YAHYÂ MUAMMER MEZÛRÎ İMÂDÎ

Fıkıh âlimi, tasavvuf ehli. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî’nin talebelerinin büyüklerinden. Doğum ve vefât târihi kesin değildir. Hicrî onüçüncü asrın yarısında yüz yaşlarında iken vefât edip, Bağdat’ta Abdülkâdir-i Geylanî hazretleri civarında defnedildi.

Yahyâ Mezûrî hazretleri küçük yaşta iken ilim tahsili ile meşgûl oldu. Bağdat’ta, Seyyid Âsım Hayderî ve Sâlih Hayderî gibi âlimlerden âlet ilimlerini öğrendi. Her türlü ilimde söz sahibi oldu. Bilhassa fıkıh ilminde çok ilerledi. Irak bölgesindeki âlimler de kendisinin üstünlüğünü kabûl ederler, müşkillerini ona hâllettirirlerdi. Hattâ kendisinin fıkıh ilminde ictihâdlar arasında tercih yapmaya muktedir olan tercih ehlinden olduğunu söyleyenler bile vardı. Mevlana Hâlid-i Bağdadî, Hindistan’dan Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinden aldığı feyzlerle Irak’a dönünce, daha önce müderrislik yaptıkları Süleymâniye şehrine gittiler. Oradaki âlimler kendisinin sözlerini yanlış anlayıp i’tirâz ettiler. Ancak Mevlânâ Hâlid hazretlerinin güzel sözleri, engin bilgisi karşısında tutunamadılar. En büyükleri bildikleri Yahyâ Mezûrî’ye (r.aleyh) bir mektûp yazarak; “Acele Süleymâniye’ye gel! Bu zâta ancak sen cevap verebilirsin” dediler. Yahyâ Mezürî hazretleri mektûbu alınca, hemen atına binip yola çıktı. Süleymâniye’ye yaklaşınca, şehrin ileri gelenleri ve âlimler karşılamaya çıktılar. Herbiri izzet ve ikramla evine da’vet etti. Elini öpebilmek için insanlar sıraya dizilmişlerdi. Yahyâ Mezûrî, gayretinin çokluğundan hemen Mevlânâ Hâlid hazretlerinin dergâhına gitmek istediğini bildirdi. Hiçbir yere uğramadan, doğru o mübârek zâtın huzûruna vardı. Yolda Mevlânâ Hâlid hazretlerini imtihan için, içinden çıkılması çok zor olan ba’zı sorular hazırlamıştı. Mevlânâ Hâlid, onu ayakta karşıladı. Müsâfeha ettikten sonra yanına oturttu. Yahyâ Mezûrî hazırladığı soruları sormağa niyet ettiği sırada, Mevlânâ Hâlid (r.aleyh) sözü alıp; “İlimde birçok müşkiller vardır. Bunlardan ba’zısı şunlardır ve cevâbı da şöyledir” diyerek, Şeyh Yahyâ’nın sormak istediği bütün soruları kendileri sorup kendileri cevaplandırdılar. “Âlimi âlim anlar” sözü mucibince, Yahyâ Mezûrî (r.aleyh), Mevlânâ Hâlid hazretlerinin ilimdeki üstünlüğünü, tasavvufdaki derecesini anlayıp, teslim oldu. Talebeliğe kabûl edilmesini istirhâm etti. Mevlânâ Hâlid (r.aleyh), talebeliğe kabûl ettiği Yahyâ Mezûrî’ye, dergâhında bir hücre verdi. Süleymâniye şehri ileri gelenleri, Yahyâ Mezûrî hazretlerinin Mevlânâ Hâlid hazretlerine tâbi olduğunu işitip, yaptıklarına pişman oldular. Birçokları, Mevlânâ Hâlid hazretlerine gelip talebesi olmakla şereflendiler.

Mevlânâ Hâlid (r.aleyh), Yahyâ Mezûrî hazretlerini çok severlerdi. Talebesi olduğu hâlde akran muâmelesi yapardı. Yahyâ Mezûrî de, Mevlânâ Hâlid’in meclisinde kendisini hizmetçi kabûl etmekten zevk alırdı.

Mevlânâ Hâlid’in (r.aleyh) halîfelerinden İsmâil Berzencî Hâlidî anlatır: “Şeyh Yahyâ’nın çok hizmetinde bulundum. Birgün Yahyâ Mezûrî, kaylûle vaktinde uyurken Mevlânâ Hâlid (r.aleyh), Yahyâ Mezûrî’nin dergâhına teşrîf ettiler. Kendilerini karşılayıp, Şeyh Yahyâ’nın uyumakta olduğunu arz edince, “Uyandırma!” buyurdular. Şeyh Yahyâ’nın hücresine girdiler, Şeyh uyurken ağzından öptüler ve; “Senin hayâtınla, Allahü teâlâ hazretleri bizi faydalandırdı” buyurdular. Sonra geri döndüler. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin bu duâsı bereketiyle Yahyâ Mezûrî (r.aleyh), zamanın en büyük âlimlerinden, seçilmişlerinden oldu. Fıkıh ilminde tercih derecesine ulaşıp, aklî ve naklî ilimlerde, matematikte adetâ bir ilim denizi oldu. Takvâda, güzel ahlâkta, edeb ve hayada insan aklını hayrette bırakırdı. Hocasının oğlu ve talebelerinden olan Hayderî-zâde İbrâhim Fasîh Efendi, ayakkabısını çevirecek olsa, buna müsâade etmez; “Sen benim hocamın oğlusun, böyle yapma!” buyurur, hocalarının çocuklarına bu derece hürmet gösterirdi.”

Yahyâ Mezûrî hazretlerinin güzel ahlâkına dâir menkıbelerden ba’zıları şunlardır:

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretleri, talebelerinden Abdülvehhâb Sûsî’yi İstanbul’a gönderdi. Orada devlet büyüklerinden gördüğü iltifât karşısında kibir ve gurûra kapılınca, talebelikten tardedildi. Abdülvehhâb Bağdat’a geri dönüp Yahyâ Mezûrî hazretlerine geldi. Elini öptü ve yeniden talebeliğe kabûlü için Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine iltimasta bulunmasını istedi. Yahyâ Mezûrî de, hocasının huzûruna geldi ve Abdülvehhâb’ın affını arzetti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretleri; “Emîr benim elimde olsa affederim. Lâkin silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye’nin hepsinin rûhâniyeti, Abdülvehhâb’ı talebelikten tard eylediler. Ancak sakalını traş, yüzünü kara edip bir merkebe ters biner, sokak ve pazarda bu hâl ile kendisini teşhir ederse o zaman belki meşâyıhın rûhları affederler” buyurdu. O zaman Şeyh Yahyâ; “Ey hocam, Abdülvehhâb nefsine böyle yük yükleyemez, müsâade et, onun adına ben yapayım da Abdülvehhâb affoluna ve ben nefsimi müslümanların ihtiyâcı için feda edeyim” dedi. Hazreti Mevlânâ Hâlid ağlayarak Yahyâ Mezûrî’nin boynuna sarıldı. Beraberce bir hayli vakit ağladılar. Sonra Mevlânâ Hâlid nafile namaza durdu. Yahyâ Mezûrî de kendi dergâhına gitti. Orada bekleyen Abdülvehhâb’a; “Kimseyi kötüleme! Ancak kendi nefsini kötüle!” buyurdu. Abdülvehhâb mahrûm ve hüsran olarak oradan ayrıldı.

Yahyâ Mezûrî hazretleri, çamaşır yıkamakta ve ekmek pişirmekte hanımına yardım ederdi. Evlâdından biri vefât etse kendi eliyle cenâzesini yıkardı. Hanımını teselli etmek için de; “Evlâdımızın vefâtına üzülme! Bilakis Allahü teâlâya şükret ki, şükredenlerden olasın” buyururdu. Hattâ öz babası büyük âlim Abdürrahmân hazretlerini, Yezîdî’lerin dağda şehîd ettikleri haberi gelince, ders vermekle meşgûl idiler. “Hasbünallahü ve ni’melvekil” deyip derslerini bitirmeden kalkmadılar.

Seyyid Sadreddîn Es’ad Hayderî hazretleri vefât ettiği gün, Bağdat’ta talebesi İbrâhim Fasîh Hayderî’nin evinde misâfir idiler. Seyyid Sadreddîn Hayderî’nin vefât ettiği haberi verildi. Yahyâ Mezûrî (r.aleyh); “Seyyid Sadreddîn Hayderî hocamdır ve hocamın oğludur. Onun cenâzesini ben yıkayacağım” buyurdu. Gidip cenâzeyi yıkadı. Velî ve allâme Seyyid Ubeydullah-ı Hayderî de suyunu döküp, kalabalık bir cemâatle namazı eda edildi.

Yahyâ Mezûrî hazretleri yüz senelik bir ömürden sonra vâdesi gelip Bağdat’ta vefât etti. Âlimlerin büyüklerinden Molla Hüseyn bin Molla Câmî cenâzesini yıkadı. Yine ulemâdan Seyyid İbrâhim Fasîh Hayderî, Muhammed Emîn Hayderî, Seyyid Sâlih Hayderî, gibi âlimler de sırayla suyunu döktüler. Cenâze namazına katılmayan bir fert kalmadı. Bağdat’ta yer yerinden oynadı. Namazını Şeyh’in arkadaşı büyük âlim Abdürrahmân Rûzbehâî kıldırdı. Sonra Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbesi civârına defnedildi.

“Redd-ül-Muhtâr” müellifi İbn-i Âbidîn hazretlerinin ve İbrâhim Fasîh Hayderî’nin hocası olan Yahyâ Mezûrî hazretleri, yüksek oğullarını da kendisi gibi âlim ve velî olarak yetiştirdi. Abdullah, Selîm ve Mustafa adlarındaki oğullarının üçü de, yüksek âlim ve Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sevenlerinden idiler.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretleri, yüksek halîfesi Yahyâ Mezûrî ile mektûplaşırlar, ona nasihatlerde bulunurlardı. Bu mektûplarından birinde buyurdular ki:

“Her türlü hamd, sonsuz ni’metler sahibi olan Allahü teâlâya mahsûstur. Peygamberlerinin en yücesi olan ve hiçbirinin uğramadığı eziyetlere uğrayan, Hazreti Muhammed’e (s.a.v.) ve O’nun yüce Âl, Eshâb, Ezvâc-ı tâhire ve Ahbabına salât ve selâm olsun.

Muhterem efendim, senedim ve dayanağım, Allahü teâlânın yolunu neşreden derin âlim Molla Yahyâ’nın ihsân ederek gönderdiği mektûp ile şereflendik. Cenâb-ı Hak, karşılığında bereketli sevâblar ihsân eylesin. Mektûbunuzu okuduk, tam bir ihlâs ve hasretle yazıldığını mübârek hâl ve güzel ahlâkınızı yansıttığını gördük. Beraberinde, malum şeyhin mektûbu da geldi. Kerîm ve raûf olan Rabbimiz teâlâ hazretleri ona hüsn-i hatime ihsân eylesin!

Bu vesile ile sizlere asıl vasıyyetimi bildiriyorum: Uzun zamandır bu diyarda unutulmuş gibi olan tarîkat-i aliyye’yi öğretmekte ve yaymakta takatiniz miktârınca çalışınız. Müslümanların bu yola girmeleri ve uymaları için, anlayacakları delîller ile onları aydınlatıp teşvik ediniz. Şurası kesin olarak anlaşılmıştır ki, büyüklerimizin gönlünde yer tutabilmeleri mübârek İslâm bilgilerini ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdını ve fıkıh, ilmihâl bilgilerini yaymaları ve bu yolda çalışanlara destek olmaları mikdârıncadır. İşittiğimize göre vaktiyle İmâdiye şehrinin çoğu köylerinde cemâat ile namaz kılınmak ve zikr-i ilâhî yapılmakla ma’mûr mescidler varmış. Fakat acaba şimdi vaziyet nedir? Belki bu ma’mûrluk kalkmış, câmiler garîb kalmıştır. Artık bu mescidlere gidip gelen kalmamıştır! Bizleri seven Ziver Paşa’ya bizim adımıza, câmileri bu garîblikten kurtarmaya çalışmasını söylerseniz, pek büyük bir ecre, sevâba kavuşursunuz. Nitekim, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfde; “Ümmetimin fesada uğradığı zamanda, bir sünnetimi öğretene yüz şehîd sevâbı verilir” buyurulmuştur.

Çocuklarınız ve husûsiyle gözümün bebeği çok sevdiğim Molla Muhammed Emîn için şöyle duâ ediyorum: “Yâ Rabbî! Sen onları ebedî saadete kavuşanlardan eyle! Kıyâmet günü peygamberlerinin (a.s.) ve evliyânın sancağı altında haşr eyle!” Âmîn! Bu mübârek yolda gösterilen tâat, ibâdet, zikir ve hizmetlere sımsıkı sarılıp devam ediniz. Çünkü bunlar kalb ve rûh hastalıklarını tedâvi edecek hakîkî ilâçtır. Bunu ancak kalb ve rûh mütehassısı olan Allah adamları ya’nî velîler görürler, bilir ve bildirirler.

Allahü teâlânın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinizde olsun.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mecd-i tâlid tercümesi sh. 66, 95, 100

2) Şems-üş-şümûs tercümesi sh. 33, 41

3) Mecd-i tâlid Bağdat 1299, sh. 12

4) Min mensûrât-il-mecma’-ıl-ilmî el-Kirmânî Tezkâr-ür-ricâl el-cüz-ül-evvel Mevlânâ Hâlid Nakşibendî sh. 80