Evliyânın büyüklerinden. Hadîs ve fıkıh âlimi. İsmi, Muhammed bin Muhammed Şerefüddîn Halîlî olup, lakabı Şemsüddîn’dir. Halîl İbrâhim (a.s.) beldesinde (Urfa’da) doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1147 (m. 1734) senesi Kudüs’de vefât etti. Belediye Medresesi bahçesine defnedildi.
Halîlî’nin gençlik zamanı alış-veriş ve çalışarak geçimini te’min ile geçti. Şeyh Hüseyn Gazâlî’nin derslerini ta’kib etti. Hocasının işâretiyle Mısır’a gidip, Şemsüddîn Kaysî’ye talebe oldu. Şemsüddîn Kaysî zamanının kutbu idi. Onun ders ve sohbetleriyle ilim ve edebde üstün bir dereceye yükseldi.
Halîlî, birçok âlimden ilim öğrendi. Arzulu olması ve çok çalışması sebebiyle ilimde üstün bir dereceye yükseldi. Bütün hocalarından icâzet (diploma) aldı. Hocaları icâzetleri kendi elleriyle yazdılar. Muhammed Halîlî, amelde Şafiî ve i’tikâdda Eş’âri mezhebinde idi. Meşrebi Kadirî idi. Hızır aleyhisselâm ile görüşürdü.
Hızır aleyhisselâm birgün ona; “Ey Muhammed Halîlî! Sen Beyt-ül-makdîs’e yerleş ve orada ikâmet et! Seninle birlikte orada kırk kişi olacağız” buyurdu. O da bu işâret üzerine Kudüs’e yerleşti. Orada aklî ve naklî ilimlerde ders vermeye başladı. Va’z ve nasîhatleriyle insanlara hak olan doğru yolu anlattı. Va’z ve nasihatleri çok te’sîrli olup, katı kalpleri yumuşatırdı. Sadaka vermeğe çok önem verirdi. İyilikleri öğretmek ve kötülüklerden sakındırmakla tanındı. Sünnete çok bağlı idi. İslâmiyetin bütün emirlerini önce kendisi yapmaya çalışırdı. Fakirleri çok sever, yardım ederdi. Mescid-i Aksâ’yı çok ziyâret etti. Çok mütevâzi idi. Konuştuğunda herkes tarafından zevkle dinlenirdi. Duâsı makbûl bir zât idi. Duâsının kabûl olması ile tanındı.
Muhammed Halîlî’nin bulunduğu beldede eşkiyalar türemişti. Halk kendisinden duâ istedi. O da duâ edince, o zâlim kimseler cezâlarını gördüler.
Muhammed Halîlî, Hazreti Mûsâ’nın (a.s.) kabrini ziyâret ederdi. Kabri yanında Buhârî isimli hadîs-i şerîf kitabını tekrar tekrar okurdu. Kendisi anlatır: “Bir gece Mûsâ Kelîmullah’ın (a.s.) kabri şerîfini ziyârete gittim. Yanımda salevât-ı şerîfe kitabı olan Delâil-ül-Hayrât vardı. Onu baştan sona kadar okudum. “Esselâtü vesselâmü alâ Resûlullah” diyerek bitirdim. Tekrar okumak istedim, lâkin aklıma sonunda; “Es-Salâtü vesselâmü alâ Mûsâ ve ahîhi Hârûn” demek geldi. Okudum ve sonunda bu şekilde söyledim. O zaman Mûsâ aleyhisselâm kabrinden fasih bir dille şöyle seslendi; “Asabe-i neseb, Asabe-i velâdan önce gelir.” Hemen bundaki muradı anladım. Mûsâ aleyhisselâm bana; “Sizler Muhammed’in (a.s.) ümmetisiniz. Bu Asabe-i nesebdir. Zîrâ Resûlullah (s.a.v.) ümmetim benim asabemdir. Başkası Asabe-i velâ gibidir. Biz öncekiler asabe-i velâ gibiyiz. Salevât-ı şerîfeyi; “Es-Salâtü vesselâmü alâ Resûlullah” diyerek oku değiştirme” buyurdu. Bundan sonra buyurduğu şekilde okudum. Muhammed Halîlî der ki: “Bu hâdiseden iki şeyi iyice öğrendim: Birisi Mûsâ aleyhisselâmın Resûlullaha (s.a.v.) karşı edebini, ikincisi de peygamberlerin kabirlerinde diri olmalarını.”
Nasûh isminde bir vezir, Halîl İbrâhim aleyhisselâm beldesine gelip halka eziyet etmek istedi. Bir kısım insanlar, aralarında Şeyh Hasen Gazâlî olduğu halde, birlikte Muhammed Halîlî’ye geldiler. Durumu arzedip duâ istediler. O gece içlerinden biri rü’yâsında, Resûlullahdan (s.a.v.) bir mektûp geldiğini gördü. Mektûpta şöyle yazılı idi: “Bu mektûp, Allahü teâlânın kulu ve resûlü olan Muhammed bin Abdullah’dan büyük Ceddi’ne (İbrâhim aleyhisselâma) gönderilmiştir. Bu kederi kaldır.” Bu geceden sonra vezir Nasûh’un, muhasarayı ve zulmü bıraktığı görüldü.
Muhammed Halîlî’ye kimse muhalefet etmezdi. Çünkü herkes duâlarının kabûl olduğunu bilirdi. İnsanlar arasında ahlâkı en güzel olanı idi. Vefâtına kadar bu güzel hâlini hiç bırakmadı. Zamanının bereketi, zîneti, seçilmişlerin önderi idi. Zamanında onun gibisi görülmedi.
Eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1-Fahr-ül-ebrâr, 2- El-fetâvâ-ül-Halîliyye (iki cild).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 222
2) Silk-üd-dürer cild-4, sh. 94
3) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 207