MAHMÛD HALVETÎ

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Malımûd Kürdî Kürânî Halveti’dir. Horasan’da, İsferâîn beldelerinden Sakıs köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1195 (m. 1781) senesi Muharrem ayının üçüncü günü Mısır’da vefât etti. Şeyh Süleymân Cemil tarafından gasl edilip Câmi’ul-Ezher’de cenâze namazı kıldırıldı. Hocası Seyyid Mustafa Bekrî’nin, Sahra denilen mevkideki kabri yakınına defnedildi.

Mahmûd Halveti, on hoş yaşında mücâhedeye (nefsini terbiyeye) başladı. Nefsi için ağır mücâhedeler çekti. Gündüzleri oruç tutar, gecelerin tamâmını ibâdetle geçirirdi. Gece ibadetiyle ma’nevî sırlara kavuştu. Çok ibâdet edişiyle şöhret buldu, insanlar onun bu hâlini beğenip, akın akın ziyâretinine koştular.

Mahmûd Halvetî, gündüzleri bir mikdar uyurdu. Çok defa rü’yâsında Hızır aleyhisselâmı görür, birlikte Allahü teâlâyı zikrederlerdi. Uyku ve uyanıklık hâli Allahü teâlâyı hatırlamasına mâni değildi. O’ndan gâfil olmazdı. Bildiği ile amel ederdi. Bu Husûsu; kendisi şöyle anlatır: “İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin “İhya” kitabını okumadan önce, içindeki bütün bilgilerle amel ettiğimi, eseri okuyunca anladım. Kimseden okumadan bu bildilerle amel etmemi ihsân eden Rabbime hamd ederim.” Mahmûd Halveti, dünyânın geçici zevklerine hiç düşkün değildi. Aza kanâat ederdi. Evinde has undan yapılmış ekmek varken, o arpa ekmeği yerdi. Ağabeyi onun nefsi ile olan mücâdelesine şaşardı. Derecesini anlayamadığı için de onu ayıplardı. Fakat o buna aldırış etmez, nefsi ile olan mücâdele ve mücâhedesine devam ederdi.

Mahmûd Halvetî onsekiz yaşına girince rü’yâsında Şeyh Muhammed Hafnâvî’yi gördü. Kendisine; “Bu senin hocandır.” diye bildirildi. Kalbi o andan sonra ona bağlandı. Allahü teâlâya kavuşturan yolun bilgilerini öğrenmek için Mısır’a gitti. Hocasını buldu ve ona sadâkatle hizmet etti. Tasavvuf bilgilerinde üstün bir dereceye yükseldi. Hocasından icâzet alıp, halvetiyye büyükleri arasına girdi.

Mahmûd Halveti, önceleri Kusayri yolu üzere idi. Ondan aldığı virdleri (vazîfeleri) okurdu. Bir ara hocasına; “Efendim şimdi sizin terbiyenizde yetişiyor ve sizin yolunuz üzerindeyim. Lâkin Kusayrî’nin virdlerini de okuyorum” dedi. Hocası bu virdleri okumasına mâni olmadı. Uzun zaman Hafnâvî’nin sohbetlerine devam etti. Hocası son zamanlarına doğru, kendisinden ders almak isteyenleri Şeyh Mahmûd’a gönderdi. “Şeyh Mahmûd’a gidiniz. O ilim ve edeb ehlidir. Ona tâbi olunuz” buyururdu. Hocasının hocası Şeyh Mustafa Bekrî, Mısır’a gelince, onun sohbetlerine de devam etti. Hakîkat ilmine dâir çok şeyler öğrendi. Onu sever ve çok saygı gösterirdi.

Mübârek bir gecede Mahmûd Halveti, talebelerini toplamış sohbet ediyorlardı. Bu esnada orada bulunanlardan biri yüksek sesle “Allah” diye bağırdı. Daha sonra o kişi Mahmûd Halvetî’ye: “Efendim, gaybtan, “Ey Şeyh Mahmûd! Gecen Allahü teâlâ katında kabûl oldu” diye bir ses duydum” dedi. Mahmûd Halvetî der ki: “Daha sonra ben sabah namazını kıldım ve sonra da uyudum. Rü’yâmda Resûlullahı (s.a.v.) gördüm. Bana buyurdu ki: “Ey Mahmûd! Gecen, Allahü teâlâ katında kabûl oldu. Elini uzat, sana icâzet vereceğim.” Daha sonra elimi tuttular. O mecliste Mustafa Bekrî de vardı. Onun elini de mübârek eliyle tuttu. Elimi iki el arasına aldı ve buyurdu ki: “Seninle Mustafa Bekrî’yi kardeş îlân ediyorum.” Daha sonra sevinçle uyandım. O esnada bir haberci gelip, Seyyid Mustafa Bekrî’nin beni çağırdığını haber verdi. Hemen abdest alıp gittim. Hocam Mustafa Bekrî’nin yanına gittiğimde bana; “Bugünki gecikmenin sebebi nedir?” diye sordu. Ben de; “Efendim gece uyuyamadım. Daha sonra uyumuşum. O sebeple geciktim” dedim. O; “Peki bana bildireceğin bir müjdeli haberin var mı?” diye sordu. Ben de; “Müjdeler sizdedir” dedim. “Peki o hâlde gördüğün rü’yâyı anlat bakalım” dedi. O zaman ben şaşırdım. Çünkü gördüğüm rü’yâmı kimseye anlatmamıştım. Bu emir üzerine rü’yâmı aynen anlattım. O zaman bana; “Ey Molla Mahmûd! Rü’yân doğrudur. Benim ve senin için büyük bir müjdedir. Resûlullah (s.a.v.) kurtuluşa, saadete kavuşturandır. Biz O’nun bereketi sebebiyle kurtuluruz.”

Mahmûd Halvetî çok geceler rü’yâsında Resûlullahı (s.a.v.) görür. O’nunla sohbet ederdi. Görmediği gece az olurdu. Bir gece rü’yâsında kendisine şöyle bir nidâ geldi: “Ey Mahmûd, ben senden ve seni sevenlerden râzıyım” Mahmûd Halveti; “Allahü teâlânın evliyâsını seven Cennete girer. Bu şekilde bildirmem bana emrolundu.” buyurdu.

Mahmûd Halvetî’nin ömrü hep nefsi ile mücâdelede geçti. Ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılardı. Gece namaz kılmayı hiç terketmedi. Gecelerini ibâdetle geçirir pek az uyurdu. Çok kerre geceleri, ağlayarak ve Rabbinden af dilemekle geçirirdi. Ba’zan da Kur’ân-ı kerîm okumakla geçirir, bir âyeti tekrar tekrar okurdu. Yiyeceği, biraz ekmek ve zeytinyağı idi.

Mahmûd Halveti, yalnız veya sevdikleriyle beraber iken de dâima Allahü teâlâyı zikirle meşgûl olurdu. Onu başka bir hâlde gören olmadı. Bir defasında buyurdu ki: “Bedenim çoluk çocuğumla meşgûl iken kalbim onlarla meşgûl değildir. Kalbim ma’nevî âlemlerde, göklerde, arşda gezer.”

Mahmûd Halveti, ma’rifetullah sahibi idi. Muhabbet-i ilâhîden dolayı ağlar, yanında bulunanlar ağlama sebebini bilemezlerdi. Talebesi Muhammed Bedîr’den onun kerâmetleri sorulduğunda dedi ki: “Hocam Mahmûd Halvetî’nin ilmi çoktu. Kendisine sorulan mes’elelerin cevaplarını ânında verirdi. Kuvvetli bir hafızası vardı. Bildiği ile amel ederdi. Amel etmediği bir bilgi yoktu. Mutlaka o ilmi kendi nefsinde tatbik ederdi.” Onun bu hâlini herkes tasdik etti.

Târih-i Cebertî müellifi şöyle anlatır: “Birgün Yâfiî’nin “Ravd-ür-riyâhin” adlı eserini Mahmûd Halvetî’den dinledim. Mecliste hazır bulunan onun sevdiklerinden birisi bana; “Şimdi bu kitaptaki zâtlar gibi kerâmetleri olanların bir misli bulunur mu?” diye sordu. Hazır bulunanlardan bir başkası ona şöyle cevap verdi: “Böyle zât, Muhammed aleyhisselâm ümmetinde elbette vardır.” O zaman Şeyh Mahmûd Halvetî dedi ki: “Bir gece evimde oturmuş, Allahü teâlâyı zikrediyordum. Mevsim yazdı. Hava çok sıcaktı. Çok susadım. Hanımım ve çocuklarım uyuyordu. Şefkatim sebebiyle hanımımı uyandırıp su istemedim. O esnada havada su tecessüm edip göründü. Sanki bir pınar kenarında idim. Su yükselip benim ağzıma damlamaya başladı. Tadını başka bir yerde duymadığım bu sudan “kana kana içtim. Daha sonra kesildi. Hiç bir tarafım ıslanmamıştı. Bu su sebebiyle bir kış gecesindeki gibi üşüdüm. Zikrime devam ettim. Sırtımdaki cübbem de düştü. Elimin zayıflığı sebebiyle de onu kaldırıp sırtıma koyamadım. O zaman hanımımı uyandırmak, hatırıma geldi. Yine şefkat edip uyandırmadım. O anda önüme kor dolu bir mangal kondu. Oradaki hararetten vücûdum ısındı, içimden; “Acaba hayal mi görüyorum?” diye geçti. Yaklaşıp parmağımı dokundurduğumda ateş parmağımı yaktı. Sonra bunun, Allahü teâlânın ihsânı ve ikramı olduğunu anladım. Sonra bu mangal yükselip kayboldu.”

Mahmûd Halvetî’nin kerâmetleri çoktur. Konuştuğu sözler dinliyenlerin kalbinde te’sîr meydana getirirdi. Hikmetli konuşurdu. Nasihat eder, dînin emir ve yasaklarını anlatırdı. Orada bulunanların kalplerinden geçen soruların cevaplarını konuşma esnasında, verirdi. Meclisinde kimsenin dedikodusu, gıybeti yapılmazdı. Çok şefkat ve merhamet sahibi idi. Allahü teâlânın yarattıklarına karşı çok şefkat ve merhametli idi. Bilhassa günah ve isyan içinde olanlara çok acırdı. Herkese karşı mütevâzî idi. Fakirlere, yoksullara, düşkünlere, talebelere çok iyilik ve yardım ederdi. Dünyâ malına düşkün değildi. Varlığı ile yokluğunu bir tutardı. Kendisine hediye olarak verilen şeyleri Allahü teâlânın yolunda bulunanlara dağıtırdı. Ömrü boyunca elini dirhem ve dinara sürmedi. Her işinde haram ve helâle dikkat ederdi. Vera’ sahibi idi. Dünyâ için birşeye üzülmez, âhıret işlerindeki kusurlarını düşünüp üzülürdü.

Talebesi Seyyid Abdülkâdir onun hakkında dedi ki: “On sene hocam Mahmûd Halvetî’nin hizmetinde bulundum. Onun en küçük bir günah işlediğini görmedim.”

Mahmûd Halvetî’nin hikmetli sözler hakkında bir risalesi vardır. Bu risaleyi yazma sebebi, gördüğü bir rü’yâdan dolayı idi. Bir gece rü’yâsında Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini gördü. Muhyiddîn-i Arabî, ona bir anahtar verip; “Bununla hazînelerin kapılarını aç” buyurdu. Dilinde Muhyiddîn-i Arabî’nin söylediği sözler ile uyandı. O andan i’tibâren bu risaleyi yazmaya karar verdi. Buyurdu ki: “Bunun bir emr-i ilâhî olduğunu kabûl edip, risalemi hiç tekellüfsüz (zorluk çekmeden) yazdım. Sanki söz ve ma’nâlar kalbimden lisânıma dökülüyordu.”

Eserini, talebelerinden, Câmi’ul-Ezher profesörlerinden Şeyhülislâm Seyyid Abdullah Şerkâvî çok güzel bir şekilde şerh edip, içindeki gizli ve ince bilgileri meydana çıkardı. Talebelerinden, Seyyid Abdülkâdir bin Abdüllatîf Râfiî de eseri açıklayıp başına da hocasının hâl tercümesini yazdı.

Bir diğer eseri de; “Es Sülûk li ebnâ-il-mülûk” tür. Kendi el yazısıyladır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmâl-il-evliyâ cild-2, sh. 242

2) Acâib-ül-âsâr cild-3, sh. 238