İLYÂS GÜRÂNÎ (Kürdî)

Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerinden. İsmi, İlyâs bin İbrâhim bin Dâvûd bin Hıdr el-Gürânî el-Kürdî olup, İran’ın doğusundaki Nişâbûr bölgesinde bulunan, İsferâyin’in Gürân köyündendir. Talebesi Sa’dî bin Abdürrahmân bin Hamza’nın haber verdiğine göre, 1047 (m. 1637) senesinde doğdu. 1138 (m. 1726) senesi Şa’bân ayının onaltısında Salı gecesi Dımeşk’da vefât etti. Bâb-üs-sagîr kabristanında medfûndur.

1070 (m. 1659) senesinden sonra ilim tahsili için Dımeşk’a geldi. Bağdat ve başka yerlerde bulundu. Mustafa Bağdadî, onun kardeşi Mahmûd Bağdadî, Şeyh Tâhir İbni Medlec, Ebüssü’ûd el-Kabâlabî, amcası Şeyh Dâvûd, Tâc-ül-ârifîn el-Bağdâdî, Sa’düddîn-i Bağdadî, Necmüddîn-i Faradî, Abdülkâdir es-Safverî, Şeyh Muhammed Sâlihî, Hayder-i Kürdî, Yûnus el-Mısrî, Muhammed bin Süleymân el-Magribî, Muhammed bin Abdürresûl el-Berzenci gibi birçok âlimden ilim öğrendi. Âlimlerin ders ve sohbetlerinde çok bulunurdu. İlim husûsunda çok gayretli idi. Çok kitap okurdu, ilimde çok yükseldi. Bir taraftan da çok riyâzet ve mücâhede ederek, ya’nî nefsin arzularına muhalefet ederek, batın yolunda yükselmeye gayret etti. Gece-gündüz ilim ve ibâdetle meşgûl olur, yatağa uzanarak, yatıp uyuduğu görülmezdi. O kadar ki, vefât ettiği gece bile yatıp uyumamış, o sıkıntılı hâlde bile ibâdetten geri kalmamıştır. Adetâ nefsini esîr almış idi. Kendisi kullanılmış, sâde elbiseleri giyer, yeni ve gösterişli elbise olursa onu ihtiyâç sahiplerine sadaka olarak verirdi. İnsanların çoğu, onun büyüklüğünü, üstünlüğünü bilirler, kendisine ona göre hürmet ve edeb gösterirlerdi. Çok kerâmetleri görülmüştür.

Önceleri Bâdiriyye denilen yerde ders veren İlyâs Gürânî, 1102 (m. 1690) senesine kadar oradaki vazîfeye devam etti. Daha sonra Kunuvât mahallesinde bulunan Addâs Câmii’ne geçti. Vefâtına kadar orada kaldı. Orada ilim ve edeb âşıklarına çok hizmet etti. Birçok kimse ondan çok istifâde edip, ilim sahibi oldu. Bu kimselerin adedini hesâb etmek imkânsızdır. Derslerine, bulunduğu şehir olan Dımeşk’dan olduğu gibi, başka beldelerden de gelenler olurdu.

İlyâs Gürânî (r.aleyh), kendini, ilme, ibâdete ve Allah yoluna adamış çok yüksek bir zât idi. Hacca gitti. Hacdan sonra bir müddet orada kalarak, daha sonra Dımeşk’a döndü. Ziyâret için, birkaç defa yürüyerek Kudüs’e ve başka mübârek yerlere gidip geldi. Çok ibâdet ederdi. Çok oruç tutar ve çok sadaka verirdi. Hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunurdu. İlimde o kadar yüksek derece sahibi olmasına rağmen, nerede bir ilim meclisi görse, orada hazır bulunur, istifâde etmeye çalışırdı. Onun bu güzel hâli, başkalarına, hele ilim talebi husûsunda gevşek davrananlara çok güzel misâl ve ibret olur, onları teşvik ederdi.

Devlet erkânı arasında onun sözü makbûl tutulur, onun yardımını alan kimsenin işi mutlaka görülürdü. Böyle olmakla beraber, o devlet erkânı ile görüşmez, onlara pek gidip gelmez, bir içim sularını bile kabûl etmezdi. Onlarla karşılaştığı zaman, va’z ve nasihat ederek, vazîfelerinde dikkat etmeleri îcâbeden husûsları bildirir, bıkmadan, usanmadan bunları tekrar tekrar söylerdi. Duruma göre, ba’zan da sert konuşarak söyler, o kimseler de bütün bunların kendi menfaatleri için olduğunu bildiklerinden, böyle sözlerinden memnun olurlar, seve seve kabûl ederlerdi.

Rivâyet edilir ki: O zamanda Dımeşk’da devlet erkânından Recep Paşa isminde biri vardı. Bu Paşa bir gün İlyâs Gürânî hazretlerini ziyârete gitti. Ondan duâ istedi. O da Paşa’ya buyurdu ki: “Senin için yapacağım duâ kabûl olmaz ve benim duâmın sana fâidesi yoktur. Çünkü, senin hapishânende mazlûmlar var ve onlar sana bedduâ ediyorlar. Bu hâlde bizim sana yapacağımız duâ kabûl olur mu?” Bu sözler üzerine çok duygulanan Receb Paşa, Gürânî’ye bin dinar vererek kabûl etmesini istedi. Gürânî kabûl etmedi ve; “Sen bu parayı, kendilerinden zulümle aldığın mazlûmlara iade et” buyurdu.

İlyâs Gürânî’nin zâhirî ve bâtınî hâlinde, dînimizin emirlerine tam uyanlara mahsûs dinçlik ve sağlamlık var idi. Vefâtında doksan yaşını geçmiş olduğu hâlde, aklında ve his uzuvlarında herhangi bir zayıflama, değişme hâli olmamıştı.

O zamanda Dımeşk’da bulunan âlim ve evliyânın en büyüklerinden olan Abdülganî Nablüsî hazretleri, İlyâs Gürânî’nin vefâtına çok üzülerek bir şiir yazmış ve şiirin son mısra’ında; “Ve mâte İlyâs et-takî ez-zâhid” (1138) diyerek onun vefâtına târih düşürmüştür.

İlyâs Gürânî, ilmi ile âmil olan âlimlerin ve Allahü teâlânın velî kullarının önde gelenlerinden idi. Sözleri müslümanlar için kat’î sened idi. Haramlarla birlikte şüpheli olan şeylerden de sakınır, kalbi Allahü teâlânın korkusu ile titrerdi. Her işi dînimizin emirlerine uygun idi. Dünyâdan yüz çevirmiş, âhırete yönelmiş hâlde bulunurdu. Ya’nî dünyâ hayâtını, çok kıymetli ve her an geçip gitmekte olan bir sermâye kabûl eder, bu sermâyenin her bir kısmını âhırete yarar işler yapmağa harcederdi. Allahü teâlânın makbûl ve sevgili kullarından olduğu her hâlinden belli idi.

İlyâs Gürânî’nin yazdığı eserlerden ba’zılarının isimleri şöyledir: 1- Câmi’ul-Kasîr İmâm-ı Süyûtî’nin (r.aleyh) “Câmi’us-sagîr” isimli eserinin ihtisarı ya’nî kısaltılmış şeklidir. 2- Haşiyetün alâ Cem’il-cevâmi’, 3-Hâşiyetün alâ şerh-ı Îsâguci lil-Fenârî, 4- Haşiyetün alâ şerhi Kisâlet-ül-vad’ı lil-Usâm, 5- Haşiyetün alâ Akâid-is-Sa’d 6- Haşiyetün alâ şerh-ıs-Senûsiyye lil-Kayrevânî, 7- Haşiyetün alâ şerh-ıl-isti’ârât, 8- Haşiyetün alâ Haşiyeti Molla Yûsuf Karabâgî, 9- Haşiyetün alel-Fıkh-ıl-ekber, 10- Haşiyetün alâ şerhi Avâmil-il-Cürcâniyye li Sa’dullah. Bunlardan başka çeşitli eserlere haşiyeleri ve tasavvufa âit birçok risaleleri vardır. Ayrıca, o kadar çok kitaba ta’likler yapmıştır ki, onların sayısını tesbit etmek mümkün olmamıştır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-2, sh. 310

2) Silk-üd-dürer cild-1, sh. 272

3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 226

4) El-A’lâm cild-2, sh. 8