SIDDÎK-ZÂDE AHMED REŞÎD EFENDİ

Osmanlı âlimlerinden. Yüzüçünçü Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi Ahmed Reşîd olup, Sultan Birinci Abdülhamîd Hân devri kadıaskerlerinden Mehmed Sıddîk Efendi’nin oğludur. Sıddîk-zâde diye bilinir. 1171 (m. 1757) senesinde İstanbul’da doğdu. 1250 (m. 1834) senesinde İstanbul’da vefât etti. Eğrikapı yakınında, Tokludede kabrinin yakınında medfûndur.

Çocukluğundan i’tibâren ilim tahsiline çok arzulu idi. İlk eğitim ve öğrenimini babasından gördü. Zamanının diğer âlimlerinden de ilim öğrenip, girdiği imtihânları kazandı. İlmiye mesleğine girdi. Müderris olup, birçok medreselerde ders okuttu ve talebe yetiştirdi. Daha sonra kadılık mesleğine yönelip, İzmir kadılığına ta’yin edildi. 1220 (m. 1805) senesinde Ordu kadılığına getirildi. Ba’zı yerlerde kadılık yaptıktan sonra, Mekke-i mükerreme ve İstanbul kadılıklarında bulundu. 1231 (m. 1815) senesinde Anadolu kadıaskeri ve aynı sene içinde Rumeli kadıaskeri oldu. Bir müddet bu vazîfeden alındıysa da, 1236 (m. 1820) senesinde yeniden Rumeli kadıaskerliğine getirildi. 1238 (m. 1822) senesinde Yâsinci-zâde Abdülvehhâb Efendi’nin vazîfeden alınması üzerine, şeyhülislâmlık makamına getirildi. Şeyhülislâmlık makamında bulunduğu müddet içinde ulemâyı dâima korudu. Ba’zı sebeplerle değişik yerlere gönderilen âlimlerin İstanbul’a gelmelerini sağladı. Makamına uygun davranışlarıyla pâdişâhın iltifât ve muhabbetini; adâlet, şevkat ve merhametiyle de insanların sevgisini kazandı. 1239 (m. 1823) senesinde vazîfeden alındı. Rumelihisârındaki evinde ibâdet ve tâatla meşgûl oldu. Bu sırada hastalandı ve bir müddet sonra vefât etti. Fâtih Câmii’nde devlet erkânı ve ulemânın hazır olduğu bir cemâat tarafından kılınan cenâze namazından sonra, vasıyyeti üzere, Eğrikapı civarında “Tokludede” kabri yanında defnedildi. Sıddîk-zâde Ahmed Reşîd Efendi, aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, fıkıh ilminde özel ihtisas sahibi idi. Kaynaklarda eseriyle ilgili bilgiye rastlanmamıştır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Devhat-ül-meşâyıh sh. 127

2) İlmiye salnamesi sh. 586

3) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4 sh. 2945