İstanbul’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Osman Fadlı bin Seyyid Fethullah’dır. 1041 (m. 1631) senesi Zilhicce ayının ondokuzunda Bulgaristan’ın Şumnu kasabasında doğdu. Fâtih’de Atpazarı denilen yerde oturduğu için; “Atpazarı Şeyhi Osman Efendi” nâmıyla meşhûr oldu. 1102 (m. 1691) senesi Zilhicce ayının ondokuzunda işrak vaktinde Kıbrıs’ın Magosa şehrinde vefât etti. Kabri Magosa’dadır.
Küçük yaşta babasını kaybeden Osman Fadlı Efendi, annesinin terbiyesinde yetişti. Tahsil çağı gelince, doğduğu yerdeki ilk mektebe gitti. Birgün evden okula giderken, çarşıda bulunan dükkânın önünden geçtiği sırada bir şâir şiir söylüyordu. Bu şiir, Seyyid Osman’a çok te’sîr etti. Kendini ilim öğrenmeğe verdi. Sonra tahsilini daha da arttırmak ve tasavvuf yolunda ilerlemek için Edirne’ye gitti. Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin halîfelerinden, Saçlı İbrâhim Efendi ismi ile meşhûr âlimin talebesi oldu. İbrâhim Efendi, Seyyid Osman Efendi’nin gayret ve kabiliyetini görerek, terbiyesinden âciz olduğunu bildirdi ve İstanbul’da bulunan büyük âlim Zâkir-zâde Abdullah Efendi’ye gönderdi, İstanbul’a gidip, Zâkir-zâde Abdullah Efendi’nin yüzünü gören Osman Fadlı, kalbinden; “İşte, ben hocamı buldum” diye geçirdi. Zâkir-zâde Abdullah Efendi’nin de kalbinden; “İşte bize hakîkî talebe geldi” diye geçti. Osman Fadlı Efendi, uzun süre Zâkir-zâde’nin derslerine devam etti. Birgün hocası, Osman Fadlı’ya; “Emîr Çelebi, sende Şeyh-i Ekber (Muhyiddîn-i Arabî (r.aleyh)) meşrebi var” dedi.
Birgün Zâkir-zâde, talebelerinden bir işin yapılmasını istedi. Talebeler, o işi yapmak husûsunda biraz isteksiz hareket ettiler. Bu durumu duyan Seyyid Osman, Zâkir-zâde’nin yanına giderek; “Emîr buyuracağınız hizmet nedir sultânım? Derhal yerine getireyim” dedi. Zâkir-zâde; “Senin dersin vardır. Bu işi yapman dersine mânidir” deyince, Osman Fadlı Efendi; “Bu zamanda önce ve sonra gelenlerin ilimlerini elde edeceğimi bilsem, yine şerefli hizmetinizi yerine getirmeyi tercih ederim” dedi. Bu söz, Zâkir-zâde Abdullah Efendi’nin çok hoşuna giderek; “Emîr Çelebi! Allahü teâlâ sana, önce ve sonra gelenlerin ilimlerini nasîb eylesin” diye duâ etti. Bu olaydan sonra Seyyid Osman Fadlı Efendi, arkadaşlarına dedi ki: “Bu duâdan sonra birgece bütün ilimler kalbime ilham olundu. Bilmediğim ilim kalmadı.” O gece Zâkir-zâde, Seyyid Osman’a icâzet vermek istedi. Fakat Osman Fadlı; “Sultânım, ben sizin hizmetinizi tercih ederim” diyerek kabûl etmedi. Osman Fadlı Efendi o gece rü’yâsında: “Kullarımı bana da’vet etmek için kelâmımı al!” diye kendisine Mıshaf-ı şerîfin uzatıldığını gördü. Korkuyla uyanan Osman Fadlı; “Talebenin vazîfesi hocasına teslim olmaktır” dedi ve hocasına tam olarak teslim oldu. Hocası onu Edirne tarafında Aydos isimli kasabaya, insanları doğru yola da’vet için gönderdi. Osman Fadlı, Aydos’da birkaç sene kaldıktan sonra, ilâhî bir işâret üzerine, Filibe taraflarına gitti. Filibe’de onbeş seneden fazla insanlara doğru yolu gösterdi.
Osman Fadlı Efendi, birgün kaylûle yaparken, şu rü’yâyı gördü. Üçyüz kadar âlim gelip etrâfında halka oldular. Hep birlikte oradan İstanbul’a geldiklerinde, hocası Zâkir-zâde göründü ve; “Git şimdi senin irşâd yerin burasıdır” diyerek, Atpazarı’nda bulunan Kul Câmii’ni işâret etti ve bir sarık ile bir âsâ hediye etti. Gördüğü bu rü’yâ üzerine İstanbul’a gelen Osman Fadlı, hocasının işâret ettiği yere yerleşti. Bundan dolayı Atpazarı Emîri diye meşhûr oldu. Kul Câmii’nin hatiplik ve imamlık vazîfesi Osman Fadlı’ya verildi.
Kendisi şöyle anlatır: “İstanbul’a geldikten sonra, ba’zı talebelerim ile Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin, “Füsûs” kitabını mütâlâa ederdik. Ba’zıları; “Emîr Efendi, Şeyh-i Ekber imiş” diye alay ettiler. O gece gaybdan şöyle bir nidâ geldi: “Ceddînin yoludur, devam et.” Ben bunun üzerine hiç kimseye bir şey söylemeden, “Füsûs” kitabını anlatmaya devam ettim.”
Sultan Dördüncü Mehmed Hân, Osman Fadlı Efendi’yi çok severdi. Zaman zaman Seyyid Osman’ı saraya da’vet eder, va’z ve nasihatlerinden istifâde ederdi. Sultan bilemediği takıldığı mevzûları sorar, istişâre ederdi. Hattâ Ramazân-ı şerîfte, iftarda Seyyid Osman Fadlı’nın önünden artan yemeklerinden bereketlenmek için ister, iftarını onunla yapardı.
Bir zaman İstanbul’da isyan oldu. Zorbalar her tarafı darmadağın ettiler, yağmaladılar. Seyyid Osman Fadlı, hiç çekinmeden talebeleri ile birlikte zorbaları yakalayarak adâlete teslim etti. Böylece din ve devlete büyük hizmetlerde bulundu. Sultan İkinci Süleymân pâdişâh olunca, büyük bir kargaşa oldu. Seyyid Osman bu kargaşalığın ortadan kalkması için duâ etti. Bu duânın bereketi ile Allahü teâlâ bu belâyı kaldırdı. Sadreddîn Konevî hazretlerinden sonra, devlet işlerini düzeltme husûsunda ençok şöhret sahibi Seyyid Osman oldu.
Devlet işlerindeki te’sîri gittikçe artan Seyyid Osman Fadlı’yı, devletin ileri gelenlerinden ba’zıları çekemediler. Sultana, verdiği bir va’z yüzünden şikâyet ettiler. Çeşitli entrikalar çevirerek Magosa’ya gönderilmesini sağladılar. Kendisi; “Bu hâdise dört ay önce Allahü teâlâ tarafından kalbime ilham edildi. Fakat; “Makamından ayrılma, yerinde kal. Çünkü bunda Allahü teâlânın çeşitli hikmetleri var” dendi. Biz de bu emre uyup, yerimizden ayrılmadık” dedi. Magosa’ya gidişlerinin ondördüncü ayında vefât etti. Vasıyyeti üzerine kabrinin üzeri açık bırakıldı. Vasıyyeti şöyle idi: “Kabrimin üzerine türbe yapılmasın. Başucuna bir taş dikilsin. Belki mezârım kaybolmaz da gelip-geçen bir duâ okur. Daha sonra 1246 (m. 1830) senesinde Kıbrıs’a tahsildar olarak ta’yin olan Hacı Mehmed Ağa, Osman Fadlı’nın kaybolmak üzere olan kabrini ortaya çıkarmış ve etrâfını temizletmiştir.
Talebesi İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, onun hakkında şöyle demektedir: “Hocam her hâlinde gizliliği tercih ederdi. Sünnete uygun olmayan birşeyi yapmazdı. Şu üç şeyi hiç terketmezdi: 1- Her farz namaz için abdestini tazelerdi. 2- Namazını dâima cemâatle kılardı. 3- Her ibâdet ve işi Kitab ve sünnete uygun olarak yapardı. Her çeşit riyâzeti yapmıştır. Ramazân-ı şerîfte, bir yumurta ile iftar ederdi. Bütün yediği bundan ibâretti. Derslerine ikiyüz kadar talebe devam ederdi. Bu talebelerin içinde; Trakya, Anadolu ve Arab Yanmadası’ndan gelenler vardı.”
Bursalı İsmâil Hakkı hazretlerinin, hocası için yazmış olduğu ve hocasının vefâtını anlatan manzûmenin bir kısmı şöyledir:
Hep bilirlerdi cihan halkı onu, Cümle dilde nâmı şeyh umman idi. Reşk-i Hurşîd idi. Nûr-ı zâhiri, Bâtını bir bahr-ı bî pâyân idi. Görmedi kimse izinin tozunu, Bilmediler kimse ne kuhl-ü-cân idi. Kabri Kıbrıs’ta olursa nola kim, Terk-i şöhret itse âli-i şân idi. İsm-i resmini âhir itti bî nişan, Çünkü sırr-ı sûret-i Rahmân idi.
Osman Fadlı hazretlerinin yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır: 1- Misbâh-ül-kulûb: Sadreddîn Konevî’nin Miftâh-ül-gayb’ının şerhidir, İstanbul’daki Râgıb Paşa Kütüphânesi’nde bir nüshası mevcûttur. 2- Mir’ât-ı esrâr-il irfan: Sadreddîn Konevî’nin yazmış olduğu Fâtiha tefsîrinin şerhidir. 3- Tecelliyât-ı Berkiyye: Kitabın asıl ismi Risâle-i Berkiyye fî şerhi kasîde-i Işkiyye’dir. Muhyiddîn-i Arabî’nin yazmış olduğu Kasîde-i Işkiyye’nin şerhidir. 4- Hâşiye-i şerh-i Füsûs-ül-hikem, 5- Tenkih şerhi, 6- Telvîh haşiyesi, 7- Risâle-i İmâm haşiyesi, 8- Hânefiyye şerhi, 9- Hidâyet-ül-mutehayyirîn, 10- Mutavvel haşiyesi, 11- Feth-ül-bâb, 12- Risâlet-ür-rahmâniyye.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Sefînet-ül-evliyâ cild-3, sh. 32
2) Kitâb-ı silsile-i İsmâil Hakkı Bursevî sh. 96
3) Sicilli Osmanî cild-3, sh. 421
4) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 15,
5) Târih-i Râşid, cild-2, sh. 147