Tasavvuf ehli ve tefsîr âlimi. 1115 (m. 1703) senesinde doğdu. Babası İzzeddîn Ahmed Efendi olup, Eşrefoğlu Rûmî’nin soyundandır. Eşref-zâde diye meşhûr oldu. Bursevî nisbet edildi. Necîbüddîn lakabı verildi. 1202 (m. 1787) senesinde vefât etti.
Abdülkâdir Efendi’nin babası İzzeddîn Ahmed Efendi de büyük âlim idi. Bursa’da incirli dergâhında tâliblerine ilim öğretip, feyz saçmakla ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yolunu ta’lim etmekle meşgûl olurdu. Temel din bilgilerini ve âlet ilimlerinden olan Arabçayı babasından öğrenen Abdülkâdir Efendi, Farsçayı da zamanın âlimlerinden Mehmed Emîn Efendi’den öğrendi. Babası ile birlikte Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereyi ziyâret etti. Çeşitli yerlerden gelen âlimlerle görüştü. O mübârek beldelerin ve Resûlullah efendimizin (s.a.v.) bereketleriyle yüksek derecelere kavuştu. Babasından aldığı feyzle kemâle geldi. Babasıyla birlikte Bursa’ya döndü. Babasının 1152 (m. 1739) senesinde ziyâret için gittiği İstanbul’da vefât etmesi üzerine yerine geçip, incirli dergâhında talebe yetiştirmeye başladı. Bu dergâhta kırkdokuz sene ilim ve feyz saçtı. Emîr Sultan ve Ulu Câmi’de tefsîr okuttu. Birçok talebe yetiştirdi. Nice fâsık ve fâcirler, sohbetinde bulunmakla şereflenip, huzûrunda tövbe etme saadetine kavuştular.
Eşref-zâde Necîbüddîn Abdülkâdir Efendi, 1202 (m. 1787) senesinde vefât edip, İncirli dergâhında defnedildi. Sevenlerinden Sâdık Efendi şu şiiri söyledi:
Şeyh Eşref-zâde Abdülkâdir âlicenâb,
Cennet-ül-firdevs’e rıhlet etti bi-emr-i ilâhî.
Geçti ömrü va’z-ü-tefsîr ile, zikrâne ile,
Kürsi-i adn oldu câyi umarım bî-iştibâh.
İki defa hatm-i Kur’ân eyledi tefsîr ile,
İftihâr-ı beldemiz idi, tib ile şirâh.
Irk-ı tâhîr zât-ı memdûh olmuştur ceddi,
Herbiri asrında olmuş mürşid-i pür intibâh.
Tûl-i ömr ihsân ede Bari Hûda,
Lakabına rûşen olsun dilerim tâ haşra dek bu hângâh.
Sâdık bir âh ile târihini itmam eyledim,
Oldu Eşrefi-zâdevî’ye Firdevs-i a’lâ cilvegâh” 1202”
Ma’nâsı: iyilikler sahibi Eşref-zâde Abdülkâdir Efendi, Allahü teâlânın emriyle Firdevs Cennetine göçtü. Ömrü, insanlara Allahü teâlânın kelâmını açıklamak ve Rabbini zikretmekle geçti. Umarım yeri Adn Cennetindeki kürsüdür. Bunda şüphem yoktur. Akranları arasında eşsiz ve kıymetli bir zât idi. İlim ve irfanı, onun Allahü teâlâya yakınlığının şahidi idi. Taliblerine tefsîrini anlatarak iki defa Kur’ân-ı kerîmi hatmetti. Bütün kalbimle söylüyorum, beldemizin iftiharı idi. Aslı nesli temizdir. Dedeleri de övgüye mazhar olmuşlardı. Her biri, asırlarında insanlara doğru yolu gösteren mürşidler oldular. Allahü teâlâ ömrünü uzun etsin. Dergâhında adının haşre kadar yaşamasını dilerim. Sâdık bir “Âh” ile hayat hikâyesini tamamladım ve târihini düşürdüm. Eşref-zâde’ye Firdevs Cennetinin yükseklikleri mekân oldu.”
Yetiştirmiş olduğu talebeleri yanında pek kıymetli eserler de kaleme alan Eşref-zâde Abdülkâdir Efendi, babasının “Enîs-ül-cinân” adlı tefsîrini Arabça olarak telhis (kısaltmak) ederek, “Zübdet-ül-beyân” adını verdi. Bir de Resûlullah efendimizi (s.a.v.) öven “Manzûme-i Mevlîd-i şerîf adlı manzûm bir eseri vardır. Ayrıca “Sırrî” ve “Necîbâ” mahlaslarıyla yazdığı şiirlerden meydana gelen bir de Dîvân’ı vardır.
Resûlullah efendimizi (s.a.v.) öven şiirlerinin bir beyti şöyledir:
“Cemâlin ey Nebi (a.s.) mir’ât-ı envâr-ı
saadettir,
Nigâhın mahz-ı feyz-i rahmet esrâr-ı ru’yettir.”
Ma’nâsı: Ey Allahın Resûlü (s.a.v.)! Senin gül cemâlin saadet nûrlarının aynasıdır. Senin bir bakışında Cennette Cemâlullahı görmek ni’metinin ve rahmet feyzlerinin hakîki sırları gizlidir.
Beytlerinden biri:
“Tavk-ı aşkı gerdan-ı sıdka takıp meydâna
gel,
Fevz-i maksûdu Necîbâ sen bu dîvânda ara”
Ma’nâsı: “Aşk zincirini doğruluk gerdanına takıp meydana gel. Necîbâ! Kurtuluş maksadını sen bu dîvânda ara”
Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin bir şiirine yazdığı nazire şöyledir:
Âşinâ-yı bezm-i aşk ol pür fenân
üsbûasını,
Hizmet et pîrâne aşka feyz-i kâh istiyorsan.
Andelib-i âsâ sâdâ-yi nâle-i şevgâ âminin,
Hem civarı gülistana edip beyân istiyorsan.
Cebhe-i namus zevk-ı hûyı bırak bütün
himmetle,
Hırka-i levm-i melâmet giy nihân istiyorsan.
Şükr-i nefs eyle dâim et cidal ile cihâd,
Rahatın kes nefsinin, tâ ki emân istiyorsan.
Çağır cihanı aş kile Necîbâ neşe-i yâb.
Ol temam fariğ ve âzâd-ı cihan istiyorsan.
Ma’nâsı: Allahü teâlânın aşkına kavuşmak istiyorsan, büyüklerin hizmetinde bulun. Gülistan civârında olan bülbül gibi olmak istiyorsan onun için çırpın, feryâd-ü-figân eyle. Başkalarının kötülemelerine aldırış etmeyeyim diyorsan, zevk-i safâyı bırak, nefsin elinden kurtul. Kurtuluşa ermek istiyorsan, nefsinin hoşlandığı şeyleri bırak, devamlı nefsle mücâhede hâlinde bulun. Ey Necîb! Eğer dünyâdan ve dünyâ sıkıntılarından kurtulmak istiyorsan âhıreti şevk ile iste.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 604
2) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 129
3) Hadikat-ül-cevâmi’ cild 2, sh. 68
4) Sefînet-ül-evliyâ cild-1, sh. 74