M

Maârif Ma’rifetler, ilimler, bilgi.

Maazallah Allah korusun, Allah esirgesin.

Ma’bed ibâdet edilen yer.

Ma’beyn iki şeyin arası. Sarayda pâdişâhla diğer insanların irtibâtını sağlayan kimselerin bulunduğu oda.

Ma’bûd-i hakîki Allahü teâlâ, Hakîki ma’bûd.

Madde Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan varlık.

Maddiyûn Maddeciler, maddenin sonradan yaratıldığına inanmayanlar.

Mafsal Vücûdumuzdaki oynak yerler.

Magâzî Gazâ ve savaş hikâyeleri, gazâ ve savaşlar.

Mağdur Gadre, haksızlığa uğramış.

Magrib Batı tarafında olan memleketler. Mısır’ın batısındaki Kuzey Afrika memleketleri, Fas.

Mağrur Gururlu, Allahü teâlâdan başka birşeye güvenip aldanan kendini beğenmiş kimse.

Mâh Gökteki ay, senenin oniki ayından biri.

Mahkeme-i kübrâ En büyük mahkeme, kıyâmet günü.

Mahlas Kurtulacak yer. Şâirlerin şiirlerinde kullandıkları ad.

Mahşer Haşrolunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer.

Mahv Yok etme, ortadan kaldırma, beşerî eksikliklerden kurtulma hâli.

Makale Tek bir bahis üzerine kaleme alınan şey. Söz. Fırka.

Makâmât-ı aşere Fenâ makamının başlangıcında olan ve fenâ makamına kavuşmak için lâzım olan on şey. Bu on şey; tövbe, zühd, tevekkül, kanâat, uzlet, zikr, teveccüh, sabr, murâkabe ve rızâdır.

Makâm-ı İbrâhim Kâ’be’de İbrâhim aleyhisselâmın Kâ’be’yi inşâ ederken veya insanları hacca da’vet ederken üstüne çıktığı taşın bulunduğu yer.

Makâm-ı Mahmûd Resûlullah efendimizin (s.a.v.) kıyâmet günü kavuşacağı en yüksek şefaat makamı.

Mantık Söz, hakîkat ararken yapılan zihnî muâmelelerden hangilerinin doğru ve hangilerinin yanlış yola çıktığını gösteren ilim.

Manzûme Sıra, dizi, takım. Sistem. Vezinli, kafiyeli söz.

Ma’rûf Bilinen, tanınmış, belli, dînimizin makbûl kıldığı, emrettiği şevler.

Ma’rûzât Arzolunmuş, arzolunan şeyler, küçükten büyüğe bildirilenler.

Masdar Birşeyin çıktığı kaynak. Fiilin şahsa ve zamana bağlı olmayan şekli.

Mâsivâ Allahü teâlâdan başka her şey demektir.

Ma’siyet Günah olan, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler.

Maslahat Barış. Güvenlik ve kurtuluş yolu, iyilik yolu. İş. Husûs. Madde. Durum.

Me’ânî Ma’nâ, lügat ve cümle yapısı mes’eleleriyle, sözün maksada uygunluğundan bahseden ilim.

Mebde-i teayyûn Her mahlûkun yaratılmasına ve vücûdda kalmasına vâsıta olan ism-i ilâhi.

Mebi’ Satılan mal.

Mecaz Gerçek anlamı ile kullanılmayıp, bir benzerlik ve ilgiye dayanarak başka bir anlamda kullanılan söz.

Mecelle Fıkıh kitaplarının muamelât kısmında toplanıp derlenmiş kısa ve özlü kaideler ve bunları içine alan eser.

Mecmûa Toplanıp bir araya getirilmiş, derlenip düzenlenmiş şeylerin bütünü. Dergi.

Mecnûn Aklı örtülmüş, deli olmuş.

Mecruh Yaralanmış, yaralı. Gerek savaşta ve kavgada gerekse kaza sonucu bedeninin bir tarafı yaralanmış olan, incinmiş.

Mecûsi Ateşe tapan.

Medeniyet Memleketleri îmâr etmek, insanların bedenen ve rûhen rahat olmaları.

Medh övme, birinin iyiliğini söyleme.

Medyun Borcu olan, borçlu.

Mefûl Yapılmış, işlenmiş.

Mehr Evlenecek erkeğin, evleneceği kadına (kıza) vereceği altın, gümüş veya herhangi bir mal veya menfaat.

Mekr Hîle, düzen, hile ile aldatma.

Mekrûh Delîlinden zan ile anlaşılan yasaklar.

Meks Durma, eğlenme. Haksız yere vergi alma.

Melâike Melekler.

Meleke Tecrübe, çok uğraşmakla kazanılan yakınlık. Ustalık.

Melek-ül-mevt Ölüm meleği, Azrail (a.s.).

Memâlik Memleketler, ülkeler.

Memlûk Birinin malı olan, köle.

Me’mûr Emîr almış olan kimse. Bir işle vazîfeli kişi.

Menâhî işlenmesi dînen yasak edilmiş şeyler.

Menbâ’ Bir şeyin çıktığı yer, kaynak.

Menfaat Kâr, fayda.

Menkıbe Bir büyük kimsenin üstünlüklerini anlatan kıssa.

Menn İyilik etme, iyilikte bulunma. Batman. Tîh (Sina) çölünde İsrâiloğullarına Allahü teâlâ tarafından indirilen helva.

Mensûh Geçersiz kılınmış, ortadan kaldırılmış, hükümsüz kılınmış.

Merâtib Mertebeler, rütbeler, dereceler.

Merdûd Red olunmuş, kovulmuş, geri çevrilmiş.

Merhale Menzil, konak, iki menzil konak arası. Bir günlük yol.

Merhamet Şefkat gösterme, acıma, birini esirgeme.

Mer’î Yürürlükte olan.

Mersiye Birisinin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü anlatan manzûme. Ağıt.

Meşrû’ Dînin izin verdiği doğru ve uygun olduğunu bildirdiği şeyler.

Meşveret istişâre, danışma, görüşme ve düşüncesini alma.

Meta’ Satılacak mal, kumaş, kıymetli eşya. Ticâret malı.

Metin Kitabın asıl yazısı, açıklamalardan ve eklerden ayrı olarak yazarın kendi sözü olan kısmı. Dayanıklı, sağlam. Hadîs-i şerîflerde Peygamber efendimizin sözlerine verilen isim.

Mevâlî Efendiler, sahipler, azadlı, azâd edilmiş köleler.

Mevleviyyet Mevlevîlik. Müderrislikten sonraki ilmiye sınıfı.

Mevlid Dünyâya gelme. Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) doğumunu anlatan manzûm eser.

Mezheb Gidilen, yürünen yol. Bir müctehidin çıkardığı ahkâmın hepsine denir.

Mıshaf Sahîfelerden meydana gelmiş kitap. Kur’ân-ı kerîm.

Mihmandar Misâfir kabûl eden veya bir misâfir yanında vazîfelendirilmiş olan.

Mihnet Sıkıntı, eziyet.

Mihrâb Mescid, câmi v.b. İbâdet yerlerinin kıble yönünde İmâmın durduğu yerin önündeki duvarın içindeki oyuk.

Mîkâd Hacıların ihrama girdikleri yer.

Milliyet Din, mezheb (Yanlış olarak aynı ırka mensûp insanlar için kullanılmaktadır.)

Minare Câmilerde, müezzinlerin çıkıp ezan okuduğu yer.

Minber Câmilerde hatiplerin hutbe okumaları için yapılmış merdivenli yüksek yer.

Minnet iyilik, yardım, bağış. Bir iyiliğe karşı teşekkür etme, buna kendini borçlu sayma. Hamd.

Mi’râc Merdiven. Peygamberimizin (s.a.v.) göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.

Mîsak Sözleşme, andlaşma.

Misvak Arabistanda yetişen erak ağacının dallarından bir karış uzunluğunda kesilen parça. Dişleri temizlemekte kullanılır.

Mizah Şaka, eğlence, latife.

Mizan Tartı âleti, ölçü. Âhırette sevâb ve günahların tartılacağı terazi.

Mizmar Çalgı âleti, ney, düdük, kaval.

Molla Büyük kadı. Vilâyet kadısı.

Muaccel Acele, vadesiz, peşin olarak, hemen.

Muahede İki devlet arasında yapılan antlaşma.

Muaheze Çekiştirme, çıkışma, kınama, dokunacak söz söyleme.

Mubah Dînimizde yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.

Mu’cem Noktalı. Alfabe sırasına göre düzenlenmiş kitap.

Mûcib Gerektiren, gerekli kılan, yol açan, gerekçe.

Mu’cize Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde meydana gelen şeylere denir.

Mudâhene Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde haram işleyene mâni’ olmamak.

Mudârâ Kendisine veya başkalarına zarar gelmek korkusundan dolayı, iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle fitneye mâni’ olmak için susmaktır.

Muhabbet Sevgi, sevme, dostluk, bağlılık. Arada hiçbir sıfat, hiçbir nisbet, hiçbir i’tibâr olmaksızın, yalnız Allahü teâlâyı sevmek.

Muhacir Ailece yerleşmek üzere başka ülkeye, şehre göç etmek.

Muhaddis Hadîs-i şerîf âlimi.

Muhakkik Tahkîk eden, hakîkati gerçeği arayıp ortaya çıkaran.

Muhal Mümkün olmıyan, imkânsız.

Muhalif Zıt, karşı, aksi olan.

Muhâsama Husûmet, iki taraf arasında düşmanlık.

Muhassi Haşiye yazan. Bir kitabın kenarlarına ve altlarına açıklamalar yazan.

Muhlas Niyetini ve ihlâsını düzeltmek için uğraşmağa lüzum olmayan kimse.

Muhlis Niyyetini ve ihlâsını düzeltmeğe uğraşan kimse.

Muhsin İhsân eden, iyilikte, bağışta bulunan.

Muhtasar Kısaltılmış, ayrıntılı olmayan.

Muhtekir İnsanların tahıl ve benzeri zarurî ihtiyâç maddelerini ucuz toplayıp, bekletip pahalandığı zaman satan. Karaborsacı.

Muhtesip Eskiden şehre getirilerek satılan maddelerin vergi ve tartı işlerine bakan me’mûr. Belediye me’muru.

Muhyî Dirilten, canlandıran, hayat veren.

Muid Talebeye dersi tekrarlayan müderris yardımcısı. Asistan.

Mukaddes Ayıp ve noksanlardan kurtulmuş, temiz.

Mukaddime Başlangıç, önsöz. Önde giden.

Mukallid Taklit eden, bir şeyin aynısını yapmağa çalışan.

Murâkabe Bakış, gözetme, çok ve dikkatli bakma. Kontrol etme. Başını önüne eğerek ma’nevî âlemi düşünme.

Musibet Bela. Büyük felâket, felâket.

Müceddid Yenileyen, yeni hâle koyan. Unutulmuş sünnetleri kitaplardan çıkararak yeniden ortaya koyan âlim.

Mücessime Allahü teâlâya cisim diyen sapık fırka.

Mücmel Kısa ve az sözle ifâde olunmuş, kısaltılmış.

Müctehid İctihâd makamına yükselmiş âlim.

Müdârebe ortaklığı Ortaklardan bir kısmının sermâye, bir kısmının iş görmesi şartı ile kurulan ortaklık.

Müdekkik Tetkik eden, inceleyen. Her şeye körü körüne inanmayıp etrâflıca inceleyen.

Müdellel Delîl ile ispatlanmış.

Müderris Ders veren kimse. Profesör. İlim yolunda belli bir rütbeye sahip kimse.

Müfessir Kapalı, kısa söylenmiş şeyleri geniş anlatan. Tefsîr âlimi.

Müflis İflâs etmiş.

Müfsid Bozan, fenâlaştıran, ara açan, ara bozan.

Müfteri iftira eden, uyduran.

Müftî Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren âlim.

Mükâfat Bir hizmet ve iyiliğe karşı yapılan iyilik, iyilikle karşılama

Mükâşefe Meydana çıkarma. Tasavvuf derecelerinde yükselerek hakîkat sırlarını görme.

Mükellef Bir şeyi yapmaya, bir şeyi ödemeye mecbûr olan.

Mükerrem Muhterem, azîz, saygı değer.

Mülâki Buluşan kavuşan görüşen.

Mülhid Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ vererek dinden çıkan, ya’nî îmânı bozuk olan.

Mülk-i habîs Çeşitli kimselerden alınan habis mallar veya kendi helâl malı ile bu malların karışımı olan mal.

Mültezim Devlete âit bir geliri, götürü olarak üstüne alıp toplayan.

Münker Yapılması uygun olmayan. Kabirdeki suâl meleğinin birinin adı.

Müntesib Bağlanmış, ilgi ve bağlantısı olan, ilgili

Mürâî Gösteriş için iyi güzel iş yapan. İkiyüzlü, riyakâr.

Mürid Talebe. Eskiden, bir şeyhin, tasavvuf âliminin, talebesi olup, dinini ve tasavvufî hakîkatleri öğrenen kimse.

Mürşid Doğru yolu bulmuş, başkalarına da gösteren. İrşâd eden yüksek âlim.

Müsned Senedi, Peygamberimizin (s.a.v.) eshâbına kadar dayandırılan hadîs-i şerîf ve sünnetler.

Müsta’mel Kullanılmış, eski. Yeni olmayan.

Müstear Geçici olarak kullanılmak üzere alınmış. Kendi malı olmıyan, iğreti takma.

Müstecâb Kabûl cevâbını alan, isteğine uyulan, isteği kabûl edilen.

Müstehab Yapılması sevâb olup, yapılmazsa günah olmayan şeyler.

Mut’a nikâhı Bir kadını geçici bir süre için nikâh etmek. Dînimiz bu nikâhı yasak etmiştir. Eshâb-ı Kirâm düşmanları bu nikâhı yapmaktadırlar.

Mütâlâa Bir işi iyice etrâflıca düşünme.

Müteallim ilim öğrenen, okuyan, ders alan.

Mütebahhir ilim ve üstünlükte derya gibi geniş ve derin olan, ilmin derinliklerine varan.

Müteveccih Yüz tutan, bir yere doğru gitmeğe karar veren, yola çıkan.

Mütevekkil Tevekkül sahibi.

Mütevelli Bir vakfın yönetimi kendisine verilmiş olan, Tasarrufu vakıflarca izne bağlı kimse.

Müttefakun aleyh Bir mes’ele üzerinde İslâm âlimlerinin söz birliği icmâ.