Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed bin Ahmed olup, künyesi Ebü’s-Se’âdet’tir. Ahmed Sa’îd-i Fârûkî hazretlerinin ikinci oğludur. 1244 (m. 1828) senesi Şevval ayında Delhi’de doğdu. 1298 (m. 1880) senesi Muharrem ayında Râmpûr’da vefât etti. Türbesi Râmpûr’da, Şah Cemâlullah’ın künbetine bitişik batı tarafındadır.
Muhammed Ömer’in ağabeyinin ismi Abdülhamîd idi. O vefât edince, babası çok üzülmüştü. Bu sebeple talebelerinden Alebe’yi, yardımlarını istemek için Hindistan’ın büyük velîlerinden olan Bâki-billah hazretlerinin kabrine gönderdi. Alebe, Bâkî-billah hazretlerinin kabrine varıp duâ etti. O sırada kendisini bir uyku hâli kapladı ve uyuya kaldı. Rü’yâsında Bâki-billah hazretleri ona şu müjdeyi verdi: “Allahü teâlâ ona uzun ömürlü, hayırlı ve sâlih bir çocuk verecektir. Biz ona Ömer ismini verdik.” Bu müjdeden bir süre sonra doğan çocuğa Bâkî-billah hazretlerinin koyduğu ismi verdiler. Babası onu diğer kardeşlerinden daha fazla severdi.
Muhammed Ömer’in büyük kardeşi ve evliyânın büyüklerinden Şeyh Muhammed Mazhar Ahmedî, “Makâmât-ı Sa’îdiyye” adlı eserinde, Muhammed Ömer’in hayâtını anlatırken şöyle dedi: “Onun doğumundan önce annem rü’yâsında, ayın, evlerinde doğduğunu görmüştü. Gördüğü bu rü’yâyı babama anlattı. Babam, bu rü’yâyı şöyle ta’bir etti: “Allahü teâlâ bize ay gibi sâlih bir evlâd verecektir.” Bir zaman sonra Muhammed Ömer dünyâya geldi.
Küçüklüğünde, böbreklerinde taş teşekkül etmesi sebebiyle hastalanmıştı. Bu sebeple çok zahmet çekti. Bir doktor ameliyat yaparak böbreğinden taşı aldı. Fakat bir müddet sonra böbreğinde tekrar taş hâsıl oldu. Ameliyat yapan doktora durum bildirilince; “Artık ameliyata dayanamaz” dedi. Bunun üzerine yüksek babası bu sıkıntıdan kurtulması için duâ ve teveccühde bulundu. Babasının yalvarıp duâ etmesi üzerine, böbreğindeki taş parçalanıp idrar yolundan döküldü. Böylece bu sıkıntıdan kurtuldu.
Muhammed Ömer, dokuz yaşında iken Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sarf, nahiv, mantık ve kelâm ilmini Mevlânâ Şeyh Habîbullah Mültânî’den öğrendi. Fıkıh, hadîs, ahlâk ve tasavvuf ilimlerini amcası ve zamanının büyük âlimlerinden olan Mevlânâ Şah Abdülganî Ahmedî’den öğrendi. Babasından “Makâmât-ı Ahmediyye”yi okudu.
Muhammed Ömer, yirmiiki yaşına gelince, Mu’înüddîn-i Çeştî hazretlerinin kabrini ziyâret için babasından izin istedi. Babası gitmesine izin vererek, beraberinde iki talebesini de gönderdi. Çeştî hazretlerinin kabrini ziyâret için türbede bir süre kaldı. Mu’înüddîn-i Çeştî’nin rûhâniyetlerinden istifâde etti.
Ebü’s-Se’âdât Ömer, babasının vefâtından önce, Delhi şehrinde müslüman olmayanların çoğunlukta olması sebebiyle, babası ile birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra, Medîne-i münevvereye gittiler. Resûl-i ekremin (s.a.v.) kabrini ziyâret, ederek, O’nun feyz ve bereketlerine kavuştular. Muhammed Ömer, babasının vefâtından sonra Mekke-i mükerremede yerleşti. Burada pekçok riyâzetler ve nefs mücâdelesi ile meşgûl oldu. İşraktan ve öğleden sonra, akşam ile yatsı arasında talebelere ders verirdi. Çok Kur’ân-ı kerîm okurdu ve çok ibâdet ederdi. Vücûdu zayıf ve hastalığı çok olmasına rağmen bütün ibâdetleri yapardı. Onun o kadar halsiz ve güçsüz bir görünüşü vardı ki, onu gören namaz kılması, oruç tutması değil, konuşmaya bile gücünün yetmeyeceğini söylerdi. Hâlbuki o, hastalık ve elemlere asla aldırmazdı. Muhtelif tâatlarla gününü geçirirdi. Teravih namazlarında uzun sûreler okurdu.
Muhammed Ömer, 1279 (m. 18611) senesinde bir gemi ile Cidde’den Mısır’a gitti. Kâhire, İskenderiyye, Filistin ve çeşitli bölgelerdeki mübârek yerleri ve İslâm âlimlerinin kabirlerini ziyâret etti. Molla Ebü’l-Berekât Buhârî, bu ziyârette görülenleri tafsîlatlarıyla bir kitap hâlinde yazdı.
Muhammed Ömer, orta boylu, heybetli, huşû’ ve hudû’ sahibi bir zât idi. Bütün ibâdet ve tâatlarını tam bir kalb huzûru içerisinde yapardı. Resûlullah efendimizin (s.a.v.) mübârek ahlâkı ile ahlâklanmıştı. O’nun ahlâkını herkes beğeniyordu.
Muhammed Ömer’in en meşhûr talebesi, oğlu Ebü’l-Hayr’dır. O da 1341 (m. 1922) senesinde Delhi’de vefât etmiş olup, onun oğlu Ebü’l-Hasen Zeyd-i Fârûkî, Delhi’deki Abdullah-ı Dehlevî dergâhında ilim ve feyz saçmağa devam etmektedir.
Muhammed Ömer’in kerâmetleri çoktur. Ba’zıları şöyle anlatılır:
Harem-i şerîfte, Ramazân-ı şerîf gecelerinden birisinde talebelerine; “Bu gece, Allahü teâlâ Sâhib-zâde Muhammed Yûsuf’a sâlih bir evlâd verdi. Onun ismi Muhammed’dir” dedi. Talebeleri onun bu haberine çok şaşırdılar. O günün târihini yazdılar. Bir müddet sonra gelen mektûpta, Ramazân-ı şerîfin falanca gecesinde Sâhib-zâde Muhammed Yûsuf’un bir oğlunun doğduğu, ona Muhammed ismini verdiklerini bildiriyordu. Bu haberle daha önce yazdıkları Muhammed Ömer’in söylediği vakti karşılaştırdıklarında, ikisinin de aynı güne isâbet ettiğini gördüler.
Mevlânâ Hakîm Muhammed Nüvvâb, birgün Muhammed Ömer’in yanına geldi. Ona; “Mekke-i mükerreme emîri Şerîf Abdullah Paşa’nın hasta olan kardeşi Şerîf Sultan’ı tedâvi etmemi emretti. Bunun için sizden izin istiyorum. Eğer müsâade ederseniz, tedâvisine başlayacağım. Eğer izin vermezseniz, mazeret beyân edeceğim” dedi. O zaman Muhammed Ömer; “Sen mazeret beyân et, hastaya yaklaşma!” buyurdu. Bunun üzerine Hakîm Muhammed Nüvvâb, Şerîf Abdullah Paşa’ya bir mazeret beyân etti. Emîrin hasta olan kardeşi üç gün sonra vefât etti.
Muhammed Ömer, birgün yemek yiyordu. Bu sırada talebelerinden birisi yanına gelip, ona küçük amcasının bulunduğu geminin batmakta olduğunu söyledi. Muhammed Ömer bu haberi duyunca yemek yemeyi bıraktı. Çok üzüldü. Bir müddet murâkabe etti. Murâkabeden sonra başını kaldırdı ve şunları anlattı: “Geminin hâlini göstermesi için Allahü teâlâya bütün varlığımla yöneldim. Hamdolsun, Allahü teâlâ benimle gemi arasındaki perdeyi kaldırdı. Dalgalar arasında batmakta olan gemiyi gösterdi. Gemiyi bu hâlde görünce üzüntüm daha da çoğaldı. Kırık bir kalble ve ısrarlı bir şekilde Allahü teâlâya yalvardım. Allahü teâlâ duâmı kabûl buyurdu. Bana ma’nevî bir yolla gemiyi dalgalar arasından çıkarmam emrolundu. Allahü teâlâ bana bu kuvveti verdi. O’nun izni ile bu işi yapmaya muvaffak kılındım. Gemiyi çıkarma işi ile meşgûl olurken, birisinin yüzünde öleceğine dâir alâmetler gördüm. Nihâyet gemi, Allahü teâlânın izni ile dalgalardan kurtuldu.” Talebeleri onun anlattıklarını yazdılar. Gemi onların bulunduğu yere gelince, küçük amcası yanındakilerle beraber Muhammed Ömer’in yanına geldi. Başlarından geçeni aynen Muhammed Ömer’in anlattığı gibi anlattılar. Bununla Muhammed Ömer’in büyüklüğünü daha iyi anladılar.
Muhammed Ömer, Mekke-i mükerremede çok şiddetli bir şekilde hastalanmıştı. Bu sebeple, çocukları ve onu sevenler çok üzülmüşlerdi. Muhammed Ömer, bilhassa çocuklarının çok üzüldüğünü görünce; “Üzülmeyin! Çünkü benim vefâtım bu hastalık sebebiyle olmayacak” dedi. Çocukları, Muhammed Ömer’in bu haberinden dolayı biraz rahatladılar. Fakat bir tanesinin kalbine; “Babam çok hasta, belki beni teselli için böyle söylüyor” diye geldi. O zaman babası; “Hatırından geçenleri biliyorum” dedi. Oğlu, Muhammed Ömer’e; “Benim arzum sizinle beraber gitmektir” deyince, Muhammed Ömer; “Hayır benimle beraber gelmeyeceksin. Çünkü burada birisinin terbiyesi senin elinle olacaktır” dedi. Muhammed Ömer daha sonra senelerce yaşadı.
Muhammed Ömer, ömrünün sonlarına doğru deniz yoluyla, Mekke-i mükerremeden Hindistan’a gitmek için çoluk-çocuğu ve talebelerinden ba’zıları ile gemiye bindi. Gemi Hindistan’a doğru yola çıktı. Muhammed Ömer, gece-gündüz tövbe ve istiğfar hâlinde bulunuyordu. Gemide şiddetli sıcak ve izdiham olmasına rağmen bunlara hiç aldırmıyordu. Bu yüzden çoluk-çocuğundan ve talebelerinden ba’zıları hastalandı. Talebelerinden ba’zısı onun yanına gelip; “Efendim gemi çok sıcak, izdiham fazla, çoluk-çocuğumuz çok rahatsızlar. Hiçbirimizin yürümeye ve hareket etmeye takati yok” dediler. Muhammed Ömer sükût edip, onları dinledi. Biraz sonra hıristiyan ve İngiliz olan gemi kaptanı geldi. Onun konuştuğunu kimse anlamadı. Daha sonra hâl ve hareketlerinden, orada bulunanlar onun Muhammed Ömer’i sorduğunu anladılar. Bu sırada gözü Muhammed Ömer’e ilişti. Kaptan hemen ona lâzım gelen hürmeti gösterdi. Kaptan hemen bir tercüman çağırttı. Gemideki hizmetçileri çağırdı. Muhammed Ömer ve talebeleri için ayrı yer hazırlattı. Kadınlar için de ayrı bir yer tahsis etti. Hepsi çok rahatladılar. Kaptan hergün Muhammed Ömer’in yanına gelip, yanında yarım saat kalıyor, lâzım gelen hizmetleri yapıp yanından ayrılıyordu. Bu durum, Kelkütâ’ya varıncaya kadar devam etti. Kaptan, Kelkütâ’ya gelip, gemiden inmeden önce, yarım saat kadar Muhammed Ömer ile görüştü. Bu sırada kimseyi içeri almadılar. Kaptanın onun ile ne konuştuğunu kimse duyup öğrenemedi.
Kelkütâ’ya varınca, herkes onu karşılamaya geldi. Yollar insanlarla doldu. Onu karşılayanlar, onun geçeceği yolun kenarında saf hâlinde durmuşlardı. Herkes onun elini öpmek arzusundaydı. Ba’zıları onun elini öpebiliyorlar, ba’zısı ise sâdece onu görmek fırsatına kavuştuğu için seviniyorlardı. Karşılayanlar arasında Kelkütâ vâlisi de vardı. Vâli, Muhammed Ömer’e çok hürmet ve iltifâtta bulundu. Onun Kelkütâ’ya gelişini büyük bir ganîmet bildi ve yapabileceği bütün hizmetleri yaptı.
Muhammed Ömer’in, şiirlerinden başka şu eserleri vardır 1- Ensâb-üt-tâhirîn: İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, kendi zamanına kadar olan çocuklarından bahseder. 2- Babasının yazdığı “Enkâr-ı Erbe’a” üzerine bir şerh yazarak, “El-Cedvel-ül-müntekabe min-en-nehr-il-mâd min-el-Enhâr-ı Erbe’a” adını vermiştir. Tasavvufa dâirdir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Makamat-ı Ahyâr sh. 93
2) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1034
3) Makâmât-ı Saîdiyye (Muhammed Mahzar), Delhi 1281