YENİŞEHİRLİ ABDULLAH EFENDİ

Osmanlılar zamanında yetişen, İstanbul’da ilk olarak matbaanın kurulmasına fetvâ veren Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Elliyedinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi Abdullah olup Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi’nin soyundandır. Doğum târihi bilinmemektedir. Yenişehirde doğdu. 1156 (m. 1744) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kanlıca da İskenderpaşa Câmii bahçesinde medfûndur.

İlk tahsilini memleketi olan Yenişehir’de yaptıktan sonra İstanbul’a geldi. Zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti.

Yapılan imtihanı kazanarak, müderrislik ruusunu (diplomasını) aldı. Çeşitli medreselerde müderrislik yapıp talebe yetiştirdi. En sonunda Süleymâniye Dâr-ül-hadîs müderrisliğine ulaştı. Fıkıh ilminde özel ihtisas sahibi olduğundan, kadılık mesleğini seçti. Mevleviyyet derecesiyle fetvâ emîni oldu. 1116 (m. 1704) senesinde Haleb, 1123 (m. 1711) senesinde Bursa kadılıklarında bulundu. 1126 (m. 1714) senesinde Mora seferine, İstanbul pâyesiyle, ordu kadısı olarak katıldı. Sefer dönüşünde 1128 (m. 1716) senesinde Anadolu kadıaskerliğine ta’yin edildi. Bir müddet sonra bu vazîfeden alındıysa da tekrar me’mûriyete alınarak Rumeli kadıaskerliğine getirildi. Bundan sonra, Sultan Üçüncü Ahmed Hân tarafından, 1130 (m. 1718) senesinde şeyhülislâmlık yüksek makamına getirildi. Oniki sene on ay kadar bu yüksek vazîfeyi doğruluk ve adâletle yürüttü. Bu müddet içinde Sultan Üçüncü Ahmed Hân ve Dâmâd İbrâhim Paşa ile iyi anlaşıp hizmette bulundu. Pâdişâhın iltifât ve ihsânlarına kavuştu. Zamanındaki bir takım kültür ve yenilik faaliyetlerine ön ayak oldu. 1143 (m. 1730) senesinde vazîfeden alınıp Bozcaada’ya gönderildi. Oradan hac farizasını îfâ etmek için Hicaz’a gitmesine müsâade edildi. Hac ibâdetini yerine getirip, sevgili Peygamberimizin mübârek kabrini ziyâret ettikten sonra İstanbul’a döndü. Hac dönüşünde uzun müddet İstanbul dışındaki çiftliğinde kaldıktan sonra, Kanlıca’daki evinde ikâmete me’mûr edildi, istirahat edip, ibâdetle meşgûl oluğu sırada vefât etti.

Yenişehirli Abdullah Efendi, aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, fıkıh ilminde özel ihtisas sahibi idi. Onüç seneye yakın şeyhülislâmığı zamanında, doğruluk ve adâletle hareket etti ve zamanındaki bir takım yeni gelişmelere dâir fetvâ verdi. Matbaacılığın Türkiye’de kuruluşuyla ilgili verdiği fetvâ ile İbrâhim Müteferrika’nın matbaa kurmasına yardım etmişti. Behcet-ül-fetâvâ adlı fetvâ kitabıyla Mir’at haşiyesi vardır.

Türkiye’de ilk defa matbaa kurulmasıyla ilgili fetvâsı:

Yenişehirli Abdullah Efendi’ye matbaa açmak, kitap basmak için şöyle soruldu: “Kitap basma san’atını iyi bildiğini söyleyen bir kimse, lügat, mantık, astronomi, fizik ve benzerleri âlet ilimleri kitaplarının harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıtların üzerine basarak, bu kitapların benzerlerini elde ederim dese, bu kimsenin böyle kitap basmasına dînimiz izin verir mi?” Şeyhülislâm Abdullah Efendi cevâbında; “Kitap basma san’atını iyi bilen bir kimse, bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıtlara basmakla bu kitapdan az zamanda kolayca çok sayıda kitap elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Fâideli bir iş olduğundan dînimiz bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitapda yazılı ilmi bilen birkaç kişi, önce kitabı tashih etmelidir. Tashih ettikten sonra basılırsa, güzel bir iş olur” buyurmuştur. Bu fetvâ, dînimizin ilme ve fenne verdiği kıymeti bildirmekte ve; “İslâmiyet bizi geri bıraktı, ilmî ve teknik gelişmelere mâni oldu” diyerek gençliği târihinden, dîninden ve îmânından soğutmak isteyen din düşmanlarının çirkin iftiralarına cevap teşkil etmektedir.

Yenişehirli Abdullah Efendi’nin Behcet-ül-fetâvâ adlı fetvâ kitabındaki ba’zı fetvâları:

“Ramazân-ı şerîf, yaz aylarından birine geldiği zaman, din adamı şekline giren birisi müslümanlara; “Oruca niyet etmeyip, oruç tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kaza ederseniz, caiz olur. Ramazan’da oruca niyet etmeden, yer içersiniz, keffâret lâzım olmaz” diyerek, gençlere, talebeye, işçiye, oruç tutturmazsa, bu kimse şiddetle ta’zîr edilir. Cezalandırılır. Böyle söylemesi men’ edilir.”

“Gelirinin sarf edileceği cihetleri belli olan vakf paradan hâsıl olan gelirin bir kısmı bu cihetlere verilip, bir kısmı da mütevellide kalsa, bu para, aynı vakfın olsa bile, başka bir vakf câmisinin ihtiyâçlarına sarf edilemez.”

“Hür çocukları aldatıp, yakalayıp, bunları esîr diyerek, köle diyerek satan kimse, şiddetle döğülür, habsolunur. Bunu huy edinmiş ise, hâkim tarafından ölüm cezası verilir.”

“Kur’ân-ı kerîmi Fâtiha’dan başlayıp Fil sûresine veya İhlâs sûresine kadar okuyup, sonra olan birkaç sûreyi başkasına emredip okutsa, o da kalan sûreleri okursa, Kur’ân-ı kerîmi başından beri okumuş olan “Hatm” okumuş olmaz. Bunlardan birisini dinleyen kimseler, hatm dinlemiş olmazlar. Hiçbiri hatm sevâbına kavuşamazlar.”

“Malının üçde birini hayırlı işlerde kullanması için biri vasî ta’yin edilse, vasî de bu kadar malı hayırlı işlere verse, ölünün vârisleri, bu malı nerelere verdin diye vasiye soramazlar.”

“Kadınlar, câmide erkeklere verilen va’zı dinlemeğe gelirlerse, vazîfelilerin bunları men etmesi lâzım olur.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Devhat-ül-meşâyıh sh. 86

2) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1029

3) Sicilli Osmanî cild-3, sh. 377

4) İlmiye salnamesi sh. 507

5) Kâmûs-ül-A’lâm cild-4, sh. 3098

6) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 363

7) Râşid Târihi cild-4, sh. 392