Lübnan’da bulunan Ba’lebek şehrinde yetişmiş olan Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Abdürrahmân bin Tâcüddîn el-Ba’lî olup, Tâcî nisbesiyle de tanınır. 1072 (m. 1661) senesinde doğdu. 1114 (m. 1702) senesinde şehîd oldu.
Gençliğinde babasından okuyarak ilim tahsiline başlayan Muhammed Tâcî, bundan sonra; İbrâhim Fettâl, Müftî İsmâil Hâik, Abdülganî Nablüsî, Abdülkâdir el-Ömerî, Abdülkâdir et-Ta’lebî, Ebüssü’ûd Kevâkibî, Alâüddîn-i Haskefî, Abdülkerîm Kâbilî, Abdürrahîm Kâbilî, İlyas Kürdî, İbrâhim Gürânî, Ebü’l-Mevâhib el-Hanbelî, Zeynel’âbidîn es-Sıddîkî ve Silk-üd-dürer kitabının sahibi Muhammed Murâdî’nin dedesi Seyyid Murad Buhârî gibi birçok âlimden ilim öğrendi. Bu âlimlerin çoğundan icâzet aldı. İlim ve evliyâlıkda yetişip, kemâle geldikten sonra, doğup büyüdüğü Ba’lebek şehrinin müftîsi oldu.
Hocalarından Seyyid Murâd Buhârî, Ba’lebek’e geldiği zaman, ona çok tavsiyelerde bulundu. Daha sonra hayvanına binip ayrılacağı sırada orada bulunanlara; “Ey Ba’lebekliler! Vallahi, Arab diyarında sizin müftînizden daha faziletli bir müftî yoktur. Ona bağlanınız. Ona çok yardımcı olunuz” buyurdu.
Muhammed Tâcî, hacca gittiği zaman, Kâ’be-i muazzama yanında Ahmed en-Nahlî el-Mekkî’den ders okudu. Kendisi ilimde yüksek derece sahibi olduğu hâlde, nerede bir ilim ehli, ilim sahibi bulunduğunu haber alsa, derhal o zâtın sohbetine koşardı. Hac esnasında ayrıca; Sa’dullah Lâhorî, Muhammed Rasâsî, Abdullah-ı Bosnevî, Şeyh Sâlih el-Matârî gibi âlimlerle de görüşüp, onların da sohbetlerinde bulundu. Hacdan sonra Dımeşk’da kaldı. Bir müddet Emeviyye Câmii’nde müderris olarak vazîfe yaptı. Fazilet sahibi birçok zât onun derslerine devam edip, ilim ve faziletinden istifâde etti. Bu arada ondan, Dımeşk müftîsi Şihâbüddîn el-İmâdî’nin yardımcısı olması istendi. O da kabûl edip, orada da bir müddet vazîfe yaptıktan sonra ayrılıp Ba’lebek’e döndü. Tekrar oranın müftîsi oldu. Ayrıca ders de verirdi. Her taraftan gelen suâllere cevaplar verirdi. Fetvâlarını toplayarak, “Fetâvâ-i Tâcîyye” ismindeki fetvâ kitabını te’lîf etti.
Babası ilim erbâbı olan bu evlâdını çok severdi. Sağlığında, bütün malının üçte birini bu oğluna vermiş idi. Daha sonra, bulunduğu beldeden ayrılıp, muhacir olarak Trablusşam taraflarına gitmeye ve orada yerleşmeye niyet etti. Buna niyet ettiği gecenin sabahında, sabah namazından sonra Sahîh-i Buhârî’den bir kısım okumak için ev halkı ile beraber oturmuşlardı. Henüz okumaya başlamamıştı ki, kapı hafifçe aralandı. Kapının aralığından bir tüfek görüldü. Tüfeğin patlamasıyla, tüfekten çıkan merminin Muhammed Tâcî’nin kalbine saplanması bir oldu. Tâcî, can havliyle; “Yâ Latif diye bağırdı. Böylece son sözü, Esmâ-i hüsnâ denilen, Allahü teâlânın doksandokuz ism-i şerîfinden biri olan bu güzel kelimeyi (ismi) söylemek oldu. Katilinin kim olduğu bulunamadı.
Kendilerine ulemâ-i muhakkikin denilen büyük âlimlerin önde gelenlerinden olan Muhammed Tâcî, başta fıkıh olmak üzere, aklî ve naklî ilimlerde çok ileride idi. İlim ve fazilette, bulunduğu memlekette zamanının bir tanesi idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 137
2) El-A’lâm cild-6, sh. 196
3) Silk-üd-dürer cild-4, sh. 52
4) Brockelmann Sup-2, sh. 434