Bâb-ı Ali Osmanlı hükümeti, Osmanlılar zamanında İstanbul’da bakanlıkların ve devlet dâirelerinin bulunduğu bina. Bâb-ı hümâyûn Topkapı Sarayı’nın birinci kapısı. Bâdiye Sahra, kır, ova, çöl, köylü. Bâgî Âsî, serkeşlik eden, haksızlık yapan. Hükümete isyan eden. Bahr Deniz, umman, çok bilen, âlim. Bahşetmek ihsân etmek, vermek. Baht Kısmet, talih, ikbâl, saadet. Bâkî Cenâb-ı Hak, ebedî, daimî, sonu gelmez, sonsuz, ölmez. Bani Kurucu, bina eden, yapan. Bâr Yük, zahmet, defa, yemiş, meyve, kale duvarı. Ba’s Gönderme, gönderilme. Diriliş, ihya, uykudan uyandırma. Basîr Görücü, müdrik olan, Anlayışlı. Hakîkatları anlayan. Kalb gözü ile gören. Basiret Hakikati kalbiyle hissetme, anlama. Bast ve kabz Allahü teâlânın cemâl tecellîsi ile kalbin sükûn ve huzûr bulması ferahlaması. (Mukabili ise, kabz hâlidir.) Batman Eski ağırlık ölçülerinden (7.692). Bedâyi Eşi, benzeri olmıyan güzel mükemmel ve yeni şeyler. Bedevî Çölde yaşayan, göçebe. Medenî olmayan. Bedîat Tabii güzellikler, hayret verici güzellikte olan. Bedîhî Akla kendiliğinden gelen. Delîlsiz, açık olan, belli. Beis Zarar, kuvvet ve şiddet, zahmet. Bekâ Bâki olma, devamlılık, sebat evvelki hâl üzere kalma, evliyâlıkta makamların sonu. Hakîkatte; bekâ makamına kavuşanın nefsi emmârelikten kurtulmuştur. Rabbinden râzı olmuştur. Kelâmda; varlığının asla sonu olmayan Cenâb-ı Hakkın bir sıfatıdır. Bekâbillah Tasavvufta evliyânın kalbinde yalnız Allahü teâlâyı bulundurmak. Vilâyet makamlarının en sonu. Belâ Musibet, âfet, gam, keder. Belâdet Akılsızlık, budalalık, sersemlik, iz’ansızlık. Belagat Düzgün ve yerinde konuşma, güzel söz söyleme san’atı. Bende Köle, hizmetçi, bağlanmış olan. Berâet Temize çıkma, bir da’vânın neticesinde suçsuzluğu anlaşılma. Berâhime Hind ve mecûsilerin din adamları, reîsleri, başkanları. Berât Rütbe, nişan, imtiyaz verildiğini gösteren ferman. Berberî Afrika’nın kuzeyinde oturan halk (Mısır hâriç). Berber kavmine mensûp olan. Bereket Bolluk, çokluk, feyz, cenâb-ı Hakkın lütfu, ihsânı. Berî Kurtulmuş, temiz, sâlim, kusur ve noksanı olmıyan. Berîd Haberci, sürücü, dört fersah mesafe. Berzah âlemi Kabir hayâtı, dünyâ ile âhıret arası, iki âlem arası. Beşaret Müjde, sevindirici haber. Beşâet Güleryüzlülük, güleryüz. Beşer insanoğlu, âdemoğlu. Bevâtın Gizli kapaklı şeyler, açık olmıyan. Beyân îzâh etme, açıklama, anlatma. Beylerbeyi Osmanlı eyâlet umûmî vâlisi. Sancak beylerinin başı. Beyt Ev, hâne. İki satırlık manzûm yazı. Geceyi bir işle geçirme. Beyt-i makdis Mukaddes ev, Kudüs’deki Mescid-i Aksa. Beyt-ül-mâl İslâm devletinde mâliye hazinesi. Beyyine Şâhid, delîl. Bezm-i Elest Cenâb-ı Hak, rûhları yarattığında; “Ben Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda rûhlar; “Evet” diye cevap verdiler. Bu âna “Elest meclisi” veya “Bezm-i Elest” denir. Bezzâz Kumaş satan tüccâr, manifaturacı. Bîat Bağlı olduğunu, i’timâdını bildirmek. Birisinin hükümdârlığını kabûl etmek. Bid’at ehli Peygamber efendimiz (s.a.v.) ve Hulefâ-i Râşidîn (dört halîfe) zamanında olmayıp, dinde sonradan uydurulan şeyleri yapanlar. Bidâyet İlk olarak, başlangıç. Bi’set Peygamberlerin ve Peygamber efendimizin (s.a.v.) nübüvvetinin bildirilme zamanı. Buğd-i fillah Allahü teâlânın düşmanlarına düşman olmak. Buhl Cimrilik, pintilik. Buğzetmek Sevmemek, bir kimse hakkında gizli, kalbî düşmanlık beslemek. Büdelâ Ebdâl, evliyâ zümresinde bir cemâat. |
Bühtan İftirâ. Bürde Hırka, palto, üstten giyilen elbise. Bürhân Delîl, huccet, inkârı mümkün olmıyacak şekilde isbat vâsıtası. Büzürgân Büyükler, velîler. Caiz Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil. Olur, olabilir. Caize Azık, yol yiyeceği. Hediye, ermağan, bahşiş. Câriye Muharebede İslâm düşmanlarından esîr edilen kadın hizmetçi. Akıcı olan, Seyreden, giden. Cebbar Allahü teâlânın esmâ-ül-hüsnâsından. İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Kudret sahibi. Cebr Zor, zorlama. Düzeltme, ta’mir etme. Cebriyye Bozuk fırkalardan. Kulun hiç bir fiil, irâde ve kudrete sahip bulunmayıp, yalnızca ilâhî fiillere sahne teşkil etmeye mecbûr olduğunu kabûl ederler. Cedel Niza. Hakkı bulmak için olmayıp, galip görünmek için çekişme. Cehâlet ilimden ve her nevi müsbet malûmattan habersiz olmak. Cahillik, bilmezlik. Cehd Gayret. Nefsin isteklerine karşı gelmek. Güç ve kuvvetini ziyadesiyle sarf etme. Cehennem Allahü teâlânın emirlerini yapmayıp yasaklarından kaçınmıyan ve O’na inanmayanların âhırette cezalandırılacakları yer. Cehl-i mürekkeb Çok câhil. Bilmemekle berâber, bilmediğini de bilmemek Celâdet Yiğitlik, bahadırlık, metanet. Celâl Allahü teâlânın kahrının ve azametinin tecellisi. Sonsuz derecede büyüklük. Hiddetlilik. Hısım. Celallenmek Hiddetlenmek, kızmak. Celb Kendi tarafına çekmek. Çekmek, götürmek. Cemâd Taş, toprak, ma’den gibi cansız olan cisimler. Cemâl Allahü teâlânın lütuf ve ihsânı ile tecellî etmesi. Yüz güzelliği. Cem’iyyet Topluluk, birlik. Hey’et. Bir yere toplanma. Cennet Allahü teâlâya inanıp emirlerini yapan ve yasaklarından kaçınanların âhırette mükâfaatlandırılacakları yer. Cepken Bir nevî örtü. Cerbeze Hikmetin aşırı olması, ukalâlık. Cerh Yara. Yüz ve baştan başka uzuvlardan birisini yaralamak. Birisine söğmek. Bir kimsenin fikrini çürütmek. Cerh ve ta’dil Hâfız ve mütehassıs bir hadîs âliminin, günahkârlık, yalancılık... gibi sebeplerle, bir râvinin rivâyetini reddetmeye “Cerh”; bir râviyi, rivâyeti kabûl olunacak şekilde vasıflandırmaya, böyle olduğunu açıklamaya “Ta’dîl” denir. Cerîb Arab yarımadasında kullanılan 216 litrelik bir hacim ölçüsü. Dönüm. Cerîr Devenin boynuna taktıkları ip. Cevâd Çok ihsân edici, çok cömert. Cevdet Kusursuzluk, güzellik, iyilik, cömertlik. Cevher Bir şeyin özü. Kıymetli taş, elmas. Element. Cevr-ü cefâ Haksızlık, eza, zulüm. Cezbe Allahü tealinin muhabbetiyle kendinden geçme hâli. İstiğrak. Cibâyet Vergilerin ve diğer devlet gelirlerinin tahsil edilmesi. Cibril (Cebrâil) Allahü teâlânın emirlerini peygamberlere getirmekle vazîfeli melek. Dört büyük melekten biri. Cidal Sözle mücâdele, güzel ahlâka yakışmıyan tavır ve hareketler. Cîfe Leş, kokmuş et, ölü hayvan. Cifr Harflere verilen sayı kıymeti ile, geçen hâdiselere, ibârelerden târih veya isme dâir işâretler çıkarma ilmidir. Cihâd Allahü teâlânın dînini yaymak için din düşmanlarıyla ve nefsle yapılan mücâdele. Cimri Pinti. Kimseye birşey vermek istemeyen. Hasîs. Cinas Benzeyiş, münâsebet. Birçok ma’nâya gelebilen söz. Cin (peri) Ateşin alev kısmından yaratılmış cisimler olup her şekle girebilen ve gözle görülemiyen mahlûklar. Mükellef olup, âhırette Cennete veya Cehenneme gideceklerdir. Cisim Varlığı bilinen, mekânı, ciheti, uzunluğu, genişliği, derinliği olan şey. Cizye Gayr-i müslimlerden alınan vergi, haraç. Cûd Cömertlik, eli açık olmak. Muhtaçlara yardım etmek. Cübn Ürkeklik, korkaklık. Korkak olma. Cülus Oturma, oturuş. Pâdişâhların tahta geçmesi. Cür’et Cesâret, yiğitlik, korkmadan ileri atılma. Cürüm Kabahat, kusur, hatâ, isyan, kânun hilâfına hareket. Cüz’ Kısım, parça. Kur’ân-ı kerîmin otuzda bir parçası. Çeştî Hâcegânı Çeştiyye yolunun büyükleri. |