şüpheli olan şeylerden sakınmağa denir. Veraset Bir kimsenin ölümünden sonra mallarına vâris olma hakkı. Vesk Altmış sa’ (Bir sa’ 4200 gr. sudur) bir deve yükü buğday. Vesvese Şüphe, tereddüt, kuruntu, lüzumsuz düşünme. Vetr Tek, yalnız, Arefe günü. Veyl Cehennemde bir çukur ismi. Vezir-i a’zam Baş vezir, şimdiki başbakan. Padişahın birinci yardımcısı. Vezn Tartı, tartma. Vicdan Kalb, his, merhamet, insaf gibi hasletler. Vilâyet İl. Evliyâlık. Vâlinin idâresindeki yer. Vird Belirli zamanlarda okunması âdet edinilen âyet-i kerîmeler, hadîs-i şerîf, duâ, tesbih. Vukûf Vâkif olma, öğrenme, anlama, haberi olma. Vuslat Sevenin sevdiğine kavuşması. Vuzuh Açık ve belli olma, şerhe, açıklamaya ihtiyâç kalmayacak şekilde açık olma. Vükelâ Vekîller. Vüzerâ Vezirler. Yâd Yabancı, el. gurbet. Anma, hatırlama. Yâd-ı daşt Devamlı huzûr. Her an Allahü teâlânın huzûrunda imiş gibi olmak. Yakaza Uyanıklık. Yakîn Şüpheden kurtulmuş, doğru, sağlam bilgi. Doğru ve kuvvetle bilmenin kalbde hâsıl olması. Yâr Sevgili, mahbûb, mahbûbe, ma’şûk, dost. Ye’cûc ve Me’cüc Kıyâmete yakın çıkacak olan, Zulkarneyn’in (a.s.) sed ardına habs ettiği kavim. Yed-i beydâ Mûsâ’nın (a.s.) mu’cize olarak gösterdiği nurlu, beyaz eli. Yeis Üzüntü, keder. Ümitsizlikten ileri gelen karamsarlık. Yek Bir, tek. Yekpare Bir parça. Yetîm Babası veya hem babası hem anası ölmüş çocuk. Yevm-i şek Şâ’bân-ı şerîf ayının otuzuncu günü. Yevmiye Günlük yapılan işe karşılık alınan ücret. Zâde Evlât, oğul. Nikâh neticesinde doğan çocuk. Zâhid Zühd sahibi. Dünyâya düşkün olmayan kimse. Zâhiren Görünüşe göre, göründüğü gibi. Zakkum Cehennemdeki bir ağacın ismi Zâlim Zulmeden, haksız yere insanlara kötü davranan. Zann-ı gâlib Çok kuvvetli zan etmek. Zarûret Çaresizlik, muhtaçlık, sıkıntı, yoksulluk Zâtlar. Yüksek kimseler. Zâviye Küçük tekke. Açı. Zâyî Kaybolma, elden çıkma Zeamet Osmanlı Devleti’nde, subaylara verilen toprağa denir. Zebanî Cehennemde vazîfeli meleklerin adı. Zecrî önleme, yasaklama. Zorla, zor kullanarak. Zekât Her müslümanın tam mülkü olan nisâb miktarındaki (Zekât malı)nın belli zamanda belli miktarını niyet ederek ayırıp, fakir müslümana vermesi. Zelil Alçak, aşağı, hor. Zem Birinin kötülüğünü söyleme, çekiştirme. Zemherir Cehennemdeki soğuk yer. Zemzem Mescid-i Haram içindeki kuyunun suyu. Zenb Suç, günah. Zeval Sona erme. Güneşin tepe noktasından batıya doğru meyli. Zeyl Ek, ilâve olarak yazılan kitap. Zıl Gölge. Zındık Dîni yıkmağa, gençleri, müslüman görünerek, kâfir yapmağa veya haram olan bir işi, iyi olduğunu söyleyerek bunun yayılması için çalışan veya Allahü teâlânın emirlerinden birinin gericilik oldunu söyleyen kimse. Böyle kimse, namaz da kılsa, hacca da gitse kâfirdir. Zikr Her işte Allahü teâlâyı hatırlamaktır. Zillet Aşağılık. Zimmet Himâye, sahiplenme. Birinin emânetini koruma, üzerine alma Zımmî İslâm devletinin himâyesi, idâresi altında bulunan gayri müslim. Zînet Fâidesi, menfaati olmayıp sâdece gösteriş için kullanılan şey. Zrâ’ Elli santimetrelik uzunluk ölçüsü. Zulmet Karanlık. Kalbin kararması. Zühd Dînimizde günah olur korkusu ile mübah olanların çoğundan sakınmak. Zünnâr Hıristiyanların, âyinlerde bellerine kuşandıkları ucu püsküllü, parmak kalınlığında, yuvarlak kolan. Züyûf Gümüşü az para |