SAVÎ (Ahmed bin Muhammed)

Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Muhammed el-Halveti’dir. Sâvî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 1175 (m. 1761) senesinde Mısır’da Nil nehrinin batı tarafında, “Sâ-ül-Hacer” denilen yerde doğdu. 1241 (m. 1825) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.

Fıkıh, tefsîr, kelâm ve tasavvuf ilimlerinde derin âlim olup, yazdığı kıymetli eserlerinin ba’zıları şunlardır: 1-Hâşiyetün alâ Tefsîr-il-Celâleyn: Celâleyn tefsîri üzerine yazmış olduğu hâşiyesidir. Dört cild hâlinde basılmıştır. 2-Ferâid-üs-Seniyye, 3- Şerhu Hemziyyet-il-Bûsiriyye, 4- Belâgat-üs-sâlik li-akrab-il-mesâlik: Mâlikî mezhebi fıkhının fürû’una dâir iki cild hâlinde yazdığı eseridir. 5- Hâşıyetü alâ Cevheret-it-tevhîd lil-Lakânî, 6-Hâşiyetün alâ şerh-iddenûr alâ risâleti fî ilm-il-beyân, 7- Esrâr-ür-Rabbâniyye vel-füyûzât-ir-Rahmâniyye: Salevât-üd-Derdîriyye adlı eserin şerhidir. 8-Hâşiyetün alâ Envâr-üt-tenzîl lil-Beydâvî, 9- Haşiyetün alel Haridet-i behiyye lid-Derdîr fil-kelâm, 10- Haşiyetün alâ Şerh-id-Derdîr li-Muhtasarihî, 11- Şerh-ül-manzûmeti Esmâillahilhüsnâ lid-Derdîr.

Celâleyn Tefsîri üzerine yazdığı dört ciltlik haşiyesinden ba’zı kısımlar:

Lokman sûresi 12. âyetinin; “Zât-ı ulûhiyyetime yemîn ederim ki, biz Lokman’a hikmet verdik ve Allaha şükret dedik” meâlindeki âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyuruyor ki: Lokman aleyhisselâm, Târuh bin Nâhur bin Fahûr’un oğludur. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğlunun oğludur. Eyyûb aleyhisselâmın kızkardeşinin oğlu olduğu da rivâyet edilir. Eyyûb aleyhisselâmın halasının oğlu olduğu, bin sene kadar yaşadığı ve Dâvûd aleyhisselâma ulaştığı söylenir. Tefsîr âlimleri onun hakim (hikmet sahibi, va’z edici) olduğu, peygamber olmadığı husûsunda ittifâk ettiler. Ancak İkrime ve Şa’bî peygamber olduğunu bildirdiler. Lokman aleyhisselâmın peygamberlikle, hakimlik arasında serbest bırakıldığı ve hakimliği tercih ettiği de rivâyet edilir. Rivâyet edilir ki: Lokman (a.s.) gün ortasında uyuduğu sırada kendisine bir nidâ gelip; “Yâ Lokman! Seni yeryüzüne halîfe kılmamızı, insanlar arasında hak ve adâletle hükmetmeyi ister misin?” Lokman aleyhisselâm o sese cevap verdi ve dedi ki: “Eğer Rabbim beni serbest bırakırsa, afiyet ve sıhhat isterim. Belâ ve musibetten de muhafaza etmesini dilerim. Eğer sıkıntı ve belâ da verirse, seve seve kabûl ederim. Çünkü biliyorum ki, Allahü teâlâ bana belâ ve musibet verirse, bana yardım eder ve beni onlardan korur.” Bunun üzerine melekler, nereden geldiğini bilmediği bir sesle; “Niçin yâ Lokman” dediler. Lokman aleyhisselâm buyurdu ki: “Hakimlik, rütbelerin en sıkıntılısı ve en yükseğidir. Her tarafta mazlûm kimseler olsa da, âdil olursan rahat ederler ve kurtulurlar. Eğer yoldan saparsan Cennet yolundan saparsın. Bir kimsenin dünyâda zelîl ve sıkıntılı olması, şerefli ve sıkıntısız olmasından hayırlıdır. Kim âhıret üzerine dünyâyı tercih ederse, dünyâ ona fitne olur ve âhıret üstünlüklerine kavuşamaz.” Bu sözlerine melekler şaştılar. Lokman aleyhisselâm, tekrar uyuyup uyandığı zaman, kendisine hikmet verildiğini anladı. Hikmetli sözler konuşmağa başladı.

Bundan sonra Dâvûd aleyhisselâma hikmetli sözleriyle yardımcı oldu. Lokman aleyhisselâmın terzilik yaptığı veya koyun çobanı olduğu da nakledilir.

Rivâyet olunur ki: Lokman aleyhisselâm yolda giderken bir kimseyle karşılaştı. Lokman (a.s.) hikmetli sözler konuşuyordu. O kimse; “Sen filan çoban değil misin” deyince, Lokman aleyhisselâm; “Evet” dedi. O kimse; “Bu dereceye nasıl ulaştın?” diye sorunca; “Doğru söz söylemek, emânete riâyet etmek ve mâlâya’nî’yi (lüzumsuz işleri ve sözleri) terk etmekle ulaştım” buyurdu.

Hikmet: İlim ve ameldir. Bu ikisini birleştirmedikten sonra bir kimseye hakim denilmez. Hikmet Emânete riâyet etmek, ma’rifet ma’nâlarına da gelir. Hikmet; “İnsanın gözüyle gördüğü gibi, eşyayı idrâk etmesini sağlayan ve kalbde bulunan bir nûrdur” da denildi.

Lokman aleyhisselâmın onikibin tane hikmetli söz konuştuğu ve insanların o sözleri kendi sözleri arasına aldıkları söylenir.

Lokman aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâmın peygamber olmasından önce, insanlar arasında hikmetli sözleriyle va’z eder, fetvâ verirdi. Dâvûd aleyhisselâm peygamber olarak gönderilince fetvâyı terk edip, ona ümmet oldu ve ondan ilim öğrendi.

Allahü teâlâ; “Lokman aleyhisselâma hikmet verdik ve hikmetten ihsân ettiğimiz şeye şükretmesini emr ettik. Kim Allahü teâlânın verdiği ni’mete şükrederse şükrünün faydası kendinedir” buyurdu. Zîrâ şükürle, nail olduğu ni’metin hakkını eda ettiği gibi şükür, ni’metinin devamına ve artmasına sebep olur. Çünkü şükürden istifâde edecek kimse şükr eden kimsedir. Eğer bir kimse küfrân-ı ni’metle Rabbine küfr eder, verdiği ni’metin hakkını eda etmezse, küfrân-ı ni’metin zararı da kendinedir. Çünkü Allahü teâlânın hiç kimsenin şükrüne ihtiyâcı yoktur. Kullarından hiçbir kimse şükretmese, zât-ı ulûhiyyetine hiçbir zarar gelmez.

Allahü teâlâ, Lokman’a (a.s.) hikmet verdiğini buyurduktan sonra, Lokman’in (a.s.) hikmetlerinden ba’zılarını şöyle beyân etti:

“Habîbim zikret şol zamanı ki; o zaman Lokman oğluna nasihat ederek şöyle demişti: “Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Zîrâ şirk, büyük günahtır.”

Lokman’ın (a.s.) oğlunun ismi “En’âm”, “Meşkem” veya “Saran” olduğu söylenir. Denildi ki: Oğlu ve hanımı küfürde idi. Uzun müddet va’z ve nasîhatten sonra müslüman oldular.

Rivâyet edilir ki: Lokman aleyhisselâm, bir torba içine bir miktar hardal tanesi koydu ve yanına aldı. Oğluna mev’ize mev’ize (konu konu) nasihat etmeye başladı. Her bir nasîhatından sonra bir hardal tanesini torbadan çıkardı. Nihâyet torbadaki hardal taneleri bitti. Bunun üzerine oğluna dedi ki: “Ey oğulcuğum! Sana uzun müddettir va’z-ü nasihat ettim. Eğer bu va’z-ü nasihati dağa etseydim dağ parçalanırdı.” Oğlu, nasihatleri üzerine şirkten vaz geçip, onun dinine döndü ve müslüman olduktan sonra öldü.

Lokman aleyhisselâmın hikmetli nasihatlerinden ba’zıları:

“Ey oğlum! Takvâyı kendin için âhıret sermâyesi edin. Çünkü takvâ, mal ve mülk ile olmayan bir ticârettir.

“Ey oğlum! Cenâzede hazır bulun, düğüne gitme. Çünkü cenâze sana âhıreti hatırlatır. Düğün ise senin dünyaya karşı meylini arttırır.”

“Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın. O her sabah zikr ve tesbih ediyor. Sen ise uyuyorsun.

“Ey oğlum! Tövbeyi geciktirme. Çünkü, ölüm ansızın gelip yakalar.”

“Ey oğlum! Câhil kimselerin sevgisine rağbet etme. Çünkü o, yaptığı kötü işlerine senin râzı olduğunu zanneder.

“Ey oğlum! Allahü teâlâdan kork. Kalbinle korkmadığın hâlde, insanların sana ikram etmeleri sebebiyle Allahtan korkuyor görünme.”

“Ey oğlum! Ben hayatta sustuğuma hiç pişman olmadım. Sükût etmekten pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır.”

“Ey oğlum! Âlimlerin meclisinde bulun. Hikmet sahiplerinin (Allah adamlarının) sohbetinde bulun. Bahar yağmuruyla yeryüzünü yeşillendiren Allahü teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de mü’minlerin kalbini aydınlatır. Yalan söyleyen kimsenin yüzünün nûru gider, kötü huylu olan kimsenin gam ve kederi çoğalır. Anlayışsız kimseye bir mes’eleyi anlatmaktan bir kayayı yerinden oynatmak daha kolaydır.

“Ey oğlum! Câhili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı ve hikmet sahibi birini bulamazsan kendin git.

“Ey oğlum! Allahü teâlâyı anan (hatırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar. İlmin yok ise sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır.”

“Ey oğlum! Allahü teâlânın isminin zikredilmediği meclise rastlarsan orada oturma. Sen âlim olsan da, ilmin sana fayda vermez. Eğer ilmin yok ise cahilliğin fazlalaşır. Onlarla bulunman sebebiyle Allahü teâlânın gazâbı sana isâbet eder.”

“Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Takvâ gemin, îmân yükün, tevekkül hâlin olsun. Umulur ki kurtulursun.”

“Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım Kötü komşudan ağırını görmedim. Nice acılar tattım, fakat fakirlik kadar acı birşey tatmadım.”

“Ey oğlum! Bilmediğin şeyi tam öğren. Bir kişiyle kardeşlik (dostluk) kurmak istediğin zaman önce onu gazâblandır. Eğer kızgınlığı ânında sana adâletle davranırsa ona yaklaş, yoksa ondan sakın.”

“Ey oğlum! Dilini “Allahümmagfirlî” demeğe alıştır. Çünkü, Allahü teâlânın reddetmeyeceği saatler vardır”

“Ey oğlum! Borçlu olmaktan sakın. Çünkü, gündüz zillet içinde, gece gam ve keder içinde olursun.”

“Ey oğlum! Allahü teâlâ ma’siyetimden dolayı beni cezalandırmaz diye ümitli olmadığın gibi, rahmetinden de ümidini kesici olma.”

“Ey oğlum! Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak, meclislerde ve toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme, ihtiyâcım yok diyerek ilmi de terk etme.”

“Ey oğlum! Yalandan çok sakın. Çünkü dînini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayanı, değerini ve makamını kaybedersin.”

“Ey oğlum! Kötü huylardan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap. Sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol.”

“Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma, insanların elinde olana tama’ etmekten sakın. Kazaya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.”

“Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış. İşlerini nasıl yapacağını onlara sor.”

“Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver.”

“Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde olduğun gibi ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.”

“Ey oğlum! Helâl kazanç ile fakirlikten korun. Fakir düşen kimse şu üç musibetle karşılaşır. Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin yok olması.”

“Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer. Hayır söyleyen kâr eder. Kötü konuşan günahkâr olur. Diline hâkim olmayan pişman olur.”

Lokman Sûresi 16. âyet-i kerîmesinde buyurulduğu üzere, Lokman (a.s.) oğluna vasıyyete devam ederek dedi ki: “Ey oğlum, yapılan iyi veya kötü iş bir hardal tanesi kadar olsa da, bir kaya içinde yahut göklerde veya yerin dibinde gizlense Allahü teâlâ o işi huzûruna getirir ve onu senden suâl eder. Zira Allahü teâlâ, gizli, aşikâr her şeye muttali’, latif ve habîrdir.”

“Ey oğlum! Namazı dosdoğru kıl. Şartlarına, rükünlerine, edeblerine riâyet ederek kıl. Çünkü namaz, dînin direğidir ve Allahü teâlâya münâcaattır.”

“Dînin hayır ve iyilik olarak bildirdiği bütün husûsları emret. El ile, dil ile ve kalb ile gücün yettiği kadar insanları kötülükten sakındır. İbâdetlerinde ve insanlara nasihatin esnasında karşılaşacağın güçlük ve musibetlere sabret. İnsanlara iyilikleri emr ve nasihat edip kendini unutma. Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır. Fakat kendini yakıp eritir.”

“Ey oğlum! Sen insanlardan yüz çevirme. Onlara karşı kibirlenerek hakîr ve küçük görme. İnsanlara karşı öğünme. Onlar sana konuştukları zaman onlardan yüz çevirme. Tevâzu ile sözlerini dinle. Onlar konuşurken ehemmiyet vermeyerek başka şeyle meşgûl olma. Çünkü insanlara karşı hüsn-ü muâmele gereklidir.”

“Ey oğlum! Yeryüzünde insanlara karşı kibirlenerek yürüme. Allahü teâlânın verdiği ni’metin sâdece sana âit olduğunu zannederek insanlara mağrur olma.”

Ahmed bin Muhammed Sâvî, Celâleyn Tefsîri haşiyesinde, Kevser sûresinin tefsîrinde şöyle buyuruyor: Bu sûreye Nahr sûresi ismi de verilir. Bu sûre As bin Vâil ile ilgili olarak nâzil olmuştur. Çünkü As bin Vâil, birgün mescidin kapısından girerken, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) çıkıyordu. O esnada karşılıklı konuştular. As daha sonra çıkınca, Kureyş’in ileri gelenleri ne konuştuklarını ve kiminle konuştuklarını sordular. As bin Vâil de; “Şu ebterle konuştum” deyince bu sûre nâzil oldu.

“Ey Muhammed! Biz sana Kevser’i ihsân ettik.” Kevser, birçok sûretlerde tefsîr edilmiştir. Birincisi; Kevser, Cennette bulunan bir nehrin ismidir. Resûlullah (s.a.v.) efendimizin şu hadîs-i şerîfi bunu bildirmektedir.

Buyurdu ki: “Kevser; Cennette bir nehirdir. Onun iki tarafı altındandır. Mecrası (aktığı, yer) inci ve yakuttandır. Toprağı misk kokusundan daha güzeldir. Şerbeti baldan tatlı ve kardan beyazdır.”

Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle rivâyet eder Birgün Resûlullah (s.a.v.) aramızdaydı. Hafif uykudan sonra başını gülerek kaldırdı. Biz; “Yâ Resûlallah sizi güldüren nedir?” diye sorduk. “Biraz önce Kevser sûresi inzal oldu.” buyurdu ve sûreyi okudu. Sonra; “Kevser nedir biliyor musunuz?” buyurdu. Biz de; “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedik. Buyurdu ki: “Kevser bir nehirdir. Rabbim bana pekçok hayr ve iyilikler va’detti. Ümmetim kıyâmet günü o nehire getirilir. O nehirin kapları (bardakları) gökteki yıldızlar adedincedir. Ümmetimden birisi o nehirden men edilir. Ben; “Yâ Rabbî! O benim ümmetimdendir derim. Allahü teâlâ; “Onun senden sonra ne yaptığını (dinde ne bid’atler ihdas ettiğini) biliyor musun?” buyurur.”

İkincisi; Cennetteki bir havuzun ismidir. Birçok hadîs-i şerîflerde Kevser havzının sıfatları açıklanmıştır.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Havuzumun uzunluğu bir aylık mesafedir. Suyu sütten beyaz, kokusu miskden daha güzel, bardaklarının sayısı gökteki yıldızlar adedincedir. Kim o havuzdan içerse, ebedî olarak susamaz.” Daha birçok rivâyetler vardır.

Üçüncüsü; peygamberlik, dördüncüsü; Kur’ân-ı kerîm, beşincisi; İslâm dîni, altıncısı; Kur’ân-ı kerîmin kolay okunup ezberlenmesi ve İslâm dîninin kolaylığı, yedincisi; peygamber efendimizin Eshâbının ve ümmetinin çokluğu, sekizincisi; Peygamber efendimizin zikrinin ve makamının yüksekliği, dokuzuncusu; kalbindeki nûr ve mâsivâdan kesilmek, onuncusu; şefaat, onbirincisi; mu’cizeler, onikincisi; Kelime-i tevhîd, onüçüncüsü; dindeki derin ilmi, ondördüncüsü; beş vakit namaz, onbeşincisi; büyük işler, önaltıncısı; dünyevî ve uhrevî pekçok hayırlardır. Bu husûsların her birisi Resûlullah (s.a.v.) efendimizde mevcûttur.

Aynı sûrenin tefsîrinde buyuruyor ki: “Havz, sırattan önce midir yoksa sonra mıdır veya mizandan sonra mıdır, önce midir husûsunda âlimler ihtilâf ettiler. Doğru olanı, Havz-ı Kevser sırattan ve mizandan önce olmasıdır. Çünkü insanlar, kabirlerinden susuz olarak çıkacaklar, o Kevser havzından ebedî olarak bir daha susamamak üzere içeceklerdir.

İbn-i Abbâs (r.a.), Peygamber efendimizden (s.a.v.); “Kıyâmet gününde Allahü teâlânın huzûrunda durduğumuz zaman orada su var mıdır?” diye sordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.); “Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn olsun ki, orada su vardır. Allahü teâlânın sevgili kulları peygamberlerin havuzları başına getirilir. Allahü teâlâ ellerinde ateşten değnekler bulunan yetmiş bin melek gönderir. O melekler kâfirleri o havuzlardan uzaklaştırırlar” buyurdu. Bu uzaklaştırma sırattan sonra değildir. Çünkü sırattan, müslümanlardan başkası geçemeyecektir. Kâfirlerin sırattan sonra olması mümkün değildir. Bu sebeple havz, sırattan öncedir.

Sâvî hazretleri, aynı sûrenin tefsîrine devam ederek buyurdu ki: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” meâlindeki âyet-i kerîmedeki namaz kıl lafzından. Kurban bayramı namazı anlaşıldığını; İkrime, Atâ ve Katâde bildiriyorlar. Sûrenin Medîne-i münevverede nâzil olması bunu kuvvetlendiriyor.

Kurban kes lafzından; deve, sığır ve koyun hayvanlarının boğazlanması anlaşılıyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.) veda haccında, malının en iyisinden yüz tane dişi deve kurban etti. Bunlardan yetmiş tanesini kendi eliyle kesti. Otuz tanesini de Ali (r.a.) kesti. Namaz ve kurban kesmek birlikte zikredildi. Çünkü, namazda bütün ibâdetler toplanmıştır ve dînin direğidir. Kurban kesmekte ise, fakir ve ihtiyâçlılara yemek yedirmek ve kul hakkına riâyet etmek vardır. Bu iki haslet Allahü teâlâya karşı ibâdet etmektir.

Kevser suresindeki; “Ey Muhammed! Muhakkak ki sana buğz eden kimse, ancak ebterdir (nesli kesiktir) meâlindeki âyet-i kerîmenin tefsîrinde de şöyle buyuruyor:

Resûlullah efendimize (s.a.v.) buğzeden kimseler, oğlu Hazreti Kâsım vefât edince ebter dedikleri zaman, Allahü teâlâ tesellî ve müjdelemek için, bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Hazreti Kâsım, Peygamber efendimizin (s.a.v.) ilk evlâdıdır. İki sene veya 17 ay yaşadı. Peygamberlik bildirilmeden önce vefât etti. Peygamberlik gönderildikten sonra da vefât ettiği rivâyet edilir. Ancak ilk vefât eden evlâdıdır. Yedi tane evlâdı vardır. Bunlar; Kâsım, Abdullah (Tayyib ve Tâhir diye de bilinir), İbrâhim, Zeyneb, Rukıyye, Ümm-ü Gülsüm ve Fâtıma’dır. İbrâhim, Mısırlı Mâriye vâlidemizden olup, diğerlerinin hepsi Hazreti Hadîce’dendir (r.anhâ). Hazreti Fâtıma hâricinde diğerleri Peygamber efendimizin (s.a.v.) sağlığında vefât ettiler. Hazreti Fâtıma da Peygamber efendimizin vefâtından altı ay sonra vefât etmiştir. Peygamber efendimizin (s.a.v.), zürriyeti, Hazreti Fâtıma’nın neslinden kıyâmete kadar devam edecektir.

İhlâs sûresinin faziletiyle ilgili birçok hadîs-i şerîfler vardır. Bunlardan ba’zıları:

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse, uyumak istediği zaman sağ tarafı üzerine yatsın. Sonra yüz defa; “Kul hû vallahü ahad” suresini okusun. Kıyâmet günü o kimseye Allahü teâlâ; “Ey kulum sağ tarafın ile Cennete gir” buyurur” ve “Kim; “Kul hû vallahü ahad” sûresini elli defa okursa, elli senelik günâhı bağışlanır” ve “Kim; “Kul hû vallahü ahad” sûresini on defa okursa, onun için Cennette bir köşk bina olunur, yirmi defa okursa, iki köşk, otuz defa okursa üç tane köşk bina olunur” ve “Kim; “Kul hû vallahü ahad” sûresini ölüm hastalığında okursa, kabir fitnesinden kurtulur ve kabir sıkmasından emîn olur. Kıyâmet günü melekler onu Sırattan kurtulup Cennetle mükâfatlandırtlıncaya kadar taşırlar” ve “Bir kimse evine girdiği zaman “Kul hû vallahü ahad” sûresini okursa, bu evin halkından ve komşularından fakirlik gider” ve “Kim; “Kul hû vallahü ahad” sûresini bir defa okursa onun bereketine kavuşur, iki defa okursa kendisi ve ailesi bereketine kavuşur, üç defa okursa kendisi ve bütün komşuları bereketine kavuşur. Oniki defa okursa, Allahü teâlâ onun için Cennette oniki tane köşk bina eder. Yüz defa okursa, Allahü teâlâ onun adam öldürme ve kul hakları hâricinde olan elli senelik günâhını bağışlar. İkiyüz defa okursa, Allahü teâlâ yüz senelik günâhını bağışlar. Bin defa okursa, vefât etmeden önce Cennetteki makamını görür veya gösterilir.”

Bir kimse, Resûlullah (s.a.v.) efendimize fakirlikten ve geçim sıkıntısından şikâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz; “Eve girdiğin zaman evde bir kimse olsun veya olmasın selâm ver ve; “Kul hû vallahü ehad” sûresini bir defa oku” buyurdu. O kimse bu şekilde yaptı. Allahü teâlâ ona o kadar mal verdi ki, komşularına bile dağıttı.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-2, sh. 111

2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 284

3) El-A’lâm cild-1, sh. 246

4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1107

5) Rehber Ansiklopedisi cild-11, sh. 102

6) Haşiyetün Sâvt alel Celâleyn cild-1, sh. 208