Nadan Câhil, bilmeyen, kaba, terbiyesi kıt. Nâdir Seyrek. Az. Ender bulunur. Az bulunan şey. Nafî Menfaatli, faydalı, kârlı. Nafile Farzların dışında kılınan namazlar. Nahv Arabcada kelimelerin birbirleri ile irtibâtını inceleyen gramer ilminin ismi. Nâib Vekîl, birinin yerine geçen. Kâdı vekîli, İslâmiyet hükümlerine göre karar veren. Hâkim. Nakd Akçe, ma’den para. Peşin para. Külçe veya meşkûk, ya’nî basılmış para hâlindeki altın ve gümüşler. Nakîb-ül-eşrâf Peygamberimizin (s.a.v.) soyundan olanların işlerini görmek için seyyidlerin içinden hükümetçe ta’yin olunan me’mûr. Nakkaş Yağlı boya ile duvar süsleri yapan usta, süsleme san’atkârı. Nakl Birşeyi başka bir yere götürmek, taşımak, aktarmak. Naklî ilimler Yüksek din ilimleri. Naks Duvarlara, tavanlara yapılan yağlı veya suluboya resim süsleme san’atı. İpekli sırma ile işleme. Nass Sarihlik, açıklık, kat’îlik ma’nâları açık ve meydanda olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler. Nâmûs-u ekber Cebrâil (a.s.) Narh Çarşıda, pazarda satılan şeyler için resmî makamlarca ta’yin edilen fiat. Nasârâ Hıristiyanlar. Hazret-i Îsâ’nın getirdiği dîni kabûl edenler. Nasb Dikme. Ta’yin etme. Nasır Yardımcı, yardım eden. Nasîb Pay, hisse. Birinin elde ettiği şey. Allahü teâlânın kısmet ettiği şey. Nâsih Nesh ve iptal eden, geçersiz kılan. Nasihat Öğüt. Doğru, güzel olan şeylerin yapılmasını; çirkin, kötü, günah olanların yapılmamasını söylemek. Naşir Neşreden, saçan, dağıtan, yayan, açan, kitap yayınlayan. Na’t Bir şeyi methederek anlatma. Vasıflandırma. Hazreti Muhammed’i (s.a.v.) öven şiirler. Nazar Bakma, göz atma, göz değme, iltifât, bakıp süzme. Nazargâh Bakılan, Bakılacak yer. Nazari Bakışla ilgili, kesinlik kazanmamış, sâdece görüş hâlinde olan, teorik. Nâzır Bakan, nezâret eden, gözeten, vezir. Nazar eden, gören. Nâzik Terbiyeli, saygılı, narin, güzel, zarîf. Nazm İncileri yan yana dizmek. Kelimeleri, vezinli, kafiyeli yan yana dizme. Sıra, tertip. Nebî Peygamber. Kendisine yeni bir din gelmeyip, kendisinden evvel gelen dînin hükümlerini ortaya çıkarıp yayan peygamber. Necâset Necis, pis olan, murdarlık. Necât Kurtulma, kurtuluş, halâs olma, selâmete erme. Necîb Soyu sopu temiz, nesli, aslı pak olan kimse. Nedamet Pişmanlık. Nedim Meclis arkadaşı, sohbet arkadaşı. Büyükleri, ikra ve hikâyelerle eğlendiren, tatlı konuşan. Nefh-i sûr İsrâfil’in (a.s.) kıyamet kopacağı zaman sûra üfürmesi. Nefs-i emâre Nefsin, insanı günahlara sürükleyici hâli. Haramları, mekrûhları istemekten kurtulmamış hâli. Nehy-i anil-münker Allahü teâlânın yasak ettiği şeyleri bildirme. Nekîr Kabirde suâl soran meleklerden biri. |
Nemime Koğuculuk, çekiştiricilik, dedikoduculuk. Nemmâm Koğucu, söz taşıyıcı, ara bozan. Neseb Nesil, soy. Nesh Fesih, lağvetme. Hükümsüz kılma. Birşeyi kopya etme. Nesih İslâm harflerinde bir yazı çeşidi. Neşr Dağılma, yayılma, herkese duyurma. Ahırette hesaptan sonra Cennete, Cehenneme dağılma. Nezr Adak, adama. Nifak Münâfıklık, iki yüzlülük, ar bozukluğu. Nifas Lohusalık hâli. Kadınların doğumdan sonraki özür haleri. Nikâr Farzları ve haramları insanlara bildirme. Sofiyye arasındaki emr-i ma’rûf ve nehy-anil-münker. Ni’met İyilik, lütuf, ihsân, bahşiş, azık. Yiyeceğe içeceğe dâir şeyler, se’âdet, mutluluk. Nisâb Asıl, esas. Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı Bir meclisin görüşmeye baş layabilmesi için lâzım olar üye sayısı. Nisfün-nehar Güneşin tepedeki hâli. Niyabet Vekâlet, nâiblik, vekîllik, kadı vekîlliği. Niyaz Allahü teâlâya yalvarma, yakarma. Duâ, hacet, ihtiyâç. Niyet Kast etme, kalbin bir şeye yönelmesi, ibâdetlerde, yapılacak ibâdetin çeşidine göre şartlarını kalbden geçirmek. Niza’ Çekişme, kavga, ağız münâkaşası. Nizâm Dizi, sıra, düzen, usûl, tertip yol. Zamanın ve işin çeşidine göre konulan esaslar. Nizâmnâme Konulan nizam ve usûlü içine alan ve ne yolda hareket edileceğini bildiren resmî hükümler. Nûr Aydınlık, parıltı, parlaklık, her çeşit karanlığın, zulmetin zıddı. Nübüvvet Nebîlik, peygamberlik. Nükte İnce ma’nâlı söz. Nüsha yazılı, yazılmış şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan sûret. Nüzûl Aşağı inme. Konağa inme, konaklama. Felç olma. Oba Ev biçimi, birkaç direkli uzun bölme hâlinde keçeden yapılmış göçebe çadırı. Çadırlardan meydana gelen küçük topluluk. Göçebe ailesi. Okka Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. 1750 gramdır. Ordugâh Ordunun konakladığı yer. Ortaklık iki ve daha ziyâde kimsenin aralarında anlaşarak kurdukları şirket. Oruç İslâmın şartlarından biri olup, niyet ederek, tan yerinin ağarmasından güneş batıncaya kadar yemeği, içmeği ve cimâyı terk ederek yapılan ibâdet. Oruç kazâsı Tutulamayan veya bir özür ile bozulan farz ve vâcib oruçlar ile, niyet ettikten sonra bozulan nafile oruçların sonradan gününe gün tekrar tutulması. Oruç keffâreti Mükellef olan kimsenin, Ramazân-ı şerîf orucunu özürsüz bozması hâlinde, altmış gün ardarda, bir gün de bozduğu orucun yerine tutması lâzım gelen oruç. Ölmek Dünyâ hayâtının bitip âhıret hayâtının başlaması. Rûhun Bedenden ayrılması. Ömre Hac zamanı olan beş günün dışındaki günlerde, ihram ile tavaf ve sa’y yapmak, saç kazımak veya kesmek. Örf Âdet, gelenek, hüküm. Sarık saranların giydikleri bir çeşit kavuk. Örfi Âdetle ilgili. Öşür Topraktan alınan mahsûlün zekâtı. Özür Bir kusur veya suçun hoş görülmesini gerektiren sebep. |